Bir İstanbul Hanımefendisi...

1,587 views
Skip to first unread message

кαя∂єѕℓєяιмιz∂єη .

unread,
Jan 21, 2014, 6:31:31 PM1/21/14
to Zahidan
Tahsin Yazıcı Kardeşimizin Gönderdiği

<br/><a href="http://oi42.tinypic.com/2nl8vaa.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Bir İstanbul Hanımefendisi…


Ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı'nın "İstanbul'u duydum daha bir kerre sesinde" dediği gibi bir Osmanlı hanımefendisi... Zerâfet, nezâket, letâfet onun şahsında mânâ kazanıyor. Emekli bir öğretmen, müşfik bir anne… Mürşide Haydaroğlu Hanım'ı tanıtırken kelimelerin kifâyetsizliğinin doruk noktaya ulaştığını hissediyorsunuz. Onunla bire bir sohbet etmek, bire bir tanışma imkanını yakalamak, onun o latîf sesinden çocukluk anılarını dinlemek hakîkaten büyük bir ayrıcalık, büyük bir zevk…

Şimdi onunla yapmış olduğumuz hasbihâli, yine onun ağzından aktarıyorum

Âilemiz
Annem çok edebli bir hanımdı… Sevgi tezahürleri hep zâhiriydi. Bizi koruyucuydu. Her hâlinde bir incelik vardı. O incelik içinde de ayrı bir disiplin... Bizi ev işlerine alıştırmaya çalışır, okumaya ve ilme teşvik ederdi.  Babam ise bizi hep ibâdete, namaza yönlendirirdi. 1952'de Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleriyle tanışmasından sonra, fırsat buldukça evde bize cemâatle namaz kıldırırdı. Bizi, çocukluğumuzdan itibaren hep sabah namazlarına kaldırırdı.

Bugünkü gibi Kur'an Kursları yoktu, o zamanlar. Namaz sûrelerini biz cemâatle namaz kılarken hep babamdan öğrendik.  Babam bir memurdu. Onun memuriyet hayatı boyunca değişik şehirlere taşındık durduk; Ankara, Burdur, Konya, Adana, Van, Bitlis, Erzurum, Edirne.. Evimizde hep tatlı tatlı sohbetler edilirdi. Babam tasavvuf sohbetleri yapar, ağabeyim "İslam Nûrundaki Veliler" kitabını okurdu yüksek sesle, biz de dinlerdik.  Allâh'ın sevdiği insanın nitelikleri nelerdir, yaşayarak öğreniyorduk. Annem bize:
   "-Git halana hizmet et, babana, ninene hizmet et." derdi. Böylece büyükler için hizmetin ne denli önemli olduğunu görüyorduk. Kendimiz için, nefsin hevâ ve hevesleri için koşacak vaktimiz yoktu, terbiyemiz de buna müsait değildi zaten. Bir iş disiplini vardı evimizde.

Annemin bize karşı öyle şefkati, merhameti vardı ki, okuldan çıkınca gideceğim en güzel yerin evim olduğunu düşünürdüm. Evimiz çok sıcaktı; merhametle ve muhabbetle doluydu. Okul dönüşü, evimizin özlemini çekerdim.  Türk toplumunda kadın çok önemlidir. Anadolu kadını çok fedakârdır. Annemden ve çevremdeki annemin arkadaşlarından daha o yıllarda yardımlaşmayı, paylaşmayı öğrenmeye başlamıştım. O yıllarda sevgi paylaşması ve komşulukta yardımlaşma vardı.  Annem ilkokul mezunu bir hanımdı. Biz Erenköy'e taşınınca dikişi, nakışı sanki bu işlerin bir ustasıymış gibi konu-komşuya öğretmişti.  Babam, helal lokmaya çok dikkat ederdi. Çok sehâvetliydi aynı zamanda. Sanki elindeki her şey bir başkasına âitti ve onları sahiplerine vermekten büyük zevk alırdı.
 
"-Sultanım, beyefendi, hanımefendi…"
Bu sözler, bu hitaplar babamın doksan yıllık ömrü boyunca ağzından düşmeyen kelimelerdi. Bu kelimelerle tanışır, tanışıklığı devam eder ve edeple büyük-küçük herkese söylerdi. Onu bir yolculukta, mesela Beyazıt'tan Erenköy'e giderken vapurda veya trende görseniz, o ân elinde ne varsa bu kelimelerle dağıttığını görürdünüz. Ne sehâvet, ne cömertlik… Ne el açıklığı… Belki gönlü böyle rahat ederdi. Ne almışsa, ne taşıyorsa ve bunlar bir başkasının değil de kendisinin ise, (bu bir kitap, evlerimizi süsleyen levhalar, yiyecek, her ne ise...) hemen oracıkta size de nasip olabilirdi. Böyle yaparken muhatabından bir karşılık ve bir menfaat de beklemezdi. Onun hayatı, belki de başkalarının iyiliği ve menfaati üzerine kurulmuştu. Çünkü ancak gönlü böyle hoş olurdu. Böyle huzur bulurdu.

Vallâhi Güzel Etmiş
   Biz subay muhiti içinde büyümüştük. Ekrem Babacan babamın yakın arkadaşıydı. Binbaşı hanımları, bizim evimize gelirken çantalarında örtüleriyle gelirlerdi.  Mahmud Sâmi Ramazanoğlu'yla babamın tanışması, bizim âilemizin zaten özünde olan tasavvufî yaşantıyı daha iyi benimsememize, hayatımızda daha iyi özümsememize vesile oldu.  Osmanlıca'dan Türkçe'ye geçiş olunca, yaşlılar çok zorlanmışlardı. Babam Ahmet Hamdi Akseki'ye, o zaman Diyanet İşleri Başkanıymış, çok yardımcı olmuş.

Babam bana:
"-Sen Ahmet Hamdi Bey'in duâsısın." derdi.
 
Biz tasavvufî hayatın güzel bir şeklini de Erzurum'da gördük. Orada Mahmut Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri'nin vesilesiyle babam, çok âlim bir zât olan Alvarlı Mehmet Efendi'nin sohbetleriyle tanıştı. O sohbetlerdeki manevî güzelliği hiç unutamadım.
   Yine bu esnada babam İbrahim Hakkı Hazretlerinin eserleriyle tanışmıştı. Akşamları bize o büyük zâtın Marifetnâmesi'ni okurdu.

İbrahim Hakkı Hazretleri'nin:
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif ânı seyr eyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler!...
diye başlayan ve;
   Vallâhi güzel etmiş
Billâhi güzel etmiş
Tallâhi güzel etmiş
Allâh görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş!..

   mısralarıyla sona eren Tefviznâmesi'nden bazı dizeler ise dilinde tesbih gibiydi.

Tasavvufla Tanışınca
   Allâh'ın "kader programını", ben tasavvuf yolunda anladım. Eskiden beri çalışır, gayret ederiz, hayır yolunda oluruz, ama Allâh'a yakınlığı, duânın güzelliğini tasavvuf sohbetlerinde öğrendim. Gelen acılara sızlanmamayı da âcizâne o yıllarda öğrenmeye başladım. Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri'nin "Musâhebe"lerindeki "Kader bahsini" okuyunca, Allâh'ın kulu için hep hayır düşündüğünü, lüzumsuz üzüntü ve düşüncelerin insanı yıprattığını anladım. Tasavvufla tanıştıktan sonra, gönlüm muhabbetle doldu. Gayrıyı terk etmek, mâsivâdan arınmak, mârifetullâh'ta Allâh'ın san'atının inceliklerini görmek... Bunlar birer başlangıç, zâhirde zor gibi görünen acıları sonları çok farklı algılıyorsunuz. Mesela ölümü annemle yaşadığım zaman, Allâh, benim o acıyla ölümü sevmeme sebep oldu. Annem benim en iyi arkadaşımdı. Öğretmenlik yıllarımda ne yapacağımı hep anneme sorardım. Sorunlu bir öğrenci hakkında annemden tavsiye alırdım. O, bana hep sabrı tavsiye ederdi.
"-O öğrenci çok iyi olacak, göreceksin." derdi.

Öğretmenlik Yılları
   Bana ümit verirdi. İlkokulda 1966'da öğretmenlik yaptım. Çok güzel bir gâyeyle açılan bu okul, uzun süre devam edemedi. Bize bu okulda çalışmamız için çok özel iltifatlarda bulunuldu. Orada öğretimin güzelliği yanında, eğitimin de çok önemli olduğunu derinden müşâhede ettik. Müdîremiz şöyle söylerdi:

"-Çocuklar evlerinin aynalarıdır, onları okutmak eğitmek zevktir."

Ben her gece kendimi sorguya çekerdim. Mesela; "Aziz'e niçin matematiği öğretemedim, benim metodumdaki eksiklik neydi?" diye düşünürdüm.  Geceleri saatlerce "Öğrencilerime nasıl daha fazla faydalı olabilirim?", "Hatalarım hangi noktalarda? Eksikliklerim neler?" diye düşünürdüm. Kendim ortaokula Adana Kız Lisesi'nde başlamıştım. Hocalarımız çok edepli, fazîletli ve gayretliydi. Sınıfta dersi en güzel şekliyle öğretir ve ondan sonra çıkarlardı. Öğrencilik yıllarında edindiğim bütün bu tecrübelerle Erenköy İlkokulu'nda elimden gelenin en iyisini yapmak endişesi ve telaşı içindeydim. O okulda o kadar güzel velilerle tanıştım ki, başta Topbaş âilesi, bunlar bize İslâm'ın güzelliğini yaşattılar.

Çalışma hayatında, çalışmanın güzelliğini paylaşmak lazım iş arkadaşlarınızla... Bunun için de "benlik"ten vazgeçmek gerekir. Kardeşlik sevgisi sergilememiz lâzım. Bu yöndeki samimî gayretlerle insanın aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Türlü maddî sıkıntılar içinde okuyan öğrencilerle diğerleri arasında o kadar güzel bir ahenk vardı; o kadar güzel paylaşıyorlardı ki, arkadaşlığı, sevgiyi, aynı sıraları bizler için neşe kaynağı oluyordu bütün bunlar. Bir gün bir işçi kızının başını okşamışım. Eve gidince hemen âilesine:

"-Mürşide Hoca öğrenciler arasında hiç ayrım yapmıyor." demiş.

Posta memurunun oğlu vardı, burslu okuyordu. Evde annesine:
"-Mürşide öğretmen en çok benim okumamı istiyor." diyormuş. Öğretmenlikte her çocuğa tek tek onu çok sevdiğinizi, onunla ilgilendiğinizi hissettirmeniz lâzım. Mesela bir öğrencim vardı Mehmet Sâmi... Tutumlu, terbiyeli, temiz giyimli, çok geçimli bir çocuktu, ama arkadaşına kalemini ödünç verince kalemin başında beklerdi. Burada güzel bir davranış var; malının sahibi olmak, ama öğretmenseniz bu güzelliğin içindeki eksikliği de uygun bir dille öğrenciye anlatmasını bilmelisiniz.
Okulda tutum haftası düzenledik; hikayeler, şiirler okunurdu. Müdür, Mehmet'e:

"-Haydi arkadaşlarına kooperatiften poğaça ısmarla!.." derdi.
   Bugün maalesef çok savurganlık var. Herkesin ayağını yorganına göre uzatması lazım. Bu da en başta âiledeki eğitimle kazanılacak bir davranıştır. Annem tutumlu birisiydi, ama asla cimri değildi. Tutumlu olmanın güzelliklerini sergilerdi evimizde, hiçbir şey boşa gitmezdi. Mûsâ Efendi'de de böyleydi; infâk ve cömertlik konusunda çok güzel, örnek bir yaşantı sürdü. Bir keresinde maddî durumu bozuk, evlenecek bir gence Feride annemin nesi varsa infâk etmiş, onu onurlandırmıştı. Bu fakir, Mûsâ Efendi mektebinde yetişmiştir. Onun yaşantısına yakînen şâhit olmam sayesinde kayınvâlideme ve babama, hasta yataklarında hizmet etmenin güzelliklerini öğrenmiştim. Babama hizmet için koşarken yorulmuyordum. Hacı annemin elini tuttuğum zaman, o bana hep:

"-Allâh râzı olsun." diyordu. Onlara hizmetin bizim evimiz için bir "sigorta" olduğunu biliyordum. Evimize o hizmetten nûr ve feyz yağıyordu.

Eşim Mehmet Bey, hayırlı bir evlât ve hayırlı bir zevc olduğu için evimizde muhabbet, saygı, geçim ve dirlik vardı. Bu da hizmeti kolaylaştırıyordu. Anne-babanın bazen birkaç evladı oluyor. Hizmeti paylaşmak lâzım. Biz kardeşimle hizmeti paylaşıyorduk. İkimiz de duâlarını almak için yarış ediyorduk âdetâ. Babam da, kayınvâlidem de sürekli ellerini açıp duâ ederlerdi bizlere. Onları çok güzel uğurladık.

Hayat Tecrübeleri:
Kayınvâlidem hep şöyle nasihat ederdi:
"-Mesut olmak ve mesut etmek için bir kadın şu dört şeyi bilmelidir;
1- Dâimâ genç kız gibi temiz, bakımlı ve titiz görünmelidir.

2- Güç durumlarda olgun bir kadın gibi davranmalıdır.

3- İcabında bir erkek gibi düşünmelidir.

4- Her zaman arı gibi çalışkan olmalıdır."

Her insanın Hazret-i Peygamber'i çok iyi okuyup incelemesi, o güzel Peygamber'in hayatını kendi hayatı için örnek kabul etmesi gerekir. Onun eşleri olan mübârek annelerimizi de aynı şekilde. Eşler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde onların âile yaşantılarını taklit etmeye çalışmalıyız. "Hazret-i Hatice nasıl bir eşti?" diye sormalıyız kendimize. Onun eşine ve evlatlarına karşı olan muâmeleleri bizim için ölçü olmalı.  Hazret-i Hatice'nin eşine olan sadâkatini ölçü almalıyız kendimize. Herkes Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'i yalanlarken o doğruladı. Ondaki iffet, sehâvet, nezâket, kibarlık…  Tarihteki Vâlide Sultanlar da bu güzel hanımların nümûneleriydiler. Anadolu kadınları; Kuvvâ-yı Milliye'de şehid olanların anaları, helal süt emmiş Mehmetçiklerin kanları bu toprakları mukaddes etti.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- akıllı, bilgili, düşünceli, geçimli ve Rasûlullâh'ı her bakımdan mutlu eden cennet hanımı... Üvey kızı Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ile son derece güzel bir geçimi vardı. Akıllıydı, binlerce hadis rivâyet etmiştir. Her kadın biraz kıskanç olmalı Hazret-i Âişe gibi.  Kadın, eşini güleryüzle karşılamalı. Kapıyı eşine açınca evinin en mûtenâ yerine buyur etmeli eşini, en güzel kıyafetlerini eşi için giymeli, en güzel sofralarını eşi için hazırlamalı. Eşinin ve çocuklarının akşam eve gelirken evlerini özlemelerini temin etmeli…  Müslüman kadın bilmelidir ki, eşine ve çocuklarına yapacağı her güzel muâmele bir amel-i sâlihtir. Kadın sorumluluklarına dikkat ettiği gibi erkek de İslâmî çerçevede olursa lüzumsuz üzüntüler ve sıkıntılar, o hâneye asla giremez.

Ebeveynler çok önemli; her iki anne- baba yani. Hısımlığın verdiği sıcaklık olmalı arada... Maddenin küçük düşürücü hesaplarıyla aradaki ilişki zedelenmemeli. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ-'nın yaşadığı mütevâzî hayatı örnek almalıyız.  İslâmiyet nezâket getirir, aynı zamanda zerâfet de getirir. Bilhassa kadınlara zerâfet çok yakışıyor. Böyle güzel hâllere sâhip olup, bunu çevremizdekilere de aksettirelim.  İnsanın güzel yaratılmış olması, insandaki günahları ayıpları görmemeyi, setretmeyi, günah içinde olan insana şefkatle el uzatıp, merhametle muâmele etmeyi, ona hizmet etmeyi onu hidâyete erdirecek, kurtuluşa erdirecek vesîleler aramayı gerektirir.

Bu güzel sohbet için Mürşide annemize sonsuz teşekkürlerimi arz ederim. Allah hizmet dolu nice uzun, hayırlı ömürler ihsan eylesin.


Tuba Eriş


"http://img14.imageshack.us/img14/8572/imzaew.gif" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.






Kadere İnanmayanın Aklına Şaşarım

Şimdi sizlere daha evvelden yapmadığım bir şeyi yapacağım. Ne mi?... Birkaç samimi itirafta bulunacağım.

Birinci itirafım: Namazlarım ciddi manada kırık dökük, kusurlu, yarım, eksik... Bu hususta kusurluyum.

İkinci itirafım: Bendeniz ruhî sebeplerle oruç da tutamıyorum. Velakin sık sık şükür tesbihatı çeker, ve kadere kayıtsız-şartsız iman ederim.

Bildiğim iki şey vardır: birinci bildiğim, İslâm’ın işaret etmiş olduğu bir dünya nizamında yaşamıyoruz. Zira ilim insanları değil, gereksiz kimseler el üstünde tutuluyor, onlar ihyâ ediliyor. İkinci bildiğim ise şu vaziyetin de kader icabı olduğudur. Nitekim âlimlerin çile çekeceği sahih hadislerde sık sık dile getirilir. Kader aksini yaşatsaydı, o vakit imtihanın bir mânâsı ve sırrı da kalmazdı. Yazarlığa 2003 yılında başladım. O tarihte değil kitabım herhangi bir yayın organında iki satır yazım dahi neşredilmiş değildi.  Açtım, çok açtım. Hatta bir-iki dergide amatörce birkaç müsveddem yâni karalamam çıktığında, sevinçten havalara uçmuştum. Bir gün bir yazımı bir dergi sahifesinde, bir kitabımı da mütevazı bir kitapçı vitrininde görmeyi hayal ederdim.

Yaklaşık bir hafta evvel sona eren Frankfurt Kitap Fuarı’nda tam dört kitabım okur huzuruna çıktı. Bense buna on sene evvel bir dergide çıkmış amatör yazıma sevindiğimin yarısı kadar sevinmedim, sevinemedim. Zira artık doymuştum. Kader beni yazar yapmış, yazı vadisindeki bütün hayallerime kavuşturmuştu ama araya başka dertler girmişti. Meslekî vefasızlıklar adamı adamakıllı yıpratıyordu. Aslında dünyada rahat yoktu. Hepsi ama hepsi kaza ve kaderin bir icabıydı.  Bunları neden yazıyorum?
Şimdi bazı gençlere bakıyorum da, bir yerlerde birkaç satır imzaları çıksa, sevinçten göbek atıyorlar. Atmasınlar demiyorum, atsınlar ama ayakları suya ersin ve meseleleri daha gerçekçi değerlendirsinler. Kendinizi ben şunu olucam, bunu olucam diye de şartlamayın. Sizi bir yere getirecek olan kaza ve kaderdir. Şimdikinden çok daha beter buhranlar geçirdik. Hepsini de atlatmadık mı? Ne diye şu berrak güneşin hazzını bozalım. Bozmayalım ve Kader’e inanmayanın aklına şaşalım!…

Ömer Öztürk



"http://img14.imageshack.us/img14/8572/imzaew.gif" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.




<br/><a href="http://oi39.tinypic.com/2mgsg2a.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Anne Olmak Karşılıksız Sevmektir!

Her ne kadar anneliğin bir karşılığı olmasa da annelik her zaman dünyada ki en güzel görev olacaktır... Bebeğiniz de sizi karşılıksız sever Şu ana kadar ki bütün sevgileri unutun. Hatta eşinizin sevgisi bile bunun yanında bir hiç kalacaktır. Ellerini yumuk yumuk yapması, küçücük bir gülümsemesi size dünyaları verebilir. İşte bu anneliğin en büyük kazancıdır diyebiliriz.

Ne isterseniz okuyabilirsiniz
Telaş içindeki hayatınızda, kitap okumak için hiç vakit bulamadınız mı? Artık buna ihtiyacınız olmayacak. Bebeğiniz büyümeye başladığında ailenizin size yıllar önce okuduğu hikayeleri siz de çocuğunuz için satın almaya ve okumaya başlayacaksınız. Böylece onunla sağlıklı ve güzel vakit geçirmiş olursunuz.

Her sabah dünyanın en güzel ışıltısıyla uyanacaksınız
Sakın aklınıza güneşin doğuşu gelmesin. Ya da doğadaki eşsiz manzaralar. Ben tam yanı başınızda ki dünya da bir eşi dahi olmayan ışıltıdan bahsediyorum. Evet her sabah kalktığınızda ufaklığın o güzel yüzünü göreceksiniz.

Bebeğin mamaları çok lezzetli olabilir
Elma püreli, vanilya kremalı, elma pudingli tatları muhteşem olan bebek mamalarını denemeye ne dersiniz? Hadi ama bunlardan çok leziz pastalar üretebilirsiniz. Denemeye değer…

Dünyayı yeni baştan keşfedeceksiniz
Siz etrafınızda ki her şeyi kolaylıkla kullanabilirsiniz ancak bebeğiniz bunu yapamaz. Onun için her şeye yeniden başlayıp; onunla yeniden öğreneceğinizi unutmayın!

Kendinizi yeni birine adamanın nasıl bir şey olduğunu öğreneceksiniz
Anne olmadan önce her kadının aklından işi, arkadaşlık ilişkileri, sağlığı, rahatı, kilosu vs geçer. Yani hep kendini düşünür. Çocuk olduktan sonra ben ne olacağım korkusu sarar beynini. Yani bencilleşmiştir aslında. Ancak bebekle öğrenebilir yardımı, kendini adamayı… Onunla sevgisini, zamanını, bütün bildiklerini paylaşmayı öğrenir.
 

Elif Benek


"http://img14.imageshack.us/img14/8572/imzaew.gif" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.







Evlilik Öncesindeki “Sevgi” Nereye Gidiyor?

Evlilik öncesinde eş adayları “sevgi”yi birbirlerine alabildiğine veriyorlar. Hiçbir güç, hiçbir problem bu duyguyu engelleyemiyor. Her türlü fedakârlığı, özveriyi sınırsız bir şekilde birbirleri için yapıyorlar. Evlenince daha fazla seveceklerini, daha fazla mutlu olacaklarını umut ederek yuvalarını kurmaya çalışıyorlar. Evlendiklerinde ise, hiç de umdukları gibi olmuyor. Daha fazla sevgi, daha fazla mutlu olma yerine; daha az sevgi, daha az mutluluk karşılarına çıkıyor. Birbirlerini elde etmenin rahatlığı içinde o güzelim sevgi, sanki birden ortadan yok oluyor… Haklı olarak, evlilik öncesindeki “o güzelim sevgi nereye gitti” diye sorma ihtiyacı duyuyorlar…

Evlilik öncesindeki o güzelim sevgiye ne oluyor?  Hani birbirlerini görmeden edemiyorlardı?  Saatlerce baş başa yapılan o konuşmalar ne içindi? Nerede o iltifatlar? Nerede o hediyeler? Nerede o ikramlar? Ne oluyor da insan bu kadar değişiyor? Bu değişimin, bu farklılığın altındaki sır nedir? Şaşkınlık ve kararsızlık içinde eşler neye uğradıklarını bilemez hale geliyor. Şimdi bu hayal kırıklığının yaşanmaması için birkaç tavsiyede bulunmaya çalışalım.

Evlilik bir otomobil almaya benzer. Hayalinizdeki otomobili alabilmek için önce kendinizi hazırlıyorsunuz. Size uygun otomobili bulmaya çalışıyorsunuz. Araştırma yaptıktan sonra kendi durumunuza göre seçtiğiniz otomobilin özelliklerini ve güzelliklerini öğreniyorsunuz.  Kararınızı verdikten sonra da otomobili alıyorsunuz. Umutla, hevesle aldığınız otomobilinize gözünüz gibi bakıyorsunuz. Onu muhafaza edebilmek için her türlü tedbiri alıyorsunuz.  Günlük suyuna, yağına ve yakıtına bakıyorsunuz. Altı aylık veya senelik bakımı için servisine götürüp rot balans ayarını, elektrik tesisatını, motorun durumunu ve diğer teknik aksamları baştan sona gözden geçiriyorsunuz. Bunu yapmazsanız otomobiliniz size problem çıkarır. Uzun yolda giderken sizi yarı yolda bırakabilir.  Evlilik de bunun gibidir. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık bakım ister.  Yoksa yarı yolda problemler çıkar ve orta yerde kalıverirsiniz.

Karı-koca birbirlerinin tapulu malları değil, iki ayrı parçanın bir bütünüdür. Yani tencerenin kapağı gibidir. Bekâr erkek ve kadın evlilik öncesinde her ihtiyaçları tamam olmasına karşılık yarım insandır.  Evlendikten sonra tam insan oluyor. Evlenince insanın hayatı anlam kazanıyor. Hayatın esası neslin devamı ve huzurlu yaşamanın kuralı bu şekilde oluşuyor. Para verip tapulu bir mal alır gibi eşler birbirlerini alıp bir kenara koyarlarsa bu evlilik değil, başka bir mal alım-satım işi oluyor. Evlilik sonrasında eşlerin birbirlerine karşı sorumlulukları vardır.  Bu sorumluluklar yerine getirilmediğinde sorunlar yığılır yığılır sonra eşler bu sorunların altında ezilirler. Bu nedenle eşlerin evlilik öncesindeki rolleriyle evlilik sonrasındaki rolleri arasında bir  “denge” oluşturmaları gerekiyor. Evlilik öncesi ve evlilik sonrasındaki bu denge sağlanamazsa sevgi azalır.  Sevgi azalınca da “güvensizlik ve umutsuzluk” evliliği tehlikeye sokar.

Evlilik öncesindeki o güzelim sevgiyi, evlendiğinizde beslemezseniz ya biter ya da azalır. Evlilikte sevgi ve saygı eşlerin elindedir.  Bunun sihirli formülü de “iletişim kültürüne” sahip olmaktır.  İletişim kültürüne sahip olan eşler sevgiyi bitirmezler bilakis besleyip büyütürler. Evlilik terapistlerinin ortak kanaati; “iletişim kültürü temel bir ihtiyaçtır”. Bu ihtiyacı becerebilen eşler evliliklerini rahatlıkla yürütebilirler. Evlilik hayatı, akıllı, olgun, duygulu, dürüst, güvenilir, adaletli ve iletişim becerisine sahip olanların işidir.



Mustafa K. Topaloğlu


"http://img14.imageshack.us/img14/8572/imzaew.gif" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.





<br/><a href="http://oi43.tinypic.com/6jdb1e.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Efendimizin Veda Günleri

Rebiülevvel ayı
Bu ay, eski ayların üçüncüsüdür. Ve Müslümanlar için önemli bir anlam taşımaktadır. Hz. Peygamber 'Rebiülevvel' ayında doğmuş ve yine Rebiülevvel ayında vefat etmiştir. Doğum ve vefat günü de aynıdır. Pazartesi günü doğmuş ve pazartesi günü vefat etmiştir. Doğumu da vefatı da Rebiülevvel'in ilk günlerine rastlamaktadır. Efendimiz 61 veya 63 yıl yaşadı. (iki ayrı takvim hesabına göre) Bu hayatın çoğunu Mekke'de geçirdi. Yaklaşık 53 yılı Mekke'de yaşadı. Son 10 yılını ise Medine'de geçirdi.

Veda Haccı ve Kabe'ye veda
Hac İslam'ın 5 şartı içinde en geç emredilen şartıdır. Efendimize (sav) vefatından bir buçuk yıl önce emredildi. Hz. Peygamber (s.a.v.) birinci yılda Hz. Ebu Bekir'i kendi yerine hac imamı olarak Müslümanların başında hacca gönderdi. Bir sene sonra, yani vefatından 40-50 gün önce hacca gitti. Orada müminlere nasıl hac yapılacağını detaylarıyla öğretti. Arafat meydanında 100 (yüz) bin üzerinde insana hitap etti. Bizler bu Hacca, "Veda Haccı", bu hutbeye "Veda Hutbesi" dedik. Efendimiz daha sonra Medine'ye döndü.

Medine'deki son günler

Artık Cebrail az gelir olmuştur. O, Cebrail'i özler. Bir ara Cebrail'e fısıldar. 'Neden gelmiyorsun. Seni özlüyorum.' Son ayetler inmiş veya inmek üzeredir. Vefatından önceki son 15 günde Cebrail yanına gelir ve 'Medine'deki mezarlığa (Baki mezarlığına) git ve vedalaş' der. Bir gece yarısı 'Ebul Muveyhibe' ile beraber mezarlığa gitti, uzun uzun dua etti. Sabaha doğruydu. Sıtmaya yakalanmış gibi titreyerek eve döndü. Eşi Hz. Aişe'den üstünü örtmesini istedi. Bu, 13-15 gün sürecek hastalığın başlangıcıydı.

Saçlarındaki aklar çoğalınca
Aslında günler öncesinde saçlarındaki aklar çoğalmıştı. Bir ara Hz. Ebu Bekir (r.a.) sordular. Sizi yaşlanmış gördüm. O (s.a.v.) şöyle buyurdu. "Evet. Ayetler beni ihtiyarlattı."

Son hutbe

Hastalığı artınca Medine'deki mescidinde minbere çıktı. Bitkindi. Yanında Hz. Abbas ile Hz. Ali vardı. O'na yardım ediyorlardı. Minberde oturdu ve konuştu. Düşmanlarınızdan değil, nefislerinizin sizi yanıltmasından korkuyorum. Dünyalık için birbirinizle çarpışırsınız diye endişe ediyorum. Kime vurmuşsam işte sırtım gelsin ve vursun. Bugün burada mahcup olmak, Allah'ın huzurunda mahcup olmaktan hayırlıdır.

Sizi bekleyeceğim
"Sizi bekleyeceğim" buyurdu. Sahabe sordular. Sizi nerede bulalım. Mahşerde sizi bulabilir miyiz? O şöyle cevap buyurdu: "Ya Sırat köprüsünde, ya terazinin başında, yahut da Kevser havuzunun başında beni bekleyin.

Bizi tanıyacak mısınız?
Arkadaşları soruyordu, hem acı ve hem heyecan içinde. Ey Allah'ın elçisi, siz o gün bizi tanıyacak mısınız? O gün insanlar çok olacak. Bizi tanır mısınız? Sahabesini gözleriyle taradı. Tebessüm ediyordu. Yüzü solgun ama o kadar güleçti. Şöyle buyurdu: 'Mahşerde hepinizi abdestle yıkadığınız organlarınızdan tanıyacağım.' "Yüzünüz, kollarınız parlayacak."  Bir kısmınız bana gelemeyeceksiniz Şöyle devam ettiler: "O gün bana koşacaksınız. Fakat bir kısmınız bana ulaşamayacaksınız. Ben sizi görüp meleklere, 'bırakın gelsinler' diyeceğim. Fakat melekler bir kısmınızı benden uzak tutacaklar. 'Uzak durun, uzak durun' diyecekler. Ben meleklere, 'onları bırakın. Onlar bendendir' diyeceğim. Melekler şöyle diyecekler: Muhammed (s.a.v.)! onlar sana gelemezler. Çünkü onlar senden sonra çok yanlışlıklar yaptılar. Sana gelemezler."

Medine'de ateş görüyorum Aişe!
Odasına çekildi. Ateşi yüksekti. Bir ara derin bir uykuya yattı. Sonra birdenbire uyandı. Sıçrayarak. Eşi Hz. Aişe'ye (r.a.) dönerek şöyle dedi: "Aişe! Medine yanıyor. Ben Medine'nin üzerine ateşlerin yağdığını görüyorum." İleride olacak fitne ve kaosa işaret ediyordu.

En yüce dost
Bütün dostlardan ayrılıyordu. Zaten sahte dostları hiç olmadı. İyilik yaptıklarından iyilik beklemedi. Karşılığı Allah'tan bekledi. Çünkü en çok iyilik ettiğinin günün birinde en çok zarar veren olabileceğini iyi biliyordu. Sahabeden hiç ihanet görmedi. İman edenleri, tam iman edenlerdi. Pazartesi günüydü. Öğleden sonraydı. Bir ara ağırlaştı. Başı eşinin dizindeydi. Gözlerini açtı. En yüce dosta diyordu: "Allahım! En yüce Dost! Sana geliyorum."

Namaz, garibanlar ve kadınlar
Son üç cümlesi buydu. "Kadınlarınıza zulmetmeyin. Namazınızı bırakmayın. Garipleri ezmeyin."

Ve elveda ey Nebi
Sonra gözleri yücelere yöneldi. Yüzünde derin bir gülümseme vardı. Gözleri açıktı. Hz. Aişe bağırdı. "Beni duyuyor musun?" cevap yoktu. Bir daha, yine cevap yoktu. İrkildi: "Yıkıldı Medine." Efendimizin gözlerinden bir damla gözyaşı yanaklarına sızdı...  Seni arıyoruz ey Nebi Şimdi seni arıyoruz. Elveda ey Resul diyoruz. Ve şimdi sana daha çok muhtacız. Dağınık haldeyiz. Dilimiz rahmetten uzaklaştı. Yüreklerimiz dağıldı. Birbirimizin düşmesini bekliyoruz. Senin sahabenin idrakinden uzağız. Bi-idrakiz. Bi-nasibiz.
Bi-emanız. Bi-şefkatiz. Dünü unuttuk. Belki yarınımız, bugünümüzü aratacak. Farkındayız, farkında olmadığımızın. Üzgünüm ey Resul. Mahcubum ey Resul. Sizin bize; benim ümmetimin kardeşliğinden, sevgisinden, rahmetinden uzaksınız demenizden korkuyoruz. Salat ve selam sana ey sevgili. Sana salat ve selam olsun ey yar.

BİR DUA
Hz. Peygamber (sav) şöyle dua buyururdu: Rabbim, lehime olan yerde bana yardım et. Aleyhimde olan şeylere yardım etme! Bana zafer ver, aleyhimde olan şeylerde ise kötülere zafer verme! Benim için kötülerin çabalarını boşa çıkar!
Aleyhime olan hilelere beni düşürme! Bana hidayet et! Hidayeti bana kolaylaştır! Aleyhime azgınlık edenlere karşı, bana yardım et! Rabbim beni sana çok şükreden, seni çok zikreden, senden çok korkan, sana itaatkâr davranan, seni çok seven, sana başvuran ve senin için inleyen kıl! Kalbimi hidayete erdir! Rabbim, tevbemi kabul buyur! Günahlarımı yıka! Hüccetimi sağlam kıl! Kalbimi hidayete erdir! Dilime doğruyu söylet! Kalbinin (kin ve haset gibi) rahatsızlığını iyileştir). Sen bana yetersin. Sen ne güzel vekilsin. (İmam Nesai, amelü'l-yevm ve'lleyle)

MEVLANA'DAN VE BÜYÜKLERDEN

Nasıl ki ayna tozlanınca suretleri göstermezse, gönül de dünya ile kirlenince Hakkın tezahürü olmaz.

O nedenle gönül temiz olmalı, samimiyet ve aşkla dolmalı. Hırs, kin, riya gibi duygulara izin verilmemelidir.

Demedim mi sana gitme oraya; seni tanıyan, bilen benim ancak; şu yokluk serabında yaşayış kaynağın benim ancak. Kızsan da, bin yıllık yola gitsen de, sonunda gene bana gelirsin; varacağın yer benim ancak.

Toprağıma, mezarıma söyleyeceğin o sözleri, şu gamlı kulağıma saç; şimdi söyle bana.

Ey zulümle bir kuyu kazan!

Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.

Ey başkalarına ağlayan göz! Gel, bir müddetçik otur da kendine ağla!

Mum ağlamakla daha aydın bir hale gelir.

İnsan her şeyi göremez; sevdiğin şeyler, seni kör ve sağır eder.

Canım tenimde oldukça Kuran'ın kölesiyim. Ben Hakk'ın seçkin peygamberi Muhammed'in (s.a.v.) yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse, ona çok üzülür ve o sözden de çok üzüntü duyarım.

Yoksulların gönüllerini de kırmamak gerek. Cenab-ı Hakk, "Yetimi horlama; isteyeni boş çevirme" buyurmuştur. Duvar, çiviye "Ne diye beni deliyor, incitiyorsun?" dedi. Çivi de ona "Beni çakana bak!" diye cevap verdi.

Allah için ateşe atılmak vardır.

Lakin ateşe atılmadan önce kendinde İbrahimlik olup olmadığını araştır.

Çünkü ateş seni değil, İbrahimleri tanır.

Ey akıllı! Sen sakın başına gelince, pişman olacağın bir sarhoşluğa düşme!

İnsanların sıkıntılarına katlanmak, Allahu Teala'nın beğendiği ve Resulullah'ın sevdiği ve evliyanın özendiği bir ahlaktır.

Ağır yükün altına giren hamal, başkalarından yükü kapar.

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız, ariflerin gönüllerindedir.

Ayakkabım yok diye üzülüyordum, yolda karşımdan gelen ayaksız bir adam gördüm.

Dünyada diken tohumunu eken kişi; kendine gel, onu gül bahçesinde arama sakın.

Kimseden sana kötülük gelmesini istemiyorsan; fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma.

Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur.

Güneşin varlığına delil yine güneştir. Delil ararsan güneşten yüz çevirme.

Çoban uyudu mu, kurt emin olur.

Köpeklerin dudakları değdi diye deniz kirlenmez.

İnsanla hayvan arasındaki fark, edeptir.

İnsanların ölümlerine değil, doğumlarına ağlayın.

Bin bahar görse de taş yeşermez.

Hayatta komşunun haber almasından korkacağın hiçbir şeyi yapma

Nice balık vardır ki, su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.

İnsanların en kötüsü, sevmeyen ve sevilmeyendir.

Kişinin sözü, kalbindekine haber verir.

Önce fareyi def et, sonra buğday topla!

Elbiseleriniz eski de olsa, kalpleriniz yeni ve temiz olsun.

Bozuk olunca maya ne ar tanır ne de haya!

Yüksekliği isterdim, onu alçak gönüllülükte buldum.

Vicdanını hırstan koru.

Bin zulme uğrasan da bir zulüm yapma.

Halk kime secde ederse, onun canını zehirliyor demektir.

Boş bir testiyi gürül gürül akan bir pınarın başına koysalar, orada kırk yıl da bıraksalar, yine de kendi kendine dolmaz.

Dövüşmeden önce konuşmayı denemek daha hayırlıdır.

Halife, Leyla'ya dedi ki; O sen misin Mecnun sana tutularak perişan oldu ve kendini kaybetti? Sen başka güzellerden daha güzel değilsin ki. Leyla, "Sus, çünkü sen mecnun değilsin ki!" diye cevap verdi.

Sağırın kulağı duymaz, aptalın hiçbir yanı.

Bazı yanlışlar zaferlerin taksitleridir.

Suçundan emin olmadığın kişiyi padişaha şikâyet etme canından olursun.


Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu



"http://img14.imageshack.us/img14/8572/imzaew.gif" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.






Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages