Re: [TÜRKİYE:42102] Turkiye-icin-el-ele@googlegroups.com adlı grubun özeti - 25 konu konuda 25 güncelleme ileti

48 views
Skip to first unread message

Avrupaa Türkmenleri

unread,
Dec 17, 2014, 7:54:28 PM12/17/14
to Turkiye-i...@googlegroups.com

Hollanda Türklerinde Yolsuzluk Tam 864 Bin Euro Kayıp!

SMHO Başkanı Yalçın Yağcı, Hollanda’nın Amsterdam şehrinde sahibi olduğu kadın giyim mağazası Setremiss’i batırdı. Yağcı’nın elinden tutup onu sözde İslami yardım kuruluşu SMHO’nun başkanlığına getiren ve SMHO’dan kendisine fahiş bedelle “Danışmanlık” maaşı bağlayan Veyis Güngör ise hiç oralı değil. Akıtılan yüz binlerce Euro’yu kontrol eden Veyis Güngör’ün kendisini danışmanlık maaşına bağladığı SMHO, Hollanda Türkleri içinde ve Ankara’da tartışma konusu olmaya devam ediyor.
* SMHO Başkanı Yalçın Yağcı’nın işyerinin batmasıyla Hollanda Türkleri içinde son 10 yılda yaşanan en büyük dolandırıcılık ve yolsuzluk olayı ortaya çıktı!
* SMHO Başkanı Yalçın Yağcı en büyük para girişinin olduğu 2011-2012 yıllarında nasıl bir anda Amsterdam'ın en işlek caddelerinden birinde giyim mağazası açtı?
* Yağcı’nın amiri ve SMHO “Danışmanı”, Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör, 10 ayda 864 Bin Euro’yu nereye harcadı? 864 Bin Euro nasıl buharlaştı? İşte cevabı.
 
YALÇIN YAĞCI MAĞAZASINI BATIRDI!
Amsterdam Türkevi Araştırmaları Merkezi Başkanı Veyis Güngör’ün yönettiği söylenen ve şaibelerle gündeme gelen kısa adı “SMHO”, Hollandaca adı ise Samenwerkende Moslims Hulp Organisaties’in (Ortak Çalışan Müslüman Yardım Kuruluşları Birliği / Birlikte Çalışan Müslüman Yardım Kuruluşları / Müslümanlar Ortak Çalışma Kurumu) Başkanı Yalçın Yağcı, sahibi olduğu Amsterdam Van Galenbuurt- Jan Evertsenstraat 118 numara‘da bulunan “kledingwinkel Setremiss” adlı kadın giyim mağazasının batmasıyla yine gündeme geldi.
 
“VEYİS, YALÇIN’IN ELİNDEN TUTMADI. HEP KENDİSİ YEDİ”
Amsterdam’ın işlek dükkanlı caddelerinden olan Jan Evertsenstraat‘ta Yalçın Yağcı’yı tanıyan bir iş yeri sahibi ise şu görüşleri belirtti “Yalçın aslında iyi niyetli bir insandır. Ama hırsına yenik düştü. Hiç olmayacak işlere girdi. Bazen adım atarken düşünmedi. Hiç olmayacak hayalleri vardı. Bence hep yanlış adamların peşinden gitti. Oğlu Süleyman’da onu çok uğraştırdı. Şimdi Yalçın, dükkanı batırdı. Buraya hiç uğramıyor. Çok merak ediyorum nerede onun arkasında olduğunu daha önce söylediği Veyis Güngör gibi büyük olduğunu söyleyen adamlar? Hiç piyasada yoklar! Yalçın’a sahip bile çıkmadılar! Yalçın, “Veyis’den başka Başbakan Erdoğan’la 7 saat görüşebilen bir başka Türk var mı?” diye Veyis’i övdüğüyle kaldı. İşte ne yazık ki bu siyaset ayakları karın doyurmuyor. Veyis Yalçın’ı ayrıca SMHO’da başkanlık görevine koydu. Ama oraya gelen paralardan Veyis, Yalçın’a hiçbir şey koklatmadı. Hepsini kendi götürdü. Yalçın sadece Filipinlere, Afrika’ya gezilere götürüldü. Gezilere gitmesiyle kaldı. Yalçın sürekli borç batağındaydı. Konya’daki kardeşlerine bile borcu vardı. En ufak borçlarını bile ertelemek için saçma bahaneler uyduruyordu. Bu duruma gelmişti. Üzülüyorum Yalçın’a, aslında o bunları hak etmedi.” dedi.
 
YALÇIN VE VEYİS’İN ÇELİŞKİLERİ VE HAYALLERİ
Yağcı’yı tanıyan esnaf şöyle devam etti “Milliyetçi birisidir, hep MHP’li ve Ülkücü olduğunu söylerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sürekli küfür ederdi ve onun vatanı sattığını söylerdi. Bu çok ilginç çünkü Yalçın’ın bağlı olduğu Veyis ise iktidar’a yalakalık yapıyordu. Gerçe sonra öğrendim ki, o her değişen iktidar partilerinin hepsine yalakalık yapmış. Hatta adı AK Partililer içinde “Her Dönemin Adamı”na çıkmış. Her halde çıkarları için böyle oynadılar. Aklını başına toplasaydı yapabileceği bir işe girseydi böyle olmazdı. Bence onu Veyis yönlendirdi. Sonunda yine batmasına göz yuman Veyis oldu. Veyis, Yalçın’ın elinden tutmadı onu SMHO’da tepe tepe kullandı. Şimdi de batmasını seyrediyor. Veyis, Yalçın dükkanı ilk kurduğunda ona destek oldu çünkü para işlerine bakan muhasebeciyi Veyis derneğinden göndermişti. Veyis bunu boşuna yapmaz. Demek ki ilk başta Veyis, Yalçın’ı destekledi. Her halde Yalçın’da da bir becerisizlik var ki Veyis bunu fark etti ve hepten ellini Yalçın’ın üzerinden çekti. Dükkan tenekeden bir dükkandı, hiç müşterisi yoktu. Dükkanda başka işler çevriliyordu, yani maddi kaynak girişi ve amaç başkaydı. Kısaca kara para aklanıyordu. Devamını anlatmak istemiyorum. Olup bitenleri anlatmak bana düşmez. Ama yine de Veyis, Yalçın’ı buraya kadar getirmişken desteklemeye devam etmeliydi diye düşünüyorum. Çünkü Veyis’te yeterlice para var. Dernek’te Yalçın SMHO başkanı görüktüğü halde, gelen paraları Veyis kontrol ediyordu diye biliyorum. Oraya gelen paraları hep Veyis yedi. SMHO’nun gerçek başkanı Veyis Güngör’dür, Yalçın Yağcı’nın sadece adı formaliteden “başkan” olarak kullanılıyordu, makamı doldurmak için. Yalçın, kağıt üzerinde “SMHO başkanı”. Zaten Yalçın hep bundan yakınıyordu. Yalçın, siyasetle ilgileniyordu, Veyis gibi dernek kurmak falan istedi. Kendisine bu yolla itibar kazandırabileceğini zan ediyordu. İş adamı falan olmadığı halde bir iş adamı derneği kurmak istedi. Yani MÜSİAD’ın Hollanda Temsilciliğine bile soyunmuştu. Veyis gibi olmaya çalıştı, ama Veyis buna hiç müsaade eder mi? Etmez tabi ki! Yalçın şu anda maddi olarak zor durumda. Onun güzel düşünceleri vardı ama hayallerine yenik düştü. Sahip çıkan da olmadı!”
 
YALÇIN YAĞCI'NIN UÇAN KUŞA BORCU VAR!
Başkanı olduğu SMHO’ya para girişinin bir anda arttığı 2011-2012 yıllarda büyük umutlarla kurduğu kledingwinkel Setremiss‘in 2 yılda batmasının ardından tamamen küstüğü öğrenilen ve kabuğuna çekilen SMHO Başkanı Yalçın Yağcı’nın borçlu olduğu şahıslar tarafından sürekli arandığı için ayrıca moralinin bozuk olduğu bildirildi. Bu olaydan sonra Hollanda Gerçekleri adlı internet portalının SMHO ve Veyis Güngör’ün bu kuruluştaki rolü konusundaki araştırma haberiyle zaten şaibe altında olan SMHO’yu iyice gündem yaptı.
 
SMHO’DA BELGELENEN 2012 DOLANDIRICILIĞI VE YOLSUZLUĞU
Veyis Güngör’ün İslami SMHO kuruluşundan “danışman” olarak maaş aldığı belirtilen haberde, kuruluşta olup biten dolandırıcılık ve yolsuzluk olayları ve skandallar anlatılıyor. Şöyle denmekte “SMHO, Güngör tarafından kuruluş bir vakıftır. Güngör, SMHO’nun başkanlığına arkadaşı ve her türlü yönlendirdiği Yalçın Yağcı’yı getirmiştir. SMHO, Hollanda Uluslararası Ticaret ve Gelişim İşbirliği Bakanlığı (Buitenlandse Handel en Ontwikkelingssamenwerking) tarafından sübvanse edilen “Cordaid” adlı Kalkınma İşbirliği Ajansı tarafından sübvanse edilmektedir, buradan para almaktadır. SMHO, Cordaid’ten 2012 yılı için toplam 401 bin 250 Avro almıştır (www.cordaidprojects.nl/project/367) Güngör’ün basına yaptığı açıklamada, SMHO’nun Hollanda’da kimsenin daha önce görmediği 28 üye derneği bulunmaktadır. Güngör ve Yağcı’nın yönettiği SMHO, pedofili skandallarıyla sürekli gündemde olan Kiliselerin çatı teşkilatı Hollanda Kiliseler Birliği’yle (Raad van Kerken in Nederland) sıkı işbirliği içindedir. Bu kişilerin kurdukları sözde İslami yardım ve hayır kurumu SMHO’nun işlevi, hesaplarındaki çarpıklık nedeniyle ciddi tartışma konusu oldu.” deniliyor.
 
HEM HOLLANDA’DAN HEM TÜRKİYE’DEN GÜNGÖR’E GELEN TOPLAM 864 BİN EURO NEREDE?
SMHO’dan kaç Euro danışmanlık maaşı aldığını gizleyen paralelci Güngör’ün çalışmaları haberin devamında ise şöyle anlatılıyor “Güngör basına yaptığı açıklamalarda 2012’den çok memnun görünüyor ve diyor ki “2012 yılı en kazançlı yılımız oldu, kendi geçmişimde bu yıl en çok faaliyet yaptığımız yıldır.” Güngör’ün Cordaid’e hayata geçirmek için sunduğu projeler için Cordaid’in verdiği 401 bin 250 Avro’nun yanında 462 bin 500 Avro ek finansman lazım oldu. Güngör, Cordaid’e sunduğu projelerde SMHO’nun adını kullanıyor. Güngör, bunun yanında AKP’nin Hollanda temsilcisi olan UETD’nin Hollanda’daki temsilcisi olduğu için AKP parti kimliğini kullanarak Türkevi Derneği üzerinden TC Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan 240 bin Avro aldı. Geri kalan masrafları da Meram restoranının ortağı olan Erdoğan Yüce’nin verdiği sponsorluk paralarından sağladı. Güngör’ün 2012’de kendine “danışmanlık” adı altında bağladığı maaş dahil harcadığı toplam para 863 bin 750 Avro.” olduğu kaydedildi.
 
GÜNGÖR’ÜN BURNU HAVADA HEDEFİ MİLLETVEKİLLİĞİ
Gurbetçi vatandaşlarımızı soyan Kombassan ve Yimpaş benzeri bir dolandırıcılık ve yolsuzluk havuzuna dönüşmeye aday olan SMHO hakkında haberin devamında çarpıcı cümleler yer alıyor. Şöyle denmekte “Sonuç olarak Güngör, Hollanda devletinden SMHO üzerinden para alıyor, Türk devletinden ise Türkevi Derneği (Türkevi Araştırmalar Merkezi) üzerinden para alıyor. Bunların her ikisini de “birbirini tamamlayan ek finansman giderleriyle”, “Hollanda’da Türklere yardım ettiği” yalanını atarak yaptığı projelerle üzerinden para kazanıyor. Ankara’dan verilen gazla Güngör, kendisini Hollanda Türklerinin temsilcisi ve lideri olarak görerek, amacı kendini öne atmak ve Türkiye’de siyasete girmektir.”
 
KORSAN KİTAPÇI VEYİS GÜNGÖR FETHULLAH GÜLEN’IN ADAMI ÇIKTI
Fethullah Gülen’in elebaşı olduğu Paralel Suç Örgütü’yle sıkı ilişkileri nedeniyle 2013 sonu AK Parti Yurtdışı İlişkiler Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından UETD (Avrupalı Türk Demokratlar Birliği) Hollanda başkanlığından atılan, bugünlerde korsan kitap yayını yaptığı için yeniden gündeme gelen Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’ün tüm SMHO’da dönen para işlerine cevap vermekten dikkatle kaçındığı kaydedildi. Cordiad’den SMHO adına para alan Zaman yazarı Güngör’ün kendisini Ankara’ya ayrıca “Cordaid’in Orta Asya Danışmanı” olarak tanıttığı UETD’nın Bülteninde çıkan sahte özgeçmişiyle belgelendi. Güngör bu sayede Başbakanlık Tanıtma Fonu Sekreterliği, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Dış İşleri Bakanlığı, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kamu kurumları ve medya kuruluşları karşısında kendisine “Hollanda’yla uyum sağlamış ve entegre olmuş” görüntüsü vermeye ve itibarlı bir konum kazandırmaya çalışıyorken, Hollandacasının son derece yetersiz olduğu dilden dile dolaşıyor ve hatta üniversite bitirme sınavlarına bile kendi yerine bir arkadaşını sokup diploma sahibi olduğu dilden dile dolaşıyor. UETD’deki görevinden atılır atılmaz son anda “Avrupa’da Anadolu” adıyla bir kitap yayınlayıp, aniden imza günü düzenleyen ve düzenlediği günde kitabı katılımcılara bedava dağıtan Güngör, bu faaliyete katılanların toplumdaki ‘HDV Müşaviri’, ‘Dernek Başkanı’, ‘Belediye Meclis Üyesi’ ve ‘Siyasetçi’ gibi statülerini kullanarak yayınladığı bültenlerde Ankara’ya “benden vazgeçmeyin, yoksa tüm bu çevremi karşınıza alırsınız” şeklinde etkinliğe katılanlardan habersiz katılımcıları kullanarak ve sanki her katılımcı Güngör’e tam destek veriyor imajını vererek, Güngör’e bugüne kadar para veren başta iktidar AK Parti olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti kurumlarına sinyal vermeye çalıştı. Maaşlı danışman olarak görevine devam eden Veyis Güngör’ün perde gerisinden yönettiği SMHO’nun Pensilvanya’da bulunan Paralel Suç Örgütü elebaşı Fethullah Gülen’in internet sitesinde de övüldüğü ve Paralel Örgüt’ün Hollanda uzantısının bir parçası olduğu ortaya çıkmıştı. Zaman gazetesi yazarı da olan Veyis Güngör paralelciliğini gizlemeye çalışıyor.
 

Belgeler:

Veyis Güngör’ün danışman olarak yönettiği SMHO’nun Cordaid’ten aldığı para:www.cordaidprojects.nl/project/367

Veyis Güngör’ün danışman olarak yönettiği SMHO’nun Hollanda Kiliseler Birliği’yle işbirliği:www.raadvankerken.nl/pagina/707/moslims_steunen_voedselbank

Veyis Güngör’ün ilişkileri, yolsuzlukları ve çalışmalarının konu edildiği site:www.hollandagercekleri.wordpress.com 

Veyis Güngör’ün Türk yetkililere “benden vazgeçmeyin” sinyalini verdiği ve ‘kitap tanıtımı’ adı altında düzenlenen program: www.interajans.nl/veyis-gungorun-kitap-tanitim-gunu/

Veyis Güngör’ün Türk yetkililere “benden vazgeçmeyin” sinyalini verdiği ve ‘kitap tanıtımı’ adı altında düzenlenen program: www.akajans.nl/amsterdamda-avrupada-anadolu-kitabi-tanitildi/

Veyis Güngör’ün danışman olarak yönettiği SMHO’nun Paralel Örgüt’le işbirliğini belgeleyen ve hakkında Paralel Örgüt medyası Zaman gazetesinde çıkan övücü haberi:www.zaman.com.tr/dunya_turklerin-yardim-eli-hollandaya-da-uzandi_481428.html

Veyis Güngör’ün danışman olarak yönettiği SMHO’nun Paralel Örgüt’le işbirliğini belgeleyen ve hakkında Paralel Örgüt başı Fethullah Gülen’in sitesinde yer alan övücü haberi:www.tr.fgulen.com/content/view/14700/11/

 


17 Aralık 2014 22:49 tarihinde <Turkiye-i...@googlegroups.com> yazdı:
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 11:41PM +0200

"Tahşiye'ye komplo" kılıfı altında demokrasiye ve medyaya darbe operasyonu
tamamen çöktü.
 

 
 
 

 
Hocaefendi'nin Nisan 2009'da yaptığı konuşmanın ardından Zaman Gazetesi'nde
çıkan köşe yazıları ve Samanyolu Televizyonu'nda yayınlanan dizilerle örgüte
yönelik operasyona zemin hazırlandığı iddia ediliyordu. Oysa, Milli
İstihbarat Teşkilatı'nın 2000'li yılların başından itibaren Tahşiye Grubu'na
yönelik istihbarat topladığı ortaya çıktı. MİT 2008 yılında da hazırladığı
raporları emniyet ve jandarma istihbaratına göndererek bilgi verdi. Emniyet
İstihbarat, MİT'in verdiği bilgi üzerine takibe başladı. Örgüte Tahşiye
ismini de MİT verdi
 
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 2000'li yılların başından itibaren Tahşiye
Grubu'na yönelik istihbarat topladığı ortaya çıktı. 2008'e kadar Tahşiye
Grubu'nu takip eden MİT'in 2008 Şubat'ında elde ettiği delilleri Emniyet
İstihbarat Dairesi ile paylaştığı öğrenildi.
 
13 İLDE İZLEME TALİMATI
 
İstihbarat Dairesinin de bir yıl süreyle izlediği grup hakkında İstihbarat
Dairesi aralarında İstanbul'un da olduğu 13 il TEM Şube Müdürlüğü'ne
Tahşiyeciler Grubu ile ilgili çalışma yapılması yönünde talimat verdi. 2009
Mayıs ayında İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü elde ettiği delilleri TEM
Şubeye gönderdi.
 
ÖLDÜRME EMİRLERİ
 
TEM Şube'nin İstihbarat Dairesi'nden gelen delilleri savcıya sunmasıyla
savcı Tahşiyeciler hakkında soruşturma başlatılması yönünde karar verdiği
öğrenildi. Savcılığın soruşturma kararı vermesinin ardından Tahşiyeciler
teknik, fiziki ve ortam dinlemesine alındı. Grubun internet sitesi,
yazdıkları kitaplar ve grubun sohbetleri tek tek incelendi.
 
Yapılan çalışma sonucunda grup kendi cemaatleri dışındaki bütün cemaatleri
kafir ilan ettiği, kendi tarikatı haricindeki tarikatları münafık ilan
ettiği, kafir ve münafıkların öldürülmesi gerektiği yönünde talimatlar
verdiği tespit ediliyor.
 
LADİN'E TABİ OLMUŞLAR
 
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı da kafir ilan eden grup, Erdoğan'ın
öldürülmesi yönünde talimat veriyor. Mehmet Doğan sohbetinde Erdoğan'ın
öldürülmesi için herkesin evinde silah yapması gerektiğini belirtiyor.
 
Grubun lideri Doğan bir sohbetinde de liderlerinin El Kaide lideri Bin Ladin
olduğunu belirterek ona tabi olunması gerektiğini vurguluyor. Yapılan teknik
ve fiziki çalışmalarda örgütün Afganistan, Irak ve Pakistan'a illegal
yollardan eleman gönderdiği tespit ediliyor.
 
CİHAT HAZIRLIĞI
 
İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü'nden Ali Fuat
Yılmazer'in imzasıyla Tahşiye Grubu Faaliyetleri başlığıyla 03.12.2008
tarihinde Ankara, Aksaray, Bitlis, Bursa, Elazığ, Erzurum, Kayseri, Konya,
Malatya, Muş, Sivas ve Van'a Gizli ibareli bir belge gönderiyor.
Beş bin civarında mensubu olan bu grubun AKP'yi İslam İnkılabı önündeki en
büyük engel gördükleri, Türkiye'de Dar-ül Harp olduğunu düşündüğü ve cihat
hazırlığında olduğu belirtiliyor.
 
PARMAK İZİ TUTANAĞINI POLİS KENDİSİ TUTTU
 
22 Ocak 2010'da Tahşiyeciler Grubu'na yönelik operasyonda T. Yıldırım'a ait
evde yapılan aramada 3 adet el bombası bulunmuştu. Bombalarda polisin parmak
izi olduğu iddia edildi. Ancak bu iddia da manipülasyon çıktı. Bombaların
bulunduğu poşeti polis eliyle tuttuğu için parmak izi tutanağını bizzat
kendisinin hazırladığı ortaya çıktı.
 
Tutanakta bombaların mahalle muhtarı ve 15 polisin huzurunda gerçekleşen
aramada kanepe arkasındaki bir poşette bulunduğu yer alıyor. Poşeti polis
memuru C.A. ve S.Ç'nin kenara çektikleri belirtiliyor.
 
KENDİLERİ TUTANAĞA İŞLETTİ
 
Poşetin içindeki el bombalarını görünce de bomba imha ve olay yeri inceleme
ekiplerini çağırdıkları tutanaklarda yer alıyor.
Uzman ekiplerin gelmesinin ardından yine hazirun huzurunda yapılan aramadaki
aşamalar tutanakta tek tek anlatıldı. Poşeti tutan iki polis memuru da
poşette el izlerinin olacağını belirterek tutanağa bu durumu işletti. T.
Yıldırım Emniyet'teki ifadesinde bombalar hakkında bilgisinin olmadığını
iddia ediyor.
 
SAVCI TAKİPSİZLİK VERMİŞ
 
6 ay sonra T.Y. evinde bulunan bombaları polisin koyduğu yönünde şikayetçi
oluyor. Savcı şüpheli iki polisin ifadeye çağırıyor. Polis memurları C.A. ve
S.Ç. tutanaktakileri anlatıyor. Savcı görgü tanıklarının da ifadesiyle
şikayete takipsizlik veriyor. Yargı paketinde yapılan değişikliklerden
dolayı 20 ay cezaevinde kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmaya başlanan T.Y.
17 Aralık operasyonundan sonra 14 Mayıs 2014'te yine polisten şikayetçi
oluyor.
 
SERİ NUMARASI YALANI
 
Tahşiye operasyonunda ele geçirilen el bombalarının Zir Vadisi gibi
Ergenekon operasyonlarında ele geçirilenlerle aynı seri numarasına sahip
olduğu üzerinden üretilen iddialar da yanlış çıktı.
 
El bombalarında seri numarası bulunmuyor sadece kafile numarası yer alıyor.
Aynı kafilede üretilen binlerce el bombasında aynı numara yer alabiliyor.
 
SAVUNMAYA KEYFİ KISITLAMA
 
Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı'nın Avukat Hasan Günaydın,
müvekkilleriyle görüşmek istediklerin ancak meslektaşlarına savcı tarafından
kısıtlama getirildiğini söyledi.
 
Günaydın, "Bu kısıtlama kararına biz itirazlarımızı sunmak istiyoruz. Ancak
sunabileceğiz bir makam bulamıyoruz. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde
savcılarla görüşme talebimizi ilettik. Eli silahlı memurlar savcılar ile
görüştürmüyor" dedi.
 
ÜÇ AVUKAT SINIRLAMASI
 
Hidayet Karaca'nın avukatı Fikret Duran ise şunları söyledi: "Müvekkilim
Hidayet Karaca ile görüşmek istediğimizde kendilerinin '3 avukat
belirlediklerini bunların dışında görüşmelerine izin vermeyeceklerini'
söylediler. Bu savunma hakkının kısıtlanmasıdır."
 
SİLAHLARIN GÖLGESİNDE
 
Savcının adliye yerine emniyette ifade aldığını ve savcı ile
görüşemediklerini vurgulayan Avukat Fikret Duran, "Burada silahlar arkasında
savcı ile etten duvar örülmüş. Adliye içerisinde avukatların savcı ile
görüşmesi mümkünken burada kısıtlanıyor. Avukatlar binanın dışında, içeri
sokulmuyor" dedi.
 
Gözaltına alınıp sorgulananlar örgütün adını bile söyleyemedi
 
Demokrasiye darbe operasyonu kapsamında gözaltına alınıp sorgulandıktan
sonra serbest bırakılan Tek Türkiye ve Sungurlar dizisinin yapımcısı Salih
Asan'ın emniyet çıkışında yaptığı açıklama algı operasyonunun trajikomik
halini gözer önüne serdi. Asan, Tahşiye örgütü hakkında kara propaganda
yapmakla suçlanmıştı. Oysa, o örgütün adını dahi tam bilmiyordu. İşte
Asan'ın açıklaması:
 
EŞİM 'KEK YAPSAM MI' DEDİ
 
"Milletimizi halkımızı utandıracak iş yapmadığımızı biliyoruz. Polisler
gelince eşim dedi ki 'Galiba uzun kalacaklar kek yapayım mı? Güzel olmaz
mı?' dedi. Ben de 'Hanım ikramı kabul etmezler zaten öküz altında buzağı
arıyorlar' dedim. Bir örgüt adından bahsettiler. Savcı bana sordu 'Böyle bir
örgüt adı duydun mu sen?' Nedir dedim örgütün adı. Neydi Tahşidat mıydı?
Pardon Tahşiye. Ben dedim 'İlk defa burada duyuyorum'.
 
ALGI VE İNTİKAM OPERASYONU
 
Peki 'Rahle diye bir şey duydun mu?' dedi. Konya'da çalıştığımız dönem
babama daha Kur'an okusun diye bir rahle almıştım dedim. Saçma sapan iddia
var. Bir örgüt üzerinden yeni bir örgüt icat etmeye çalışıyorlar. Algı ve
intikam operasyonu olarak değerlendiriyoruz."
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags MİT DOSYASI, Tahşiyeciler grubu, MİT]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 11:43PM +0200

VİDEO LİNK :
 

 
http://www.sabah.com.tr/webtv/canli-yayin/ahaber
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags VİDEO, YANDAŞ MEDYA, 17 ARALIK OPERASYONU, BELGESEL]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 11:39PM +0200

Yapılmayan operasyonun dosyası Sabah'ta
 
 
 
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının ardından hükümetin yayın
organı haline gelen Sabah Gazetesi'nin, Milli İstihbarat Teşkilatı'na (MİT)
yakınlığıyla bilinen muhabiri Abdurrahman Şimşek, A Haber'de yayınlanan
'Yüzde Yüz Siyaset' isimli programda skandal açıklamalarda bulundu.
 
Şimşek, önümüzdeki günlerde polislere yeni bir operasyon yapılacağını, söz
konusu soruşturma dosyasını okuduğunu söyledi. Sabah muhabiri, "Önümüzdeki
günlerde çok büyük başka bir operasyon gelecek. Yine kumpas. Dosyayı okudum.
Cübbeli Ahmet'e nasıl kumpas kurduklarını, İstanbul Emniyeti tek tek
belirlemiş." ifadelerini kullandı. Yine MİT'e yakınlığıyla bilinen avukat
Fidel Okan ise Şimşek'i uyararak, "Bunlara gerek yok." ifadelerini kullandı.
Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca'nın gözaltına alındığı soruşturmanın
bilgileri avukatlarla bile paylaşılmazken, henüz yapılmayan bir operasyonun
dosyasının Sabah muhabirinde olması şaşkınlıkla karşılandı. Aynı muhabir
ekim ayındaki Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından da şunları
söylemişti: "Bundan sonra devletin içinde hiçbir yapıya izin verilmeyecek.
Ne Süleymancı, ne Nakşibendi, ne Menzil, ne İsmailağa, ne de İskenderpaşa.
Hepsiyle etkin mücadele edecek. O karar çıktı."
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags YANDAŞ, SABAH GAZETESİ, FETULLAHÇI, ZAMAN GAZETESİ, KEMALİSTLER]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 11:35PM +0200

Lübnan'da Hizbullah'ın, örgüte sızmış bir Mossad hücresini deşifre ettiği
iddia edildi.
 

 
 
 
Lübnan'da Hizbullah hareketinin, içine sızmış bir Mossad ajanını ve ona
bağlı bir hücreyi deşifre ettiği belirtiliyor.
 
El Cenubiye'nin "Hizbullah'a yakın kaynaklar"dan aktardığına göre, deşifre
edilen Mossad ajanı, partinin dış operasyonlar örgtünün başındaki ismin
yardımcısıydı. Bu ismin oluşturduğu hücreye bağlı 4 Hizbullah milisi daha
bulunuyor.
 
