Doğru ve Doğruluk...
Naklederler ki, bir kere Hasan-ı Basrî, Malik b. Dinar ve Şakik-i Belhi (Yüce Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun), Râbia (r.a)'nın yanına vardılar. Söz sıdktan ve sadıktan açılmış, doğruluk nedir, doğru kimdir meselesi müzakere edilmeye başlanmıştı. Hasan:
-Mevlâ'sından gelen darbelere sabretmeyen bir kimse davasında sadık ve samimi değildir, dedi. Râbia:
-Bu sözden benlik kokusu geliyor, dedi. Bunun üzerine Şakik:
-Mevlâ'sının darbına şükretmeyen davasında sadık değildir, dedi. Râbia:
-Bundan daha iyi bir ibare ile ifade edilmesi lâzım, dedi. Bunun üzerine Malik b. Dinar:
-Mevlâ'sından gelen darbelerden haz almayan, dostunun açtığı yaradan zevk duymayan bir kimse davasında sadık değildir, dedi. Râbia:
-İfadenin bundan da güzel olması lâzımdır, deyince bu defa ona: "Şimdi konuşma sırası sende." dediler. O da, dedi ki:
-Mevlâ'sını müşâhede ve muradını temâşada darbenin elemini unutmayan bir kimse davasında sadık değildir ve bunda taaccüb edilecek bir şey de yoktur. Çünkü Yûsuf (a.s.)'u müşâhedeye dalan Mısır'lı hâtunlar yedikleri darbenin elemini (bıçakla doğranan ellerin acısını) hiç duymamışlardı. Şayet bir kimse Halık'ı müşâhede halinde bu vasıf üzere bulunursa, bunda şaşılacak ne var?
--
------------------