AZÂZİL: DAĞILIN! İŞ BAŞINA!..

31 views
Skip to first unread message

SIRAT

unread,
Sep 18, 2009, 1:21:10 PM9/18/09
to

AZÂZİL: DAĞILIN! İŞ BAŞINA!..

 

S

aat 04.30’u gösteriyordu.. Az kalmıştı sabaha.. Az kalmıştı kaçış vakti ezana.. Konuşmasına çarçabuk başladı Azâzil.. Güçlü tutmaya çalıştığı sesindeki titreklik ince ince fark ediliyordu.. Sönmek üzere olan ama sona doğru daha hızlı yanan mumları andırıyordu.

-Sevgili evlatlarım, dedi. Yüksek şuramızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bütün kalbimle belirtmeliyim ki; bu oturum çok güzel ve faydalı geçti. Umarım önümüzdeki her saniye, her dakika, her saat ve her günde adımlarımız bizi başarıya daha da yaklaştıracak, yaktığımız ateş herkese ulaşacaktır.

Sizden isteğim; gelecek şûraya kadar azminizi, gayretinizi kat kat artırmanız ve en güzel başarı öyküleriyle beni gururlandırmanızdır. Hepinize yürekten başarılar diliyorum..

Sloganımızı hep bir ağızdan dillendirelim:

“Madem biz cehenneme gireceğiz

Yanımızda dünyaları sürükleriz..

İtaat yok, tevbe yok

“Bizi sen azdırdın” deriz..

Yaratmana, üstün kılmana inat

Ademin neslini yok edeceğiz.. “

Denizin dalgalarını bile ürküten vahşi sözler uğultular halinde yükseliyordu.. Sonra ardı ardına alkışlar, ıslıklar.. Ve yeniden Azâzil’in kükreyişi:

İşte Adem’in nesli! İşte aile ve çocuklar! Çocuklara yönelin! Çocukları tutun! Çocuklara bırakmayın! Hepsi bizimdir!

Öyleyse ne duruyorsunuz;

DAĞILIN, İŞ BAŞINA!...

……

Gece sessizce veda etmeye hazırlanıyor, bir bir topluyordu eteklerini şehrin üzerinden.. Utanıyordu sanki, altında meş’um bir gecenin yaşanmasına izin vermekten.. Sıkılıyordu, eriyordu yer yer.. Affedilmek istercesine “Ama” diyordu, “Karaları aklamak için kar beyazlarına yol oldum bütün gece..”

“Allahu ekber! Allahu ekber!”

Kutlu çağrının habercisi ılık bir rüzgar gibi dokunuyordu gecenin kulaklarına.. Yüzü, gözleri aydınlanıyordu.. İçi bin bir şükranla doluyordu yeniden.. Gelirken de, giderken de kendisini beyaz bir gece olarak gönderene.. Onca karanlık sırrı, nice kara günahı bağrında saklatana.. Yüzünü ağartana..

Geceyle gündüzün tam ortasında.. Karanlıkla aydınlığın arasında.. Küçük yatağında bir çocuk göz kapaklarını araladı.. Önce şaşkın gözleri etrafı taradı, bir an mutlu, bir an öfkeli ve hepsinden öte mü’min gözleri.. Giydiği düş gömleğinin içinden sıyırmaya çalıştı bedenini.. Ama hala kulaklarında o tırmalayan sesi Azâzil’in: Dağılın, iş başına!

Kalktı.. Perdeyi araladı.. Düşlerinin düğmelerinden hayatı araladı.. Ayın ışığı karda.. Karın beyazı ayda.. Yüzünden bir parça rüzgar geçti; öfkeli.. Bir büyük dalga geçti; alaylı..

Yeniden ilikledi düş gömleğinin düğmelerini.. Çıplak ayaklarıyla dolabına yol buldu.. Kutusunu aldı eline.. Taş dolu cam kutuyu.. Taşlar; Ebabil’in taşları.. Kudüs çocuklarının ellerinin ayasına kaderleri çizilmiş..

İbrahim.. Ta sınırların ötesinde küçük elleri taş toplayan çocuk.. Kardeşlerine umut ve yardım, cellatlarına ise kin ve nefret biriktiren çocuk.. İki kaşının arasına Hz. İbrahim’in öfke mührü vurulmuş.. Şeytanı gördüğü anda iliklerine işleyen o öfke.. Gözleri mü’min gözleri.. Gözleri Kudüs yüreği..

İbrahim’in küçük elleri, taşlı elleri, Ebabil elleri..

Önünde daha el değmemiş mahrem bir kar hikayesi..

Bir taş.. Bir delik..

Bir taş daha.. Bir gedik..

Her taş, bir baş.. Şeytanların başları..

Şimdi yüzünde ay ışığı.. Kar parıltısı..

İki kaşının arasında serinleyen öfke.. “Sen kim oluyorsun? Her bir evladını toplasan kaç edersin? O mundar ellerin kalplerimize değecek kadar güçlü mü?”

Yüzünde Azâzil’in bütün oturumlarıyla alay eden bir gülüş.. Dudaklarında Kudüs güneşi.. Gözleri Kudüs güzeli..

“Eşhedu ella ilahe illallah!”

Herkesten evvel uyanmanın haklı gururuyla odasının kapısını sessizce aralıyordu Meryem.. Hayallerinin sarayına o izin vermeden kimse dalmamalıydı bu sabah..

Abdeste çemredi kollarını, paçalarını.. Buz gibi suyun altında elleri, yüzü, kolları.. Ayaklarını bütün gücüyle ovarken annesini taklit etti fısıltıyla; “Ateşten dolayı vay o topuklara!”

Beyaz namaz bezini kaç kez yaptı, bozdu, tekrar yaptı.. Yaşı on suları.. Daha secdelerin baharında.. Daha tazeliğinde kelebek kanatlarının.. Daha ilk kokusunda menekşelerin, hanımelilerinin..

Sonra bembeyaz küçük ellerini anne-babasının kapısına uzattı. İki hafif “Tık tık” sesi.. Yüzünde muzip bir gülümseme:

“Uyanın uykucular! Az daha şeytan kulağınıza işeyecekti de ben tuttum.”

Kapı aralığında babası.. Gözleri şefkat denizi.. Gözlerinin önünde namaz çiçeği..

“Öyle mi?” diyor uyku mahmuru sesi, “Peki ne yaptın şeytana, bez mi bağladın?”

“Hayır” diye kaşlarını kaldırıyor Meryem.. İki iri zeytin misali kara gözlerini çokbilmişçe açıyor; “Hiç bez bağlar mıyım o pis şeytana? Bir vurdum, apartmandan aşağı yuvarlandı.”

Meryem.. Alnında secdelerinden devşirdiği ilk baharın menekşeleri.. Secdelere uzanan kirli ellerin avcısı.. Şeytan avcısı.. Yaşı henüz on suları..

“Eşhedu enne muhammeder rasulullah!”

Sınır ötelerinde, bir dağ yamacında..

Bir oraya bir buraya nöbet mevzisini adımlıyordu genç.. Nihayet gözlerini uzakları takipten çekip sırtını bir ağaca yasladı.. Paltosuna biraz daha sıkı sarıldı.. İçinde bir yangın, dışında bir titreme.. Dudaklarını yakan bir nefesle ısıtmaya çalıştı parmak uçlarını..

İçinde bir acı, bir yangın tam şurasında.. Kahverengi gözlerinin ikliminde titreşen birkaç damla gözyaşı..

-Allah’ım, kimlere bırakıyorsun beni?

Dudakları titredi.. Gözlerinin kahverengisi harelendi..

-Sen benim Rabbimsin.. Tut ellerimden.. Tut yüreğimden..

Gecenin bağrına çocuk hıçkırıklarıyla sokuldu.. Sakalları ıslandı..

-Şeytanlardan sana sığınırım.. Nefeslerinden Rabbim.. Vesveselerinden.. Yanımda soluklanmalarından..

Terledi ince ince.. Saçlarının zülüfleri ıslak alnına döküldü..

-Rabbim, dedi Rabbim..

Kanadı.. Ağladı..

“Hayya ales salah!"

Daha vakit girmeden vaktin içine giren biri vardı işte orada..

Uzunca bir kar hikayesi önünde.. Mahrem.. El değmemiş.. Bir tek İbrahim’in taş gedikleri.. Şimdi bir de ayak izleri..

Daha pencerelerden yağmamıştı ışıklar..

Ayakları tatlı bir hışırtıyla kucaklaşıyordu karla.. Kar yoluna seriliyordu.. İlk fatihine açıyordu kollarını..

Uzaya ilk ayak basmaktan daha öte bir şeydi bu.. Kainata ilk ayak basmak.. Karların arasından mescide ilk yol açmak..

Yürüyordu.. Adımları yavaş.. Yüreği savruluyordu.. Kalbinin bir yerleri daha o gitmeden mescide kanatlanıyordu..

Yürüyordu katre katre.. Büyüyordu..

Ürpertili bir hışırtı, korkak bir kaçış tutturuyordu Azâzil’in torunları.. Yollar, adresler değiştiriliyordu..

Ömer’di ya gelen.. Evinden daha evdi mescid ona.. İşte geceyle gündüzün arasında yollara ram olması bu yüzdendi.. Evinden daha evde yolunu bir sevgili gözlerdi..

Yüreği savrulurdu Ömer’in.. Ama adımları yavaş.. Yolu uzun.. Kalbi kanatlanırdı mescidin avlusuna.. Ama koşamazdı.. Sevgilisinin gözleri üzerindeyken taşkınlık yapamazdı.. Öyle ağır bir vakar kuşanırdı.. Öyle heybetli bir duruş.. Kıyamda yürürdü.. Gelişi gidişi namazdan bir parça olurdu..

Yoluna duramazdı kimse, dikilemezdi..

“Hayyalel felah!”

Beyazlar bürümüştü etrafı.. Aydınlığa tutulmuştu bu ümmetin çocukları.. Nura gark olmuştu.. Karanlığa yer yoktu yüreklerinde..

Hangi karanlıklar İbrahim’in taşlarına göğsünü siper edebilirdi? Hangi kara eller Ömer’in ak adımlarına leke düşürebilir, kaçmadan karşısında durabilirdi? Sabahları kapıya düşen namaz çiçeklerini kim soldurabilirdi.. Yeryüzünden göğe akan, semaya yağan duaları kim geri çevirebilirdi?

Karanlığa kafa tutuyordu Adem’in oğulları, kızları.. Karanlığa meydan okuyorlardı.. Daha kaç gece korkulu rüyaları olacaklardı kara adamların.. Uykuyu haram edeceklerdi karanlık gözlerine..

Daha çok oturumlar düzenleyin! Daha çok toplayın şuralarınızı! Düşünün! Planlar yapın! Çok yaparsınız!!!

Yüzleri küçümseyen tebessümlerle aydınlanıyordu şimdi.. Korkusuz yürekleri hodri meydana davet ediyordu şeytanî emelleri.. Bembeyaz küçük elleri alayla havaya kalkıyordu..

HADİ ORDAN!  

  

  

 

 

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages