İlk Muhtıra

16 views
Skip to first unread message

SedRoN

unread,
Nov 13, 2009, 1:48:34 AM11/13/09
to yama...@googlegroups.com
İlk muhtıra bir kışkırtma mıydı?
 
I.Abdülhamit’e
 gözdağı
 
Osmanlı tarihinde ilk defa, bir padişah böylesine ağır bir şekilde ve yazılı olarak uyarılıyordu... Sadaret kaymakamı, bunun 'dış kaynaklı bir kışkırtma' olduğuna inandı... Kendisine yönelik bu çıkışa I. Abdülhamit’in bakışı ise daha farklıydı...
 
FİKRET SARICAOĞLU / Popüler Tarih / Haziran 2000
 
1789 yılının başıydı. Galata'da Ceneviz surlarının Karaköy kapısı yanındaki Kaptan Paşa sebilinin önüne kimliği bilinmeyen biri bir kâğıt bırakarak kayboldu. Bulunduğunda 'evrak-ı muzırra' muamelesi görecek kâğıdı kimsenin dikkatini çekmeden sebilin önüne bırakan şahıs, Türk siyasi tarihinin en önemli eylemlerinden birini profesyonel bir komplocu tavrıyla gerçekleştirmiş, büyük bir ihtimalle kendisi de bu topraklar üzerinde hali hazırda yaşayan nesillerin yaşamını nasıl değiştirdiğini hiç bilememişti. Oysa, imza olarak 'Ocaklı' kod adını kullanan meçhul darbeci, yakın tarihimizin en çok tartışılan müdahale yöntemi olan 'muhtıra' stilini memleket siyasetine kazandırmıştı. Kimliği hâlâ bir muamma olan bu şahıs, 1789 yılında başlattığı bu talihsiz alışkanlığın nesiller boyu süreceğini, memleketimizi derin bunalımlara ve büyük çalkantılara sürükleyeceğini bilseydi, yine de bu kâğıdı bırakır mıydı, bilinmez. Bütün bunlar bir yana, biz, dönemin şartları düşünüldüğünde rahatlıkla 'spektaküler' denilebilecek eylemin sonrasına bakalım...
 
SARAYDA ENDİŞE
'Ocaklı'nın ahaliye sezdirmeden Kaptan Paşa sebiline bıraktığı muhtırayı sebilci buldu. Ümmî olan talihsiz sebilci, muhtırayı okutmak için yakındaki mektep hocasına götürdü. Daha ilk cümlesi "Sultan Abdülhamit. Bizim takatimiz kalmadı. Aklın başına gelmiyor..." diye başlayan metindeki akıl sır ermez cüret karşısında hocada şafak attı ve kâğıdı o civarda oturan Mazrubî Efendi adlı bir zata gösterdi. Mazrubî Efendi, hocaya kâğıdı saklamasını tembih ettikten kısa bir süre sonra saraya haber uçurdu ve kâğıt sadrazamın baştebdili tarafından alınıp sadrazama vekâlet eden sadaret kayma kamına götürüldü.
Sadaret kaymakamı, bunun 'dış kaynaklı bir kışkırtma' olduğuna inanıyordu ve Sultan I. Abdülhamit’e sunduğu bilgi notunda, Kırım'a sefer açılmasından beri düşmanların Devleti Aliyye'yi ihtilale sevk etmek ve fesat çıkarmak için uğraştıklarını; bazen barış dedikoduları bazen de bunun gibi yalanlar uydurduklarını belirtiyordu.
 
ŞÜPHELİ, CEZAYİRLİ HASAN PAŞA
Abdülhamid'in, kendisine yönelik muhtıravarî bu çıkışa bakışı ise daha değişikti. Her ne kadar 'kefere' tarafından gelebileceğini göz ardı etmiyorsa da, onun şüphesi Cezayirli Hasan Paşa üzerinde yoğunlaşmıştı. Doğrudan Paşa suçlanamazsa bile, bu yazıyı onun hizmetindekiler hazırlamış olabilirdi.
Cezayirli Hasan
Paşa'nın 21 Kasım 1788'de İstanbul'a dönüşünden sonra Özi kalesinin düştüğü öğrenilmiş ve padişah tarafından ağır ifadelerle suçlanan Paşa'ya kara tarafında seraskerlik verilmesine dair yazışmalar yapılmıştı. Bu kalenin düşmesinden sorumlu görülen Cezayirli Hasan Paşa, padişah ve sadrazam tarafından baskı altına alınmıştı. Bütün bunlar Kaptan Paşa'nın adamlarını padişahı tehdite itmiş olabilirdi.
Durumun hassasiyetini kavrayan Abdülhamid, "Sahte müzevvir (yalan içeren) kâğıttır. Hemen setri (örtülmesi) lâzımdır" deyip derhal gizli bir soruşturma açılmasını emretti. Ancak öyle anlaşılıyor ki, erken gelen ölümü, I. Abdülhamit’in, bu tertibin arkasında kimler olduğunu belirlemesini olanaksız kıldı.
 
İLK MUHTIRA'YA GİDEN YOL
21 Ocak 1774'de tahta çıkan Sultan I. Abdülhamit, izleyen birkaç aydan sonra Küçük Kaynarca Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştı. İmparatorluk ilk kez halkı tamamen Müslüman olan bir parçasını, Kırım'ı, kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya idi. İstanbul'un her yerinde dedikodular yayılmakta ve zaman zaman tebdil-i kıyafetle halkın arasına karışan padişah bu durumdan son derece rahatsız olmaktaydı.
Bir de bunlara, şehrin her yanını alevler içinde bırakan kundaklamalar eklenince, işler iyice içinden çıkılmaz bir hale geldi. 1782 yılında kenti kül yığınına çeviren yangınlar, 8 Ocak 1784 tarihli Kırım Senedinden sonra daha da arttı. Kırım'ı işgal eden Rusya, bu hareketini Osmanlı devletine onaylatma çabasına girmiş ve başarılı olmuştu.
Kararın gizlenmesi için her türlü gayret gösterilmekteyse de, toplumda muhalif seslerin yükselmesine engel olunamıyordu. Memleketleri işgal edilen Kırım halkının kafilelerle göçe başlayıp Osmanlı topraklarına ulaşmalarıyla, kamuoyundaki hassasiyet iyice arttı. Devletin sessiz kaldığını düşünen halk, Abdülhamit ve sadrazamını savaş ilanına zorluyordu.
1785'in Eylül ayında on beş ayrı kundaklama meydana geldi. Yangınlar halk arasındaki kaynaşmanın ve Sadrazam Yusuf Paşa'ya karşı duyulan tepkinin göstergeleriydi. 
  

 
O ZAMAN RADYO YOKTU
Yangınlarla birlikte, padişahın kulağına bazı yerlere bildiriler bırakıldığı haberleri gelmeye başlamıştı. Dönemin tek iletişim biçimi, hadiseleri kulaktan kulağa yaymaktan ibaret olduğu için 'kâğıt', 'şukka' ya da 'varak-pâre' olarak adlandırılan siyasî içerikli bu bildiriler, belirli bir yere bırakılıyor veya asılıyor, bu sayede halkın bunları görmesi ve bunlar hakkında konuşması sağlanıyordu.
Bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yerde yükselen Eski Saray'ın duvarları, Karaköy'deki Kaptan Paşa Sebili ve bazı konaklar, bildirilerin bulunduğu başlıca mekânlar arasındaydı. Halkın hoşnutsuzluğu ve yönetimin endişeleri arasında nihayet, 16 Ağustos 1787 tarihindeki meşveret sonrasında beklenen karar verildi ve Rusya'ya savaş ilan edildi. Liva-ı şerifin çıkarılması ve Sadrazam Yusuf Paşa'nın İstanbul'dan İncirli'ye doğru yola çıkması için, aradan yaklaşık yedi ay geçmesi gerekti.
Ancak 17 Mart 1788 tarihinde gerçekleştirilen seferden umulan elde edilememiş, son derece önemli bir kale ol
an Özi, 15 Aralık 1788'de Rusların eline geçmişti. Gelen katliam

 
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages