You do not have permission to delete messages in this group
Copy link
Report message
Show original message
Either email addresses are anonymous for this group or you need the view member email addresses permission to view the original message
to Zahidan
Zahide Kardeşimizin Gönderdiği
İslam ve Kedi İslamiyet'te kediler "temizlik" ile simgelenmiştir ve saygın bir yer edinmişlerdir. Hz. Muhammed'in bir kedi dostu olması Müslümanlar için bir övünç kaynağıdır. İşte kedilerin Müslümanlar'ın hayatındaki yerine dair bilgiler.
Kedi beslemek sünnettir. Hz. Muhammed, Uhud seferinde, ordunun önüne yavrularını emziren bir kedi çıkınca, kedinin başına ezilmemesi için bir nöbetçi dikip koca bir orduyu o kedinin etrafından dolaştırmış. Ve seferden döndüğünde o nöbetçiden kediyi istemiş ve sahiplenerek adını Müezza koymuş. Siyah beyaz bir Habeş kedisiymiş Müezza. Ağzının içinde üst damağında lekeleri varmış. Bu sık rastlanmayan damağında leke olan kedilerin Müezza'nın soyundan geldiği kabul edilir. Müezza, muhtemelen bir sokak kedisiydi ve Mekke'nin sıcak kavurucu çöl sokaklarından Hz. Muhammed'in ilgisi ile kurtulmuştu.
Hz. Muhammed, kedisi Müezza'yı o kadar çok severmiş ki, Müezza bir gün sedirde oturan Hz. Muhammed'in giysisinin ucunda uyuya kalmış. Her kedi dostu gibi uyuyan bu güzelliğe kıyamayan Hz. Muhammed, Müezza'yı uyandırmaktansa giysisinin ucunu usulca keserek kalkmayı tercih etmiş. Hz. Muhammed, kedisi Müezza içtikten sonra kapta kalan su ile abdest alacakken Sahabe-i Kiram Ebu Nuaym "Ya Resul o sudan kedi içti" deyince, Resulullah "Onlar en temiz ağıza sahiptirler" buyurmuş ve abdest almıştır (Hadisi Nakleden Peygamberimizin eşi Hz. Aişe).
Daha sonra da sahabeden Kâb kızı Kebşe isimli bir hanım şöyle anlatıyor: Eshab-ı kiramdan kayınpederim Ebu Katade'nin abdest alması için bir kaba su koymuştum. Kedi gelip bu kaptan su içiverince Ebu Katâde biraz daha su içmesi için, kabı kedinin önüne uzattı. Benim kendisine hayretle baktığımı görünce, "Niye hayret ettin ey kardeşimin kızı, Resulullah efendimiz, "Kedi pis değildir, etrafınızda (evinizde) serbest dolaşsın buyurdu. Kendisi de abdest almıştı, ben de sünnet eylemekteyim" dedi (Nakleden: İmam Malik, Muvatta, Taharet [2.13]-Diğer Kaynaklar: Ebu Davud, Taharet, 1/38; Tirmizî, Taharet, 1/69; Nesaî, Taharet, 1/54; İbn Mace.Taharet, 1/32, Ayrıca bkz. Şeybanî, 90).
Ebu Bekir Vasiti hazretleri anlatır: Bir gece Peygamber efendimizi rüyamda gördüm. Bir senedir, o kadar çok sıkıntının tesirinde kaldığımı, çok zayıflayıp ayakta namaz kılamaz hâle geldiğimi arz ettim. Evimizdeki kedi yavrulamıştı. Ben bu sıkıntı içinde düşünürken, bir köpeğin kedi yavrularından birisini yakalamaya çalıştığını gördüm. Bastonumu vurunca, kaçtı. Kedinin annesi gelip yavrusunu alıp gitti. Ondan sonra iyileştim; namazlarımı ayakta kılmaya başladım. O gece rüyamda yine Peygamber efendimizi gördüm. "İyi olmanın sebebi, bir kedinin senin için teşekkür etmesidir" buyurdu.
Abdurrahman bin Sahr adlı bir sahabe (Ebu Hureyre) sokakta kalmış kedileri götürür onları yedirir severmiş. Resûl-ü Ekrem Hz. Muhammed'in bundan haberi yokmuş.
Sahabelerden biri bir gün Hz. Muhammed'e söylemiş:
"Pis kedileri toplayıp kulübesinde bakıyor!" demiş. Hz. Muhammed o anda bir şey söylememiş. Hz. Muhammed Ebu Hureyre'yi daha sonra sokakta görmüş, bu zât bir kedi yavrusu bulmuş. Hz. Muhammed'e sahabenin söylediğini kendisi de bildiği için Resûl-ü Ekrem Peygamberimiz bir şey söyler diye, kediyi hemen hırkasının içine saklamış. Resûllah Hz. Muhammed kendisine, hırkanın altında ne sakladın demiş. Hırkayı açmış küçük bir kedi yavrusu. Hz. Muhammed yavruyu sevmiş, okşamış, ve o zâta: "Ebu Hureyre utanma, öğün. Sen kedi babasısın" demiş.
O günden sonra Abdurrahman bin Sahr'a artık Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in hitap ettiği gibi "Ebu Hureyre (Kedi babası)" hitap edilir . (Buhari: 5, 811).
Bir gün bir sohbet esnasında Resûlullah efendimiz yanındakilere:
"Hubbül hırratı minel iman" Türkçesi:"Kediyi sevmek imandandır" buyurmuş. "Niçin?" diye sormuşlar. "Ebu Hureyre bilir" demiş başka bir şey söylememiştir.
Kendisi de bir kedi dostu olan ve Peygamberimizin hadislerini aktaran Ebu Hureyre, Hz. Muhammed'in kedilerin ticari alım satımını yasaklattığını söyler. Hatta Ebu Hureyre'nin aktardığı hadislerde "kedisini kapatıp aç bırakan bir kadının cehennemde çektiği cezadan" bahsedilir. Mesaj oldukça açıktır. Kedilere iyi muamele şarttır. Bu hadislerden dolayı çocukluğumuzda kedilerin canını acıtanlar için hep aynı şey söylenir dururdu. "Bir kediyi öldürürsen yedi cami yaptırman gerekir". İslamiyet'teki bu gizli kedi sevgisi sebebi ile İslam ülkelerinin sokakları kedilerle doludur. Ebu Hureyre kısa sürede İslam aleminin en önemli ve en güvenilir sahabelerinden birisi oldu. Peygamberimiz Hz. Muhammed kendisini çok seviyordu ve yanından ayırmıyordu. Hazret-i Ebu Hüreyre, Peygamber efendimizin hep huzurunda ve yanında bulunduğu için, pek çok hadis-i şerif işitip rivayet etmiştir. Gece gündüz Peygamber efendimizin yanından ayrılmaz, ondan duyduğu hadisleri öğrenmeye çalışırdı.
Savaşta ve barışta Resulullah efendimizin yanından ayrılmazdı. Hafızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadis-i şerif ezberlemişti. Eshab-ı kiramdan ve tabiinden 800'den fazla kimsenin, kendisinden hadis öğrendiği, Buhari'de yazılıdır. "Bilerek bana yalan isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın" hadisinin ravisidir. Yani bu hadisin Hz. Muhammed'e ait olduğunu ilk söyleyen kişidir. Hadis rivayet etmek istediğinde, bu hadisi zikrederdi. Sahabiler onun hadis rivayetindeki üstünlüğünü kabul edip, ondan hadis naklettiler. (Nakleden: Hakim Nişaburi, III, 513). Ebu Hüreyre, sahabe ve muhaddislerce son derece güvenilir, yüce bir zattır. (Nakleden: Buhari). O, benden daha hayırlı ve naklettiğini daha iyi bilendir. (Abdullah İbni Ömer). O, bizim işitmediğimiz bir çok hadisi işitmiştir. (Nakleden: Hazret-i Talha) (Nakleden: H. Nişaburi, III, 511). İmam-ı Şafii gibi büyük âlimler, "Ebu Hüreyre, kendi dönemindeki hadis ravileri içinde, hafızası en sağlam olanıdır" buyurdu. (Nakleden: İbni Hacer, el-İsabe fi Temyizis-Sahabe, IV, 205). Buhâri'nin söylediği gibi Ebû Hureyre'den sekizyüz âlim hadis rivâyet etmiştir. O, sahâbe ve muhaddisler nazarında son derece güvenilir yüce bir şahsiyettir. İbn Ömer şöyle demiştir: "Ebu Hureyre benden daha hayırlı ve naklettiğini daha iyi bilendir." Cennet'le müjdelenenlerden biri olan Talha bin Ubeydullah da: "Şüphe yok ki Ebû Hureyre Hz. Peygamber'den bizim işitmediğimiz hadisleri işitmiştir" demiştir (Hâkim El Nişâbûrî, III, 511, 512).
Bir gün namaz kılarken bir yılan Hz. Muhammed'e arkasından yaklaşmış ve Hz. Muhammed'i sokmaya kalkışmış. İşte tam o sıra oralardan geçen bir adam Hz. Muhammed'in zor anına yetişip kedisini yılanın üzerine salmış. Ve bilindiği üzere yılanın amansız düşmanı olan kedi, yılanı boğmuş. Yılanın zehirli ısırığından kedi sayesinde kurtulan Hz. Muhammed kedinin sırtını okşamış. O günden beridir de kediler sırt üstü yere düşmezlermiş. Said-i Nursi gibi bazı alimler kedilerin çıkardığı mırmırların "Ya (Er) Rahim, Ya (Er) Rahim" şeklinde bir dua olduğunu, kedilerin bu şekilde şükredip, zikrettiklerini söylemektedirler. Said-i Nursi'nin kendi kedileri de vardı ve hayatının her döneminde kedileri çok sever ve beslerdi. Dünyaya gelen canlı mitolojisinde Hz. Adem ile başlayan insan sürecinden sonra yaratılan ilk canlılar yılan ve kedidir. Ve ilginçtir ki, hemen her dinde, yılan kötülüğü kedi iyiliği temsil etmiştir. Bugün dahi yılanın en korktuğu canlı kedidir. Öyle ki, kedinin kokusunu aldığı yere yılan giremez. Evde kedi beslenebilir. Dini açıdan sakıncası yoktur. Nitekim Hz. Peygamberin, çoğu sahabe-i kiramın ve çoğu evliya zatların evlerinde kedileri vardı. Örneğin Mevlana'nın velilerinden biri olan Pir Esad Sultan ya da yaygın lakabıyla "Pisili Sultan" da kedileri çok severdi. Tıpkı Hazreti Muhammed ile ilgili hadisleri bizlere aktaran Kedi Babası lakaplı Ebu Hureyre gibi. Öyle ki kedisi ölümünden sonra sandukasının hemen sol tarafına ayak ucuna gömülmüştü. Kim bilir Pisili Sultan'ın ayak ucunda yatan bu kedicik, Mevlana'nın Mesnevi'sini süsleyen o muhteşem şiirleri sultanının eteğinde doğrudan Mevlana'dan dinlemişti.
Hadis-i Şerifler: "Bir kadın, bir kediyi kapalı bir yere hapsetti. Kediye yiyecek, içecek vermedi. Dışarıda bir şey bulup yemesi için serbest de bırakmadı. Kedi öldü ve kadın da bu yüzden Cehenneme müstahak oldu." (Hadisi nakleden: Buhari [3.553]; Müslim).
"Eshab-ı kiram dediler ki: Ya Resulallah, hayvanlara iyilikte de, sevap var mıdır? Peygamber efendimiz, "Her canlı hayvana yapılan iyilikte sevap vardır" buyurdu." (Hadisi nakleden: Buhari)
Sahabeden bir zat anlatır: Resulullahın, kedi su içtikten sonra kalanıyla abdest aldığı da olmuştur. (Hadisi nakleden: Ebu Nuaym)
Hazret-i Ebu Hureyre anlatır: "Bir gün elbisemin içinde küçük bir kedi taşıyordum. Resulullah efendimiz beni görünce, 'Nedir bu?' diye buyurdu. Ben de; 'Kedicik!' dedim. Bunun üzerine Resulullah, "Ey Ebu Hureyre" buyurdu. Yani kediyi seven, onlara ana babalık eden kimse buyurdu."
Bir gün Ahmed Rıfâi hazretlerinin paltosunun eteğinde, kedisi gelip uyudu. Namaz vakti geldi, kediyi uyandırmaya kıyamadı. Bir süre onu şefkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca Hz. Muhammed'in yaptığı gibi kedinin yattığı yeri kesip namaza gitti. Geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna dikti.
Ebu Bekir Vasiti hazretleri anlatır: Bir gün giderken başımın üzerinde bir kuş uçmaya başladı. Dalgınlıkla kuşu yakaladım. O elimde iken, başka bir kuş daha uçuyordu. Elimdeki kuşun annesi sanarak kuşu elimden bıraktığım anda, kuş öldü. Buna çok üzüldüm. O günden sonra bende bir sıkıntı başladı ve bir sene geçmedi. Bir gece Peygamber efendimizi rüyamda gördüm. Bir senedir, o kadar çok sıkıntının tesirinde kaldığımı, çok zayıflayıp ayakta namaz kılamaz hâle geldiğimi arz ettim. O zaman; "Bunun sebebi, o kuşun, senden şikâyetçi olmasıdır" buyurdu. Evimizdeki kedi yavrulamıştı. Ben bu sıkıntı içinde düşünürken, bir köpeğin kedi yavrularından birisini yakalamaya çalıştığını gördüm. Bastonumu yere vurunca, kaçtı. Kedinin annesi gelip yavrusunu alıp gitti. Ondan sonra iyileştim. Namazlarımı ayakta kılmaya başladım. O gece rüyamda yine Peygamber efendimizi gördüm. "İyi olmanın sebebi, bir kedinin senin için teşekkür etmesidir" buyurdu.
Hiçbir hayvana eziyet, işkence etmek, suda boğarak veya ateşte yakarak öldürmek caiz değildir. Hayvana işkence etmek, gayrimüslim vatandaşa işkence etmekten daha büyük günahtır. Gayrimüslim vatandaşa eziyet etmek de Müslüman'a eziyet etmekten daha büyük günahtır (Söyleyen: Dürr-ül Muhtar). Maksatsız olarak bir hayvanı öldürmek caiz değildir. Ahirette "Onu niçin öldürdün?" diye sorguya çekilecektir. Hayvanları birbiriyle dövüştürmek de caiz değildir. Hayvanların hakkına riayet etmeli, onlara acımalıdır. Hadis-i şerifte, 'Merhamet et ki, merhamet olunasın! buyuruldu.' (Söyleyen: Şir'a).
Peygamberimizin eşi Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: "Benle Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, daha önce kedinin ağzını dokundurup su içtiği bir kaptan su alıp guslettik."
Urve bin Zübeyr, Hz. Aişe (r.a.)'dan aldığı rivayete göre şöyle demiştir:
"Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in yanından kedi geçerken su kabını ona iyice meylettirir, kedi su içtikten sonra Efendimiz arta kalanı ile abdest alırdı."
Enes bin Malik (r.a.)'den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Medine'de Bathan denilen yere çıktı ve "Ya Enes! Benim için abdest suyu doldur" buyurdu. Ben de suyu doldurup hazırladım. Resûlüllah (a.s.) tabii ihtiyacını giderdikten sonra su kabına doğru gelirken bir kedi o kaptan su içmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.), o su içinceye kadar durup bekledi. Sonra ben bunun (hükmünü) sorduğumda buyurdu ki:
"Ya Enes! Doğrusu kedi de ev eşyasından biridir, bir şeyi kirletmez ve murdar da yapmaz..." (Hadisi Hakim el-Nişaburi, Müstedrek'te rivayet ettikten sonra, iki Şeyh'in (Buharî ve Müslim'in) şartlarına göre, sahihtir, demiştir. Aynı hadîsi az değişik bir ibareyle Darekutnî de rivayet etmiştir).
Peygamberimizin eşi Hz. Aişe (r.a.) tarafından yapılan rivayete göre Hz. Muhammed şöyle demiştir:
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz: "Şüphesiz ki kedi necis (pis) değildir, o da ev halkından bazısı gibidir" buyurdu.
İmam Şafii'ye göre, kedi su içtikten sonra arta kalanı temizdir.
İmam Mâlik'e göre, kedinin artığı temizdir.
İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, kedinin artığı temizdir, onunla abdest almak mekruh değildir.
Ebu Davud'a göre de kedi necis (pis) değildir.
Hadîslerin ve İslam alimlerinin açık delâletinden şu hükümler anlaşılıyor:
1- Kedi necis (pis) değildir.
2- Artığı da necis (pis) olmaz, o bakımdan arta kalan su ile abdest alınır.
3- Kedinin su ve gıda ihtiyacını karşılamak ve bu hususta kolaylık sağlamak sünnettir.
Ne Zaman
NE ZAMAN “DAĞ“A BAKSAM, BANA BAKIP; “NE İYİ ETTİNİZ DE (Ahzap-72) nin muhatabı OLDUNUZ DEDİĞİNİ İŞİTİR; “ALSAYDIN BU YÜKÜ SIRTIMDAN, SANA BEN ÇİÇEK AÇSAYDIM” DERİM. Ahzap Suresi 72. Ayet:
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar
onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o
çok zalimdir, çok cahildir. “
NE ZAMAN “gölgeme” BAKSAM, GÖLGEMİN “Rad-15”i YAŞADIĞINI, TESLİMİYETİNİ GIPTA EDER; “YA RABBİ!! GÖLGEMİN SAMİMİYETİNİ BANA NASİP ET” DİYE DUA EDERİM. Rad Suresi 15. Ayet: “Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a boyun eğer. “
NE ZAMAN “günah” İŞLESEM ŞEYTANIN BİR SIFIR ÖNE GEÇTİĞİNİ BİLİR GOLÜ “TÖVBE VE SALİH BİR AMEL İLE” İPTAL ETMEYE ÇALIŞIRIM.
NE ZAMAN “yatağıma” UZANSAM “Al-i İmran-191”in BANA “Nazil” OLDUĞUNU HİSSEDER, ALLAH’I ZİKREDEREK DİLİMİ “Islak” TUTMAYA ÇALIŞIRIM. Ali İmran Suresi 191. Ayet: “Onlar
ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar;
göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve “Rabbimiz! Sen bunu
boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru.” derler.”
NE ZAMAN “uyumaya” ÇALIŞSAM (ZÜMER-42) AKLIMA GELİR. “Ya dönmezse?” “DİYE DÜŞÜNÜR” “GÜNAHLARIMIN AFFI İÇİN TÖVBE EDER”, YORGANIMI ÜSTÜME ÇEKERİM. Zümer Suresi 42. Ayet :“Allah
(ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de
uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini
belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda
düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”
NE ZAMAN HAREKETE GEÇMİŞ “bulut” GÖRSEM “Araf 57”nin BANA “göz kırptığını” HİSSEDER; ALLAH’IN HER AN FAALİYETTE OLDUĞUNU DÜŞÜNÜRÜM. Araf Suresi 57. Ayet:
“O, rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet
rüzgarlar ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde (yi
diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü
türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki
ibretle düşünürsünüz. “
NE ZAMAN “günah işleme potası” NA GİRSEM SOL TARAFIMDAN “sakın ha!!. MÜREKKEBİMİ CEHENNEMDEN ÇEKTİM.YAZARSAM yanarsın!.” DİYE BİR SES İŞİTİR GERİ ADIM ATARIM.
NE ZAMAN “zenci” GÖRSEM, KAYA ALTINDA YÜKÜMÜ HAFİFLETEN “Bilal” AKLIMA GELİR. YA RABBİ!! SEN, EHAD! EHAD! DİYEN ŞEHİD’E VERDİĞİN İMANI BANA DA VER DİYE DUA EDERİM.
NE ZAMAN ayetler tablosu” GÖKYÜZÜNE BAKSAM “Mülk-3”ü KULLANARAK RABBİM İLE “Diyalog”a GEÇERİM, GÜCÜNÜ ZİKREDER, “secde” EDERİM. Mülk Suresi 3. Ayet:
“Bu, inkâr edenlerin bâtıla uymaları ve inananların Rablerinden gelen
gerçeğe uymalarından dolayıdır. İşte Allah, onların örnek teşkil edecek
durumlarını insanlara böyle anlatır.”
NE ZAMAN TARTIŞMAK İSTESEM HAKEMİN VE KAZANAN TARAFIN “şeytan” OLDUĞUNU DÜŞÜNÜR,TARTIŞMAYA NOKTA KOYANIN “sevabı götürdüğüne” İNANIRIM.
NE ZAMAN SOFRAYA OTURSAM, “ÖYLEYSE İNSAN YEDİĞİNE BİR BAKSIN” “Abese-24” AYETİNİN NAZİL OLDUĞUNU HİSSEDER, SOFRAMDAKİ NİMETLERİ TEFEKKÜR EDERİM. Abese Suresi 24. Ayet: “Herşeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! “
NE ZAMAN OTOBÜSE BİNSEM YOLCULARI SAYAR, (+1) EKLERİM. O’NUN KONTROLÜNDE OLDUĞUMU HİSSEDER, DİLİMİ zikirle ISLAK TUTMAYA ÇALIŞIRIM.
NE ZAMAN HARİTAYA BAKSAM, DÜNYAYA UZAYDAN BAKIYOR HİSSEDER, DÜNYANIN BİR TOP KADAR KÜÇÜK, BİR KAĞIT KADAR değersiz OLDUĞUNU GÖRÜRÜM.
NE ZAMAN BOŞ OTURSAM SAĞIMDAKİ MELEĞİN, KALEMİYLE DÜRTEREK; “ALLAH, BOŞ OTURANLARI SEVMEZ” DEDİĞİNİ İŞİTİR, HAREKETE GEÇERİM.
NE ZAMAN ELİME TAŞ ALSAM, FİLİSTİNLİ ÇOCUKLAR GELİR AKLIMA. GÜÇSÜZ KALIR KOLLARIM KOLLARININ YANINDA.
NE ZAMAN BOŞ KONUŞSAM ÖTEKİ TARAFTA TEKRAR DİNLETİLECEĞİ AKLIMA GELİR. UTANIRIM RABBİMDEN ve SALİHLERDEN NE ZAMAN; “ALLAH’IM, SEN AYAKLARIMI SABİT KIL” DİYE DUA ETSEM “Muhammed-7” AYETİNİN KULAĞIMA BİR ŞEYLER FISILDADIĞINI İŞİTİRİM. Muhammed Suresi 7. Ayet: “Ey
iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini
uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.”
NE ZAMAN “bastona emanet” BİR YAŞLI GÖRSEM,“NEREDEEEN NEREYE” DER “Hacc-5”i OKUMAYA ÇALIŞIRIM. Hac Suresi 5. Ayet:
“Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe
içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir
sudan (meniden), sonra bir “alaka”dan, sonra da yaratılışı belli
belirsiz bir “mudga”dan3 yarattık ki size (kudretimizi) apaçık
anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz.
Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve
kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.)
İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün
çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hale gelsin. Yeryüzünü
de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman
kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir. “
NE ZAMAN TRAFİK KAZALARI GÖRSEM; ÖLDÜRENİN; “EMNİYET KEMERİNİN TAKILMAMASI YA DA SÜRATİN FAZLA OLMASININ” OLMADIĞINI DÜŞÜNÜRÜM. İNSAN ECELİ İLE ÖLÜR.
NE ZAMAN “ÖRÜMCEK AĞINA TAKILMIŞ BİR AV” GÖRSEM KURTARMAYA ÇALIŞIRIM. DEDEMİN, ‘KİMSENİN EKMEĞİYLE OYNAMA EVLAT’ DEMESİYLE GERİ ADIM ATARIM.
NE ZAMAN “kuş” GÖRSEM, “Nahl-79”un HAVADA SÜZÜLDÜĞÜNÜ HİSSEDER, RABBİMİN ‘SANATINI VE BÜYÜKLÜĞÜNÜ’ O KUŞ ÜZERİNDE GÖRÜR; “SEN NE GÜZEL YARATICISIN ALLAH’IM “DERİM. Nahl Suresi 79. Ayet:
“Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı?
Onları gökte ancak Allah tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için
ibretler vardır. “
NE ZAMAN “kahkaha” PATLATSAM “CENNETLE Mİ MÜJDELENDİN?“ DİYE BİR SES İŞİTİR mor OLUR SUSARIM. NE ZAMAN KABURGALARIMI YOKLASAM, AKLIMA İKİ METRE ALTTAKİLERİN TEK TİP HALİ GELİR. KİM BİLİR NE ZAMAN, DERİM…
NE ZAMAN DİNLENMEK İSTESEM; “MÜSLÜMAN NE ZAMAN DİNLENECEK?” SORUSUNA VERİLEN; “CENNETE İLK ADIMINI ATTIĞINDA” CEVABINDAN UTANIRIM.
Tahsin Yazıcı Kardeşimizin Gönderdiği
Kalıcı Şiddete Geçici Çözümler
Patron,
kendinden büyük çalışanına küfür savuruyor. Adam, sıcak çorbayı önüne
koyan eşine yumruk atıyor. Kadın, odasını dağıtan çocuğuna bağırıyor.
Çocuk bebeğinin gözünü oyuyor. Patron, sokaktaki çöp kutusunda oyuncak
bebeğin kızgın bakışlarıyla karşılaşıyor...
Ülkemizde 1987 yılında hayata geçirilen ‘Dayağa Hayır’
kampanyasından bu yana şiddeti önlemek için epey yol kat edildi. O
yıllarda ilk kez tartışmaya açılan sorun bugün bütün dünyayla birlikte
Türkiye’nin de gündemini işgal ediyor. Devletin aldığı önlemlerin yanı
sıra sivil toplum kuruluşları da çeşitli çalışmalar yapıyor. Elektronik
takip sisteminden ‘Alo Şiddet Hattı’na, ‘Sevgi Evleri’nden şiddet izleme
merkezlerinin kurulmasına kadar birçok uygulama gerçekleştirildi. Geçen
yirmi beş sene içinde “Kol kırılır yen içinde kalır.” düşüncesinden
kısmen uzaklaştığımızı söyleyebiliriz. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nden ülkemize verilen cezalar da bunu doğruluyor. Örneğin 2009
yılında Türkiye’nin vatandaşını eşinden koruyamadığı gerekçesiyle
mağdura 36 bin Euro ödenmesine karar verildi. Gelin görün ki sorun
çözülemiyor. Şiddet, kar topu etkisiyle yeni mağdurları içine alarak
büyümeye devam ediyor. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün ‘Şiddet
Araştırma Özet Raporu’ görüşümüzü destekler nitelikte. Türkiye’nin
çeşitli bölgelerinde yapılan araştırmaya göre şiddete maruz kalan
kadınların yüzde 44’ü çocuklarına kaba kuvvet uyguluyor ve onları
aşağılıyor. Yaşlıların tartaklanması, aşağılanması, istismara
uğramasının sebebi de ne yazık ki faillerin şiddet görmesi. Aynı
çalışmaya göre, şiddete maruz kalan 15 yaş üstü kadınların yüzde 94’ü
hiçbir kuruma şikâyette bulunmuyor. Dahası şiddet görenler “Koca, eş ve
çocuklarını dövebilir mi?” sorusuna büyük oranda, “Evet” cevabını
veriyor. Böyle bir atmosferde yetişen çocuk, güçlünün güçsüze baskı
uygulayabileceğine ikna oluyor. Küçükken arkadaşlarına, hayvanlara,
bitkilere; büyüdüğünde ise eşi, çocukları ya da yaşlılara kaba kuvvet
uyguluyor. Haliyle bu durum, toplumda bir sarmala dönüşüyor.
Bütün analizler gösteriyor ki şiddeti kanıksamış vaziyetteyiz. En
basiti artık toplu taşıma araçlarında çıkan kavga veya tartışmalara,
“Olabilir. Bu kalabalıkta normal.” deyip göz yumuyoruz. Birinin
burnundan soluyup ağır hakaretlerde bulunup birini dövdüğünü görsek, “Bu
hale geldiğine göre adamı nasıl kızdırdılar kim bilir? Dayağı hak
etmiştir.” diyebiliyoruz. Üstelik sözünü ettiğimiz yaşadığımız
topraklara has bir durum değil maalesef. Geçtiğimiz günlerde ‘Aile ve
Şiddet Konferansı’nda yurtiçi ve dışından uzmanlar ağırlandı. Ülkelerin
sunduğu çözüm önerileri ve projelerin farklı olmasına karşın ortak
kanaat şuydu: Şiddet bir dünya sorunu. Çünkü Ukrayna, Japonya,
Finlandiya ya da Türkiye’de çocukların aynı sözde gerekçelerle istismar
edildiği açıkça görülüyordu.
Şiddeti anlamıyoruz bile Cinayet,
nefret suçu, dayak ve istismarı şiddet kategorisinde değerlendiriyoruz.
Fakat cinsiyetçiliğin dahi normal hale geldiği mevcut koşullarda
psikolojik veya sözel şiddeti tartışmıyoruz bile. Zaten sorunun önüne
geçilememesinin bir sebebi şiddetin genel geçer bir tanımının olmayışı.
Sosyal hizmetler uzmanı psikolog Elif Sultan Demirhan şiddeti, içimizden
gelen kendimize, insanlara, hayata, uyguladığımız dürtüsel bir enerji
olarak açıklıyor. Önce kendimize sonra çevremize aşama aşama zarar
veriyoruz. Acılarımızdan başkaları üzerinden arınmaya çalışıyoruz.
Demirhan’a göre şiddet denildiğinde aklımıza küfür, kötü söz,
hakaret, dedikodu veya tehdit gelmiyor. Çünkü saydıklarımız, bazı
hallerde toplumsal değerlerin korunması için gerekli görülüyor. Örneğin
bir çocuğu hayırlı bir evlat olarak yetiştirmek (!) için korkutmak meşru
görülüyor ve şiddetten sayılmıyor. Oysa Demirhan, yalnızca fiziksel
şiddetin dikkate alınmasını doğru bulmuyor. Zira insan ruhunu hedef alan
her davranış, bakış ya da söz aynı amaca hizmet ediyor: İncitmek.
“Sağım solum, önüm arkam şiddet” diyebileceğimiz günümüz şartlarında
agresif dürtülerin kaynağı hepimiz için merak konusu. Bu, psikolojinin
de temel tartışma alanlarından biri. Bilim dünyası bugüne kadar sinir
eğiliminin biyolojik kökenli mi yoksa sonradan mı öğrenildiğini epey
tartıştı. Nihai olarak da şiddetin hem genlerimize işlediğini hem de
yaşayarak öğrendiğimizi kabul etmiş olduk.
Belirli düzeyde etki eden genetik yapıya bir de çevresel faktörler
eklendiğinde vakalar artıyor. Diğer taraftan şiddeti ister genlere
isterse çevreye dayandıralım, yönümüzü aileye çevirmek durumundayız. En
zor görülen hadiseler bile sıcak yuvalarda görülebilir hale geldi. Uzman
psikolog Zahide Çakır Çilesiz haneyi öfkeye sebep olan sosyal
çevrelerden en önemlisi olarak kabul ediyor: “Başkalarına zarar veren
saldırgan davranışların altında yatan nedenler taklit ile açıklanabilir.
Öğrendiğimiz her davranış kalıbı ödül yahut cezayla alışkanlığa
dönüşür. Şiddete teşvik varsa şayet saldırgan davranışlar karakterimize
işliyor.” Dolayısıyla kamu ve sivil toplum kuruluşlarının şiddetle
ilgili çalışmalarını değiştirmesi gerek. Çünkü ceza ve mağduru korumak
ne kadar mühimse şiddetin kökenine inmek de o kadar çözüme katkı
sağlayabilir. Çilesiz, toplumsal öfkeyi hafifletmek için bireyin ruh
sağlığına odaklanmak gerektiğini düşünüyor: “Bu kamu sağlığı sorunu
temelde bireylerin psikolojik sorunları çözülerek önlenebilir. Kişi önce
kendi içine yöneldiğinde agresif dürtülerini normalleştirebilir.
Saldırgan tepkilerini azaltabilir. Bu olumlu değişim zincir şeklinde
iletişim kurduğu herkese yansıyacak ruhsal gelişim toplum içinde domino
etkisi oluşturabilir.”
Herkes muzdaripse kim şiddete meylediyor? İşyerinde,
evde, sokakta, sosyal medyada hatta sanatta öfkenin kol gezmesi çözümü
zorlaştırıyor. “Herkes muzdaripse kim şiddete meylediyor?” sorusu ister
istemez akıllara takılıyor. Uzman psikolog Çilesiz’e göre her durumda
mağdur ya da zalimden bahsetmemiz mümkün değil. Yeri geldiğinde insan
kendine bile zarar verebiliyor. İçimizde bir öfke biriktiğinde ve
acılarımızdan kurtulamadığımızda bu hal, dışarıya kaba kuvvet olarak
yansıyor. Çilesiz, her sinir anının, her konuşulmayan sorunun bizi
şiddete bir adım daha yaklaştırdığı görüşünde: “Herkes başkalarından
şikâyetçi. Kimse çuvaldızı kendine batırmıyor. Etnik ve dinî
milliyetçilikler dahi küçük anlaşmazlıkların bir sonucu aslında. Basit
gördüğümüz sorunlar zamanla dağ gibi yükseliyor. Hâlbuki meselenin özü
konuşabilmek. Eğer iletişim kurabilirsek, korkmadan, aşağılanmadan sorun
çözülebilir.” Çilesiz ayrıca, bastırıldığımız-engellendiğimiz
durumlarda şiddete başvurduğumuz üzerinde duruyor. Öfke kendimizi ifade
etme biçimlerinden bir tanesi. Fakat bu duygu her şeyin önüne geçiyorsa
probleme yol açıyor. Öfke yoğunluğu antisosyalliğe ve psikopatlığa
dönüşüyor. Az olduğundaysa kaygılı, pasif, kişilik bozukluğu yaşayan
kişiler haline gelebiliyoruz. Burada önemli olan duyguyu kontrol altına
alabilmek. Kendimizle barışık olmadığımızda çevremizle ilişkilerimiz de
zarar görüyor. Dahası şiddetin öğreticisi oluyoruz. Sözgelimi çocuk
kızıldığında nasıl davranacağını anne-babasının davranışından çıkarıyor.
34 yaşındaki iki çocuk annesi E.T.’nin yaşadıkları şiddetin
iletişimsizlikten kaynaklandığını anlatmaya yetiyor: “Dört yaşımdan beri
dayak yiyorum. Ne zaman itiraz etsem bu bana küfürle, bağrışla geri
döndü. Bekârken sustuğum yetmezmiş gibi evlilikte de kayınpederden,
kayınvalideden, ağabeylerden hakaret işittim. Eşimden dayak yedim.
Konuşamadım kimseyle sinirimi çocuktan çıkardım. Pişmanım aslında.”
Şiddet taşıyıcıları değişiyor Bazen
çevremizde gelişen olaylara bile yabancı kalırken çatışma, cinayet ve
kavgalardan aynı dakika haberdar oluyoruz. Videolar, oyunlar, klipler,
filmler... Her biri yeni dünyaları önümüze seriyor. Bu bilgi akışının
olumlu ve olumsuz sonuçları var. Örneğin savaş mağdurlarının acılarına
ortak olabiliyoruz haberler aracılığıyla. Yardım kampanyaları hatta
dualar bile enformasyonla yerine ulaşıyor diyebiliriz. Menfî neticeler
uzun bir listeyi doldurur lakin bunlardan belki de en önemlisi
çocukların şiddeti normalleştirmesi. Örneğin, çocuk, eve giren bir
gazete sayfasında gördüğü, vücudunun her yanından bıçaklanmış bir maktul
fotoğrafıyla sarsılabiliyor. Ya da küfür içeren bir şarkıyı
ezberleyebiliyor. Hatta gençler arasında argo ve küfürlü konuşma
samimiyetin göstergesi kabul ediliyor.
Biz yetişkinlerde gözlemlenen öfke patlamalarının çocuklarda
görülmesiyse şiddetin öğrenildiğini kanıtlıyor. Şiddet eğilimi üzerine
çalışmalar yürüten klinik psikolog ve davranış bilimci Sedef Aksoy
çocuklarda agresyonu gözlemlemiş. Aksoy, siniri bir yardım çağrısı
olarak görmek gerektiğini savunuyor. Kendini anlatamayan, dışlanan çocuk
sinirlenmekten başka çare bulamıyor. “İmdat” sesleri, “Büyüyünce
düzelir” bakış açısıyla karşılık bulduğunda yetişkinlikteki krizlere
davetiye çıkarılıyor. Zaten küçük yaşlardaki agresif davranışlar
yetişkinlik öfkesinin temelini oluşturuyor. Aksoy, çocuklarda şu
davranışların tehlikeli olduğu kanaatinde: “Saç çekme, tükürme, oyuncak
fırlatma, hayvanlardan nefret etme, huzursuzluk, eşyaya bilinçli zarar
verme gibi alışkanlıklarla karşılaşılırsa tedbir şart hale gelmiş
demektir.” Her miniğin içindeki öfkeyi atmak için seçtiği yöntemler
değişse de onun sıkıntısı anlaşılmazsa acı bir tablo ortaya çıkıyor.
Çocukluktaki ufak tefek saldırganlıklar yıllar geçtikçe daha da
belirginleşiyor. Özellikle ergenlik döneminde çevresindekilere zarar
vermeye devam ediyor. Gencin sıkıntıları, “Ergendir ne yapsa yeridir.”
diyerek hoş görülürse sorun kronikleşiyor. Yetişkinlikteyse artık kaba
kuvvet kişi için utanılacak bir davranış olmaktan uzaklaşıyor. Sıradan,
olağan bir gündelik hayat deneyimi haline geliyor ne yazık ki. Psikolog
Sümeyra Akkor da eğitimin şiddete kalkan olabileceği görüşünde. Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın aile rehabilite çalışmaları örnek
teşkil ediyor. “Eğitimi okul sıralarından ibaret görmek de doğru değil.”
diyen Akkor’un önerileri şöyle: “Mağdurlar kadar faillerin de tedavi
görmesi, evlilik okullarının yaygınlaştırılması, okul rehberlik
hizmetlerinin genişletilmesi toplumsal öfkeyi dindirebilir. Öfke
taşıyıcıların değiştiği bir toplumda eğitime aile ve iletişim konulu
dersleri dahil etmek zorunlu hale geliyor.”
Saldırganlık ve şiddeti azaltmak için, yetişkin ve çocuklara
uygulanabilecek bir dizi yöntem sıralanabilir şüphesiz. Ancak Adem’in
torunlarının her birinin içindeki öfke volkan gibi patlamaya teşne
görülüyor. Kanunların, cezaların ya da tedbirlerin saldırgan
eğilimlerimizi engellemesi mümkün değil. Bütün çalışmalar bizlerin
özverisiyle anlamlı hale gelebilir. İyiliğiyle kötülüğüyle nefis diye
andığımız bir yönümüz var her şeyden önce. Onu terbiye etmek yalnızca
ebedî hayatımızı kurtarmıyor, dünyamızı da ideal hale getiriyor. Onu
terbiye ederken öfke kontrolünü de öğrenmiş oluyoruz. Musibetlere karşı
sabır göstermek, şiddet eğilimimizi köreltebilir. Yaşadığımız her neyse
onu öfke patlamasına dönüşmeden aşmaya çalışmak bize emredilen hayat
ölçüsünün bir gereği zannederiz.