Kaynaklar, ajanın para için faaliyet yürüttüğünü, Mossad'dan periyodik
olarak 1 milyon dolar aldığını ileri sürdüler.
 
Haberi yayımlayan Lübnanlı Elnaşra gazetesi, birkaç hafta önce üstü düzey
bir Hizbullah yetkilisinin gözaltına alındığını duyurmuştu.
 
İsmi "M.Ş." olarak açıklanan ajanın bir zamanlar işadamı olduğu ve yabancı
ülkelere gittiği belirtildi. İsrail'in bu yöneticisi bir Batı Asya ülkesinde
kendisine bağladığı da iddialar arasında.
 
El Cenubiye'ye konuşan kaynaklar, Hizbullah'ın bazı yabancı ülkelerdeki
operasyonlarının son yıllarda başarısızlığa uğramasından bu hücrenin sorumlu
tutulduğunu aktardılar.
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags MOSSAD DOSYASI, Hizbullah, Mossad hücresi, deşifre, iddia]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 11:34PM +0200

Zaman'ın haberi polis tutanağı oldu
 
325 kişinin mahkum edildiği davaya dayanak olan 11 ve 17 numaralı CD'lerin
üzerindeki yazıların sahte olduğu ortaya çıktı. Balyoz savcılarının
avukatlardan gizlediği CD'nin fotoğrafı, ilk kez Zaman'da yayınlandı
 
BALYOZ davasının yeniden yargılamasını yapan mahkemenin atadığı bilirkişi
Prof. Dr. Salih Cengiz'in hazırladığı raporla komutanların
cezalandırılmasına dayanak gösterilen "en önemli deliller" çöktü. El yazısı
ve imza uzmanı Prof. Dr. Salih Cengiz, titiz bir çalışma yürüterek Mehmet
Baransu'nun savcılığa teslim ettiği 11 ve 17 No'lu CD'yi inceledi. Böylece
CD'lerin üzerindeki "Or.K.na" ve "K.özel" el yazılarının makineyle yazıldığı
ortaya çıktı. Şimdi sıra bu tertibi kimin hazırladığının bulunmasına geldi.
İşaretler F tipi örgütü, onun Emniyet ve yargı içindeki elemanlarını
gösteriyor. Olay güvenlik ve yargı çevrelerinde "F tipi örgüt için suçüstü
durumu" şeklinde yorumlanıyor.
 
Sahte olduğu tespit edilen 11 ve 17 No'lu CD'lerin fotoğraflarını, Özel
Görevli Mahkeme sanıklara dahi vermedi. Sanıklar, CD'lerin varlığını 3 Ocak
2011'de Zaman gazetesinde gördü. Sanıklar, CD'lerin fotoğraflarını aylar
sonra aldı, gerçek o zaman ortaya çıktı. CD'lerin üzerindeki yazıların, Süha
Tanyeri'nin notlarından harf harf alınarak makineyle yazıldığı anlaşıldı.
 
HABER POLİS TUTANAĞI OLDU
 
Zaman gazetesi, 22 Ocak 2010'da 11 No'lu CD'nin içinde yer alan
"Faydalanılacak medya mensupları.doc" isimli bir dijital veriyle ilgili bir
"analiz haber" yaptı. Yazıdaki ifadeler ise 25 Haziran 2010'da Emniyet
Tespit Tutanağı'na girdi. Öte yandan 2003 yılında hazırlandığı öne sürülen
bu dijital veride kullanılan yazı karakterinin 2007 yılında kullanılmaya
başlanan "Calibri" olması da dikkat çekti.
 
CD'lerin üzerindeki el yazısının emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri'ye ait
olduğu iddia edilmişti. Aydınlık'a konuşan Tanyeri, Zaman'ın sahte
CD'lerle ilgili ilk haber yapan kuruluş olduğunu hatırlatarak, Ekrem Dumanlı
için "basın özgürlüğü" diye haykıranları eleştirdi. "Sahte belgeleri gerçek
gibi göstererek habercilik yapıyorsanız, bunun neresi gazetecilik oluyor?
Neresi basın özgürlüğü?" diye soran Tanyeri, "Sonra da biz gazetecilikten
yargılanıyoruz diyorlar. Böyle bir şey olur mu? Onların da adil yargılanmaya
çok ihtiyaçları olacak. Allah inşallah onlara adil yargılanmayı nasip etsin"
ifadelerini kullandı.
 
İLK KEZ ZAMAN YAYIMLADI
 
F tipi yapılanmaya yönelik operasyonda gözaltına alınanlara esas suçları
olan Ergenekon ve Balyoz kumpaslarıyla ilgili soru sorulmadığına dikkat
çeken Tanyeri, "Bizim savcılığa verdiğimiz suç duyuruları var. Onlar
hakkında şikayetçiyiz dedik. CD'lerin fotoğrafını yayımlayan ilk gazete
Zaman'dır. 'Bunlar Süha Tanyeri'nin el yazısıdır' diyerek grafologtan
sözümona bir rapor alarak haber yaptılar. Demek ki, bunlar da bu işin
içerisinde... CD'yi ben göremiyorum ama Zaman gazetesi ele geçiriyor. Nasıl
ele geçirmiş? İşte bunlar sorulmalı" diye konuştu. Tanyeri, 11 ve 17 No'lu
CD'lere ilişkin hazırlanan bilirkişi raporuyla ilgili de şunları dile
getirdi: "Biz zaten bu delillerin sahte olduğunu, bu raporun aynısını daha
önceki mahkemeye de verdik. Ama dikkate almadılar. Şimdi mahkemenin
görevlendirdiği bilirkişi bunu bu şekilde söyledi. Mahkeme bilirkişiyi niye
görevlendirir? 'Benim aldığım eğitim, bilgi birikimim bunları
değerlendirmeye yeterli değil, bunları benim adıma sen değerlendir' der.
Şimdi mahkemenin adına bilirkişi, değerlendirmesini yapmış, 'Bu yazılar
sahte' demiş. CD'nin üzerindeki yazılar sahteyse CD'de sahtedir. Bizi
suçlayan bütün 'deliller' o CD'nin içerisinde."
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags FETULLAHÇI POLİSLER DOSYASI, POLİS, BALYOZ KOMPLOSU, DELİL, DİJİTAL
KOMPLO]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:59PM +0200

ABD ve Çin'in askeri harcamaları (Milyar$)
 

 
ABD
 

 
1998: 378
 
2003: 507
 
2008: 640
 
2013: 618
 

 
Çin
 

 
1998: 29.9
 
2003: 57.4
 
2008: 106.6
 
2013: 171.4
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category güvenlik]
 
[tags GÜVENLİK DOSYASI, ABD, Çin, askeri harcamalar]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:56PM +0200

1980
 
ABD: 2.8 trilyon $
 
Çin: 0.3 trilyon $
 
2014
 
ABD:17.4 trilyon $
 
Çin: 17.6 trilyon $
<https://twitter.com/Bilgesam/status/545321050423431168/photo/1>
 
<https://twitter.com/Bilgesam/status/545321050423431168/photo/1>
 

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags EKONOMİ DOSYASI, ÇİN]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:40PM +0200

ÖZEL BÜRO NOTU : BU YAZIYI İLGİNÇ OLDUĞU İÇİN PAYLAŞTIK AMA DOĞRU MUDUR BİLEMİYORUZ. MASONLARIN RESMİ SİTESİNDE YAYINLANDIĞI SÖYLENİYOR. DEĞERLİ VE KIDEMLİ ÜYELERİMİZ MENTEŞ BEY VE RAFAEL BEY LÜTFEDİPTE YORUMLARLARSA ÇOK MUTLU OLURUZ. ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER.
 
BU BİLGİLER (HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR BÜYÜK LOCASI – 1909 MASON.ORG.TR) RESMİ SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
 
MASON DİN ADAMLARI :
 
Şeyhülislam Musa Kazım Efendi,
Şeyhülislam İzzettin Efendi,
Şeyhülislam Hayri Efendi,
Berlin Sefareti Baş İmamı Mustafa Hafız Şükrü,
Sefaret İmamı Haşim Veli,
Müderris Mahmut Esad Efendi,
 
 
 
Ziyaüddin Efendi
 
14 Şubat 1909 Pazar günü Osmanlı’nın Şeyhulislamlık görevinde Mehmet Ziyaüddin Efendi bulunuyordu. O’nun ilk görev süresi 1 ay 27 gün sürdü. Padişah II. Abdülhamit onu 13 Nisan 1909 tarihinde görevden aldığında İstanbul’da devletin güvenliğini sarsacak olaylar yaşanıyordu. Tarihlerde “31 Mart 1909 irtica vakası” olarak tanımlanan ve miladi 13 Nisan 1909 denk düşen olalar sonrası İstanbul’da görünüşte “ Şeriat isteriz” diyen Medrese öğrencileri gösteri yapıyor, gazeteciler öldürülüyor, askere kurşun sıkılıyordu. Ve aynı gün olayları bastırmak üzere Selanik’ten Hareket Ordusu trenle İstanbul’a hareket ediyordu. Hareket ordusu İttihat ve Terakki’nin kontrolünde idi. Selanik’te ordunun İstanbul’a gitmesi emrini veren de ünlü mason veYahudi asıllı avukat ve de milletvekili Emanuel Karasu idi.
 
Abdülhamit, kendisini de aşan isyan olayları esnasında ani bir kararla Şeyhulislam Mehmet Ziyaüddin Efendi’yi görevinden aldı. Sanki olaylar yıldırım hızıyla seyir değiştiriyordu. İttihat Ve Terakki’nin planlaması ile II. Abdülhamit yaşanan 11 günlük iç savaş ve sonrasında 27 Nisan 1909 günü öğle üzeri görevinden alındı. Ziyaüddin Efendi, 14 Nisan günü yeniden Şeyhulislamlık görevine iade edilmişti. 27 Nisan 1909 günü Şeyhulislam veya Müftülük görevinde bulunan Ziyaüddin Efendi’nin imzası ile yazılı metin haline getirilen II. Abdülhamit’i görevden alma (Hal etme) kararında “ Kütüb-i şeriyenin men-ü ihrakı, Tebeanın katli, Beytülmalin israfı” görüşleri dile getiriliyordu…
 

 
MUSA KAZIM EFENDI Osmanlı devrinin 121. şeyhülislamı dır.( D.1858-Ö.1920) Erzurumlu İbrahim Efendi’nin oğludur. Fatih camisinde dersler veren bu mason daha sonra SEYH BEDRETTIN SİMAVİ nin “ Varidat” isimli eserini Arapçadan Türkçeye çevirmiştir. Meşrutiyetin ilanından sonra ise İttihat ve Terakki partisine girerek ayan meclisi üyeliğine seçildi. 12.07 .1910 tarihinde Sadrazam İsmail Hakki Pasa kabinesinde Mesiat makamına yükseldi. Bir yıl iki ay on sekiz gün sonra bu mason istifa etti. 30.09.1911 yılında yine kabineye Şeyhülislam olarak girdi. Bu kabineler Osmanlıyı savaşa sürüklemiş, memleket topraklarını parça parça böldürmüş, milyonlarca Türk’ü mezarlara kefensiz gömdürmüş, devşirme, dönme, satılmış, mason ağırlıklı kabinelerdi. Halk masonluk ve farmasonluktan o kadar nefret ediyordu ki, defalarca
 
FARMASON MUSA EFENDİ ye ;
 
“ALLAHSIZ, KITAPSIZ, YAHUDI USAGI, SIYONIST KÖPEK” diye pek çok kez hakaret etmesine rağmen Musa Efendi büyük bir pişkinlikle görevini yapmaya devam ediyordu.
 
Türk ve Osmanlı dini literatüründe çok önemli bir kişiliktir.
 
Çünkü “ “ DİNLER ARASI DİYALOGÇU” dur. Daha sonra bu makamdan tekrar tekrar alınmasına rağmen 04.02.1917′de Talat Paşa’nın kurduğu kabinede 4. kez şeyhülislam olmuş, 1 yıl 8 ay 2 gün şeyhülislamlık yapmıştır.
 
Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan Mondros Ateşkes anlaşması döneminde MUSA KAZIM EFENDI Bekir ağa bölüğüne hapis edilmiş o sırada İngiliz ve Fransızlar tarafından 67 kişinin Malta’ya sürülmesine rağmen MUSA KAZIM EFENDI sırf Mason olduğu için Edirne’de bırakılmıştır. Edirne’deki Muradiye cami bahçesine, mihrab önüne Halkın tüm itirazına rağmen gömülmüştür. Mezar taşı işlenmemiş küçük bir taştan ibarettir.
 
(1867-1921)
 

 
ŞEYHULİSLAM HAYRİ EFENDİ
 
Hayri Efendi’nin en önemli vazifelerinden biride hiç şüphesiz Şeyhülislamlık görevi. Bunu da anlamlı kılan olay “Cihad-ı Ekber” ilan etmesi. Nitekim 1914′de fevkalade (olağanüstü) olarak toplanan kabinede 1. Dünya Savaşına girme temayülü ağır basınca bazı nazırların istifa etmesine rağmen, Evkaf Nezaretine de vekâlet eden Şeyhülislam Hayri Efendi harbin gerekliliği hususunda ısrar etmiş, kabinenin kararından sonra da Cihad-ı Ekber fetvasını vermiştir. Geçmişteki Haçlı Seferlerini örnek vererek açıkladığı Cihad-ı Ekber fetvasını şu beş esas üzerine temellendirmiştir:
 
1. Padişahın cihad emrine herkesin katılmasının farz olduğu.
2. İslam Hilafetini ortadan kaldırmak isteyen, Rusya, İngiltere ve Fransa idaresinde olan bütün müslümanların bu devletler aleyhine birleşmesinin şart olduğu,
3. Bu farziyete rağmen cihada katılmayanların ağır cezaya düçar olacakları.
4. İslam (Osmanlı) askerini öldüren yukarıdaki devletlerin tebaası müslüman askerlerin büyük günaha girecekleri.
5. İngiltere, Fransa, Rusya, Sırp, Karadağ hükümetleri idaresinde bulunan müslümanların, İslam Devletine yardımcı olan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmelerinin bu devletin zararına olacağı için büyük günah olduğu.
 
İki defa başbakanlık yapan Suat Hayri Ürgüplü ile milletvekilliği yapan Dr. Av. Münip Hayri Ürgüplü’nün babası olan Mustafa Hayri Ürgüplü 7 Temmuz 1921 yılında vefat etmiştir. Kabri Ürgüp Cami-i Kebir bahçesindeki aile kabristanındadır.
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category araştırma]
 
[tags TARİH, MASON ŞEYHÜLİSLAMLAR, HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR, BÜYÜK LOCA]
"mehmet mutluoğlu" <mehmetm...@hotmail.com>: Dec 17 10:35PM +0200

PAPA VE PUTİN ZİYARETİ TÜRKİYE’NİN YENİ MÜTTEFİK ARAYIŞINA
MI İŞARET EDİYOR?
 
Aykut EDİBALİ
 
Bayrak Başyazı 1274
 
Devlet yönetimine bak hizaya gel (?!)
 
PAPA SULTANAHMET CAMİİ MİHRABINDA HOCA İLE BİRLİKTE(?!)
 
KIRIM TÜRKLERİ’Nİ SÜREN VE ÖLDÜREN STRATEJİK(?!) ORTAK PUTİN
İSE SAYIN ERDOĞAN’IN
 
MİSAFİRİ?!
 
PAPALIK VİCDAN VE TARİH KRİTİĞİNİ YAPMA GÖREVİNİ
ERTELEYEMEZ!
 
Ülkemizde birkaç hafta önce misafir ettiğimiz iki kişinin
ziyareti üzerinde duralım. Çünkü bu iki
 
ziyarette önemli ve anlamlı...
 
Önce Papa’nın Türkiye ziyaretini veya Türkiye’nin Papa’yı
davetini yorumlayalım. Bilindiği gibi Papalık
 
Hz. İsa’nın vefatından sonraki yıllarda, Havariler ve ondan
sonra gelen talebeleri döneminde oluşan
 
kiliselerden birisi de Roma Kilisesi idi. İstanbul, Antakya,
İskenderiye ve Kudüs kiliseleri gibi
 
kiliselerden biri idi. Bu yıllar Roma İmparatorluğu’nun doğu
ve batı Roma imparatorluğu olarak ikiye
 
bölünme dönemi idi. Bilindiği gibi Constantin 395’te
İmparatorluğu kolay yönetilebilsin diye doğu ve
 
batı diye ikiye ayırmış idi. Bu ayırışa paralel olarak
Hristiyanlık’ta iki merkezli olmuş, İmparatorluk’un
 
batı kanadı çok fazla yaşayamamıştı. Bu asırlarda Roma
imparatorluğu’nun Roma ve Grek paganizmi
 
ile doldurup bir şirk dini haline getirdiği Hristiyanlık
merkezleriden biri haline gelmişti. Hazreti İsa’nın
 
dininini yapılan işkence ve takibat sonrasında üç tanrılı
bir din haline getiren ve bu dinin baş rahibi
 
haline gelen imparatorun dini haline gelmişti. Batı Roma
iparatorluğu siyasi ve askeri olarak çökmüş,
 
tarih olmuş ve Roma İmparatorluğu müşrik kültürünün
temsilcisi ve uygulayıcısı olmuştu. Kendini akıl,
 
vicdan ve insaf ışığında değerlendirmek, değiştirmek ve
itirafta bulunmak gibi bir yola girmemekte
 
direnmişti. Engizisyon mahkemelerinin uygulayıcısı olmuş
yıllar boyu cehalet içinde kalmış Hristiyan
 
Avrupa’yı İslam dinine karşı tahrik etmiş, iğrenç Haçlı
Seferleri’nin açılmasını sağlamış, bu iğrenç insan
 
kıyımı ve sömürüsünü asırlar boyu yönetmişti. Ve halen de
Avrupa’da süregelmekte olan Haçlı
 
Seferleri sonrasında, seferleri sürdürmekte devam
etmektedir.
 
Ayrıca Papa hazretleri(!) misafir edildiği Türkiye’de
“Türkiye’nin de dahil olduğu Asya’nın üçüncü
 
milenyumda Hristiyanlaştırılacağını” ifade etmekte imiş.
Acaba Sayın Erdoğan, davet ettiği Papa’ya bu
 
basit meseleyi de sormuş mudur? Ortadoğu’nun liderliği
rolüne soyunan veya soyundurulan Sayın
 
Erdoğan’ın bu konuyu sorması gerekmez miydi?
 
Papa’nın Türkiye ziyareti ve Putin’in gelişinde söylediği
Türkiye ile stratejik ortaklıktan bahsetmesi
 
ciddi sonuçlar ortaya çıkaracak gibi görünüyor.
 
AKP İktidarı, Sayın Erdoğan’ın ABD ziyarettinden itibaren
gittikçe daha çok soğumuş hatta sertleşmiş
 
durumdadır. AKP daha önce müttefiki saydığı ve daha sonra da
demokratik iktidara karşı darbe
 
hazırlamakla itham ettiği topluluğa karşı 24-25 Kasım
günlerinde bir karşı operasyona girmiş
 
durumdadır. Benzer operasyonlar konusunda daha önce
söylediklerimizi burada tekrar tekrarlamak
 
zorundayız. İktidara karşı girişildiği öne sürülen ve darbe
girişimi olarak adlandırılan çabalar ve
 
iktidarın mukabil salvoları ne yazık ki şiddetlenmiştir ve
kavganın daha da çok şiddetleceği
 
görülmektedir. Bu çatışmanın artık sona ermesi gerekiyor.
Türkiye bu çalkantıyı taşıyamaz. Kamu
 
vicdanında hakkında kuşkunun yaygınlaştığı ve adaletin
taraflı olduğu kanaati yaygınlaşmaktadır.Sayın başbakan, apaçık ortada bulunan
hukuk garabetine, siyasetin hukuka baskısına son verilerek,
 
hukuk nizamı üzerindeki baskıların sona ermesi ve hukukun
kendi mecrasında işlemesini sağlamak
 
mecburiyetindedir.
 
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞAYI VE CUMHURİYETİ ELEŞTİRİSİN AMA
AKIL, İNSAF VE İLİM ÖLÇÜLERİ
 
İLE...
 
Mecliste meclis personeline seminer veren bir şeyh? Cumhuriyet
döneminde “inkilaplaşma olmuştur”
 
demiş? Sn. Çiçek bu ifadenin doğru bir uslupla
tartışılmasını istemiş. Bu tür münasebetsizlikler
 
meseleyi esasından saptırmakta Cumhuriyet döneminin ve Gazi
Mustafa Kemal’in yaptıklarının akıl
 
ve ilim ölçüleri içinde değerlendirme yapılmasını
zorlaştırmaktadır. “Atatürk’ün ve Cumhuriyetin
 
değerlendirilmesi nasıl olmalıdır?” soru budur. Gazi Mustafa
Kemal kendini ve yaptıklarını sürekli
 
eleştirmiş, daha iyi, daha güzel ve faydalı olmanın çözümü
sürekli olarak aramıştır. G.Mustafa Kemal
 
önemlidir. Atatürk, ilah, peygamber, doktrin vaz eden adam
gibi yaftalamaların dışında, rasyonalist ve
 
pragmatis bir asker ve devlet adamıdır. Bir örnek olarak
Türk dili çalışmalarında, bir sözlük yaptırma
 
konusu gündeme gelince varılan sonuçları görüp “Yanlış bir
yol tutulduğunu,”düzeltme yoluna
 
gidilmesi gerektiğini söylemiştir. Türkçe’de yer alan
yabancı kökenli kelimelerin atılarak Türk dilinin
 
sadeleştirilmesi çalışmalarında ölçüsüzlülkeri fark etmiş,
dilin fakirleşmesi tehlikesini görmüş,
 
Türkçe’ye giren yabancı kökenli kelimelerin atılmasında bir
yol bulmak üzere Güneş Dil Teorisi
 
üzerinde durulmuştur. Ayrıca belirtmeliyiz ki Güneş Dil
Teorisi, bir çözüm arayışı olduğu kadar ynı
 
zamanda üstü yapılan örtük bir oto kritiktir de...
 
Aynı hassasiyeti siyasi kararlar ve uygulamalarda
göstermiştir. Mesela İstiklal Savaşı sonrasında
 
Türkiye ve Yunanistan vatandaşlarının karşılıklı olarak
yerleştirilmesi konusunda ciddi hatalar
 
işlendiğini görmüş ve hata ettiklerini söylemiştir ve
pişmanlık duymuştur. Başka bir misal daha
 
verelim; Lozan Anlaşması’ndan bir süre sonra Atatürk’ün
yakın arkadaşlarından birisi, Ege Denizi’nde
 
Türkiye’ye yakın Midilli Adası’ndaki Bahçeli evlerini bindikleri
araçtan Atatürk’e göstermiş ve Atatürk
 
de “bu kadar yakın mıydı?” diye hayıflanmıştır. Misalleri
çoğaltmak mümkün fakat gereksiz. Din
 
konusu da öyle; “bize bir din bul Atam!” diyen şarlatanı da
halkın içinde paylamıştır.
 
Yüksek rütbeli bir askeri şahıs Atatürk’le birlikte fakat
özel trendedir. Aynı trende namaz kılan yüksek
 
rütbeli şahsı ihbar eden ve irtica ile suçlayan gammazı,
azarlamış ve trenden aşağı tahkir ederek
 
indirmiştir.
 
OSMANLI TÜRKÇESİ LİSELERİMİZDE OKUTULMALIDIR! AMA NASIL?
 
“Osmanlıca” liselerimizde okunmalı mıdır? Olaya ütopik ve
partizanca yaklaşmaktan sakınmalıdır!
 
“Osmanlıca’nın okutulması” ibaresi yanlış bir kılışedir.
Osmanlıca kelimesi net değildir. Osmanlı
 
Türkçesi demek doğrudur. Bir dilin öğretilmesi ileri bir
adımdır. Kendi öz dilinin öğretilmesi isteği
 
yanlış değildir. Aksine faydalıdır. Ayrıca Türk dili
konusunda ciddi çabalara ihtiyacın varlığı açıktır.
 
Türkçe’nin öğretilmesi, korunması ve gelistirilmesi
hayatidir. Türkçe, Türk dili ve edebiyat önemlidir.
 
Çünkü Türkçe sadece Türkler için değil. Türk Milleti’ni
sevenler ve onunla birlikte yaşamak isteyen
 
insanlar için de tüm Türk Dünyası, Türki devletler ve
müslüman topluluklar için de önemlidir. Türkçe
 
Türkler’in, Türkler’le birlikte yaşamak isteyenlerin ortak
dilidir. Baltık Denizi’nden Çin Denizi’ne
 
binlerce kilometre uzunluğunda büyük bir kara parçasında
milletler bu dili konuşmakta ve
 
anlamakadır. Türkçe sadece Türk soyluların değil, onlarla
yaşayan tüm kültürlerinde yararlanacağı
 
ortak bir dildir. Türkçemiz’in zayıflaması, alanının
daralması, Türkler’le birlikte yaşayan,temas halinde
 
olan tüm kültürler ve topluluklar içinde vazgeçilmezdir.
Ayrıca aşağı yukarı İslam medeniyet, kültür ve mübarek dinin anlaşılması için
tam 13 yüzyıllık İslam tarih birikimi için Türkiye’ye ve Türk diline
 
muhtaçsınız. Böylesine köklü, devasa ortak ve birleştirici
değeri zayıflatmak sadece Türkler’e,
 
Türkler’in tarihine değil, İslam’a, akla, İslam Dünyası’nın
menfaatlerinede aykırıdır. Yüz yıllar önce
 
Kaşgarlı Mahmud’un tüm İslam Dünyası için, Türkçe öğrenmenin
nasıl bir insani ve islami görev
 
olduğu sözü bugün daha hayati önem kazanmıştır. Osmanlı
Türkçesi’nin okullarımızda okutulmasını
 
“Kabir taşlarınıN okuması” diyerek küçümsemek ve karşı
çıkmak cehalettir. Ayrıca kabir taşları da
 
tarih için fevkalede önemlidir ama büyük şahsiyetleri,
alimlerin devlet adamlarının mezar taşlarının
 
parçalandığı, çalınıp satıldığı bir ülkede tarih şuurundan
bahsetmeye imkan yoktur.
 
Nasreddi Hoca gibi Türk tarihinin ve kültürünün, insanalığı
hayran bırakan kahramanımızın nerede
 
yaşadığını gösteren silik bir kabir taşı olduğunu söylemek
yetmez mi?
 
DİLİMİZ SAHİPSİZDİR VE SALDIRI ALTINDADIR!
 
Gelelim dil yaremize! Türkçe o kadar sahipsiz haldedir ki
akıl almaz ve ne yazık ki yaygın hatalar
 
Türkçe’ye karşı sıkılmış bir kurşun gibi bu manevi hazin
vataemize saldırmaktadır. Sözü bitirmek
 
üzereyken basit yanlışlar yayılmaktadır. Televizyon ve radyo
programlarında resmen Türkçe
 
katledilmektedir. Mesela TRT meteoroloji spikerleri “batı
bölgeler, doğu bölgeler” diyebilmektedir,
 
moda programlarında “tarz veya sitil sahibisin veya
değilsin” denecek yerde, “tazsın veya tarz
 
değisin”denebilmektedir. Bu tür programların önemli bir
seyirci kitlesi tarafından takib edidiği, uzak
 
yakın ülkelerden izlenildiği ve Türkiye’yi bir dikkat
merkezi haline getirdiği anlaşılmaktaıdır. Bu
 
programlarda görev alan spikerlerin, futbol yorumcularının
ve moda eleştirmenlerinin güzel
 
Türkçemiz’e daha büyük özen göstemelerini istiyoruz.
Okuyucularımızdan aldığımız üzüntülerini
 
bildiren ve Türk Milleti’nin değerlerine saygılı programlar
bekleyan vatandaşlarımızın görüş ve
 
düşüncelerine biz de aynan katılıyoruz.
 
Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan’ı, ilgili bakanlarını,
TRT’yi, RÜTÜK ‘ü de görevlerini yapmağa
 
çağırıyoruz.
 
BAYRAK.
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:31PM +0200

[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category mizah]
 
[tags MİZAH, HIRSIZLIK, SON TRENDLER]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:29PM +0200

İşte Emre Uslu'nun "Bir istihbarat faaliyeti olarak Tahşiye örgütü" başlıklı
o yazısı...
 
Bu ülkede çakma örgütler bitmez. İstihbarat örgütleri tehdit gördüğü
cemaatler ve siyasi hareketlere karşı örgütler kurdurur. İlk hedef tehdit
ilan ettikleri örgütleri kriminalize etmektir. İstihbarat 1970'lerde
yükselen solu kriminalzie etmek için bir yandan barışçı protestoları devlet
gücüyle sıkıştırıp onları şiddete zorlarken bir yandan da aynı istihbaratın
kullandığı elemanlara çakma örgütler kurdurup sol yapılanmaları terörize
etmiştir. Aydınlık grubu bunun en güzel örneğidir. Daha sonra da PKK'ya
destek verip Türk Solu'nu Kürt solu ile bölmüş solu öldürmeyi denemiştir.
 
2004'de alınan MGK Kararı ve Tahşiyeciler Örgütü
 
Bu strateji istihbaratın tehdit gördüğü tüm yapılanmalar için uygulanmıştır.
Milli Görüş için de uygulanmıştır. Hatırlayın önce Ali Kalkancı gibi
hafifmeşrep kişilere yol verilmiş 28 Şubat'ta yapılan operasyonlarla bu
kişiler kullanılarak Milli Görüş'ün yükselişi engellenmiştir.
 
Son on yılda özellikle ithal İslamcılığa karşı YERLİ MÜSLÜMANLIĞIN fikri
temelini oluşturan Nurcu hareketler hedef seçilmiştir. İthal İslamcılığın
iktidardaki temsilcisi Erdoğan'ın da desteğiyle Nurcu gruplara karşı
operasyon kararı 2004 yılı MGK'sında alındı.
 
Hatırlayın Taraf gazetesinin belgesini yayınladığı 2004 Yılında alınan MGK
kararında aynen şu kararlarların alındığı yazıyordu: "Gülen grubunun ve
diğer irticai unsurlar ile etkili ve köklü bir mücadele yapılması için
'dini, din duygularını veya dinen mukaddes bilinenleri alet ederek devletin
emniyetini ihlal edebilecek ve bu amaçla dernek vakıf ve benzeri topluluklar
oluşturanlara' karşı ağır yaptırımlar getiren yasal düzenlemeler
yapılmalıdır."
 
Ne tesadüftür ki Erdoğan çıkardığı torba yasalarla tıpkı o MGK'da
öngörüldüğü gibi Gülen grubuna karşı yaptırımlar getiriyor.
 
O kararda bugün ortaya çıkan Tahşiye örgütü ile ilgili önemli bir atıf
vardı: "F.GÜLEN grubunun 'öğrenci evleri' kapsamında sempatizan ve yandaş
edinme gayretleri İçişleri Bakanlığı nezdinde dikkatle takip edilmelidir.
Yasal olmayan yollar kullanılarak din eğitimi veren ve bir nevi dini alet
ederek yandaş toplama sistemi olan 'öğrenci evleri' uygulamalarına engel
olunmalıdır."
 
MGK kararı ortaya çıktığında AKP yetkilileri bu kararları aldık ama
uygulamadık demişti. Ancak daha sonra MGK kararları doğrultusunda
fişlemelerin yapıldığı, Gülen cemaatine karşı yapılan mücadelelerin MGK'ya
rapor edildiği belgeleriyle ortaya çıkmıştı.
 
İstihbarat ne yaptı?
 
2004 yılında alınan MGK kararları doğrultusunda İstihbarat ayağında nelerin
yapıldığına ilişkin bir belge veya bilgi ortaya çıkmamıştı. İşte bugün
ortaya çıkan Tahşiye tartışması o kararlara ışık tutuyor.
 
Belli ki 2004 yılında alınan MGK kararları çerçevesinde istihbarat faaliyeti
olarak Nurcu hareketlerin kriminalize edilmesi, El-Kaide ile
ilişkilendirilip terörize edilmesi yönünde adımlar da atılmış. Ne tesadüftür
ki 1960'dan bu yana var olan çeşitli Nurcu hareketler içinde adı bile
anılmayan Tahşiye Örgütü 2004 yılındaki MGK kararından hemen sonra
kuruluyor. MGK kararını müteakip Tahşiye yayın evi kurulup faaliyetlere
başlanıyor.
 
Yine ne tesadüftür ki Tahşiye örgütünün lideri Muhammed Doğan hiçbir
Nurcunun kabul edemeyeceği cümlelerle takipçilerini Cihad'a çağırıyor, Bin
Ladin'e katılmaya teşvik ediyor, "Afganistan'da bir ordu çıkacak o orduyu
duyduğun zaman sürünerek de olsa o ortuya katıl" diye hadisler okuyor. Bir
yandan da Nurcu'yuz diyerek Risale-i Nurların tahşiyelerini yapıyor onları
açıklamaya çalışıyor.
 
Hoş açıklamaya çalıştığı Nur risaleleriyle ilgliki birkaç kaydını dinledim
tamamen cehalet sadretmekten başka bir şey değil ama İstihbaratçılar için
cehalet makbuldür zaten.
 
Dursun Çiçek'in planından devam edelim
 
2004 MGK kararlarından hemen sonra kurulan Tahşiye yapılanması 2009'a
geldiğinde yeterince büyüyor. Ne tesadüftür ki 2009'da Dursun Çiçek'in ıslak
imzalı meşhur Gülen ve AKP'yi bitirme planı yazılıyor. O planda tıpkı
Tahşiye Örgütü'nün yaptıklarına işaretler var.
 
Hatırlayalım:
 
"Askerî suç kapsamında yapılacak Işık Evleri baskınlarında, silahlı terör
örgütü oluşturmak doğrultusunda; silah, mühimmat, plan vb. materyal
bulunması sağlanarak, FG grubu "Silahlı Terör Örgütü" "Fethullahçı Silahlı
Terör Örgütü", (FSTÖ) kapsamına aldırılacak ve soruşturmalar askerî yargı
kapsamında yürütülecektir." ".İskender Evrenesoğlu, Ömer Öngüt gibi hazırda
beklettiğimiz elemanlara medyatik eylemler ve söylemler yaptırılacak ve bu
kişiler FG'ciler başta olmak üzere diğer irticai gruplarla
özdeşleştirilerek, kamuoyunun tüm bu gruplar arasında benzerlik kurması
sağlanacaktır."
 
Bu planın Türkçe tercümesi şu: Gülen gurbu ki o zaman tehlike olarak ilan
edilmişti terörize edilmek için evlerine silahlar konulacak. Onlara benzer
örgütler kurularak bunlar arasında benzerlik olduğu algısı yayılacak. Ne
tesadüftür ki Taşhiye Örgütü tam da buna işaret ediyor.
 
İşte tam bu noktada Fethullah Gülen'in konuşmasındaki Tahşiye refaransını
görüyoruz. "Sizi terörize etmek için Tahşiye diye bir örgüt kurar onu da
el-Kaide ile ilşkilendirirler" diyor Gülen. Tam da Gülen'in dediği gibi
Nurcu görünen Tahşiye Örgütü lideri Mehmet Doğan hiçbir Nurcu'nun yapmadığı
bir şey yapıyor. Bin Ladin ve El Kaide'ye övgüler diziyor. Belli ki birileri
Tahşiyeciler üzerinden bir plan yapıp 2004 yılı MGK'sında aldığı kararı
uygulama aşamasına gelmiş Gülen hareketini terörize etmek istiyor.
 
İşte Mehmet Doğan'ın Bin Ladin ve El Kaide'ye övgüler dizdiği kayıtlar:
 
Tahşiye Gülen'e rakip olabilir mi?
 
Tahşiye Örgütü'nü savunan kalemler -ki bunlar çoğunlukla MİT hassasiyeti
yüksek kalemler- Gülen'in Tahşiye örgütü liderini rakip gördüğü için ona
kumpas kurduğunu iddia ediyor. Biraz mantıklı olmak gerkiyor. Eğer Gülen
kendine rakip gördüğü Nurcu grupları temizlemeye kalksa, onlara kumpas
kursaydı sanırım Taşhiye Örgütü en sonlarda bile yer almazdı. Gülen'e rakip
olabilecek onca Nurcu örgüt varken, Gülen neden onları hedef göstermiyor da
Tahşiye Örgütü'nden rahatsızlığını dile getiriyor?
 
Dürüst bir gözlemci Mehmet Doğan'ın sohbeti ile Fethullah Gülen'in
sohbetlerini dinlerse Doğan'ın Fethuhllah Gülen'e rakip olmayı bırakın
öğrenci bile olamayacak kalibrede biri olduğunu görür. Tahşiye Örgütü'nün
lideri Mehmet Doğan o bilgisizliğiyle -ki üç kaydını dinledim adam resmen
saçmalıyor- Gülen'e rakip olmayı bırakın aklı başında bir kişinin bile
ciddiye almayacağı bir isim. Örgüt açısından da tamamı 120 kişilik bir
meczup grubunu Gülen'e rakip olacaktı bunun için polis operasyon yaptı demek
saçmalığın daniskası. Gülen'in sadece bir öğrenci yurdunda 100'den fazla
öğrenci varken tüm cemaati 120 kişiyi bulmayan yarı cahil bir kişi mi
Gülen'e rakip olacak?
 
Durum belli: İstihbarat, Nucular içinden en cahilini bulmuş ona bir örgüt
kurdurup Nurcuları kriminalize etmek istiyor. Bunu söyleyemeyen kalemler
gerçeği gizlemek için Gülen'e rakip olacağı için Tahişiye'ye kumpas kuruldu
diyerek komik duruma düşüyorlar.
 
MİT'e duyarlı tüm kalemler Tahşiye'yi destekliyor neden?
 
Daha sonra operasyon yapılıyor ve operasyonda Tahşiyeciler gözaltına
alınıyor. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca'nın gözaltına alındığı operasyona
baktığımda şunu görüyorum. Aslında ortada dönen bir istihbarat oyunu var.
Belli ki devlet Gülen grubunu terörize etmek için bir çakma Nurcu grup
kurmuş. Bu gruba karşı Gülen grubu önlem almış. Gazetesinden teşhir etmiş,
televizyonundan yansıtmış ve bizim bunlarla ilişkimiz yok diye açık açık
yayınlar yapmış.
 
Ancak istihbaratçılar durmamış. Grubun lideri Mehmet Doğan bir taraftan
Risaleler okurken taraftarlarına El Kaide'ye katılın çağırısı yapıyor.
Hiçbir Nurcu hareketin liderinin yapmayacağı derecede silaha vurgu yapıyor,
cihadı öne çıkarıyor, şiddete teşvik etmeye devam ediyor. Tahşiyeyi savunan
MİT'in yazarları nedense Mehmet Doğan'a neden "El-Kaide'ye katılın
çaığrıları yaptım" diye dönüp sorumuyor. Çünkü o soru istihbaratın oyununu
bozuyor.
 
Gülen grubu Tahşiyecilerle ilişkilerinin olmadığını bunların kendilerine
karşı oluşturulmuş bir operasyon ekibi olduğunu anlatmaya çalışırken
isithbaratçılar da ısrarla grubu Gülen ile ilişkilendirmeye çalışıyor. Gülen
grubundan bazı kişileri Tahşiyecilere gidip gelmesini temin etmeye
çalışıyor. Böylece grubu terörize etmeyi planlıyor. İstihbarat,
Tahşiyeciler'in üzeriden operasyon yapma çalışırken polis devere giriyor ve
operasyonu bozuyor. Bugünkü gürültünün nedeni aslında bu. "İstihbaratın
planladığı operasyonunu neden bozdun" gürültüsü.
 
Tıpkı MİT-KCK ilişkisi gibi.
 
Hatırlayın istihbarat KCK'nın içine sızmış, bir takım bombalı eylemler
olurken polise haber vermiyordu. Polis KCK'ya operasyon yapınca istihbaratın
Kürtler üzerinden oynadığı oyun bozuldu. Erdoğan ve istihbaratçılar da buna
bozuldu. Daha sonra KCK'ya operasyon yapan tüm ekipler tasfiye oldu.
 
Yine hatırlayın İstibhart Suriye'de savaşan El Kaide'ye silah gönderirken
polis ve asker silah götüren tırları yakalayınca ortalık kızıştı ve o
silahları yakalayanlar tasfiye edildi.
 
Tahşiye olayı da yine isithbaratın Nurcuları, özellikle de Gülen grubunu
kriminalize etmek için kurdurduğu çakma örgüte yapılan müdahale sonucu
bozulan oyunun intikamı gibi görünüyor.
 
Tahşiye olayının ortaya çıkardığı bir gerçek de şu: Gülen grubu 2004
yılından beri MGK'nın aldığı karar doğrultusunda kriminalize edilip terör
örgütü ilan edilip bitirilmek isteniyor. Bunun için değişik tuzaklar
kurulmuş ama Gülen grubu bu tuzaklara düşmemiş. Tahşiye tuzağı bunlardan
sadece biri. Hükümet Gülen grubununu isithbarat faaliyetleriyle terör örgütü
ilan edemeyince bu sefer savcılar eliyle. Yandaş hakimler marifetiyle terör
örgütü ilan etmeye kaktı. Tahşiye operasyonu diye açılan davada Ekrem
Dumanlı ve Hidayet Karaca törör örgütü soruşturması kapsamında gözaltına
alındı. Hikaye budur.
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags FETULLAHÇI POLİSLER DOSYASI, FETULLAHÇI, EMRE USLU, TAHŞİYE ÖRGÜTÜ,
ANALİZ]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:16PM +0200

Herkesin soyunu kurcalayan Yalçın Küçük'ün dedesi vatan haini çıktı
 
<http://www.turkishnews.com/content/wp-content/uploads/2014/12/y-kucuk.jpg>
 
 
Etme bulma dünyası, Yalçın Küçük onun bunun şeceresini kurcalayarak çok
beddua topladı. Sonun da biri çıktı onun da şeceresini kurcaladı. Meğer
Yalçın Küçük'ün dedesi Fransız işbirlikçisiymiş. Dede Abdullah Sabuni,
Hatay'ın Türkiye'ye bağlanmaması için Çerkez Ethem'in kurup, yönettiği
örgütün üyesiydi.
 

 
Yalçın Küçük, "Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede artık
yaşayamam" diyerek çekip gittiği Fransa'dan döndü döneli (1989) kaleme
aldığı kitaplarında (Aydınlık Zindan, Tekelistan, Tekeliyet, Sırlar, İsyan),
dergilerde, basında, televizyonda, çeşitli söyleşi programlarında ve
konferanslarda, kendi ifadesiyle "saklı bir Türk tarihi" üretiyor. Bunun
için mezar taşlarını inceliyor, gazetelerde çıkan ölüm ilanlarını okuyor,
insanları isimlerine, soyadlarına göre Yahudi ilan ediyor.
 

 
Ona göre, son 150 yıllık Türk tarihi, aslında Yahudilerle Hıristiyanların
mücadelesidir ve Türkler bu sahnede figüran dahi olamamıştır. Türkiye'de
ister İttihat Terakki'nin içinde, ister
 
dışında, ister onlarla beraber, ister onlara karşı 1906 ile 1926 arasındaki
20 yıllık süreçteyse, en önemli kavga Siyonistlerle (Yahudilerle),
Sabetaycılar (İbraniler) arasında yaşanmıştı.
 

 
Çünkü Siyonistler ayrı bir devlet isterken, Sabetaycılar, Anadolu'yu 'vaat
edilmiş toprak' olarak görüyorlardı da ondan! Zaten İttihat Terakki
Partisi'ni ve onun gizli örgütü olan Teşkilatı Mahsusa'yı da Selanik'te
Sabetaycılar kurmuştu. Bunlar Balkan Savaşlarında Selanik elden çıkınca,
Anadolu'yu vatan yapmak için Ermeni ve Rum tehcirini organize ettiler.
Ermenilerin ve Rumların boşalttığı yerlere de Sabetaycıları yerleştirdiler.
Kurtuluş Savaşı, bu amaç doğrultusunda Sabetaycıların örgütlediği ve
önderlik ettiği bir hareketti. Kurtuluş Savaşındaki direnişi Teşkilatı
Mahsusa ateşlemişti. Bu mücadele içinde Sabetayist olmayan bir tek Enver
Paşa ile Cemal Paşa vardı. Onlar da 1922'ye gelindiğinde tasfiye edilmiş ve
Sabetayistlerin rezerv devleti (Türkiye Cumhuriyeti) kurulmuştu.
 

 
BÜLBÜLDERESİ'NDE YATAN ÇANAKKALE GAZİLERİ
 

 
Küçük'ün saklı tarihine göre, Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'dan önce önemli
bir subay ve kişilik değilmiş. Çanakkale Savaşı'nda Mustafa Kemal'in tayin
edici bir rolü olmamış.
 

 
Çanakkale'de kara savaşlarında kazanılan da o kadar büyük bir şey değilmiş
ve bunun için çok zayiat verilmiş. Çanakkale Savaşının asıl kahramanları
Vehip Paşa ve Esat Paşa'ydı. Bu iki paşa da Sabetayistti. Ama kahramandılar.
Ölümlerinden sonra Üsküdar'da, Sabetayistlere ait Bülbülderesi mezarlığına
gömüldüler.
 

 
1915 Ermeni katliamını Türkler yapmadı. Karar İttihatçı Hükümetindi. Karar,
Talat Paşa'nın aldığı karardı. Talat Paşa da Sabetayist. Türklerin
Ermenilere ve Kürtlere yaptıkları soykırım sayılamazdı. Çünkü bizde iyi
Ermeniler de vardı. Eğer bir tek Ermeniye dahi iyi Ermeni diye
dokunmadıysak, soykırım yoktur. Halbuki Hitler, babası olsa Yahudiyi fırına
gönderdi. Erivan bunları biliyor, Erivan, kendilerine yapılanlardan dolayı
Türkleri sorumlu tutmaz. Ayrıca Rusya'nın Türkiye'den toprak istediği de
yalandır.
 

 
Bu saklı tarih, çok kılçıklı bir balık ziyafeti gibi, yutkunabilene
aşkolsun! Bakın daha ne sürprizler var: Mesela Türk halk Kurtuluş Savaşı'na
karşıydı. Kurtulmak falan istemiyordu. Bir tek Çerkez Ethem vardı Kurtuluş
Savaşı'na inanan. Çerkez Ethem bir sosyalistti. Zenginden alır fakire
verirdi. Sonradan Kemalistlerce "hain" ilan edildi. Halbuki Çerkez Ethem,
Türk askerine değil bir mermi, sapanla taş bile atmamıştı. Ama onu tasfiye
ettiler. O hain olduğu için, birilerinin kahraman olması gerekirdi. Onun
için de İnönü zaferi icat edildi. İnönü zaferleri diye bir şey yoktur.
 

 
ENVER PAŞA'YI SABETAYİSTLER YARATTI
 

 
"Mübadeleyi hâlâ anlayamıyorum" diyor Küçük, Yunan ordusu Sakarya'ya kadar
geldiği halde Rumlar, bize sapanla dahi taş atmadı. Yerli Rumlar onlara en
ufak yardımda bulunmadı. Ama onları gönderdik. Zengindiler. Mübadele ile
gönderilenlerin yerine gelenlerin tümü Sabetaycıydı. 1919-20 yıllarında
nerede çok zengin Rum varsa, şimdi orada yoğun olarak Sabetaycılar vardır.
İzmir'de, Antalya'da, Kayseri'de, Samsun'da, Zonguldak'ta, Adana'da,
Trabzon'da. Anadolu'dan Rumları, Ermenileri Sabetaycılar çıkardı. Sonraları
6/7 Eylül'ü vesaireyi de onlar yaptı. Bu yüzden Kurtuluş Savaşlarını fazla
önemsemeyin.
 

 
Küçük niçin Sabetayistlere taktığını şöyle açıklıyor: "Sabetayist İsmail
Cem'in cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için!" Sonuca bakılınca
engelledi de denebilir. Öyleyse amacına ulaştı. Fakat o bununla yetinmiyor.
Onun nihai hedefi Atatürk. Bu takıntıyla kahve falı bakar gibi tarih
yazıyor. Ve şimdi ondan bir bomba daha geliyor: Bu rezerv devlet (yani
T.C.), günümüzde Büyük Ortadoğu Projesi'ne zemin hazırlamak ve orayı ileride
kurulacak İsrail'e hediye etmek için Musul'u alabilecekken almamış! "Musul
Orta Doğunun sıklet merkezidir.
 

 
Yahudilerin bölgedeki en önemli müttefiki Kürtlerdir. Türkiye'deki
anti-emperyalist mücadelenin merkezi -bugünlerde- Musul'a kaymıştır" diyor
Küçük. İsrail'de 200 bin kadar Kürt Yahudisi, Irak'ın kuzeyinde de 200 bin
kadar Kürt Yahudisi var. MOSSAD, Irak'ın kuzeyinde infaz timleri kurdu.
Küçük, şu sıralar her fırsatta, her ortamda bunu söylüyor: "Musul'u
alamazsanız Diyarbakır'ı verirsiniz! Atatürk'ten İnönü'ye, İnönü'den
Ecevit'e, Ecevit'ten de Ahmet Necdet Sezer'e iletilmiş bir vasiyet var:
Musul'u alın!" Yalçın Küçük'ün Musul meselesine bir çözüm önerisi de var,
sıkı durun: "Öcalan pazarlıkla salıverilecek. PKK Barzani'nin üstüne
salınacak, Musul bizim olacak!"
 

 
1789 Fransız Devrimi, tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı'da da milliyetçiliği
ateşledi. İmparatorluğun kurucu ve devam ettirici unsuru olan Türkler de bu
milliyetçilik dalgasından etkilendiler. İttihat Terakki içinde
Sabetaycıların bulunması doğrudur. Hatta Enver Paşa'yı ön plana Emanuel
Karasu, Dr. Nazım, Maliye Nazırı Cavit Bey gibi Sabetayistler çıkarmışlardı.
Keza aynı isimler, bu sırada Mustafa Kemal'in önünü tıkayarak Enver Paşa'ya
avantaj sağladılar. Esasen İttihat Terakki içinde sadece Sabetayistler
değil, Boşo gibi Rumlar, Abdullah Cevdet gibi Kürtler, Ermeniler ve
Çerkezler ile daha başka etnik unsurlar da vardı ve doğal olarak Türkler de.
Hal böyleyken İttihat ve Terakki'yi sadece Yahudilerin örgütüymüş gibi
göstermek bilimsellikten ve gerçeklerden uzaktır.
 

 
Küçük'ün son dönem tezleri böyle. Acaba bunlar referans alınabilir mi? Acaba
bunlar sağlıklı bir aklın ürünü sayılır mı? Bu dayanaksız atışları acaba
ciddiye alan çıkacak mı derken, ortaya Ahmet Efe çıktı. 1963 Adana-Osmaniye
doğumlu bir tarih öğretmeni. Nasıl Yalçın Küçük'ün uzmanlık alanı
Yahudiler-Dönmelerse, onun da uzmanlık alanı Çerkezler ve Çerkez Ethem. Bu
efsaneyi örten sis perdesini kaldırmak için kaleme aldığı "Çerkez Ethem"
kitabının sonunda dayanamamış, bir kulp uydurup Yalçın Küçük'ü "Kemalistçe"
bir güzel benzetmiş. Ama zaman zaman onunla hemfikir, mesela:
 

 
"İtiraf edelim ki Yalçın Küçük, hiç bilmediğimiz Yahudilik, Sabetaycılık ve
Kabala konularında yazdıklarıyla bizleri aydınlattı. Düşünsel anlamda
ufkumuz açıldı. Siyasal yaşama ve olaylara bakışımız farklılaştı. Bunun için
Küçük'e toplum olarak teşekkür borçluyuz. Ancak."
 

 
ADIVARLAR'I MUSA ANTER KORUDU
 

 
Ancak diyor ve ekliyor; "Küçük, Jön Türkizm: Doğu Birliği adlı yazısında
Mustafa Kemal'i İngiliz ajanı, dolayısıyla Kurtuluş Savaşını da İngiliz
operasyonu olarak itham etti ve bununla da yetinmeyip, Cemal Paşa'yı,
İngilizlere Mustafa Kemal'in ihbar ederek öldürttüğünü ima etti." Yalçın
Küçük anti-Kemalistlik yapmasa Ahmet Efe ile çok güzel anlaşacakları kesin.
 

 
"Biz sadece Nutuk'ta yazılanlara bakarsak tarih yazamayız" diyen Küçük, sıkı
bir Enver Paşacı olup, dolayısıyla anti-Kemalisttir. Anti-Sabetaycılık ve
Yahudi düşmanlığının asıl hedefi Mustafa Kemal'dir. Ancak bunu açıkça
söylemiyor. Ahmet Efe'nin deyişiyle "Yalçın Küçük, âdeta bir libero gibi
topu kendi kalesinden alıp orta sahaya getirmiştir. Bu santrfora gol
pasıdır. Ancak Sabetayist Cavit Beyin torunu, Şiar Yalçın'ın oğlu,
'Efendi'nin yazarı olup santrforluğa soyunan Soner Yalçın da topu kaleye
atamamıştır. 'Gol yapmak' elbette Mustafa Kemal'i de Sabetaycı ilan
etmektir. Yalçın bunu kitabında yapamasa da Ertuğrul Özkök'ün muayyen günler
yazarı Ayşe Arman'a verdiği röportajda, 'Peki Atatürk?' şeklindeki Mustafa
Kemal'in Sabetaycı olup olmadığına ilişkin soruya 'Ben bilmem! Onu da
tarihçiler araştırsın' gibi her tarafa çekilecek bir yanıt vermişti."
 

 
Sabetayistlere yer açmak için Ermeni ve Rumların kovulması (tehcir) olayına
gelince, Ahmet Efe soruyor; O Ermeniler, tarlasında ekin biçerken,
terzihanesinde elbise dikerken, dükkanında müşterisini tıraş ederken, durup
dururken mi göç ettirilmiştir?Yoksa Türk ordusunun aynı anda hem
Sarıkamış'ta, hem Irak, hem Çanakkale'de savaşırken, Ermenilerin de cephe
gerilerinde bu orduları arkadan vurup masum halkımızı da katletmesini nasıl
görmezden gelir ve bunu Sabetaycılar'a nasıl bağlayabilir? Bundaki amacı
nedir?
 
Sabetaycı Adnan Adıvar ve Sabetaycı Halide Edip ikilisi, İttihat Terakki
Hükümetinin son derece isabetli ve insani bir uygulaması olan Ermeni yer
değiştirmesini "katliam" olarak nitelemiş ve sonra yurttan firar etmişti.
1939'da yurda dönen Adıvarlar'ı, Küçük'ün "Yahudi Kürt" diye tanımladığı
Musa Anter ve adamları korumuştu!
 

 
Ermeni yer değiştirmesi, Türk ülkesinden başka bir ülkeye değil, yurt içinde
bir yer değiştirmedir. Bu da Ermeni yer değiştirmesini hukuksal açıdan
"tehcir" tanımına sokmaz. Tehcir, bir ülkeden başka bir ülkeye zorunlu göçe
denir. Böyle olduğu halde vatan satıcısı Damat Ferit, İngilizlere yaranmak
için 1915 olaylarını tehcir tanımına sokturarak İttihatçıları
yargılatmıştır. Ayrıca Ermenilerin yoğun olarak göç ettirildiği Deyrizor,
çok uzaklarda değil, Anadolu'nun hemen yanı başında ve öyle çöl ve kurak bir
yer değil, Fırat kenarında, sulak ve verimli topraklara sahip, iklimi güzel
bir bölgedir.
 

 
Ahmet Efe "Şunu da söyleyelim ki, Küçük nasıl bir Enverist ise biz de o
derece Kemalistiz" diyor. Ancak her şeye karşın, Enver Paşa başta olmak
üzere İttihatçıların hepsinin 1915 olaylarından dolayı "Türklüğün bekâsı"
bağlamında çok yararlı ve hayırlı bir icraat yaptığını düşünüyor. "Ve salt
bu icraat bile onların -eğer varsa- tüm hatalarını aklamaya yeter de artar!
Eğer İttihatçılar Ermenilerle ilgili önlemleri almasaydı, Türk İstiklâl
Harbi olmazdı. Anadolu da Mondros/Sevr sürecinde Türk'ten kazınarak Rum,
Ermeni ve diğerleri tarafından paylaşılırdı diyor.
 

 
Sonra Mübadele ile gelenlerin tümünün Sabetaycı olduğunu iddia etmek de
konuyu saptırmaktır. 1923'ten 1927'ye kadar 500 bin Türk'e karşılık 1 milyon
200 bin Rum göç ettirildi. Küçük, bu 500 binin tümünün Sabetayist olduğunu
iddia ediyor. Ahmet Efe'ye göre bu "Türklüğe yapılmış bir iftiradır."
Mübadele öncesi ve sonrası Sabetayistlerin nüfusu hiçbir zaman 100 bini
aşmamıştır. "Yalçın Küçük merak etmesin!" diyor Ahmet Efe, Türk devleti
kimin Sabetaycı olup kimin olmadığını gayet iyi bilmektedir. Bizzat
Sabetaycıların açıkladığına göre, kendilerine aynı tip seri numaralı
pasaport verilmesi onların -kendi ifadelerine göre- Türk devletince takip
edildiklerini göstermektedir. Yine bu bağlamda, Rum, Ermeni ve Yahudiler
dışında Sabetaycıların da kapsama alındığı 6/7 Eylül olaylarını nereye
oturtmaktadır? Ahmet Efe keza Varlık Vergisini de savunuyor: "Onu da
söyleyelim ki, son derece yerinde bir karar olan Varlık Vergisi, bu
topraklarda bin yıldır kurucu ve taşıyıcı unsur olan Türklerin iktisadi
anlamda milli bir intikamıdır!"
 

 
"PEKİ YA SİZ KİMSİNİZ YALÇIN KÜÇÜK BEY?"
 

 
Musul'a gelirsek; İngilizlerin kışkırttığı, Çerkez Ethem'in de içinde
bulunduğu Kürt İsyanları, 1925'ten başlayarak 1937'ye kadar fırsat mı verdi
de, Cumhuriyet ve onun kurucusu Atatürk Musul'u "Mutlaka alacağım!" dediği
halde alamadı?
 

 
"Cumhuriyet ile Osmanlının değirmeninde öğütülen Türklük diriliyor ve bu
görmezden geliniyor" diyor Ahmet Efe, "bunu görmemek Türk duyarsızlığıdır."
Kurtuluş Savaşı yıllarında Avrupa'da yan gelip yatan Sabetaycı
İttihatçıların Türk zaferine el koymak istemeleri görmezden geliniyor.
Bunlardan Maliyeci Cavit'in Lozan pazarlığı sırasında karşı tarafa bilgi
aktardığı unutuluyor. 1926 yargılamalarında Dr. Nazım ve Cavit'in, araya
Rothschild gibi dünyayı yöneten 12 Yahudi ailenin girmesine rağmen
asılmaktan kurtulamadıkları görmezden geliniyor.
 

 
Yurt çapında yürütülen 'derin' bir kampanya sonucu başlatılan Yahudi
düşmanlığının kanlı ve utanç verici tezahürleri olan 1927 İstanbul Elza
Niyago olayı (İzmir'e de sıçramıştı) ve 1934 Trakya olayları (Bursa'ya da
sıçramıştı) ortada dururken Mustafa Kemal ve onun kurduğu Cumhuriyet nasıl
Sabetayist oluyor!
 

 
"Atatürk'de mi Sabetayist" sorusuna "Efendi" Soner Yalçın ne demişti,
hatırlayalım: "Ben bilmem! Onu da tarihçiler araştırsın." Bakalım aynı
soruya Yalçın Küçük ne cevap verecek: "Ben Atatürk Sabetayisttir demiyorum.
İsrail kaynaklı kitaplardan alınma internetteki bazı siteler öyle yazıyor.
Biz onları reddediyoruz!" Böylece Küçük, golü atmak için zamanın henüz
gelmediğini bildiğinden buraya kadar özetlediğimiz tüm tezlerini inkâr
ediyor.
 

 
Yalçın Küçük, 1998'den önce Fransa'da bulunduğu yıllarda kendi anlatımlarına
göre, "ABD ve Avrupa istihbarat servislerinin güdümündeki terör örgütü
PKK'yı, Türk devleti adına Türkiye yanlısı bir çizgiye çekmekle görevliydi."
Ama Ahmet Efe buna inanmıyor ve soruyor: "Yalçın Küçük PKK ile onları
Türkiye yanlısı bir çizgiye çekmek için mi ilişkiye geçti, yoksa Kürt
hareketini mayın merkebi olarak peydahlayıp kullanmak isteyen, Türkiye'nin
milli üniter yapısını bozmayı amaçlayan güç odakları adına mı orada yer
aldı?"
 

 
Tansu Çiller, 24 Aralık 1995 seçimlerinden hemen önce Abdullah Öcalan'a
karşı Şam'da yaptıracağı suikast, Mesut Yılmaz tarafından bir şekilde haber
alınıp, Paris'teki Küçük'e, Küçük tarafından da Öcalan'a bildirildi. Böylece
Çiller'in oya dönüştürmeyi tasarladığı suikast, Küçük aracılığıyla önlenmiş
oldu. Nitekim Çiller bu seçimlerde ancak üçüncü olabildi.
 

 
Sadece Sabetaycılar'ın değil, hemen herkesin etnik kökenini kurcalayan
Küçük, kendi etnik kökeni konusunda ise açık sözlü olamıyor. Önceleri "Türk
oğlu Türküm, hatta Türkmenim" demesine karşın, zamanla baba tarafında Türk,
anne tarafından Kafkasya kökenliğini olduğunu ve ana tarafında İbrani
"Haluk TARCAN" <haluk...@haluktarcan.com>: Dec 17 10:13PM +0200

Rûhi Ayangil üstadı tanıyor muyuz?
Saygılarla sunulur
Halûk Tarcan
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:11PM +0200

ESKİ KÜRT MİLLETVEKİLİ İBRAHİM AKSOY BİRÇOK TÜRK SİYASETÇİNİN ERMENİ
OLDUĞUNU İDDİA ETTİ.
 

 
İbrahim Aksoy; Almanya Hamburg Üniversitesi'nde Yüksek mimarlık okudu.
 

 
İBRAHİM AKSOY
 

 
1989'da SHP Malatya Milletvekili olarak Meclis'e girdi.
 

 
Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı konuşmadı "Türkiye'de Kürt diye ayrı bir
halk var" dedikten sonra dönemin SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal'ın
baskısıyla SHP'den ihraç edildi.
 
HEP'in kurucuları arasında yer aldı, DEP'in Genel Sekreterliği'ni yaptı.
 

 
Ve şimdi tartışma yaratacak bir yazı kaleme aldı.
 

 
SHP eski Milletvekili İbrahim Aksoy, Ermeni Türkleri yazısında,
 

 
Devlet Bahçeli,
 
Mehmet Ağar,
 
Mesut Yılmaz,
 
Recai Kutan,
 
Oğuzhan Asiltürk,
 
Murat Karayalçın,
 
Hasan Celal Güzel gibi siyasetçilerin Ermeni olduğunu iddia ediyor.
 

 
İbrahim Aksoy'un yazısını yorumsuz olarak yayınlıyoruz.
 

 
ERMENİ TÜRKLERİ
 

 
Irk ve ırkçılığının, öncülüğünü yapanlar gerçekten ne kadar Türk tür?
Türkiye'de Türk olanların, hiç biri Türkçülük yapmıyor.
 

 
Zaten buna da ihtiyaçları yoktur. Türkmenistan'dan Anadolu ya gelip yerleşen
Türkmenler, hem Osmanlı döneminde, hem de Cumhuriyet döneminde sürekli
devletin dışına itildiler.
 

 
Buna rağmen hiçbir zaman Türk ırkçılığı yapmadılar. Cumhuriyet döneminde
Türk ırkçılığının büyük itibar görmesine rağmen yine yapmadılar.
 

 
Türkmenistan'dan gelen Türkmenler, Orta Anadolu'da, Alevi Kürtlerle karışık
yaşayan Aleviler; Toroslar'daki yörük Aleviler ve Ege'deki tahtacı
Alevilerdir.
 

 
Bunlar Osmanlı döneminde sürekli aşağılanmış ve hatta kitlesel katliamlara
uğramışlardır. Cumhuriyet döneminde de sürekli devletin kenarında
bırakılmışlardır.
 

 
Balkan muhacirleri, Karadeniz Pontus Rumları'nın torunları ve Anadolu'da
yerleşik bazı azınlıklar Türk ırkçılığını yapıyorlar.
 

 
Bazen de bunlar kendilerini kabul ettirebilmek için aklın ve mantığın
sınırlarını bile zorluyorlar. Burada, bu sınırları aşan bazı Ermenileri
anlatmaya çalışacağım.
 

 
Sabiha Gökçen;
 

 
Atatürk'ün manevi kızıdır. Bu daha önce de yazıldı. Atatürk bu kızı bir
yetimhaneden alıp evlatlık edinmiştir.
 

 
Atatürk küçük kızına, zil zurna âşık olduğu ve kendisinden 19 yaş küçük
Vahdettin'in küçük kızı prenses Sabiha'nın adını verdi.
 

 
Böylece küçük Sabiha'nın bir Müslüman adı oldu ve daha sonra, Gökçen
soyadını alarak, Sabiha Gökçen oldu. Sabiha Gökçen dünyada ilk kadın savaş
pilotu olmanın yanında, yine dünyada savaşa katılan ilk kadın pilot olma
özelliğini de taşıyor.
 

 
Çünkü Sabiha Gökçen 1938 Dersim katliamında, Dersim'in köylerine tonlarca
bomba yağdırdı. Binlerce, Dersimli bu bombalarla can verdi.
 

 
Hafize Özal;
 
Turgut Özal'ın annesi, Malatya'nın Tecde köyünde önceleri Ermeni papazı,
daha sonra din değiştirip, hocalık yapan meşhur cinci hocanın kızıdır.
 

 
Hafîze hanım büyüyünce, yine Ermeni kökenli, Çemişgezek göçmeni olan Turgut
Özal'ın babası ile evlendi. Çocukları da dahil hepsi tarikat üyesidirler.
 

 
Recai Kutan;
 
Adıyaman'ın Sincik ilçesine bağlı Kotan köyünden, aslen Ermeni olan Ismail
Efendi'nin oğlu olarak Malatya'nın Nebioğlu Sokağı'nda dünyaya geldi.
 

 
Özallar da aynı sokak da oturdukları için, tanışmışlıkları çok eskiye
dayanır. Sadece tanışmışlıkları degil, tarikat üyelilikleri de o yıllara
dayanır. Başından beri Necmettin Erbakan'ın sağ kolu olan Recai Kutan şu
anda SP Genel Başkanıdır.
 

 
Oğuzhan Asiltürk;
 
Kendisine asil bir soyadı da seçen Oğuzhan, Malatya'nın Hekimhan ilçesinin
Zorban köyünde dünyaya geldi.
 

 
Ermeniliğini terk edip tarikat üyeliğini benimsemesi, yaşı kadar eskidir.
 

 
Devlet Bahçeli;
 
Aslen Siverek Ermenilerinden bir ailenin çocuğudur. Ailesi Siverek'ten
göçüp, Bahçe ilçesine yerleşti.
 

 
Küçük Devlet burada dünya ya geldi. Özellikle üniversite yıllarında, Türk
ırkçılığının öncü kadrolarındandır. Atatürk Üniversitesi'ndeki bu çabaları,
onu daha sonra MHP'nin Genel Başkanlığı'na taşıdı. Şu anda Türkçülük
hareketinin en önemli şahsiyetlerindendir.
 

 
Hasan Celal Güzel;
 
ANAP'ta bakanlık da yapan Güzel şu anda YDP Genel Başkanı'dır. Hasan Celal,
aslen Antepli olan ermeni bir ailenin çocuğudur.
 

 
Hasan Celal'in ailesi, Antep'de devletle ilişkileri deşifre olduktan sonra
gelip Malatya'ya yerleşti. Küçük Hasan Celal Malatya'da traktör
pazarlamacısı Kamil Güzel'in oğlu olarak dünya ya geldi.
 

 
Başarılı bir devlet adamı olduğu gibi, yeminli bir Kürt ve Ermeni
düşmanıdır.
 

 
Mehmet Ağar;
 
Aslen Ağınlı olan Ermeni bir ailenin çocuğudur. Küçük Mehmet, Elazığ'da
meşhur Kürt Zülküf'ün oğlu olarak dünyaya geldi.
 

 
Kürt Zülküf 68'lilerin korkulu rüyası olan işkenceci toplum polis müdürünün
ta kendisidir. Kürt lakabını da Ermeniliğine örtü olarak kullanıyordu.
 

 
Mehmet Ağar her yasadışı olaya adı karışan başarılı bir devlet adamı ve
gençliğinden beri yeminli bir devlet hizmetkarıdır.
 

 
Devletin her kademesindeki başarılı hizmetlerinin yanısıra, başarılı bir
sorgucu olarak da bilinen Ağar, şu anda DP Genel Başkanlığı'ndan istifa
etmiştir.
 

 
Mehmet Keçeciler;
 
Türkiye de gericilikden bahis açılınca ilk akla gelen isimlerin başında
gelir. Keçeciler de devletin her kademesinde, büyük hizmetleri olan,
başarılı bir devlet adamıdır.
 

 
Mesut Yılmaz;
 
şu sıralar siyasete yeniden başlamak için, salvo yapmaya başlayan Yılmaz,
Rize'nin Hemşin Ermenilerindendir. Mesut Yılmaz, başbakanlık da dahil,
devletin her kademesinde başarılı görevlerde bulunmuş bir devlet adamıdır.
 

 
Murat Karayalçın;
 
Mesut Yılmaz ile aynı köydendir. Hemşin Ermenilerinden olan Karayalçın,
ailesi ile Yılmaz ailesi kavgalı oldukları için, Karayalçın ailesi Samsun'a
göçmek mecburiyetinde kaldı.
 

 
Küçük Murat, Samsun'da dünyaya geldi. Karayalçın başarılı bir insan olduğu
için, Kenan Evren'in ilk atadığı bürokrattır. Bu başarısını Evren'in
atamasıyla Kent - Koop Genel Başkanlığı'nda da sürdürdü.
 

 
Şu anda SHP Genel Başkanlık görevini başarıyla sürdürüyor.
 

 
Karayalçın'ın en önemli özelliği, Ankara Siyasal Bilgiler'de öğrenciyken
Mehmet Ağar, Mehmet Keçeciler ve Hasan Celal Güzel gibi bazı arkadaşlarıyla,
Arapkirliler Grubu'nu oluşturarak Uluç Gürkan'a karşı öğrenci birliği
başkanlığına aday olmasıdır.
 

 
Aslında bu gruptan olanların hiçbiri Arapkirli değildir ve hepsi de Ermeni
kökenlidir.
 

 
Ayrıca hepsi de ülkücü eğilimlidirler. Seçimi kaybeden Karayalçın, CHP'li
Uluç Gürkan'ı tehdit etmeye başladı. O yıllarda aynı okulda öğrenci olan
devrimci hareketin önderlerinden Mahir Çayan'dan zılgıtı yiyince yerine
oturdu.
 

 
Mehmet Ali Ağca, ve Oral Çelik
 
Mehmet Özbay gibi ülkücü camiada da çok sayıda Ermeni kökenli var. Bunların
hepsini teker teker saymaya gerek yok.
 

 
Ben burada sadece kamuoyunun da tanıdığı bazı Ermenilerin isimlerini verdim.
Türkiye'de kimliğini inkar ederek yaşamını sürdüren 300 binden fazla Ermeni
olduğu söyleniyor. Bu ürkütücü bir sonuç. Bu sonuç Türkiye'de Ermeni olarak
yaşamanın, ne kadar zor olduğunun açık delilidir.
 

 
Kimliğini inkar ederek yaşamını sürdürenlere hiçbir sözümüz yoktur. Onları
anlayışla karşılıyoruz. Ancak Ermeni olduğunu bile bile Türk ırkçılığı veya
Türk- Islam sentezinin savunuculuğunu yapanları anlamakta zorluk çekiyoruz.
 

 
Hele bunların Türkiye'deki gayrımüslimlere ve Kürtlere karşı düşmanca
tavırları anlaşılır gibi değil.
 

 
Bir insan her zaman din değiştirebilir. Bu onun doğal hakkıdır. Ama bir
insan hiçbir zaman ait olduğu ırkını değiştiremez. Bunların hangi koşullarda
bu duruma geldikleri ilginç değil mi?
 
Hz. Muhammed'in bir hadisi şerifi vardır. Diyor ki; "Çocuk kimin yatağında
dünyaya gelmiş ise, ona aittir."] Bu hadise uygun olan, bir de atasözü
vardır: Aslını inkar eden haramzadedir.
 

 
Ben bir insan olarak bunların düştükleri bu duruma üzülüyorum. Mesela Mehmet
Ağar, insanların yüzüne bakacak yüzü olmadığı için sürekli renkli gözlük
kullanır.
 

 
Diğerlerinin gözlerinde sürekli suçluların telaşını görmek mümkün. Ama
bunları neden yapıyorlar, anlamak mümkün değil.
 

 
Ben burada sadece bazı Ermenileri yazdım. Belki de Ermeniler, Anadolu'nun
yerli halklarından olduğu için yazdım. Muhacir Boşnaklar, Arnavutlar,
Pomaklar, Çerkezler ve Pontus Rumları da aynı durumda.
 

 
Cumhuriyet tarihinde hiçbir Türkmen Cumhurbaşkanı olmadı. Hiçbir Türkmen
Başbakan da olmadı. Hiçbir Genelkurmay Başkanı da Türkmen degil.
 

 
Türk olabilmek için, sadece müslümanım, Türküm demek yeterli mi? Onu da
bilmiyorum. Ama; keçinin ben koyunum demekle koyun olamayacağını biliyorum.
 

 
Bir Ermeni örneği daha. 12 Eylül Cuntası döneminde yüzbinlerce insan
gözaltına alındı ve haftalarca işkence gördü. Ama bunların arasında Garbis
Altunyan isminde birisi vardı ki sadece solcu olduğu için değil, aynı
zamanda Ermeni olduğu için de tam 270 gün işkencede kaldı. Bunun 34 gününü
aslan kafesinde geçirdi. Yıllarca cezaevinde yattı ve şu anda işkenceden
sakat kalmış bir insan olarak yaşamını Avrupada sürdürüyor.
 

 
İbrahim Aydın
 
Navkurd.net
 
kaynak:
 
team-aow.discuforum
 
http://team-aow.discuforum.info/t7249-Ermeni-Kokenli-Unlu-Turkler-IBRAHIM-AK
SOY.htm
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category terör]
 
[tags ESKİ, KÜRT MİLLETVEKİLİ, PKK SEMPATİZANI, İBRAHİM AKSOY, PROVOKE,
YAZI, Ermeni Kökenli, Ünlü Türkler]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:02PM +0200

Nihat Ali Özcan
 
<mailto:nao...@milliyet.com.tr> nao...@milliyet.com.tr
 
Türkiye "paralel" meseleleri tartışıyor. Dünya ise
<http://www.milliyet.com.tr/abd/> ABD'nin başını ağrıtan iki konuya
odaklanmış durumda. Polis şiddeti ve istihbarat elde etmek için insanlık
dışı yöntemlerin kullanılması.
ABD'nin istihbarat örgütlerinden <http://www.milliyet.com.tr/cia/> CIA kötü
şöhretine bir yenisini daha ekledi. 11 Eylül terör saldırısının ardından
bilgi/veri elde etmek için şüphelilere "işkence" yaptığı ortaya çıktı.
Senato İstihbarat Komitesi'nin raporu çok boyutlu bir tartışmayı da
başlatmış oldu.
 
Senato bilgisayarından hırsızlık
 
Aslında hikâye biraz geriye gidiyor. CIA'nın raporu çalmak için, Senato
İstihbarat Komitesi'nin bilgisayarlarına sızdığı açığa çıktı ve 1 Ağustos
2014 tarihli ABD medyasında yer aldı. CIA bu nedenle çok sert biçimde
eleştirildi.
 
Senatör McCain mealen şunları söyledi. "Eğer bu iddialar (bilgisayara sızma)
doğru ise, halkımız istihbarat örgütünün anayasal sorumluluklarını yerine
getirdiğine ve eşkıya örgütü gibi davranmadığına nasıl emin olabilir?"
Anlaşılan raporun çok ses getireceği aylar öncesinden tahmin edilmişti ve
olası sürprizlere hazır olmak için "hırsızlığa" girişilmişti.
 
Raporun etkileri
 
Raporun yayımlanması fikirleri, kişileri, kurumları ve ABD'nin imajını
derinden etkilemeye başladı. Tıpkı <http://www.milliyet.com.tr/irak/>
Irak'ta işkencelerle anılan ve etkisi halen süren Ebu Gureyb
<http://www.milliyet.com.tr/cezaevi/> Cezaevi gibi.
İyi istihbarat, terörle mücadele de başarının yarısıdır. Bu nedenle de karar
alıcılar, istihbarat örgütlerinden tam zamanlı ve kaliteli istihbarat
üretmesini bekler.
 
Ne var ki ciddi bir saldırı oluncaya kadar, siyasiler ve istihbarat
örgütleri terör tehdidini pek ciddiye almazlar. Nitekim ABD de 11 Eylül
saldırılarına kadar istihbarat faaliyetlerinin merkezine rakip devletleri
koymaya devam etti. Saldırı gerçekleşince de kamuoyuna işe yarar bir hikâye
anlatma ihtiyacındaki siyasiler ve onların baskıladığı istihbaratçılar panik
halinde sağa sola koşuşturmaya başladılar. Herkes o güne kadar alışık
olmadıkları yeni bir tehditle karşı karşıya olduklarını gördüler.
 
Yeni tehdit, devletler gibi davranmadığı gibi belirli bir coğrafyası, adresi
ve büyük askeri gücü de yoktu. Teknolojiyi yoğun kullanmıyor, endüstri
toplumu gibi davranmıyordu; kültürel değerleri farklı ve kapalı ideolojik
ağları vardı.
 
Batılı istihbarat örgütlerinin dil, kültür, personel eksiklikleri insani
istihbarat kapasitelerini sınırlıyordu. Zaman baskısı altında kendilerini
yeterince hızla değiştiremediler ve işi öğreninceye kadar da kolay olan yolu
seçtiler. Orta Çağ yöntemlerine yöneldiler ve işkenceyi itiraf ettirme
yöntemi olarak tescil ettiler.
 
İşkencenin insani istihbarat üretmek için geçerli bir toplama yöntemi olarak
görülmesi, yönetim tarafından cesaretlendirilmesi denetim sorunun önemini
ortaya koydu. Denetim dışı bırakılan devlet faaliyetlerinin çoğu zaman fayda
dan çok zarar verdiği görülmeye başladı.
 
İnsan hakları şampiyonu zorda
 
ABD örneğinde raporun Senato tarafından yayımlanması siyasal sistemin,
değerler ve politik kültürün önemini ortaya koymaktadır. Öte yandan rapor,
zaten sorunlu olan, ABD'nin küresel itibarına da büyük zarar verecektir.
Özellikle de bütün dünyaya insan hakları dersi vermeyi sürdüren bir ülke
için.
 
Raporun bizi ilgilendiren yönü, daha çok, Irak ve
<http://www.milliyet.com.tr/suriye/> Suriye'deki psikolojik yansımalarıdır.
Anlaşılan, insan hakları ve demokrasi söylemi ile "halkın kalbini ve
beynini" kazanmak daha da zorlaşacak.
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags GÜNDENM ANALİZİ, NİHAT ALİ ÖZCAN, Demokrasi, denetim, istihbarat,
işkence]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 10:04PM +0200

<http://www.turkishnews.com/content/wp-content/uploads/2014/12/253366_101515
53705082860_1415061533_n.jpg>
 
İnadına diyoruz ki:
 
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!"
 
(-Farklılıklar böler; ortak duygu ve kimlik var eder; diriltir ve yaşatır.)
 
Hep tekrarlıyoruz, hep:
 
"Ne Mutlu, Türküm Diyene!".
 
İnadına, inadına yineliyoruz:
 
"Ne Mutlu, Türküm Diyene!"
 
Sildiğinizi sanıyorsunuz, dağdan, taştan; köşe başlarından;
 
Yüreklerden kazıyabildiniz mi?
 
İşte yaşıyoruz:
 
"Ne Mutlu Türküm Diyeni" diyebilmenin, onda birleşebilmenin ne denli önemli
olduğunu son zamanlarda yaşadıklarımız da kafanıza sokamadı mı?
 
Ayrıştırmaya çalıştınız Ulusu; Türk Ulusu'nu.
 
Hatta o duyguyu, yani ulusçuluk duygusunu içinde yaşayanların duygularını
dikkate almadan, ulusçuluğa karşı savaş açtığınızı söylemekten bile
çekinmediniz.
 
Türk'ü, sanki bir kabile kimliğiymiş gibi küçümsediniz!
 
O'nu ırkçılık, faşizm, başkalarını ötekileştiren katı bir "dogma" gibi
gördünüz.
 
Ancak hayır!
 
Gerçekte hiç birimiz; hançeremiz yırtılana dek "Ne Mutlu Türküm Diyene" diye
haykırırken; hiç alt kimliklerimizin bu büyük kavrama ortak olduğu aklımıza
gelmiyordu. Hangi kökten ya da köklerden gelirsek gelelim bu ortak duyguda
birleşmiş, kaynaşmıştık; ve tek bir kütle sayıyorduk kendimizi.
 
Daha da ötesi var:
 
Osmanlı imparatorluğu dağılırken, üzerimize çullananlara karşı ortak bir
savunma duygusuyla sarılmıştık Türklük duygusuna.
 
Ve o duygu, bizi fırtınalı sulardan çekip, düz bir kumsala taşımıştı bizi.
 
Yani, yok olmaktan o duyguya sarılarak kurtulmuştuk.
 
Hep söyledik dilimiz döndüğünce.
 
Türk kavramı, doğrudan doğruya bir ırka vurgu yapmaz.
 
Ortak yurt, dil ve tarih kavramlarında bütünleşen egemen bir kültürü
anlatır.
 
Türkiye'de Türkçe konuşulur ve Türkiye, kendini "Türk" hisseden
Türklerindir.
 
Bu kavram, bizim algımıza göre ulus kimliğine vurgu yapıyordu.
 
Bu kavramda ve duyguda bütünleşebilen ulus bireylerinin, kendilerini daha
alt kimliklerle ifade etmesinde hiçbir sorun yoktu.
 
Ancak, her alt kimlik ülküleştirilip, ideoloji biçimine getirildiğinde,
ulusal kimlikte ayrışma başlardı.
 
Oysa sizler; ulus kimliğini toptan reddettiniz.
 
Ulusu; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Pomak, Arnavut ve daha akla gelmeyecek başka
alt kimlikler üzerinden giderek ayrıştırdınız.
 
Birlik ruhu yerine; alt kimliklerde kısımlara ayrılmış bir algı ve duygunun
daha önemli olduğunu ileri sürdünüz.
 
Bu farklılıkların ortak bağı olarak da "din" bağını ortaya attınız.
 
Dinin kutsal saydığı değerleri, inadına siyasetin içine ittiniz.
 
Oysa din, siyasi kavgaların içine atılmaması gereken kutsal bir duyguydu.
 
Din bağıyla toplumdaki farklılıkları bir arada tutmanın olanağı yoktu.
 
Bunu yapmaya çalışanlar hep anarşi ve kavgalar içinde bedenlerini oradan
oraya vurup durdular. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.
 
Bunu anlamak çok mu zordu?
 
Bırakın tarihi; yanımızda yöremizde din üzerinden siyaset kurgulayan
Ortadoğu toplumlarının içinde bulunduğu acınası durum, derhal gerçeğin ne
olduğunu anlatmaya yeter artardı.
 
Bu da yetmedi:
 
Dini de kendi içinde ayrıştırmaktan çekinmediniz:
 
Alevilik, Sünnilik gibi kavramları kaşımanın neler getireceğini düşünmediniz
bile.
 
Bu tür ayrıştırmalar; ortak duyguları eritiyor, toplumda kamplaşmaları
başlatıyor; din de siyaset debelenmeleri içinde, yüreklerdeki kutsal
yerinden oluyor ve dinin kendisi doğrudan siyaset gibi algılanıyordu.
 
Ancak artık, geldiğimiz yerde, gerçeğin ne olduğunu net biçimde görüyoruz:
 
Ne Mutlu Türküm Diyene'de yeniden birleşiyoruz.
 
Hiç ayrıştırmadan, ötekileştirmeden; kimin hangi etnik kimliğine bakmadan.
 
Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlığı kavramında birleşiyoruz:
 
Bu yurttaşlığın ortak adı Türk'tür.
 
Bunun ötesinde kimin ne olduğu; onun duygu dünyasında çağrıştırdığı şeyler
ölçüsünde değerlidir.
 
Kişi bu tür kimliklerinden de kıvanç duyar.
 
Ancak şunu gördük:
 
İnsan birey; birey yurttaş; yurttaş ulus, ulus cumhuriyet ve cumhuriyet
demokrasi olabildikçe çağdaşlık çizgisine ulaşılabilir.
 
Tarihsel gerçeklik; bulunduğumuz coğrafyada var olabilmemiz için bölünmeden,
parçalanmadan, ötekileşmeden ortak bir ulus kimliğinde birleşmemiz
gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
 
Farklılıklar böler; ortak duygu ve kimlik var eder; diriltir ve yaşatır.
 
İşte Cumhuriyetimiz doksan yaşını aştı.
 
Ona acımasızca içerden ve dışarıdan saldıranlar; neden hep bu kavramlara
darbelerini vuruyorlar, bu dikkat edilmeye değer mi?
 
Cumhuriyet yurdu, ulusu, ordusu, gençliği, kültürü, ekonomisi ve sivil
toplum örgütlenmeleriyle güçlü oldukça ayakta kalır.
 
Cumhuriyeti yaşayıp, Yeni Osmanlıcılık gibi ne olduğu bile belli olmayan bir
kavramın düşlerini görerek, cumhuriyete ve ulusun varlığına güç katılamaz;
tam tersine değerler, ilkeler, kavramlar ve kurumlar çatışması yaşanır.
 
O halde, cumhuriyetle barışık, ortak yurttaşlık kavramının ve ulus
bilincinin anlamı ortaya çıkmıyor mu?
 
Türk'üz ve Cumhuriyetçiyiz.
 
Cumhuriyetçi, Laik, Ulusçu, Halkçı, Devletçi ve Devrimciyiz.
 
Hatta çağdaş ve demokratız.
 
Bu nedenle hep birlikte cumhuriyetin ortak yurttaşları olarak ve ortak
kimliğimizi vurgulamak, benliğimizi hissettiğimiz ortak duyguyu dışa vurmak
için diyoruz ki:
 
"Ne Mutlu Türküm Diyene!"
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags GÜNDEM ANALİZİ, Prof.Dr.Kemal Ari, TÜRK]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 09:58PM +0200

ÖZEL BÜRO NOTU : TWITTER FENOMENİ FUAT AVİ HAKKINDA HERKES BİR ŞEY SÖYLÜYOR.
SABAH GAZETESİ DE BU KERVANA KATILDI. BOŞ ATIP DOLU TUTMAYA ÇALIŞIYORLAR AMA
SABAH GAZETESİ DE KARAVANA ATTI. ÇÜNKÜ FUAT AVNİ BAHSETTİKLERİ KİŞİ DEĞİL.
KİMLİĞİ BİZDE SAKLI AMA O AÇIKLAMADAN AÇIKLAMAYA NİYETİMİZ YOK. HÜKÜMET
NEDEN BULAMIYOR ? SEBEBİ ŞUNDAN. TWITTER ÇOCUK PORNOSU DAVALARI DIŞINDA
HERHANGİ BİR HESAP HAKKINDA TÜRK YETKİLİLERE BİLGİ VERMEYECEĞİNİ SÖYLEDİ.
HÜKÜMETİN BULABİLMESİ İÇİN FUAT AVNİ'NİN TWITTER'DAKİ IP ADRESLERİNE
İHTİYACI VAR. EĞER ALABİLİRSE BU IP ADRESLERİNDEN BAĞLANDIĞI SABİT ADRES
BULUNACAK. TABİ FUAT AVNİ TÜRKİYE'DEN BAĞLANIYORSA BULABİLİR. YA YURT
DIŞINDAN VPN PROGRAMI İLE YÖNLENDİRME YAPIYORSA O ZAMAN BULMA ŞANSI VAR MI
SİZCE ? :)
 
Sabah Gazetesi Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek, "Fuat Avni
uluslararası haber alma merkezi. Bir kişi değil." dedi.
 

<http://beyazgazete.com/video/webtv/guncel-1/abdurrahman-simsek-fuat-avni-bi
r-kisi-degil-433226.html>
 

<http://beyazgazete.com/video/webtv/guncel-1/abdurrahman-simsek-fuat-avni-bi
r-kisi-degil-433226.html> Video için tıklayın
 
Paralel medyanın sosyal medya tetikçisi Fuat Avni, provokatif tweetlerine
devam ediyor.
 
Türkiye'yi yurt dışında itibarsızlaştırmaya çalışan hesap son olarak 150'si
gazeteci bir çok isimin 17 Aralık'a karşı bir operasyonla gözaltına
alınacağını yazmıştı.
 
"BİR KİŞİ DEĞİL"
 
Fuat Avni'nin kim olduğu yönünde çeşitli iddialar ortaya atılırken Sabah
Gazetesi Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek, "Fuat Avni uluslar arası
haber alma merkezi. Türkiye, Belçika, Amerika ve
<http://beyazgazete.com/sayfa/almanya-3663.html> Almanya ayağı var. Bir kişi
değil." dedi.
 
"HER YER BUNLARIN ELİNDE"
 
UYAP'ın, Türk Telekom'un ve emniyetin altyapı sistemlerinin cemaatin elinde
olduğunu söyleyen Şimşek, "Her yer bunların elinde. Bu yüzden çok rahat
istihbarat alabiliyorlar. Aldıktan sonra kuryeler vasıtasıyla haber alma
merkezine gidiyor oradan da dağıtıma geçiyor." şeklinde konuştu.
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags YANDAŞ MEDYA, AK PARTİ, HÜKÜMET, FUAT AVNİ]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 09:49PM +0200

Mısır'da darbeyle görevinden uzaklaştırılan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve
35 kişinin yargılandığı "casusluk" davasında savunma heyeti, sanıklar
hakkındaki suçlamaları "tutarsız" oldukları gerekçesiyle reddetti.
 
Yargı kaynaklarından alınan bilgiye göre, Mursi ve 35 sanığın yargılandığı
davanın duruşmasına bugün de devam edildi. Duruşmada Mursi'nin, "Rabbim,
üzerimizdeki ve Muhammed ümmeti üzerindeki bu musibeti kaldır" şeklindeki
duasına Mahkeme Başkanı Hakim Şaban eş-Şami, "Amin" diyerek karşılık verdi.
 
Mursi'nin dış işlerinden sorumlu yardımcısı Isam el-Haddad'ın avukatı Semir
Hafız, İstihbarat teşkilatının yaptığı ve "Mursi'nin sekreteri Ahmed
Abdulati'nin Haddad için biri İspanya'nın başkenti Madrid'de İslamcılarla
diğeri Kahire'de Türk Büyükelçisiyle aynı anda görüşme tertip ettiği"
yönünde suçlamalar içeren soruşturmanın çelişkili olduğunu savundu.
"Müvekkilim aynı anda iki farklı yerde nasıl görüşme yapabilir?" diyen
Hafız, yabancı ülkelerde yapılacak görüşmelerin o ülkelerdeki Mısır
büyükelçilerinin eşliğinde gerçekleştiğini hatırlatarak, bu konuda resmi
belgelere başvurulması gerektiğini söyledi.
 
Mursi'nin yardımcılarından Eymen Ali'nin avukatı Hasan Abdusselam ise
"Emniyet teşkilatı nasıl olur da hain ve casuslukla suçlanan
Cumhurbaşkanı'nın bir yıl bu görevde kalmasına izin verir" diyerek,
sanıklara yöneltilen suçların tutarlı olmadığını belirtti.
 
Abdusselam, müvekkilinin, Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) üyesi
olmadığını ve daha önce de bunu ispatlamak amacıyla dava açtığını kaydetti.
 
Duruşma, savunma heyetinin dinlenilmesi için 22 Aralık'a ertelendi.
 
Mursi ile 35 kişinin yargılandığı "casusluk" davasında sanıklar, "Devletin
çıkarlarına zarar vermek amacıyla Hamas, Lübnan'daki Hizbullah örgütü ve
İran Devrim Muhafızları'yla suç amaçlı işbirliği" yapmakla itham ediliyor.
36 sanıktan 22'si tutuklu, 14'ü ise gıyaben yargılanıyor.
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category güvenlik]
 
[tags MISIR DOSYASI, Mursi, Yargılanma]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 09:46PM +0200

"İmamın Ordusu" kitabının yasaklanmasını Avrupa parlamentosunda böyle
savunmuştu
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakan olduğu dönemde Strasbourg kentinde Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap etmiş, Ahmet
Şık'ın tutuklanması ve "İmam'ın Ordusu" kitabının basılmadan toplatılmasına
ilişkin soruyu yanıtlamıştı.
 
SORU ŞUYDU
 
Erdoğan bir parlamenterin ".. Basın özgürlüğünün önemini vurguladınız.
'İmamın Ordusu' kitabı sansüre uğradı. Ahmet Şık isimli gazeteci tutuklandı.
Bunun sebebini bize açıklar mısınız? Kitabın yayınlanmasından önce yapılan
sansür ve tutuklama sebebini açıklar mısınız?" sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
 
BOMBALI MALZEMELİ ÖRNEK
 
"... Bu kitapları toplatan ben değilim. Bu basılmamış dediğiniz kitapla
ilgili, işte az önce söylediğim gibi, tutuklanan medya mensuplarının belge
ve bilgiler ve ardından neyin geldiğini gösteriyor ki, yargı yürütmenin
hemen diyor ki şurada böyle bir hazırlık var. Hemen siz bu hazırlığın
üzerine gidin. O hazırlığın üzerine gidildiğinde ortaya bu çıkıyor. Bombayı
kullanmak suçtur. Ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri kullanmak da
suçtur. Fitilinden tutun diğer malzemelerine kadar ne varsa, bunun ihbarı
gelmişse, güvenlik güçleri gidip bunları toplamaz mı? Almaz mı? Çünkü o da
bir suç teşkil etmektedir. Gider onları alır. Burada da eğer daha önceden
gelmiş bilgiler ve bilgiler içerisinde bu tür hazırlıkların olduğu varsa,
yargıda bununla ilgili kararını vermiştir. Güvenlik güçlerimizden şu adreste
böyle bir hazırlık vardır gidin bu hazırlığı alın gelin demiştir. Bu
hazırlık daha sonra bu bilgiler internet sitelerine adeta kitap olarak
girmiştir. İnternet sitelerinde de bunun içinde neler olduğu ortadadır. Bu
gerçekleri görmek herhalde isabetli olacaktır. Bu yürütmenin yapmış olduğu
bir eylem değil, yargının almış olduğu bir karardır. Burada şunu söylemek
zorundayım: Hep işimize geldiğinde bağımsız yargıdan bahsediyoruz. Bağımsız
yargıyı her yerde savunuyoruz. Ama Türkiye'ye gelince Türkiye'de bağımsız
yargı istemiyorsunuz. Ya yürütmeye bağımlı bir yargı istiyorsunuz. Kusura
bakmayın. Yürütmeye bağımlı bir yargı yok. Bağımsız bir yargı var. Bağımsız
yargı da görevini yerine getiriyor. Olayın aslı budur."
 
İŞTE ORADA VERDİĞİ YANIT
 
 
 

 
VİDEO LİNK :
 

 
http://www.youtube.com/watch?v=rrKgSvR_efo
<http://www.youtube.com/watch?v=rrKgSvR_efo&feature=youtu.be>
&feature=youtu.be
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags ERGENEKON DOSYASI, TAYYİP ERDOĞAN, ERGENEKON, AVRUPA, SAVUNMA, AHMET
ŞIK OPERASYONU]
"yavuz altýndiþ" <elver...@yahoo.com>: Dec 17 07:01PM

Çağrı: Tüm Dünya Türkleri,  Dernek, Kuruluş ve mensuplarına.Sefa M. Yürükel (Lahey-Kasım 2014)ErmeniKonusunda 2015 Anavatan Savunması için Görüş ve Eylem Takvimi Önerisi:Bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı sırasında gelişen ve 1915yılında kendi vatanına ve milletine karşı düşman saflarında veya dumanlaişbirliği yaprak her türlü ihanet içerisinde olan Batı ve Çarlık Rusyasıdestekli Ermeni Hıncak ve Taşnak örgütlenmesi ve eylemlerine karşı, bir türzorunlu savaş önlemi olarak, isyancı ermeniler ve destekçileride dahil: İç,Doğu, Güney ve bazı Batı ve Karadeniz Anadolu illerindende dahil olmak üzerezorunlu geçici ikamet amacıyla, Musuldan ve Lübnana kadar olan Osmanlı topraklarıiçerisinde kurulan yerleşkelere, gerekli zarururi önlemlerde elden geldiğincealınarak tehcır edilmişlerdir. Bu durum içteki düşman ve düşman işbirlikçisifaliyetlere karşı önlem olduğu gibi, aynı zamanda vatanına karşı yaygın ihanetiçersinde olan ermeni etnik gurubuna mensup ahalininde zarar görmesini engellemiş ve hayatını kurtarmıştır. Aynızamanda bu durum Anadoluda İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden zounlu olarakgelen savaş ve soykırımdan kaçan Türk ve diğer müslüman halklar içindegüvenilir bir bölge yaratma olanağını sağlamıştır. Zaten M.K. Atatürkte bugüvenilir bölgeye sığınmış, Amasya, Erzurum ve Sivasta kongreler yapmış, KuvayıMilliye teşkilatları bu bölgelerde eğitilmiş, Ankarada Meclisi kurarak Kurtuluş Savaşını bu güvenilir bölgede başlatmışve zafere ulaştırmıştır. Haklı ve uluslararası hukukada uygun olan bu Tehcırkararı Türk Milletinin kurtuluşunu sağladığı gibi içte barışıda sağlamıştır. Tehcır kararı ile Ermeni etnik grubuna mensup olanahalininde Emperyalist destekli icraatlarına bir son verilmiş ve  onlarında Irak, Suriye ve Lübnan eksenindezorunlu ve geçici ikamet e tabi tutarak meydana gelebilecek intikam ve diğeristenmiyen saldırılardanda kurtarılması sağlamıştır. Alınan tehcır kararı veuygulaması, dünya savaş tarihinin en insanı uygulamasıdır. İhanet içersindeolan kim olursa olsun savaş kuralları içersinde ölümle cezalandırılırken,Türkler kendi savaş geleneklerini uyguluyarak bir milleti ölüme mahkum etmemişonları savaş koşulları değişene kadar ceza olarak geçici bir zorunlu ikametemahkum etmiştir. Daha sonrada koşullar değişince geri dönüş kararı çıkararaktekrar ermeni kökenli grubun mensuplarına ayrıldıkları yerlere geri dönme vetaşınmaz mallarını geri alma hakkı tanınmıştır. Bu anlamda alınan tehcır kararı zorunlu yer değiştirmedir. Soykırım asladeğildir. Zaten Nurmberg Mahkemesinede gelen ve Türkleri Soykırım yapmaklasuçlayan bu Ermeni önerisi kabul görmemiş, Maltadaki bu konuda yapılanyargılamardada 150 Osmanlı lideri suçsuz bulunmuş ve En son Doğu Perinçekle ilgili  Ermeni Soykırımı Emperyalist bir Yalandırkonusunu işleyen ve bu konuda Fransa ve İsviçrenin karşı tavrını eleştirerekmahkum edilmeye çalışılan davadada Avrupa İnsan Hakları Mahkemeside aldığı  Kararındada aynı vurguyu yapmıştır. Yani hiçbir hukuk kararda bu soykırım diyememiştir. Alınan Parlemento veya buna benzer kararlarda esas olarak ulusararasıhukuka ve  konuyla ilgili BirleşmişMilletler 1948 Sözleşmesine aykırıdır. Bu konuda var olan  belgeler ve bilgiler Türk Milletininlehinedir. Bu konuda bir tereddüt yoktur. Bu konuda alınan Hukuksuz kararlarEmperyalist amaçlıdır. Bu kararlara karşı bu yüzden hukukekseninde mücadele edildiği gibi siyasi olarakta mücadele edilmelidir. Çünkükararlar siyasidir. Uluslararası hukuku ve Türkiyeyi alınan siyasi kararlarbağlamaz.1915 Olayları konusunda kısaca bu çerçeveyi çizdikten sonraBatı destekli Ermeni örgütlerinin ve Ermenistanın hukuk tanımayan iddaları vefaliyetleri 1915den sonrada kesilmemiş ve aldıkları emperyalist destekle katmerli bir şekilde, çıkardıklarıkitaplar, diğer çeşitli yayınlar, terörist faliyetlerle devam etmiştir. Tehcırkararını alan Türk devlet büyükleri ve yıllar sonrada Türk diplomatları  ermeni Taşnak ve Hıncaklarının uzantısı olanASALA vs. gibi terörist örgütlerin saldırılarında şehit edilmişlerdir. Bunundışında, Sovyetler birliğinin dağılması sırasında Ermenistan AzerbaycanCumhuriyetinin Karabağ bölgesini işgal etmiş ve orada bulunan AzerbaycanTürklerine karşı Soykırım, İnsanlık Suçu, Savaş suçu işlemiştir. Emperyalistlerce desteklenen ermeni örgütlenmeleri, kenditabirleri ile Tanıtma, Tazminat ve Toprak talepleride dahil olmak üzere birdizi taleplerinden vazgeçmeyerek hem Azerbaycan, hem Gürcistan ve Türkiyedendetoprak istemektedirler. Bunun mümkün olmadığını onları destekleyen güçlerdebilmektedir. Fakat geçmişten bugüne gelen Emperyalist Doğu projeleri gereğive  BOP eksenindeki yeni emperyalistemellerinden dolayıda Kürt konusu gibi bu konuyuda kaşımaktadırlar. 1915 Ermenitehcırını soykiim yapılmış gibi göstermek için tehcırın 100. yılı bahanesi ileEmperyalist devletlerle ve işbirlikçilerle birlikte büyük eylemlerehazırlanmaktadırlar. Biz Türkler olarakta haklı tehcır kararını sadece savunmakiçin değil aynı zamanda 1. Dünya savaşı ve daha sonraki sıralardaki Ermeniörgütlerinin Emperyalistlerin planlarına uygun olarak Anadolu da, Karabağ dakiişledikleri soykırım ve insanlık suçlarını ortaya çıkarmak ve bu suçlarıdünyaya duyurmak kamuoylarını etkilemek yönlendirmek ve ermenilerin yaptığıterörist faliyetlerde kaybettiğimiz lider ve diplomatlarımıza sahip çıkmak içinbilgiye ve belgeye dayanan eylemsel taarruz stratejisi ve politikası izlemeliyiz.2015 yılını Anavatanı savunmak için Tehciri savunma veemperyalizm destekli ermen örgütlerinin 1915 de Anadoluda ve Kafkasyada, 1992Karabağdaki  türk ve müslüman halklarakarşı soykırım yaptığını anlatmak ve ununla beraber Ermeni terör örgütleritarafından şehit edilen Türk lider ve diplomatlarını anmak ve onlara sahipçıktığımızı göstermek ve dünya kamuoyunu bu amaçlarla etkilemek,yönlendirmek  ve etkinlikleri bir takvimebağlamak için  benim bu konudakiönerilerim kısaca şunlardır: 1.            2015Türkler için, 1914-15 ve 1992 yılında Emeryalist destekli Ermenilerin Anadoluve Karabağda yaptıkları Türk ve Müslüman soykırımlarını anlatmak için taarruzstratejisi geliştirmek olmalıdır.2.            Taarruzstratejisi ve eylemliliği, Rus, Osmanlı, Fransız, Alman ve diğer bilgi vebelgelere dayalı olarak Vatan savunması ekseninde yapılmalıdır.3.            28.Ocakta Strazburgda İnsan Hakları Mahkemesinde Fransa, İsviçre, Ermenistan veErmeni örgütlerinin müdahil olarak yer alacağı ve bizim için lehimze ve büyükkazanç sayılan Doğu Perinçekin Ermeni Soykırımı Emperyalist bir yalandırkonusunda daha önce aldığı önemli kararın temyizi ile beraber yapılacak olanduruşmada bizim merkezi olarak koordine edilip Mahkeme önüne bütün dünyadanuçak ve otobüslerle Mahkeme önünde olmamız gerekiyor. Davamızın arkasındaolduğumuzu perçinliyerek bu anlamda Doğu Perinçek in savunmasında (esasında birkarşı taarruzdu) bizim lehimize olan tutumunu desteklememiz ve sahipçıktığımızın gösterilmesi gerekiyor. Ve acilen Sn. Doğu Perinçek in davadasavunma yapabilmesi içinde yurtdışı çıkış yasağının hemen kaldırılması içinT.C. Hükümetine çağrı yapılması ve bu konuda mücadele edilmesi gerekiyor.4.            28. OcaktaStrazburga gelemiyenler ise (Özellikle İskandinavya, Rusya, Türkiye , Azerbaycanve Türki Cumhuriyetler , ABD, Kanada ve Avusturalyada vd. yerlerdekiler)bulundukları ülkelerdeki: Fransa, Ermenistan ve İsviçre Büyükelçilikleri vediplomatik misyonlarının önünde protesto gösterisi düzenlemeli ve kapılarınasiyah çelenk bırakmalıdır.5.            Konuyailişkin olarak 1914-1915 ve 19118-1920 yılları arasında yapılan AnadoludakiTürk ve diğer müslüman ahaliye yapılan soykırımlar ve 1992 yılında Karabağda (v.d. bölgelerde özellikle  Türkmeneli,Ege adaları, Kıbrıs, Yunanistan ve Balkanlar vb. gibi bölgelerde dahil olmaküzere )Türklere yapılan soykırımlarla ilgili ortak anmak için bir günbelirlenmeli ve bu günü tarihte ve günümüzde)Türklere yapılan Soykırımlarailişkin olarak TÜRKLERE SOYKIRIM günü ilan edilmelidir. Benim önerim TalatPaşanın Berlinde Şehit edildiği 15. Mart günü buna uygundur.6.            Ermeniörgütleri ve Emperyalistlerin siyasi ve fiili destekleriyle yapılan buyaptıkarı soykırımlarla ilgili sorumluların tespit edilmesi ve tazminatanlamında ve hukuken cezalandırılması için dosyalar hazırlanmalı ve gereklimercilere bu konuda baş vurulmalıdır. Çünkü bir çok mağdur ve yakını bu konudabilgisiz ve devletin ilgisizliğinden dolayı bu konuya eğilmemiştir. Bu yüzdendebu yakıcı  konu sanki kapanmıştır. Biz bukonunun kapanmadığın belgeler ile ortaya koyarak gerekli hukuk mücadelesiniyapmalı ve dünya kamu oyunuda, yayınlar, konferans, toplantı, gösteriler ve sergilerle etkiliyerek yanımızaçekmeliyiz.7.            Ermeniterör örgütleri tarafından şehit edilen Azerbaycan ve Türkiye diplomat vedevlet adamları vuruldukları yerlerde ve günde toplu katılımlarla anılmalı veşehit edildikleri yerlere birer prinçten, tunçtan yada mermerden anıt yada şiltdikilmelidir. Mezarları  ve vurulduklarıyerler ziyaret edilmelidir. Ibadethanelerde  şehitlerin gıyaplarında mevlit okunmalıdır.8.            Şehitedilen diplomatlarla ilgili dava dosyalarının açılması sağlanmalı ve müdahilolunmalıdır.9.            Taarruzstratejisi gereği,  25-26 Şubatta KarabağTürk soykırımı ile ilgili Ermenistan Büyükelçilikleri ve diğer misyonlarıönünde protesto gösterileri düzenlemeli ve siyah çelenk bırakılmalıdır.Azerbaycan Büyükelçliklerine ve diplomatik misyonluklarında kitlesel taziyeziyaretleri yapılmalıdır.10.          Eylem yılıdolayısı ile vuruldukları gün dışındada  1.Mart 2015 tarihinde tüm şehit edilen Türk Devlet Büyüklerinin vediplomatlarının vurulduğu yerlere çelenkler ve karanfiller bırakmalı ve bukonuda kitlesellik sağlanmalıdır.11.          15Martta  Talat Paşanın ve Dr. BahattinŞakir ve Azmi Beylerin Berlinde Vuruldukları Yerden başlayan ve Avrupa çapında Berlin Merkezinde  kitlesel bir Miting yapılmalı.  Berlin Türk Şehitliğindeki mezarları kitleselolarak ziyaret edilmeli. Tehcır savunulmalı ve Anavatanın haklı davasına sahipçıktığımız yaygın  Medya aracıyla dünyayailan edilmelidir.12.          24 ve 25Nisan günleri, Ermeni örgütlerinin eylem yapacağı  Türk Büyükelçilikleri ve diplomatikmisyonları önünde kitlesel değişimli nöbet tutulmalı ve Dünyaya biz buradayızve Anavatanı savunuyoruz denilmelidir.13.          Tümeylemliliklerde kitleselliğe önem verilmeli aynı zamanda medyada (sosyal, yerelve uluslararası medyada) kendi fikir ve eylemimizin yer bulması için çalışacakve görev alacak bulundukları ülkeye göre iyi dil bilen 2015 yılı için bir ekipkurulmalıdır.14.          Taarruzstrajesi ve politikamızla ilgili olarak çeşitli dillerde sosyal medya ağlarıaçmalı ve etkili olarak kullanılmalıdır.15.          EylemliliklerTürk Devletlerindeki, Rusya, Avrupa, Asya, Amerika , Afrika ve AvusturalyadakiTürkler tarafından ortak olarak koordine edilmelidir.16.          Diğer milletlerdensivil toplum örgütleri, bölgelerdeki belediye meclisleri ve milli meclislerziyaret edilemeli ve bizim fikrimiz hem yazılı hemde sözlü olarak ilgililerebeyan edilmelidir.17.          Medya ileilişki kurup eylemlerimizin  etkinliğininarırılması sağlanmalı ve özellikle türk olmayan medyada yer alınmasısağlanmalıdır.18.          Yabancımedyada mümkün olduğunca konuya hakim kişilerin mülakat vermesi içinçalışılmalıdır.19.          Eylemlerdebulunduğumuz ülkelerde hukuk, siyaset, medya, toplantı, miting, örgütlenme veeylem grupları oluşturulmalıdır.20.          1915olayları ve 1992 Karabağ soykırımları, Ermeni tehciri ile igili Türklere veayrıcada diğer milletlere yönelik hızlandırılmış belge ve bilgiler ışığındaeğitimden geçen gruplar teşekkül edilmelidir. Yani 20 şer kişilik gruplaraeğitim verilmeli ve bilgiye dayanan kalıcı bir potansiyel yaratılmalıdır. Bukonuda kitlemiz bu eğitimden geçenler sayesinde hızla bilinçledirimelidir.21.          Buçalışmalarda milli olmak tek şart olmalıdır. Mitinglerde ve etkinliklerde Türk,Azerbaycan vb. benzer bayrakların dışında bayrak olmamalı ve sloganlarda vepankartlarda  önceden belirlenerek bukonularda ağız birliği yapılmalıdır. Tabiki afişlerde düzenliyenlerin ve destekçi kuruluşların adları yeralmalıdır. Ama sadece afiş ve bildirilerde bu yer almalıdır. Mitinglere değil.Ayrıca konu milli olduğu içi her hangi bir siyasi yada sosyal grup bu konudadiğerinin önünde tutulmamalı buna kesinlikle müsade edilmemelidir. Konuşmacılardikkatle seçilmeli ve herkese hitap eden olmalıdır. Buralarda güvenebileceğimizsınanmış Türk olmayan konuşmacılara özellikle yer verilmelidir.22.          Kitleselliğeönem verilmeli kendisini milli sayan hiç bir kuruluş ve şahıs dışlanmamalıdır.Bu konuda bizim dışımızdaki milletlerden dostlarında katılım sağlanmalıdır.23.          Yapılacakfaliyetlerle ilgili olarak, kişilerden ve kurumlardan, ticaret mensuplarındanbağış toplanmalıdır. Bu konuda bir banka hesabı açılmalıdır.24.          En sonönerim ise, Avrupada bu konuda 2015 yılı için hem bulunduğumuz bölgelerle hemdediğer ülkelerde ortak anlık hareketleride sağlamak ve iyi etki yaratabilmekiçin merkezi bir sekreterya oluşturulmaldir. Bunun Almanyada olması Türkler için hem merkezi olası dolayısı ile hemdeyoğun türk nüfusu olması nedeniyle büyük bir avantaj sağlıyacaktır.25.          Tüm buönerileri Rusya, ABD ve Kanada, Avusturalya daki ve diğer Türk devletlerindekiTürklerde kendi bulundukları bölgelerde gerçekleştirmeleri çok acil bir konu olarakele alınarak örgütlenmelidir.26. 2015 için  Aylarayayılan bir plan üzerinde çalışılmalıdır.Görüş ve fikirlerinizi assağıdaki eposta adresime yazabilirve telefonla iletişim kurabilirsiniz.Türk Milletinin Değerli fertleri ve örgütlenmeleri bu konudaacil kararlar alıp eylem hazırlıklarına başlamalı ve Türkler Ocak 2015 denitibaren karşı taarruz hareketini başlatmalıdır.Bu önerimi mümkün olduğu kadar Türk Dünyası iletişimağlarında yaygınlaşmasını önemle rica ederim.Saygılar, Selamlar, Iyi Çalismalar, Başarılar…...Sefa M. YürükelLahey Türklere Soykırımları Araştırmalar Vakfı BaşkanıSoykırım ve Terrorizm AraştırmacısıSosyal Antropolog ve Etnografsef...@gmail.comtel. 0031 634371012   ŞEHİT DİPLOMATLARTarih/Şehir / GörevAdı-Soyadı27.01.1973Santa Barbara /BaşkonsolosMehmet BAYDARKonsolosBahadır DEMİR22.10.1975Viyana / Wien /BüyükelçiDanış TUNALIĞIL24.10.1975Paris / Büyükelçiİsmail EREZŞoför / DriverTalip YENER16.02.1976Beyrut / BaşkatipOktar CİRİT09.06.1977Vatican City / BüyükelçiTaha ÇARIM02.06.1978Madrid / Büyükelçi / ElçiNecla KUNERALPEm.Büyükelçi / Retired AmbaşsadorBeşir BALCIOĞLU12.10.1979Lahey / Büyükelçi Oğlu / Ambaşsador's SonAhmet BENLER22.12.1979Paris / Turizm Müşaviri
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 08:51PM +0200

ÖZEL BÜRO NOTU : İLETİ İÇİN SERDAR YILMAZ BEYE TEŞEKKÜR EDERİZ. SAYIN
ÜYELERİMİZ, EĞER TAYYİP ERDOĞAN'IN STİLİNİ DİĞER LİDERLER DE UYGULARSA
BAŞARILI OLABİLİR Mİ ? KİMİ EVET DİYECEKTİR KİMİ DE HAYIR. AMA ŞU BİR
GERÇEK, BEĞENELİM YADA BEĞENMEYELİM TAYYİP ERDOĞAN TÜRK İNSANININ NABZINI
YAKALAMIŞTIR. MUHALEFET PARTİLERİ İSE BİR VARLIK GÖSTEREMEDİĞİ İÇİN TAYYİP
BEYİN YILDIZI DAHA DA PARLAMIŞTIR. BU YAZIYI EĞER MUHALEFET OKUR DA BİR
ÖNLEM ALMAZSA DAHA ÇOK KONUŞURUZ BUNLARI MAALESEF.
 
Recep Tayyip Erdoğan'ın Başarısının Temeli
 
1- Hitabet sanatı kuvvetli, çok iyi hitap ediyor.
 
Kötü hitabet nasıl olur derseniz.Kemal Kılıçdaroğluyla, Devlet Bahceliyi
dinleyin, kötü hitabet nasıl olur uygulamalı olarak görün. Mıymıy Kemal ve
Tintin Dede Bahceli buna en iyi örnek.
 
2- Hareketli, devamlı halkın içinde. Halkın anlayacağı dilden konuşuyor ve
ikna kabiliyeti kuvvetli.
 
3- Siyaset yapacak finansmanı bulabiliyor.
 
Sünnet düğününe gelen takıları, hediyeleri iyi değerlendirdi
 
Akbilde yapıldığı söylenen kalpazanlıktan gelen parayı siyaset hayatında iyi
kullandı.
 
Millete yapılan hizmetlerden komisyon adı altında, paçayı sıyırarak rüşvet
almasını, Bağış adı altında da rüşvet almasını iyi biliyor. Bunları
siyasetinin finansmanın da kullanıyor
 
(Bunları Makul Şüpheye dayanarak yazıyoruz !)
 
4- Bin yıl yaşasalar hayatları boyunca bir şey olamayacak insanlara unvan,
makam vererek mesela gazeteci, jöleli danışman, bakan veya milletvekili
yaparak kendisine sadık birer figüran, piyon haline getiriyor. Recep Tayyip
Erdoğan tarihe geçerken, ona destek olanlar unutulup gidecek.
 
5- Ulvi değerleri kullanmasını.nabza göre şerbet vermesini çok iyi biliyor.
 
6- Gençliğinden beri siyasetin içerisinde oluşu,
 
7- Sistemin açıklarını iyi biliyor.
 
8- Ekonomik alanda pratik bilgisi var.
 
9- Kendisi zenginleşirken, çevresini de zenginleştirmesini biliyor.
 
10-Rakipsiz oluşu, bol bol geyik muhabbeti yapan, işe uygulamaya gelince
püffff diyen sönen muhalefet partilerinin oluşu.
 
11- İşine gelmeyen insanları, bir süre kullanıp, sonra postalamasını,
popolarına tekmeyi basmasını biliyor.
 
BİR MADDE DE BİZ EKLEYELİM.
 

 
12- HALKIN %96.2'SİNİN MÜSLÜMAN VE MUHAFAZAKAR OLDUĞU BİR ÜLKEDE KUTSAL
KİTABI VE DİNİ TEMALARI KULLANMASINI İYİ BİLİYOR. BİR ÇOK KONUŞMASINDA
BESMELE İLE BAŞLAYARAK SÜREKLİ "ALLAH BİZİM YANIMIZDA" MESAJINI ÇOK İYİ
SATIYOR.
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags AK PARTİ DOSYASI, TAYYİP ERDOĞAN, LİDER, MUHALEFET PARTİLERİ, ANALİZ]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 08:22PM +0200

Aslında günümüz Türkiye'sini cadı kazanına çeviren plan, ABD Kongresi'nin
1896 yılında yaptığı gizli oturumda işleve konulmuştur.
 

 
Osmanlı'nın büyük pastası dilimlere ayrılacak, her dilim bir Avrupalı prens
veya asilzadeye emanet edilecek, ama tüm pasta İstanbul'daki "Büyük Abi"nin,
denetiminde olacaktır.
 
Osmanlı eyaletlere bölünürken İslam ılımlaştırılacak(!), Halife ve payitaht
Amerika'nın denetiminde kalacaktır.
 

 
Bu plan henüz adı açıklanmamış "Dünya Hükümeti"nin ve elbette Haçlıların
alkışladığı ve desteklediği bir plandır.
 

 
"Dinler Arası Diyalog" ve Osmanlı ve Muaviye Müslümanlığının, zehirli
mantar örneği türeyen artıkları cemaat ve tarikatlar "Ilımlı İslam" denilen
maskaralığın tohumlarıdır. Ilımlı İslam projesi son derece önemli ve
üzerinde sayfalarca yazı yazılması ve tartışılması gereken bir konudur.
Türkiye'nin sürüklendiği kaos ortamı, bu zehirli artıkların eseridir.
 

 
Daha dün oturdukları koltukları borçlu oldukları Gülen'in elini eteğini
öperken ve hatta F Tipi örgüte toz kondurmazken, eski kadim dostları ve
koalisyon ortakları "paralel devlet" iddiası ile boy göstermişlerdir?
 

 
F Tipi ve CFR'nin göbek bağını kestiği siyasal örgüt. Her ikisi de küresel
çetelerin kendi çıkarları için döllediği, iki örgüttür.
 

 
İki örgütün de amaçları Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni dönüştürmek ve hatta
yıkmaktır. Her ikisinin de rejim düşmanlığı ve ulusu ümmetleştirme çabası,
bilinen bir gerçektir.
 
Tek tehlike F Tipi cemaat değildir. Onun koalisyon ortağı siyasi partinin
iktidarı zamanında ülke cemaatlerin ve hatta radikal İslam örgütlerinin
kışlası haline gelmiştir. IŞİD, El-NUSRA, El-KAİDE, İHVAN ve RABITA.
 

 
Ve bu örgütlerin tamamı Amerika bağlantılıdır.
 

 
Görünen köy kılavuz istememektedir. Her iki örgütte yani F Tipi ve siyasal
iktidar güçlerini söyledikleri yalanlar üzerine inşa etmişlerdir. İleri
demokrasi, temiz toplum, özgürlük ve barış. Ve bu yalanlar dini ve milli
değerler yerle bir edilerek güçlendirilmiş, etnik kökenler de kaşınarak
kapsam alanını genişletmiştir.
 

 
Tek amaçları kendi otoritelerini devlet üzerinde hakim kılmaktır.
Aralarındaki tek fark birinin diktatör edasıyla, diğerinin yumuşak ve sinsi
davranışlarıyla kendilerine verilen görevi "Büyük Abi"nin emir ve
talimatlarıyla yerine getirmektir.
 

 
"Cemaat orduya kumpas kurdu." İktidardaki siyasi partinin bu söylemi
traji-komik bir ifade olmaktan hiçbir zaman kurtulamayacaktır.
 

 
Orduya kurulan kumpasta her iki örgütün ortaklık belgesi 5/KASIM/2007'de;
Bush-Erdoğan, Oval Ofis görüşmesinde tarihe not düşürülmüştür.
 

 
Bu görüşme hala gizemini korumaktadır. 1 saat 15 dakika süren bu görüşme
için A.Gül'ün kadim dostu Fehmi Koru; "Ergenekon Operasyonu bu görüşmede
kararlaştırıldı." Demektedir.
 

 
Ancak özellikle bir Türk Destanı'nın adının verildiği ve hatta
1.İddianamenin 41-42 sayfalarında Gazi Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK'ün dahi
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıkmaya yönelik örgüt üyesi" olarak
suçlandığı; Ergenekon Operasyonunun başlangıç tarihi 12 Haziran 2007'dir.
 

 
Ümraniye'de bir gecekonduda ne hikmetse sonradan ortadan kaybolan 27 el
bombası ve TNT kalıpları ele geçirilmiş ve iki kişi tutuklanmıştır.
 

 
Bu olay bir başlangıçtır. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Hedef ulus
devletin her şeye rağmen koruyucu unsuru Türk ordusudur. Sahte deliller,
CDler, bavul dolusu üretilmiş belge.
 
İktidarın görevlendirdiği ve hatta bizzat talimat verdiği F tipi savcı,
yargıç ve polisler iş başındadır. Devlet F Tipi örgüt ve iktidar tarafından
paylaşılmıştır.
 

 
Her muvazzaf ve emekli asker tutukladığında iktidarın başı ekranlarda arz-ı
endam etmekte bağımsız yargıdan (!)bahsetmektedir.
 

 
Bazıları özellikle Derviş Mehmet'in torunları alaycı bir ifadeyle, Silivri
zulümhanesinde hastalanan belirli bir yaşın üstündeki askerleri kast ederek
"İyi ki bunların zamanında savaşmamışız" demekte, aklı sıra Türk askerini
aşağılamaktadır.
 

 
Belki birileri, yazdıkları yazılarda " korku imparatorluğu" Türk milletinin
şah damarına ustalıkla enjekte ettiği içindir ki, Türk milletinin büyük bir
çoğunluğu; kendi evlatlarına, "Peygamber Ocağı"na yapılan bu aşağılamayı
sessizce seyretmektedir.
 

 
Ne yazık ki Türk milleti askerine yeteri kadar sahip çıkmamış ve cephenin
gerisine çekilmiştir. Ve meydan başkanlığını Amerika'nın yaptığı üçlü şer
koalisyonuna terk edilmiştir.
 

 
Bunun yanı sıra son derece aşağılık bir taktik uygulanmış, Türk ordusu
fuhuşla, casuslukla, gizli belgeleri dış güçlere satmakla, üstlerine suikast
yapmakla ve özellikle faili meçhul cinayetlerle suçlanmıştır.
 

 
Kısa bir süre önce serbest bırakılan Albay Cemal Temizöz hala "Faili Meçhul
Cinayetler" davasında yargılanmaktadır. Üstelik " Casusluk Davası" ile
yargılanan 43 subayımız henüz özgür değildir ve üzerlerindeki suçlamalar
kalkmamıştır.
 

 
Artık F Tipi örgütün polisi ve savcısı görevde değildir. Ancak iktidar tipi
polis ve yargı iş başındadır.
 

 
Şimdi o zindanda kaç kişi öldü veya öldürüldü, hatırınızda mı?
 

 
Örneğin eski MİT Daire Başkanı Kaşif Kozinoğlu'nun ölüm nedeni ecel-i sahih
midir, yoksa? Kaşif Kozinoğlu'nun el yazısı ile yaptığı açıklamayı okuduktan
sonra siz karar verin en iyisi.
 

 
"Almanya, AKP'ye koz olarak elinde bulundurulması amacıyla; Recep T.
Erdoğan'ın İsviçre bankalarında bulunan 800 milyon ABD Doları civarında
olan, sekiz ayrı hesabın numaralarını ve kimlerin adına yatırıldığını
öğrenebilmek ve belge temin edebilmek amacıyla, EYŞAN Adalarındaki İsviçre
Bankası Müdürü'nü( Alman Dış İstihbarat Servisi BND'nin söz konusu müdür
gibi bir çok elemanı mevcuttur İsviçre Bankalarında) kullanarak R.T Erdoğan
ve benzeri bazı hedef şahısların( TC Vatandaşı, AKP Yöneticisi) hesaplarının
tüm belgelerini 30 milyon Euro karşılığında temin etmişlerdir."
 

 
Ya KUDDİSİ OKKUR? Ölüm döşeğindeki feri sönmüş gözlerindeki sorgulayıcı
bakışı unutmamız mümkün mü?
 
Ya Yüzbaşı Ongun Ural?
 
"Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilmez. "Hiç suçum yok,
hukuksuzluğa, karanlığa karşı ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum"
"Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu ne yaşayacak bir ülke ve
cumhuriyet bulamayacaksınız"
 
Yukarıdaki satırları hatırladınız mı? Aşağılanmaya tahammül edemeyen,
onurlu bir askerin intiharından önce yazdığı mektuptaki sitem dolu sözcükler
ve hatta ikaz içeren bir cümle sizin için bir şey ifade ediyor mu?
 
Rahmetli Ali Tatar "Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu ne yaşayacak
bir ülke ve cumhuriyet bulamayacaksınız." cümlesiyle, kime, kimlere
seslendi? Omuzları kalabalık komutanlar duydu mu bu serzenişi?
 
"Vardiya Bizde" "Sessiz Çığlık"ta kaç kişiydik? Aklınızla, mantığınızla ve
vicdanınızla hesaplaşın.
 
Ve cemaate yapılan operasyonları ibretle seyrederken şu soruyu sorun
kendinize "MİT Müsteşarı Hakan Fidan olayı, dershane rant kavgası ve 17-25
Aralık operasyonları" olmasaydı, bu ittifak, kirli işbirliği bozulur muydu?
 
Hiç sanmıyorum.
 
Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu üç ortaklı bir şer koalisyonunun
marifetidir. Tüm ölümlerde, çekilen acılarda, orduya yapılan kumpasta ve
hatta PKK ile yapılan ittifakta onların parmak izleri vardır. Yalakalar,
etek öpücüler, mütarekeci basın, işbirlikçiler ve SOROS'un beslemeleri,
alaca karanlık aydınları ise onların suç ortağıdır. Ve aralarındaki kavga
hiç bitmeyecektir.
 
F Tipi ve iktidar aynı döşeğin ürünüdür.
 
F Tipi mutlaka ve mutlaka tasfiye edilmelidir,
 
Ancak yapılan tasfiyeyi desteklerken; iktidarın da aynı döşeğin ürünü olduğu
asla unutulmamalı ve hesap sorulmalıdır.
 
Ve en önemlisi Türkiye, ABD'nin yarı sömürgesi olmaktan mutlaka
kurtarılmalıdır.
 
Yapılması gereken nedir? Son söz Mustafa Kemal Atatürk'ündür.
 
"Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü
halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler; Aralarındaki
Etnik, Dini ve Siyasi ayrımları ERTELEYEREK Ulusal Kuruluş Mücadelesi
yolunda birleşmelidir."
 
M.Kemal ATATÜRK (1921-İrade-i Milliye )
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category araştırma]
 
[tags ARAŞTIRMA DOSYASI, S. FİGEN ÖZEN, Şer Koalisyonu, Üçlü İttifak]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 08:12PM +0200

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü-Tarih Araştırma Merkezi'nin düzenlediği ve Rusya St-Petersburg Devlet Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Vladimir Gutorov tarafından verilecek olan "Türk-Rus İlişkilerinin Dünü ve Bugünü" adlı konferans, 19 Aralık 2014 günü gerçekleştirilecektir. İlgilenenler için konferansın yeri ve saati aşağıdaki şekildedir.
 

 
Tarih: 19 Aralık 2014 - Saat: 10:00
 
Yer: Edebiyat Fakültesi Kurul Odası (3. Kat)
 

 
Saygılarımla.
 
 
Mustafa TANRIVERDİ
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category duyuru]
 
[tags DUYURU, Türk-Rus İlişkileri, Konferans]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 01:05AM +0200

Ertuğrul Gazi (1188 – 1281)
 
Uç beyi olarak hüküm sürmüstür. Hükümranlik süresi Osmanogullari’nin en uzunudur. Babası Gündüz Alp,annesi Hayme Ana (Haymana)dir.Babasının ölümü üzerine Ertugrul Bey babasının yerine geçti. Ailesinin bir kısmı Ahlat’ta kaldı. Malazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra Kayı Boyu’nun bir kısmı Ankara’nın batısındaki Karacadağ yöresine yerleştirilmişlerdir. Yassiçemen meydan muharebesinde Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat lehine yararlıklar gösterdi. Selçuklu Sultanı, Kayı Beyi’ne Bizans sınırında 1000 kilometrekarelik bir toprağı Bizans’a karşı sınırı savunmak ve ileriye götürmek göreviyle verdi. 13.asir ortalarında Ankara’nın batısından göç edip Sögüt ve Domaniç’i ele geçiren Ertuğrul Bey idaresindeki Kayı aşireti, 400 çadır halkından oluşuyordu. Bugünkü Kütahya-Bursa-Bilecik illerinin sınırlarının birleştiği bölgedeki toprakları beyliğine “yurt” tuttu. Sögüt Kasabası’nın fethinden sonra beylik merkezini Sögüt’e taşıdı. Ölümünde Bizans’tan yaptığı fetihlerle topraklarını 4.800 kilometrekareye çıkarmıştı. Osmanlı Devleti’nin temellerini atan Ertuğrul Gazi, Oğuzların Kayı Boyu’na mensup olup Selçukluların uç beyi değildir. Selçuklu Türkiyesi’nin Bizans sınırının kuzey kesiminden sorumlu büyük uç beyleri olan Çobanogulları’na tabi olmuştur. Ancak oğlu Osman Bey 1300 yılı başında büyük uç beyi olup, artık doğrudan doğruya Selçuklu Sultani’na bağlanmıştır. Oğlu Osman Gazi’ye yaptığı vasiyeti ile altı asır boyunca ayakta kalacak olan bir devletin idarecilik ruhunun temellerini atmıştır. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ertugrul Gazi’nin 90 yaşından fazla olduğu halde (1281-1288) tarihleri arasinda Sögüt’te vefat ettiği bilinmektedir. Türbesi Bilecik ili sınırları içerisinde olan Sögüt Ilçesi’ndedir. Sögüt ilçesi’nde her yıl Ertuğrul Gazi’yi anma törenleri yapılmaktadir. Orhan Faik Gökyay’in tesbitine göre Dede Korkut kitabının önsözünde şu kayıt yer almaktadır: “Korkut ata ayıttı, ahir zamanda hanlık gerü Kayı’ya dege, kimesne ellerinden almaya, ahir zaman olup kıyamet kopunca. Bu dedügü Osman neslidür, isde sürilü gideyorur.”( <http://www.enfal.de/> http://www.enfal.de/)
 
Osman Gazi (1299 – 1326)
 
Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi, 1258′de, Sögüt’te doğdu. Babası Ertugrul Gazi, Annesi Hayme Hatun’dur. Osman Gazi, uzun boylu, yuvarlak yüzlü, esmer tenli, ela gözlü ve kalın kaslıydı. Omuzları arası oldukça geniş, vücudunun belden yukarı kısmı, aşağı kısmına oranla daha uzundu. Başına kırmızı çuhadan yapılmış Çagatay tarzında Horasan tacı giyerdi. İç ve dış elbiseleri geniş yenliydi. Osman Gazi değerli bir devlet adamıydı. Dürüst, tedbirli, cesur, cömert ve adalet sahibiydi. Fakirlere yedirip, onları giydirmeyi çok severdi. Üzerindeki elbiseye kim biraz dikkatlice baksa, hemen çıkartıp ona hediye ederdi. Her ikindi vakti, evinde kim varsa onlara ziyafet verirdi. Osman Gazi, 1281 yılında Sögüt’te, Kayı Boyu’nun yönetimine geçtiginde henüz 23 yaşındaydı. Ata binmekte, kılıç kullanmakta ve savaşmakta çok ustaydı. Aşiretin ileri gelenlerinden, Ömer Bey’in kızı Mal Hatun ile evlendi ve bu evlilikten ileride Osmanlı Devleti’nin başına geçecek olan oğlu Orhan Gazi doğdu. Sögüt’te temelleri atılan, altı yüzyıllık bir tarih diliminde ve üç kıtada hüküm sürecek olan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, 1326′da Bursa’da Nikris (goutte) hastalığından öldü. Erkek çocukları: Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey Kız çocukları: Fatma Hatun
 
Orhan Gazi (1326 – 1359)
 
Orhan Gazi, 1281 yılında doğdu. Babası Osman Gazi, annesi Kayı aşiretinin ileri gelenlerinden Ömer Bey’in kızı Mal Hatundu. Orhan Gazi, sari sakallı, uzunca boylu, mavi gözlüydü. Yumuşak huylu, merhametli, fakir halki seven, ûlemaya hürmetli, dindar, adalet sahibi, hesabını bilen ve hiçbir zaman telaşa kapılmayan, halka kendisini sevdirmiş bir beydi. Sık sık halkın arasına karışır, onları ziyaret etmekten çok hoslanırdı. Orhan Gazi, Babası Osman Gazi’nin 1326′da vefatıüzerine beyliğin başına geçti. Orhan Gazi, 1346′da Bizans Imparatoru VI. Yoannis Kantakuzenos’un kızı Teodora ile evlendi. Ayrıca, Yarhisar Tekfur’unun kızı Holofira, Bilecik tekfuruyla evlendirilirken, düğün basılıp Holofira esir alındı ve Orhan Gazi ile evlendirildi. Müslüman olduktan sonra adı Nilüfer Hatun olarak değiştirildi; bu evlilikten, ileride Osmanlı Devleti’nin üçüncü hükümdarı olacak Murad Hüdavendigâr doğdu. Erkek çocukları: Süleyman Pasa, Murad Hüdavendigâr, Ibrahim, Halil, Kasim Kız çocukları: Fatma Hatun
 
I. Murad (1359 – 1389)
 
Sultan Birinci Murad, 1326′da, Bursa’da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Bizans tekfurlarından Yar Hisar Tekfuru’nun kızı olan Nilüfer Hatun’dur (Holofira). Sultan Birinci Murad, uzun boylu, degirmi yüzlü ve iri burunluydu. Kalın ve adaleli bir vücuda sahipti. Başına mevlevî sikkesi üzerine destar sarılı bir başlık giyerdi. Çok sade giyinir ve kırmızı zeminli beyaz elbiseden hoşlanırdı. İlk eğitimini, annesi Nilüfer Hatun’dan aldı. Daha sonra tahsilini tamamlamak için Bursa’ya gitti. Buradaki Medreselerde ilim ve sanat adamları ile beraber çalıştı. Sultan Birinci Murad, gayet nazik, sevimli ve çok halim selim bir insandi. Âlim ve sanatkârlara hürmet gösterir, fakirlere ve kimsesizlere sefkatli davranirdi. Dahî bir asker ve devlet adamiydi. “Dervis Gazilerin, Seyhlerinin, Krali Murad Gazi” diye anilan Sultan Birinci Murad, bütün hayati boyunca plânli ve programli hareket etti. Sultan Birinci Murad, Bizans Kilisesi’ne göre bir kâfir ve İsa düşmanı olarak görülse de, fethettiği yerlerde yaşayan Hristiyan halka iyi davrandığı için onların sevgisini kazanmıştı. 1382 yılından itibaren “Murad Hüdavendigâr” diye anılan Sultan Birinci Murad, Birinci Kosova Savaşı’ndan sonra savaş alanını gezerken, Sırp Asilzâdesi Milos Obraviç (Sırp Kralı Lazar’ın damadı) tarafından hançerlenerek şehit oldu (1389). Erkek çocukları: Yakub Çelebi, Yıldırım Bayezid, Savcı Bey ve İbrahim Kız çocukları: Nefise ve Sultan Hatun
 
I. Bayezid – Yıldırım Bayezid (1389 – 1402)
 
Yıldırım Bayezid 1360 yılında Edirne’de doğdu. Babası Murad Hüdavendigâr, annesi Gülçiçek Hatundur. Yıldırım Bayezid yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, koç burunlu, elâ gözlü, kumral saçlı, sık sakallı ve geniş omuzluydu. Girdiği savaşlarda gösterdiği cesaretten ve hızlı hareket etmesinden dolayı ona ‘Yıldırım’ lakabı takılmıştı. Çocukluğunu Bursa Sarayı’nda kardeşleriyle birlikte geçirdi. İyi bir eğitim gördü. Devrin en büyük âlimlerinden dersler aldı. Gençliğinde Kütahya sancağında valilik yaptı. Sultan Murad Hüdavendigâr’in vasiyeti gereği 1389 yılında padişahlığa getirildi. Tahta çıktığında 29 yaşındaydı. Sirbistan’ın başında, Kosova savaşında ölen Kral Lazar’ın oğlu Stefan Lazareviç vardı. Barış antlaşması için geldiği Edirne’de Kız kardeşi Maria’yi Bayezid’e verdi. Bu evlenme sayesinde Osmanlı-Sırp dostluğu kuruldu. Yıldırım Bayezid Timur’la yaptığı Ankara Savaşı’nda yenildi ve esir düştü. 13 yıl süren saltanatı sonunda esaretinin başlamasından 7 ay 12 gün sonra vefat etti. Yıldırım Bayezid şiirlerinde “Yıldırım” mahlasını kullanırdı: “Ehl-i hicran fitne-i agyar Ortada bir bahanedir sandim.” Erkek çocukları: Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Mehmed Çelebi, Ertugrul Çelebi, Kasım Çelebi Kız çocukları: Fatma Sultan
 
I. Mehmed (1413 – 1421)
 
Sultan Çelebi Mehmed , 1389 yılında Edirne’de doğdu. Babası Yıldırım Bayezid, annesi de Germiyanogulları’ndan Devlet Hatun’dur. Orta boylu, yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, kırmızı yanakli ve geniş gögüslüydü. Kuvvetli bir vücuda sahipti. Gayet hareketli ve cesurdu. Güreş yapar ve çok kuvvetli yay kirişlerini bile çekebilirdi. Padişahligi süresince bizzat yirmi dört savaşa katilan Çelebi Mehmed, bu savaslarda kirka yakin yara aldi. Basinda kullanmis oldugu sarik, altin islemeli kavugu ile gayet güzel görünürdü. İçi kürklü ve yakası dik olan bir kaftan giyinirdi. Sultan Çelebi Mehmed müslümanlara karşı göstermiş olduğu adaleti, aynı zamanda hristiyan topluluklara karşı da gösterdi. İyi bir idareci ve politikacıydı. Tahsilini Bursa Sarayı’nda tamamladı. Daha sonra Babası tarafından Amasya sancakbeyliğine tayin edildi ve bu sırada devlet işlerini öğrendi. Fetret Devri’nden sonra Anadolu’daki beylikleri tekrar bir araya toplamayı başaran Sultan Çelebi Mehmed’e Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu gözüyle de bakılabilir. Sultan Çelebi Mehmed 26 Mayıs 1421 de Edirne’de vefat etti. Ölüm haberi gizlendi. Osmanlı Padişahları arasında ölümü gizlenen ilk Padişah o oldu. Cenazesi Bursa’ya getirilerek Yeşil Türbe’ye defnedildi. Erkek çocukları: Mustafa Çelebi, İkinci Murad, Ahmed, Yusuf, Mahmud. Kız çocukları: Fatma ve Selçuk Hatun.
 
II. Murad (1421 – 1451)
 
Sultan İkinci Murad 1402 yılında doğdu. Babası Çelebi Mehmed, annesi Dulkadirogullari’ndan Süli Bey’in kızı Emine Hatun’dur. Uzun boylu, beyaz tenli, doğan burunlu ve güzel yüzlü bir Padişahtı. Çok güzel konuşurdu. Kendisinin en büyük mutluluğu, Fatih Sultan Mehmed gibi eşine az rastlanacak bir insanın Babası olmaktı. Sultan İkinci Murad, sakin ve huzurlu bir hayat yaşamayi arzu eden, fakat gerektiği takdirde çok hareketli, cesur ve hiçbir seyden yılmayan bir kişiliğe sahipti. Avrupalılar, Onun, istediği takdirde bütün Avrupa’yı fethedebilecek bir kimse olduğunu kabul etmişlerdir. Otuz yıllık saltanatı süresince, ülkesini çok büyük bir şan ve şerefle idare ederek, emri altında bulunan herkesin sevgisini kazandı. Dindar, âdil ve lütufkâr bir Padişahtı. Çocukluğu Amasya’da geçen Sultan İkinci Murad, tahta çıktığında on dokuz yaşındaydı. Erkek çocukları: Fatih Sultan Mehmed, Ahmed, Alâeddin, Orhan, Hasan, Ahmed Kız çocukları: Şehzade ve Fatma Hatun.
 
Fatih Sultan Mehmed (1451 – 1481)
 
Fatih Sultan Mehmed, 29 Mart 1432′de, Edirne’de doğdu. Babası Sultan İkinci Murad, annesi Humâ Hatun’dur. Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir yapıya sahipti. Devrinin en büyük âlimlerinden çok iyi eğitim görmüştü; yedi yabancı dil bildiği söylenir. Âlim, şâir ve sanatkârlari sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi. Hocalığını da yapmış olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’in en çok deger verdigi âlimlerden biridir. Fatih Sultan Mehmed, gayet sogukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir komutan ve idareciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söylemezdi. Fatih Sultan Mehmed, okumayı çok severdi. Farsça ve Arapça’ya çevrilmiş olan felsefî eserler okurdu. 1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadakı adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı. Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmed, yabancıülkelerdeki büyük bilginleri İstanbul’a getirtti. Nitekim Astronomi bilgini Ali Kusçu, kendi döneminde İstanbul’a geldi. Ünlü ressam Bellini’yi de İstanbul’a davet ederek kendi resmini yaptırdı. Fatih Sultan Mehmed, 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat yirmi beş sefere katıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkinli ve verdigi kararları kesinlikle uygulayan bir kişiliği vardı. Devlet yönetiminde oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur olur, bozgunu önlemek için ileri atılarak askerleri savaşa teşvik ederdi. 20 yaşında Osmanlı Padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul’u fethedip 1100 yıllık Dogu Roma İmparatorlugu’nu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı. Hz. Muhammed’in hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul’un fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı. Ortaçag’ı kapatıp, yeniçag’ı açan Cihan hükümdarı Fatih Sultan Mehmed, nikris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü, Maltepe’de vefat etti ve Fatih Camii’nin yanındaki Fatih Türbesi’ne defnedildi. O’nun Roma’yı fethedeceği düşüncesiyle zehirlendiği de kaynaklarda yer almaktadır.
 
II. Bayezid (1481 – 1512)
 
Sultan İkinci Bayezid, 3 Aralik 1448′de, Dimetoka’da doğdu. Babası Fatih Sultan Mehmed, annesi Mükrime Hatun adında bir Türk kızıdır. Uzun boylu, geniş gögüslü ve kuvvetli bir vücuda sahipti. Yüzü yuvarlak ve gözleri elâydı. Cesur ve atılgandı. Aynı zamanda çok hâlim-selim, dindar, hosgörülü bir Padişahtı. Babası Fatih Sultan Mehmed ilme ilgi duyduğu için, oğlu Şehzade Bayezid’e iyi bir egitim verdi. O’na devrin en meşhur âlimlerinden ders okutturdu, bütün İslâm ilimlerini en iyi şekilde öğrenmesini sağladı. Sultan Ikinci Bayezıd, yedi yaşında iken, Hadim Ali Paşa nezaretinde Amasya valiliğine tayin edildi. Amasya, Selçuklular devrinden beri önemli bir ilim ve kültür merkeziydi. Padişah olacak şehzadelerin yetişmesi için, bu vilayette bütün imkânlar vardı. Sultan İkinci Bayezid, dindar bir kimse olduğu için kendisine Bayezid-i Velî denildi. Sultan İkinci Bayezid, şairleri saraya toplar, onlarla sohbet ederdi. Merhametli bir Padişah olan Sultan İkinci Bayezid, sık sık fakirlere sadaka dağıtırdı. Arapça ve Farsça’yı gayet iyi biliyordu. Çagatay lehçesi ve Uygur alfabesini de ögrendi. Islâm ilimlerinin yanı sıra, matematik ve felsefe tahsili de yaptı. 24 Nisan 1512′de Padişahlıktan ayrılmak zorunda kalan Sultan İkinci Bayezid, bir ay kadar daha yaşadı ve 26 Mayıs 1512′de vefat etti. Erkek çocukları: Mahmud, Ahmed, Sehinsah, Yavuz Sultan Selim, Mehmed, Korkud, Abdullah, Âlimsah Kız çocukları: Aynisah, Gevher, Mülük Sultan, Hatice Sultan, Selçuk ve Hüma Hatun.
 
Yavuz Sultan Selim (1512 – 1520)
 
Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470′de doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid, annesi Gülbahar Hatun’dur. Gülbahar Hatun, Dulkadirogullari Beyligi’ndendir. Yavuz Sultan Selim, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, Omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir Padişahti. Sert tabiatli ve cesurdu. Iyi bir egitim gördü. Babası Sultan Ikinci Bayezid, Padişah olduktan sonra, askeri sevk ve devlet idareciliğini ögrenmesi için, Şehzade Selim’i Trabzon Sancagı’na vali olarak tayin etti. Şehzade Selim, Trabzon’da devlet işlerinin yanında, ilimle uğraşır ve büyük âlim Mevlâna Abdülhalim Efendi’nin derslerini takip ederdi. Trabzon’u çok güzel idare eden Şehzade Selim’in bu arada komşu devletlerle de ilgilendi. Valiligi sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı (1508). Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi müslüman oldular. Çok güzel ata biner, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 17 12:53AM +0200

2007 yılında Ergenekon soruşturması sırasında yargılanırken kanserden vefat
eden Kuddusi Okkır'ın eşi Sabriye Okkır, Gülen Cemaati'ne yönelik düzenlenen
14 Aralık perasyonu hakkında konuştu.
 
İşte Kuddusi Okkır'ın eşi Sabriye Okkır CagdasSes.com'dan Erman Çimen'e
yaptığı açıklamalar;
 
"HESAP VERSİNLER AMA ADİL YARGILANSINLAR"
 
"Operasyonu duyunca tabiki aynı şeyleri bizde yaşadığımız için eski günlere
geri dönüyorsunuz. İçinizdeki fırtınılar tekrar alevleniyor. Zaten davalar
daha sonuçlanmadığı için hiçbir şey küllenmiş değil. Vefat edeli 6 yıl oldu
hukuki bir sonuç almış değilim. Aldıklarımızda zaten hepsi olumsuz, mesela
en son Adli Tıp'ın verdiği rapora göre 'Kuddusi Okkır'ın ölümünde Devlet'in
hiçbir kusuru yok' muş. Bu bile yapıldı yani. O zaman sizde diyorsunuz ki
şimdi sıra onlara geldi. Bakalım onlarda hesap versinler. Ama lütfen onlar
adil yargılansınlar. Bizler kadar madur olmasınlar. Üzülüyorum onları
gördükçe. Hem bu kadar şey yaptılar. Mağdur ettiler ve duyarsız kaldılar.
Şimdi kendilerine sıra gelince olayı shova döktüler.
 
"BİZE GECE 3'TE GELMİŞLERDİ"
 
Bize gece 3'de baskına gelmişlerdi. 17 polis 4 saate yakın evde kaldılar.
Hala da giderken perde arkalarına bakıyorlardı. İşte bunları yaşadık biz.
Yani biz bu kadar adaletsizliğe, hukuksuzluğa uğradık. Bu kadar mağdur
olduk. Ama benim demek istediğim onlar adil yargılansın!
 
"PARMAĞINI DAHİ KIPIRDATAMIYOR AMA DELİLLERİ KARARTACAK!"
 
Ben Okkır'ı bu rahatsızlığı sırasında en son Bayrampaşa cezaevinde
bulduğumda şuuru kapalıydı. Parmağının ucunu oynatacak hali yoktu. Öyle bir
hastanın cezaevinde ne işi vardı. Ben bu kadar ağır günler geçirdim. Üstelik
elimizde rapor olmasında rağmen hakimlere müracaat ettik, delilleri karartır
dediler.
 
EŞİM VEFAT ETTİĞİNDE HANGİSİ TEPKİ VERDİ?
 
Kuddusi Okkır vefat ettiğinde bu insanlar keşke en ufak bir tepki göstermiş
olsalardı. "Gözaltı için bu kadar tepki gösterilebiliyorsa ,ölüme niye
ozaman tepki vermediler? O zaman ortada bir ölüm vardı. Ölümü bile hafife
almışlardı. Yandaş medya "hesap vermeden nereye gidiyorsunuz?" demişti.
Şimdi onlar tutuklanmaya başladı. Ama dediğim gibi adil yargılanıp, gerekli
cezaları mutlaka almalılar. Hiçbirşey hesapsız kalmamalı. Yaptıkları
yanlarına kar kalmamalı. Eğer varsa suçları aynı duyguları onlarda
yaşasınlar. Biz suçsuz olduğumuz halde hissettik, yaşadık, yaşattılar! Ama
onlar suçluysa cezalarını mutlaka çeksinler.
 
"MÜDAHİL OLMAK İSTERDİK AMA.."
 
Aslında bu soruşturmaya müdahillik düşünürmüyoruz çünkü hala devam eden
davalarımız var. Bakın ben dava açtım, tazminat davası. Adli Tıp kusur yok
raporu verince dava düştü. İtiraz ettim Danıştay'a. Hakimler, savcılar için
dava açmışım o da red edilmiş. Ondan sonra Danıştay'da kararı bozmayınca
dava şu an Anayasa Mahkemesi'nde. Yani hala devam eden bir şeyler var.
Müdahil olmak isteyenler olmalılar ve gerekeni yapmalılar. Ben bu yollardan
geçtim. Benim için bunların sonuçlanması önemli. Tabi bu ülkede normal bir
yargılanma söz konusu değildi bu güne kadar. Ama bundan sonra nasıl olur,
nasıl sonuçlanır göreceğiz. Bilmiyorum ama ümitlenmek istiyorum. 6 senedir
ben mücadele veriyorum.
 
"EŞİMİ ONLAR ÖLDÜRDÜ"
 
Ben emekli maaşı ile geçinen bir insanım. Eşimin ölümünden sonra biz vergi
cezası kesmişlerdi biliyorsunuz. Daha sonra uzlaşma vs. teklif ettiler ama
ben o parayı ödemedim ve ödemeyi de düşünmüyorum. Çünkü eşimi onlar öldürdü,
ben öldürmedim. Bu kadar çalanlar çırpanlar ödemedi de ben niye ödeyim ki?"
 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags FETULLAHÇI CEMAAT, Kuddusi Okkır, 14 Aralık, yorum]
Bu grubun güncellemelerine abone olduğunuz için bu özeti aldınız. Ayarlarınızı grup üyelik sayfasından değiştirebilirsiniz.
Bu gruba aboneliğinizi iptal etmek ve gruptan artık e-posta almamak için Turkiye-icin-el...@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.


--

  İletişim: Avrupa Türkmenleri Gazetesi www.avrupaturkmenleri.com

Haber, davet, duyuru, öneri, şikayet, görüş ve mektuplarınızı e-posta adresimize gönderebilirsiniz.

avrupatu...@gmail.com 





Yusuf Yaman

unread,
Dec 18, 2014, 12:35:15 AM12/18/14
to Turkiye-i...@googlegroups.com
Hayırlı Sabahlar.
İnsanlar ne zaman birbiri ile uğraşmayı bırakıp, Olaylardaki sebep ve sonuçlarla  uğraşmaya başlarsa o zaman gerçeği görür. Çünkü ancak o zaman insan olduğunu anlar. Aksi halde 
EGO'suna yenik düşmüş Şeytanın adımlarını izlemeye devam eden şaytan gibidir. İnsanın görevi, Daima inanıp; iyi, güzel, faydalı ve kalıcı işler yapmaktır.
Gerisi hikaye 
Yusuf YAMAN
Daima inanıp; iyi, güzel, faydalı ve kalıcı işler yapmak dileği ile başarılar diliyorum.

17 Aralık 2014 23:49 tarihinde <Turkiye-i...@googlegroups.com> yazdı:

Ertugrul Gazi

unread,
Dec 23, 2014, 1:22:13 PM12/23/14
to Turkiye-i...@googlegroups.com

schw...@hotmail.com

17 Ara 2014 23:49 tarihinde <Turkiye-i...@googlegroups.com> yazdı:
...

Hakkı KARĞIN

unread,
Dec 24, 2014, 10:18:24 PM12/24/14
to Turkiye-i...@googlegroups.com

Halkımıza Duyuru !.
...........Bu Bir Halk Hareketi OLACAK !.

Kemalist sistem ile yüz yüze gelmeye cesaret edemeyen,
Siyasi Partiler, Akımlar ve '' Aydınlar'' emperyalizmin değirmenine...
su taşımanın ötesine gidemezler, gidememişlerdir de !

Saflar NET
...Ya İHANET Ya da CUMHURİYET diyen
.................................MAVİ GÜNEŞ ın Çocukları;
''Ya Bir Yol BULUNUR
........Ya da Bir Yol AÇILIR''
Diyerek Bağımsızlık ATEŞİ Yakan
Bağımsız Cumhuriyet Partisinin Yapılacak olan
28 Aralık 2014 Tüzük Kurultayına KATILIYOR !.

İLETİŞİM : 0536 737 83 22
.......Mavi Güneş

"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 09:58PM +0200

VİDEO LİNK :
 

 
http://www.youtube.com/watch?v=Uhdy1hQswmQ
<http://www.youtube.com/watch?v=Uhdy1hQswmQ&feature=em-uploademail>
&feature=em-uploademail

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category terör]
 
[tags PKK DOSYASI, VİDEO, PKK, Terörist Başı, abdullah Öcalan, MOSSAD
Ajanları]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 09:55PM +0200

<http://www.Altayli.Net/wp-content/uploads/2014/12/Turklüğün-En-Eski-Zamanları.jpg>
 
TÜRKLÜĞÜN EN ESKİ ZAMANLARI
 
Bütün bilinenleri, doğrudan Türk’e karşı bir peşin hükümlü olmadan, bir kere daha en kısa olarak şöyle özetleyebiliriz: Türk, aslî özellikleri ile tarihin karanlıklarından, birkaç bin yıl geriden oluşup gelerek, M.Ö. bin yıllarında şekillenmiş olmalıdır. Milattan önceki bin yıllarında Türkçe belirli bir zümrenin, halkın, insan kümesinin konuşma dili olmuştur. Bu halkın yaşadığı, ehlileştirdiği at ile mesafeleri yakınlaştığı bir geniş coğrafya içinde bazı alt isimler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Kırgız, Uygur, Oğuz, ve nihayet Türk gibi. Bu isimler yanında, hemen aynı zamanlarda bir insandan çıkış esaslı adlandırmalar da görülür: Karluk, Kalaç, Kanglı gibi. Türk, bir zaman için bütün bu insanların ortak ismi olarak hiçbir yerde veya kaynakta görünmeyebilir. Fakat bütün bu sayılan insanların dil ve kültür bakımından ortak özellikler içerdiği kesindir. Kültür olarak da en açık seçik belirginlik, Çin kaynaklarına göre yöneticilerin bir şekilde kurt ile bağlantılarının olmasıdır. Bu kesinleşen ortak özellikleri yaygın şekilde yaşayanlar, ata tam olarak hâkim ve demiri de etkili kullandıklarından dolayı, çevrelerinde daha üstün bir güç sahibi olmuşlardır.
 
M.Ö. VII. yüzyıldan itibaren, Avrupa ve Batı Asya yazılı kaynaklarının Skit/İskit dediği büyük devlet, sonradan kendilerine Türk denecek olan insanların idare ettiği bir siyasi güç idi. Hatta denebilir ki Türk daha milat yıllarına doğru ortaya çıkmış olabilir. Grek-Roma kaynaklarının İskit dediği bu devlete İran kaynakları Saka demektedir. Zaten Saka, doğrudan kendi özellikleri ile XXI. yüzyılda dahi bir Türk boyu olarak yaşayacaktır. İran millî destanı kuzeyindeki devletin başındaki Afrasiyab ile çetin mücaleleri anlatır. Afrasiyab ise doğrudan Alp Er Tunga adında bir Türk millî kahramanıdır. Böylece gerçek tarihî bilgiler ile destan iç içe girmekte bu Türkler artık tarih sahnesine çıkmaktadırlar. Alp Er Tunga’nın başında bulunduğu devlet ise, başkalarının İskit veya Saka dedikleri Karadeniz kuzeyinden Asya içlerine doğru uzanan büyük devlettir.
 
Bu büyük devletin Doğu Hanlığı, Yabguluğu Çin kaynakları sayesinde çok iyi bilinmektedir. Hsiung-nular, Çinliler tarafından da VI. yüzyılda doğrudan Türk adıyla devlet kuranların ataları olarak tanımlanır. Bu devletin içinde ise Türklerin daha pek çok boyu bulunmaktadır. Saka Devleti’nin Batıdaki Hanlığı, Denis Sinor’a göre, milat yıllarında dahi Türk adını hatıra olarak saklamış ve bu ad Pliunus ve P. Mela’ya geçmiştir.
 
Türk, kendilerine ne ad verdikleri bilinmeyen, fakat yaşadıklarını arkeolojik kalıntılarından anladığımız insanların, M.Ö. 500’lerden itibâren bu adı almaya başlayan çocuklarıdır. Türk, artık doğrudan kendisine mahsus özellikleri ile insanlık tarihinin içine girmiştir.
 
* Tamamı: http://www.Altayli.Net/turklugun-en-eski-zamanlari.html
* TÜRKÇÜLERİN KAVŞIT YERİ: http://www.Altayli.Net

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category araştırma]
 
[tags TARİH, PROF. DR. TUNCER BAYKARA, TÜRK]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 09:53PM +0200

<http://www.turkishnews.com/en/content/wp-content/uploads/2014/12/son-DIKKAT
.jpeg>
 
By Harut Sassounian
 
Publisher, The California Courier
 
www.TheCaliforniaCourier.com <http://www.TheCaliforniaCourier.com>
 

<http://www.turkishnews.com/en/content/wp-content/uploads/2014/09/SASSUN-4.j
pg>
 
Here is a surprising news item being disclosed for the first time in this
column - Amal Ramzi Alamuddin, wife of prominent actor and human rights
activist George Clooney, will be one of the attorneys representing Armenia
next month at the European Court of Human Rights (ECHR).
 
Some readers may wonder how a woman described by Elle magazine as having
"stunning looks, flirty dresses, tailored pants, colorful heels, and
gorgeous hair" is involved in such a complex legal matter?
 
It may be astonishing to most people that Amal Alamuddin, now Mrs. Clooney,
is much more than a pretty face! In fact, she is perfectly qualified for
this critical assignment.
 
Mrs. Clooney is a highly regarded attorney specializing in international
law, criminal law, human rights, and extradition. She has been involved in
several major lawsuits such as return of the Elgin Marbles from Great
Britain to Greece, and defending Julian Assange of WikiLeaks and former
Ukrainian Prime Minister Yulia Tymoshenko. She has also worked with the
Prosecutor of the UN Special Tribunal for Lebanon, and the International
Criminal Tribunal for former Yugoslavia.
 
Amal was born in Lebanon to a Druze father and Sunni Muslim mother in 1978.
At the age of two, her family moved to the United Kingdom. She received her
law degree from New York University School of Law and clerked at the
International Court of Justice (World Court). After returning to London in
2010, she became a barrister at the Doughty Street Chambers. She served as
advisor to Kofi Annan, UN Special Envoy on Syria, and as Counsel to the 2013
UN Drone Inquiry team. She is fluent in English, French and Arabic. Her
marriage to George Clooney in September 2014 made worldwide headlines.
 
With such impeccable credentials, Mrs. Clooney will be a great asset to
Armenia's legal team in Strasbourg, in the appeal of Perincek vs.
Switzerland before the Grand Chamber of the European Court of Human Rights
on January 28.
 
The case involves the conviction by Swiss courts of Dogu Perincek, a minor
Turkish political party leader, who had travelled to Switzerland in 2005
with the explicit intent of denying the truth of the Armenian Genocide. In
2008, Perincek appealed the Swiss ruling to the European Court of Human
Rights. A majority of five out of seven ECHR judges ruled on Dec. 17, 2013
that Switzerland had violated Perincek's right to free expression.
 
This ruling was an unfair and unacceptable double standard, as the court
considered denial of the Jewish Holocaust a crime, but prohibition of the
Armenian Genocide denial an infringement on free speech. The five judges who
ruled against Switzerland made countless judgmental and factual errors,
misrepresenting Perincek's allegations, misinterpreting Switzerland's laws
and court rulings, lacking basic knowledge of the Armenian Genocide, and
repeatedly contradicting themselves. Two of the seven judges disagreed with
the majority's ruling and submitted a comprehensive 19-page report on the
Armenian Genocide, siding with the Swiss court.
 
On March 17, 2014, Switzerland decided to appeal the ruling to ECHR's
17-judge Grand Chamber, to defend the integrity of its laws and the
country's legal system. Specifically, the Swiss government challenged the
court's decision on three grounds:
 
1) ECHR had never before dealt with the juridical qualification of genocide
and the scope of freedom of expression;
2) The undue restriction of "the margin of appreciation" available to
Switzerland under ECHR's jurisprudence;
3) The establishment of 'artificial distinctions' - in the absence of an
international verdict, ECHR should have considered the Turkish Court's 1919
guilty verdicts against the masterminds of the Armenian Genocide as evidence
related to World Court's jurisprudence.
 
Last year, when ECHR's lower court was considering Perincek's case, Armenia
did not participate. Turkey, however, intervened by submitting extensive
documentation questioning the veracity of the Armenian Genocide. This time
around Armenia will take part with a strong legal team, which includes
Geoffrey Robertson QC, a preeminent international lawyer and author of the
remarkable book, "An Inconvenient Genocide: Who Now Remembers the
Armenians?" Robertson will be joined in court by his associate Amal Clooney,
and two Armenian government representatives Gevorg Kostanyan and Emil
Babayan.
 
It is imperative that on the eve of the Armenian Genocide's Centennial in
2015, ECHR's Grand Chamber reverse the lower court's flawed ruling,
restoring the integrity of Swiss laws and preventing Turkey and Perincek
from exporting their genocide denialism to Europe and beyond!

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags ARMENIAN ISSUE CASE, Breaking News, Amal Clooney, Represent, Armenia,
European Court]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 09:49PM +0200

<http://www.turkishnews.com/content/wp-content/uploads/2014/12/12.24.63-Kums
al-Katliam%C4%B1-Plan%C4%B1.jpg>
 
Tarih 24 Aralık 1963, günlerden Salı. Yer Lefkoşa'nın Kumsal bölgesi, Mehmet
Akif Caddesi ve Mürüvet İlhan Sokak (olay günkü ismi İrfan Bey Sokak). Saat
akşam üstü 18.00 civarı. Hava kararmış, ısı yaklaşık 8o C.
 
Pazartesi gecesi, yani bir gün evvelki 23 Aralık gecesi, ev sahibi Hasan
Yusuf Gudum, karısı Feride Hasan Gudum, Meriç'li (eski ismi Mora) Ayşe
(Cankan), kucağında iki yaşındaki kızı Işıl (Cankan) ve Ayşe hanımın kız
kardeşi Növber İbrahimoğlu daha güvenli olduğu düşüncesi ile Kıbrıs Türk
Alayında görevli Tabip Binbaşı (Em. TuğGn) Nihat İlhan ile eşi Mürüvet
hanımın evine sığınmışlardı.
 
EOKA milisleri ve Yunan Subaylarının komutasındaki küçük bir Rum birlik ise
evin 120 m. kuzeyindeki Severis un fabrikasına mevzilenmiş, fabrikanın en
üst katına da kum torbalarından yüzü Türk bölgesine dönük küçük bir korugan
yaparak içine 1 adet A4 tipi makineli tüfek yerleştirmişti. A4 tipi makineli
tüfek binanın damına, ellerinde 1959 yapımı CZ vz.52/57 tipi otomatik tüfek,
1936/57 yapımı M1 Garand tipi yarı otomatik tüfek ve Stengun makineli
tabanca olan Rum çetecilere, masum Türk evlerine yaptıkları saldırılarda
atış desteği vermek ve düşman ateşinden korumak amacı ile kurulmuştu.
 
Hasan Yusuf Gudum dışarıda durup bir nevi gözcülük yaparken, Mürüvet hanım
da çocuklarını pijamalarını giydirmiş, kahvaltı türü bir şeyler yedirmiş ve
onları yatırmaya hazırlanıyordu. Evdeki komşu bayanlar ise hep birlikte
yiyecek bir şeyler hazırlayıp masaya oturmuşlardı.
 
Evin batı tarafından geçen Kanlıdere'nin diğer kıyısından silah sesleri
duyulmaya başladığı vakit Hasan Bey büyük bir telaşla içeri girmiş ve
"Rumlar bizi basıyor" diyerek heyecanlı bir şekilde bağırarak evdekileri
uyarmıştı.
 
Çok geçmeden Kanlı Dere tarafından eve kurşun yağmaya başladı. Kurşunlar
yağmur gibi geliyordu. Mutfağın önündeki yemek odasının tehlikeli olduğunu
ve eve pencerelerden giren kurşunlardan kendilerini koruyamayacağını
hisseden masum ve savunmasız dokuz insan, elektrikleri kapattılar ve evin
güvenli olduğunu düşündükleri yerlerine saklanmak çabası içine girdiler.
 
Dr. İlhan'ın eşi Mürüvet Hanım, eşi kendisine "Eğer ateş olursa duvardan
duvara geçecek kurşunlara hedef olmazsınız, banyo sizi korur" dediği için
hemen daha 6 aylık olan Hakan'ı kucaklar, 6 yaşındaki Murat ile 4 yaşındaki
Kutsi'yi de ellerinden sıkı sıkı tutarak evin sol arka köşesinde yer alan
banyoya doğru koşar. Arkasından Növber hanım ve kucağında kızı Işıl'ı sıkı
sıkı tutan Ayşe hanım ve Hasan dede, hep birlikte banyoya girerler ve
saklanmaya çalışırlar. Kalın taş duvarları ve küçük de bir penceresi olan
banyo gerçekten de iyi bir korugan gibidir.
 
Üzerinde gri bir palto olan Mürüvet hanım, çizgili pijamalarını giymiş olan
çocuklarını kucaklar ve hep birlikte banyo küvetinin içine uzanarak
pencerelerden giren mermilerden kendilerini korumaya çalışır. Ayşe hanım,
kucağında kızı Işıl ile sağ köşeye, lavabonun sağ tarafına çömelir. Növber
hanım ise kapıyı eli ile sıkı sıkıya kapatabilmek için kapının hemen yanına
sağ tarafa oturur.
 
Ev sahibi Hasan Efendi eşi Feride Nine'yi tuvalete kapının arkasına saklar
ve banyoya gelerek lavabonun sol tarafına büzüşür.
 
Kumsal bölgesinde yıllarca Türklere kapı komşuluğu yapan Ermeniler, bölgenin
savunmadan yoksun olduğunu telsizle Rumlara bildirdikten sonra, Akritas
Planı, Genel Harekat Planı bölümü, Birinci Kesim (Ayios Pavlos, Ayios
Demetios bölgeleri) bölge komutanı "Terezepilos" kod adlı Yunan subayının
komutasında sayıları 150 olan EOKA'cı milisler, Severis Un Fabrikası'ndaki
makineli tüfeğin koruması altında önce içinde su seviyesi az olan
Kanlıdere'yi yürüyerek geçmişler ve sonra da Akritas Planında belirtildiği
şekilde bölgelere dağılmışlardı.
 
Mehmet Akif caddesi, Mürüvet İlhan Sokak (eski ismi İrfan Bey sokak), Murat
İlhan sokak ve Gültekin Şengör sokak, Kıbrıs ordusunda teğmen olan (Emekli
Binbaşı) Savvas Selis ve Thisoas kod adlı EOKA'cının komutasındaki ekibin
görev alanı olarak belirlenmişti.
 
Savvas Selis'in grubu, "Enosis" naraları atarak ateş açmaya başlar ve İrfan
Bey sokağı tarafından Türk bölgesine saldırıya geçerler. Severis Un
fabrikası üzerindeki makineli tüfeğin koruması altında evlere önce uzaktan
ateş ederler. Özellikle de köşedeki beyaz tek katlı evin kuzeye bakan,
kapının hemen yanındaki odasının pencerelerini ateş yağmuruna tutarlar,
olmaya ki eve yaklaşırken o odada olan birisi kendilerine ateş edip
vurabilir düşüncesi ile. Üç kişi yolun solundaki eve doğru yönelirken, beş
kişi de sağ köşedeki beyaz tek katlı binaya yönelir. Ermenilerden gelen
bilgiye göre bu binada Türk Alayında görevli bir Türk subayı, eşi ve üç
çocuğu yaşamaktadır. Bu aile yok edilmelidir ki, Rumların, Kıbrıslı
Türklerden ve Türkiye'den korkmadıkları dünyaya gösterilsin.
 
Beyaz evden kendilerine karşı ateş açılmayınca daha da cesaretlenen Rum
caniler, giriş kapısının önüne gelip kilidine ateş ederler ve sonra da
tekmelere kapıyı kırarak içeri girerler.
 
Ellerinde otomatik tüfek tutan iki cani, "Taksim istersiniz ha!" diye
bağırarak her tarafa gelişi güzel ateş eder ve soldaki odaya çabucak göz
attıktan sonra ileri seğirterek, önlerindeki kapıdan hole geçip soldaki
yatak odasına yönelirler ve tekrar ateş etmeye başlarlar. İçlerindeki hınç
önlerine çıkan her tür canlıyı öldürmelerini emrediyordu. Bu odada işleri
bitince hızla önlerindeki ara kapıdan geçip, mutfağın önündeki hole gelirler
ve soldaki ikinci yatak odasına da ateş ederler. Yataklara, yatak altlarına
ve dolaplara.
 
Arkadaki grup da önce sağdaki misafir odasına dalar, sonra da ateş ederek
mutfağa geçer.
 
Ufacık banyo odasının içine sığınan masum ve savunmasız Türkler ise
birbirlerine sarılmış Rumların kendilerini bulmaması için dualar
ediyorlardı. Küvetin içinde Mürüvet hanım, üç çocuğuna sıkı sıkı sarılmış,
bedenini siper etmişti. Ayşe hanım kızı Işıl'ı kolları ile sarmalamış,
sırtını köşeye dayamış, lavabo ile köşe arasına sokulmuştu, Növber hanım,
kapının açılmasına mani olabilmek için kapının dibine çökmüştü. Hasan dede
de, o küçücük banyonun içinde, lavabonun sağ tarafı ile küvetin arasına
büzüşmüştü. Nefes bile almıyorlardı. Sadece Allah'a dua ediyorlardı.
 
Evin sol tarafındaki odaları boş bulan iki Rum cani, evin arka sol
tarafındaki kapıları sıkı sıkıya kapalı olan banyo ve tuvalete yönelirler ve
"Enosis" çığlıkları altında tüm mermilerini kontrplak kapıların üzerinden
içeriye boşaltırlar.
 
Kapıyı eli ile sıkı sıkı kapalı tutmaya çalışan Növber hanım, elinden kötü
bir yara alır ve yana kaykılarak kapının önüne yığılır. Kapının tam
karşısında yer alan banyo küvetinin içindeki Mürüvet hanım ve üç çocuğu ise
küvetin içine yığılırlar. Kapıyı kırarcasına açmaya çalışan Rumlar, Növber
hanımın kapının önüne yığılması nedeni ile kapıyı birazcık aralayabilirler
ve o aralıktan sağa ve öne doğru tekrar ateş ederler. Vefakar anne ve
çocukları o anda şehit olurlar. Etraf bir anda kan gölüne döndüğü için Rum
caniler hepsini öldürdüklerini sanarak hemen yan taraftaki tuvalete
yönelirler. Kapıyı açamazlar ama kontrplak kapıdan içeriye onlarca mermi
sıkarlar. Kapının arkasına saklanmış olan Feride nine başına isabet eden
kursunlar nedeni ile anında şehit olur ve yere yıkılır.
 
İçerdekilerin öldüğüne inanan iki cani geri çekilir ve diğer üç cani de
banyo kapısının önüne gelip sıra ile aralıktan içeriye ateş ederler.
Acımasızca silahsız, korumasız ve masum insanlara ateş eden Rumların
silahından çıkan kurşunlardan birisi, önce kızı Işıl'ın dizini parçalar
sonra da Ayşe hanımın bir bacağından girip diğer bacağından çıkar. Ayşe
hanımın ayağında büyük bir yara açılır.
 
Feride nine ile banyoya çocukları ile saklanan Mürüvet hanım ve çocukları
şehit olurken, Hasan Yusuf Gudum ile birlikte Ayşe hanım, kucağındaki kızı
Işıl ve Növber hanım ağır yaralanırlar.
 
Eve kimlerin ya da kaç kişinin girdiğini tam olarak bilen yok. Baskın
sırasında CZ vz.52/57 tipi otomatik tüfek ile 15 el, Stengun otomatik
tabanca ile 12 el ve 1936/57 yapımı M1 Garand tipi yarı otomatik tüfek ile
de 6 olmak üzere toplam 33 el ateş edildiği, şehitlerin vücutlarındaki
yaralardan ve duvarlarda hala yeri belli olan kurşunların izlerden
anlaşılmaktadır. Bilahare incelenen kovanlar, iğnenin vuruş yerlerindeki
farklılıklarından dolayı olayda 5 ayrı silahın kullanıldığını
göstermektedir. Kovanlar bilahare Albay (Major) Meysi tarafından eve ilk
giren (GA Kurucular Kurulu Bşk) Memduh Erdal'dan alınmış ve kayda
geçirilmiştir.
 
24 Aralık gecesi Lefkoşa'nın batı mahallesi Kumsal' a yapılan baskın
arkasında, Yunan Alayı'na mensup subayların ve askerlerin de katliama
bilfiil katıldıklarını belgeleyen kanıtlar bıraktı. Saldırganların geri
çekilirken terk ettikleri malzeme arasında, özellikle de Severis Un
Fabrikası damında, Yunan subay şapkaları, Yunan ordusuna ait çelik başlıklar
ve NATO'ya ait bazuka mermileri ile mermi kovanları vardı.
 
Kumsal bölgesinde yıllarca Türklere kapı komşuluğu yapan Ermenilerin
bölgenin savunmadan yoksun olduğunu telsizle Rumlara bildirdikleri, daha
sonra TMT tarafından belirlenmesi nedeni ile Kumsal, Köşklüçiftlik ve
Arabahmet bölgelerinde oturan Ermeniler, bu hainliklerinin ortaya
çıkmasından sonra evlerini terk etmek ve Rum bölgesine kaçmak zorunda
kaldılar.
 
Rum çeteciler, Kumsal bölgesinden çekilirken, kadın, erkek, yaşlı ve çocuk
ayırımı yapmaksızın yüzlerce Türkü de dipçik darbeleriyle önlerine katıp
götürdüler. Kaçırılan Türklerin bir bölümü kurşuna dizildi.
 
Rumca gazetelerde son zamanlarda çıkan itiraflara göre, beraberinde erkek,
kadın-çocuk ve yaşlı yaklaşık 200 Kıbrıslı Türk esir getiren EOKA'cı Tasos
Marku, operasyonu fiilen idare eden Rum Bakan'a telefon eder ve ne yapması
gerektiğini sorar. Eli silah tutabilecek erkeklerin öldürülmesi talimatını
verir kendisine telefonun öbür ucundaki Rum Bakan.
 
Akritas Planının mimarlarından o dönemde Bakan olan sadece Yorgadjis ve
Papadopulos'dur. İtiraflar, Yorgadjis'in öldürülmesinden çok seneler sonra
yapıldığından, emri veren Bakanın Yorgadjis olması durumunda, dile
getirilmesi sorun yaratmaz, konuşanı sıkıntıya sokmazdı. Geriye "Kumsal
Katliamı"nın mimarının Papadopulos olduğu varsayımı kalmaktadır.
 
Katliamdan sonra eve ilk giren kişi ise 25 Aralık 1963 Çarşamba günü öğleden
sonra Severis Un fabrikasından açılan makineli tüfek ateşine rağmen eve
ulaşmayı başaran, TMT'nin o dönem en gözü pek kişilerinden olan Memduh Erdal
ve fotoğrafçı Mustafa Mehmet Özünlü olur. Resimleri Memduh Erdal çeker.
 
Severis Un fabrikasındaki Rum makineli tüfek yuvası da ertesi gün, 26 Aralık
1963, Perşembe günü, Kıbrıs Türk Alayı'ndan gelen küçük bir ekip tarafından
susturulur ve fabrika Türklerin eline geçer. Aynı gün Türk jetleri Lefkoşa
üzerinde alçaktan uçarak Makarios'a ihtar verirler.
 
Not: Bu yazıda anlatılan "Kumsal Katliamı"nda geçen olayların derlemesi,
SAMTAY VAKFI arşivindeki belgelerin ve o günü yaşayan kişilerin anılarının,
Prof. Dr. Ata ATUN tarafından derinlemesine incelenip, kronolojik olarak
sıralanması ile yapılmıştır.
 
Ata ATUN
 
e-mail: ata....@atun.com <mailto:ata....@atun.com>
 
http://www.ataatun.org
 
Facebook: Ata Atun
 
http://www.twitter.com/ataatun
 
24 Aralık 2015

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags KIBRIS DOSYASI, PROF. DR. ATA ATUN, Kumsal Katliamı]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 09:46PM +0200

<http://www.turkishnews.com/content/wp-content/uploads/2014/12/548137_101511
34161784691_1877992985_n.jpg>
 
Deniz Feneri Derneği marifeti ile yüzyılın nitelikli dolandırıcılığı AKP
döneminde gerçekleşti.
 
Bir avuç sahtekâr adam, din - iman perdesinin arkasına sığınarak, saf, temiz
gurbetçilerin parasını iç etti. Yaban ellerinde gurbetçilerin bin bir
zorlukla kazandıkları, el emeği, göz nuru paralara el koydu.
 
Yüzyılın yolsuzluğu, hırsızlığı bakanlar, bakan çocukları tarafından AKP
döneminde yapıldı. Onca kanıt, tanık, tape, belge varken savcı "takipsizlik"
kararı verdi. Olayın geçtiği sokağın, caddenin mobeselerine bakılmadı bile.
El konulan paralarını faizi ile birlikte yeniden alıyorlar şimdi.
 
Yüzyılın özelleştirmesi, kamu mallarının haraç mezat satılması AKP döneminde
yapıldı.
 
Yüzyılın sarayı, açlık sınırının altında yaşayanların, emeklilerin, saçı
bitmemiş yetimlerin hakkından, hukukundan çalınarak inşa edildi. Hem de Türk
milletine bağışlanan, emanet edilen Atatürk Orman Çiftliği üzerinde.
 
Bütçe ve örtülü ödenek tamtakır şimdi. Örtülü ödenekten 7 milyar 93 milyon
TL harcandı. Bu rakam, gelmiş geçmiş hükümetlerin, başbakanların
harcadığının kat, kat fazlası.
 
Hepsinden önemlisi, 7 bin yıllık Türk devletinin, Türk kültürünün ve 1923
devriminin şeriatçı bir yapıya dönüştürülmesi AKP eliyle oldu.
 
AKP dönemine ait 60'ın üzerinde yolsuzluk dosyası var.
 
Bırakın 60 dosyayı, bunların bir tanesi bile uygar, çağdaş bir ülkede ortaya
çıksaydı, ortada ne başkan kalırdı, ne başbakan ne de hükümet.
 
Ama AKP hâlâ iş başında. Hâlâ ayakta ve koşar adımlarla Ortaçağa doğru
ilerliyor.
 
İlerlerken de uygar, çağdaş, akıl ve bilim ürünü ne varsa buldozer gibi
çiğneyerek, ezerek yoluna devam ediyor. Ve o, bu işi 12 senedir yapıyor.
 
Karışan yok, görüşen yok çünkü. Muhalefet yok. Savcı yok, yargıç yok.
 
Millet ise derin uykuda. Kendisini soyup soğana çevirenleri, işsiz güçsüz
bırakanları yine başına başbakan yapıyor, cumhurbaşkanı yapıyor.
 
Ne yaman çelişki.
 
Şimdi benim bu cümlemden sonra halkımız için, "Hak müstahak ona, iyi
oluyor, oh oluyor, gözünü açsın." diyenler çıkacaktır. İyi de. Nasıl açacak
gözünü. Dört bir yanı eşkıyalarla çevrilmiş. Silahlarını doğrultmuşlar
üstüne. Gözünü açmasına fırsat vermiyorlar ki.
 
AKP'nin elinde üç güçlü saldırı silahı var:
 
1-Büyük medya gücü 2-Din sömürüsü 3-Uçsuz bucaksız sermaye, para.
 
Sen halka ne anlatırsan anlat, ne dersen de, o, "Bu adam, Müslüman adam.
Hırsızlık, yolsuzluk yapmaz." diyor. Bir de üstüne üstlük evine bedava
kömür, pirinç, nohut girince sevgisi, hayranlığı bir kat daha artıyor.
Adamın adı "Hayırsever Müslüman"a çıkıyor.
 
Zaten büyük medya gücü de arkasında onun. Büyük basın (!), hırsızlık,
yolsuzluk haberlerini iç sayfalarda, küçük puntolarla veriyor. Recep Tayyip
"ONE MINUTE" diye bağırdığı zaman, haber, hemen ön sayfada en büyük
puntolarla yer alıyor, arkasından da "Gördünüz mü devlet adamını, İsrail'e
nasıl da kafa tutuyor." diye ekliyor. Ama o büyük mü büyük (!), yandaş,
yalaka basın, İsrail'le kapalı kapılar arkasında imzalanan anlaşmaları
görmezden geliyor, ya da özet haber olarak veriyor.
 
Yandaş basının Ergenekon'la, askerlerle ilgili tüm iddiaları çöktü şimdi.
Peki, halkın haberi var mı bundan? Ne mümkün? Halk şu anda TV başında dizi,
yarışma izliyor. İzdivaç programlarında göbek atıyor. Daha doğrusu
attırılıyor.
 
Peki, nasıl olacak? Nasıl kurtulacağız bu Kırk Haramilerin elinden? "Bu
düzen böyle gelmiş, böyle gider" mi diyeceğiz? Bırakacak mıyız mücadeleyi?
Teslim mi olacağız talancılara?
 
Hayır. Hayır. Bin kez hayır. Aziz Nesin'in deyişi ile söylersek, "Bu böyle
gelmiş, böyle gitmez, gitmeyecek."
 
Ama bir şartla. Adam olmak şartıyla. Makamdan, mevkiden, başkanlıktan,
sekreterlikten önce vatanı düşünmek şartıyla. Partiden önce milleti,
yurdumuzu, yurdumuzun geleceğini düşünmek şartıyla. Şan, şöhretten önce
Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerini düşünmek şartıyla.
 
Siz Y-CHP'NİN, MHP'nin tek başına iktidar olacağına inanıyor musunuz? Ben
inanmıyorum. Umarım yanılırım.
 
Eskiler, "Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz" derler. Biz, bu muhalefet
partilerinin yazını da gördük, kışını da. Dört seçim kaybetmiş bir
muhalefetin beşinciyi de kaybedeceğini bilmek için kâhin olmaya gerek yok.
 
Peki, o küçük küçük particikler ne yaparlar Allah aşkına? Neyin peşinde
koşarlar? Amaçları nedir? Amaçları, emperyalizmin "Böl - Yönet" kuralına
hizmet etmek midir yoksa?
 
Bu konuda ATTİLA İLHAN şunları söylüyor:
 
"En büyük kötülük şu; Batı son 50 sene içinde Türkiye'de küçük küçük siyasi
guruplar ya­ratarak bizi birbirimize düşürdü. Hâlbuki her şeyden önce
bunların birleşmesi lazım ki vatan dokusu oluşsun. Gazi'nin Ankara'da
oluşunu bir düşünün. Gazi'nin bir tarafında Ziya GÖKALP vardı. Bir tarafında
Yusuf AKÇURA, arkasında Mehmet Akif vardı ve Mustafa Suphi'yi de çağırmıştı.
İslamcı, Türkçü, Kemalist ve Komünist hepsi bera­ber olmasaydı bu savaşı
kazanamazdı. Şim­di de aynı espri içine girmemiz lazım."
 
Türkiye bugün Ortaçağ kalıntısı, feodal, şeriatçı bir partinin itmesiyle,
bir gericilik bataklığına saplanmış durumdadır. Bu bataklıktan onu tek
başına, ne Y-CHP, ne MHP ne de başka bir parti kurtarabilir. Bu "iki kere
iki dört eder" kadar kesindir.
 
Şu kısa, dar zamanda bu bataklıktan kurtulmanın tek çıkış yolu vardır:
BİRLEŞMEK, BİRLEŞMEK, BİRLEŞMEK. BÜTÜNLEŞMEK, TEK VÜCUT OLMAK.
 
Bunun için tüm partilerin "Biz bu AKP'den ve liderinden kurtulmak istiyoruz
ve mutlaka kurtulacağız." demeleri, kararlı, dirençli davranmaları gerekir.
 
Daha sonra da CHP, MHP, İP, DSP, HEPAR, Anadolu Partisi ve öteki yurtsever
partilerin birbirlerine düşmanlığı, rekabeti bir yana bırakıp, bir araya
gelerek kendilerine "GEÇİCİ" bir ortak başkan seçmeleri ve onun yönetiminde
seçime gitmeleri gerekir.
 
Bu gerici istiladan kurtulmanın başka yolu yoktur, kalmamıştır. Ondan sonra
da suçlular ve hainler kulaklarından tutulduğu gibi, yargıç önüne
atılacaklardır. Hesap vereceklerdir
 
Haa, "Ben bunu yapmam, ben birleşemem, en doğru, en iyi düşünen parti benim
partimdir, ben seçimlere tek başıma gireceğim." derse. O zaman biz de ona
sorarız: "Sen yıllardan beri, hem de uzuun yıllardan beri tek başına
seçimlere girdin de ne halt ettin, neyi kurtardın?"
 
Böyle bir durumda yurtsever halka, gerçek vatanseverlere tek çözüm yolu
kalıyor: Seçimlerden sonra, antiemperyalist, antifaşist cephede birleşmek,
bu yüce milleti solculuk, devrimcilik etiketi altında oyalayan,
sömürülmesine, ezilmesine bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunan ve "Küçük
olsun benim olsun." diyen yöneticilerden temizlemek."
 
Sonra da bu vatanı Ortaçağ kalıntısı AKP'den kurtarmak.
 
ZAMAN KALMADI.

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags GÜNDEM ANALİZİ, ALİ ERALP, BATAKLIK]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 09:36PM +0200

BÖLÜM 1
 

 
 
İsrail’in, Gazze’ye giden yardım gemilerine yapmış olduğu müdahaleden sonra 9 kişinin yaşamını yitirmesini AKP hükümeti iç politikada çok daha etkin kullanmayı düşünürken, Gülen’in yaptığı açıklama gündemi doğrudan etkiledi.
 
 

 
 
Gülen, ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal’a verdiği söyleşide; "Organizatörlerin Gazze’ye yardım götürmeden önce İsrail’le uzlaşma yolunu seçmemelerini, faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteye baş kaldırmak" olarak tanımlamıştı.
 
 

 
 
Peki, Gülen bu mesajla ne demek istemişti?!
 
 
Neden böylesi bir mesaja gerek duydu?!
 
 

 
 
Bu soruya çok yönlü yanıtlar vermek mümkündür.
 
 

 
 
Wall Street Journal gazetesi, ABD küresel sermayesi tarafından çıkartıldığı gibi editörlerinin önemli bir kesimi de Yahudi kökenli olması bir yana, uluslararası güçlerin mesajlarını kamuoyuna yansıtan bir dergidir.
 
 

 
 
ABD’nin ve küresel sermayenin İsrail ile Türkiye’ye arasında gelişen bu olumsuz süreçten çok açık olarak rahatsız olduğu biliniyor.
 
 

 
 
Gülen üzerinde yapılan uyarı çok yönlü mesaj özelliği taşıyor.
 
 
En önemli kaygısını ‘otoriteye başkaldırmak’ olarak tanımlıyor.
 
 
Bu tamamen politik ve ideolojik bir bakış açısı içeriyor.
 
 

 
 
Gülen bütün yaşamı boyunca devlete hizmet etti.
 
 
Hiçbir koşulda ezilenlerin ezenlere, haklıların haksızlara karşı çıkmasını istemedi.
 
 

 
 
Tersine, devlete boyun eğmeyi temel bir felsefe olarak benimsedi.
 
 
İtaat etmek onun cemaat ilişkilerinin de temelin oluşturuyor.
 
 

 
 
Bunun için, ABD’nin Irak ve Afganistan’daki işgaline destek veriyor.
 
 
Filistin halkının İsrail işgaline geliştirdiği ayaklanmayı desteklemiyor.
 
 
Kürtlerin özgürlükleri için yürüttüğü mücadeleye kesinlikle karşı çıkıyor.
 
 
Kürtlere karşı bütün gücüyle devletin yanında yer alıyor.
 
 
Otoriteye kayıtsız-şartsız uymasını talep ediyor.
 
 

 
 
Bunun için de, İsrail devletinden izin alınmadan gemilerin gönderilmesini doğru bulmuyor.
 
 

 
 
ABD, Gülen cemaatinin hem Türkiye’deki ciddi bir ağırlığının hem de AKP üzerinde ciddi bir etki gücü olduğunun farkındadır.
 
 
Bu bakımdan Türkiye’ye uyarıyı Gülen üzerinde yapmayı tercih etti.
 
 

 
 
Böylelikle, AKP’nin gelecekteki politikalarına çeki düzen vermesi, güç dengelerini bozmaması, belirlenen küresel düzeninin dışına çıkmaması için güçlü bir mesaj vermiş oldu.
 
 

 
 
Gülen’in ABD’nin izni olmadan hiçbir adım atmayacağı da biliniyor.
 
 
Bir bakıma ABD’nin diline tercüman oldu.
 
 

 
 
Gülen’in yaşamına dair bilinenler bilinmeyenlerin onda biridir.
 
 
Kendisi tarafından anlatılan hayat hikayesindeki küçük kesitler incelendiğinde dahi çok önemli sonuçlar çıkarılabilinir.
 
 

 
 
Bu nedenle Gülen’in oynadığı tarihsel rolü daha iyi anlayabilmek için yaşamının bazı noktalarını irdelemek yararlı olacaktır.
 
 

 
 
Gülen’in ‘İsrail otoritesine saygı gösterilsin’ biçimdeki mesajının bir başka önemli arka planı var.
 
 

 
 
İki ülke arasında bir denge unsuru olarak rol oynuyor.
 
 
Her iki tarafta da ciddiye alınıyor.
 
 
ABD’deki Yahudi lobisiyle çok yakın bağları var.
 
 

 
 
Görünüşte müthiş bir Türk-İslam sentezcisi ama Yahudi lobisinin gözdesi.
 
 

 
 
Yahudi etiketli bir gazetede, dergide, bir internet sitesinde, Gülen’e dair eleştiri bulamak gerçekten çok çok zor.
 
 

 
 
Gülen’in ailesi nereli
 
 

 
 
Yahudilerin Gülen’e karşı bu hassasiyeti esasen ortak kökenden gelmelerinden kaynaklanıyor.
 
 

 
 
Bu hikayeyi biraz yorumlayalım.
 
 

 
 
Gülen ne anne tarafından ne de baba tarafından Türk değil.
 
 
Küçük Dünyam isimli kitabının baskısında baba tarafından ‘Kürt olduğunu’ söyler.
 
 
(Hatta Ermeni kökenli olduğuna dair bir kısım önemli iddialar da var.)
 
 
Daha sonraki baskılarından bunu değiştirir.
 
 

 
 
Gülen’in ailesi aslen, Van Gölü’nün kuzeyinde bulunan ve Ermenilerle Kürtlerin birlikte yaşadığı Ahlat bölgesindedir.
 
 
Ailesi, başka bir bölgeden gelmeyip bu bölgenin yerleşiklerindendir.
 
 

 
 
Baba tarafından Kürt veya Ermeni kökenli olmasını güçlendiren önemli iddialardan biri de budur.
 
 

 
 
Kendi anlatımlarında da anlaşılabileceği gibi Türk boyları ile hiçbir ilgisi yoktur.
 
 

 
 
Bu nedenle, hayatını anlattığı ‘Küçük Dünyam’ isimli kitabın ilk baskısında baba tarafının Kürt kökenli olduğunu söyler.
 
 

 
 
Ailesinin karışmış olduğu bir namus meselesi nedeniyle sürgüne tabi tutulurlar ve gelip Erzurum ili, Pasinler ilçesi, Korucuk köyüne yerleşirler.
 
 

 
 
Kendisi de Korucuk köyünde doğduğu için Erzurumlu olarak tanınır.
 
 

 
 
Anne tarafı için verdiği bilgiler ise ilginçtir.
 
 
Gülen’in annesinin ismi Refia’dır.
 
 

 
 
Anneannesi yani nenesi Hatice hanımın Şükrü paşazadelerden geldiğini söyler:
 
 
“Hatice ninem, annemin annesidir.
 
 
Herhalde verem olduğundan erken ölmüş.
 
 
Edirne Şükrü Paşa sülalesinden gelme.”
 
 

 
 
Edirne ilinde bulunan Şükrü Paşazadeler ise, 1492 yılında İspanya’da kovulup ve Trakya’ya gelip yerleşen Safarad Yahudi göçmenleridir.
 
 

 
 
Tarihe ‘İspanyolca konuşan Türk Yahudileri’ olarak geçen bunların ezici bir çoğunluğu, Yahudiliğini gizlemek için Türk olduğunu söyleyen sabetaylardır.
 
 

 
 
Gülen, annesinin İspanya göçmeni Yahudilerden olduğunu gizlemek için dedesi yani annesinin babası Ahmet’in ve ninesi Hatice’nin Müslümanlığına özel bir vurgu yapar.
 
 

 
 
Yaşamında baba tarafını çok az anlatır, ama anne tarafına dair anlattığı rivayetlerin her satırında hayranlığını vurgular.
 
 

 
 
Dedesini, dayılarını, teyzelerini öyle olağanüstü anlatır ki, hikayeyi okuyan herkesi hayran bırakır.
 
 

 
 
Anne tarafını bu düzeyde ön planda tutmasının nedeni, onların gerçek kimliğini gizlemeye yöneliktir.
 
 
Ya da Yahudiliğe duyduğu gizli hayranlıktır.
 
 

 
 
Dikkatle vurgulamalıyız ki, kimin hangi etnik ve dini kökende olduğuyla ilgilenmek doğru olmadığı gibi, insan hakları sözleşmesine de terstir.
 
 

 
 
Kişinin etnik-ulusal kimliği değil, ideolojik görüşleri, politik duruşu esastır.
 
 
Durduğu konum belirleyicidir.
 
 

 
 
Ancak uluslararası alanda belirgin bir etkinliği olan ve politik dengeleri belirleme gücüne sahip olan Gülen gibi birinin kendi etnik kimliğini gizlemeye çalışması da tesadüfi bir durum değil.
 
 

 
 
Bunun baskı görmekle hiçbir ilişkisi olmadığı da biliniyor.
 
 

 
 
Bu topraklarda Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Süryaniler, hatta zaman zaman Yahudiler de kendi kimliklerini gizlemek zorunda kaldılar.
 
 

 
 
Ancak Gülen’in durumu tamamen bunlardan farklı olup esasen bilinçli politik bir tercihtir.
 
 
Dahası izlediği stratejinin bir parçasını oluşturmaktadır.
 
 

 
 
Gerçek kimliğini gizlemek için de, anne ve baba tarafına ait ‘şecerenin kaybolduğunu’ söyler.
 
 

 
 
Her iki ailenin seyyid olduğuna dair soruya geçiştirmeli bir yanıt verir.
 
 
‘Ahmet dedem bu mevzuda bir şey anlatmazdı’ diyor.
 
 

 
 
Ailesinin köken olarak Ahlat’tan geldiğini söyleyen Gülen’in aile tarafının ‘Seyyid’ olduğunu bilmemesi mümkün değildir.
 
 

 
 
Hele Kürtler içerisinde ‘Seyyid’ olmanın manevi olarak önemli bir yer tuttuğu bilindiği halde, dedesinin ve babasının bundan söz etmemesi mümkün olmadığına göre, Gülen esasen gerçek kimliğini gizlemeye çalışmaktadır.
 
 

 
 
BÖLÜM 2
 
 

 
 
Gülen bütün konuşmalarında ve günlük sohbetlerinde yaşamının ne kadar yoksulluk içinde geçtiğini söyler.
 

 
Yoksulluk içinde büyüdüğünü vurgular ve özellikle bu noktada insanın duygularını sömürmeye özen gösterir.
 

 
Kendi anılarını anlatırken, bunun tersini söyler:
 
“Halil Dede’min çocukları buradaki gayri menkulleri 80 bin altına satarlar ve aralarında paylaşırlar...
 
Zira babalarından kalan mirası iki kardeş pay ederken, altınları tas tas paylaşmışlar.
 
Teker teker saymak vakitlerini alacağı için böyle yapmışlar.
 
O devirlerde onların bu mirası bölüşme keyifleri de çok meşhur olmuş bir hadisedir.”
 

 
80 bin altını olan bir ailenin o günkü koşullarda sanırım çok zengin olması gerekirdi.
 

 
Daha sonraki hayatlarında farklı yorumlar yapsa da, gerçek olan şu ki, yoksulluk içinde büyümemiştir.
 

 
Kendi anlatımlarında ortaya çıktığı gibi, ailesi, ‘altınları, zaman kaybı olmaması için tas tas paylaşacak’ kadar bölgenin zenginleridirler.
 

 
Demek ki, hemen her vaazında veya röportajında vurguladığı gibi yoksulluk içinde yetişen biri değildir.
 
Yapmak istediği duygu sömürüsüdür.
 

 
Babası Ermeni düşmanıymış!?
 

 
Gülen ailesindeki ırkçı-şoven duygularının çok olduğunu sık sık vurgular.
 
Örneğin:
 
“Şamil Dedem de feveran derecesinde bir Ermeni ve Rus düşmanlığı vardır.
 
Bütün Ermeni ve Rusları doğrasa bu feveran dinmezdi.”
 

 
Bütün ‘Ermeni ve Rusları kesecek’ kadar kindar olan bir ailenin Erzurum, Van, Muş gibi bölgelerde Ermenilerin katledilmesinde nasıl bir rol oynamıştır?!
 

 
Ayrıca Gülen’in kendisi bu katliamı destekliyor mu?!
 

 
Buna, benzeri sorulara Gülen’in yanıt vermesi gerekir.
 

 
Gülen’in Nurcuların arasına girişi kontrgerilla kararıdır
 

 
Yaşamı karanlıklarla dolu olan Gülen’in Nurcu cemaatinin içine gönderilmesinin dahi, MİT ve kontrgerilla gibi devletin gizli örgütlerinin kararı olduğu anlaşılıyor.
 

 
Kendi yaşamına dair anlattıkları dahi bunu doğrulayacak düzeydedir.
 

 
Erzurum’da öğrencilik yıllarında ‘Bediüzzaman’ın yanından gelen Muzaffer Arslan’ın sohbetlerine katılması üzerine risaleleri tanır ve bir daha da sohbetlere katılmaktan geri kalmadığını’ belirtir.
 

 
Ramazan nedeniyle Amasya, Tokat ve Sivas taraflarını dolaşarak vaazlar verir ve sohbetler yapar.
 

 
Gittiği her yerde ilk işi devletin bölge yöneticilerinden biriyle ilişki kurması oluyor.
 
Hem de çok kısa sürede bunu başarıyor.
 

 
“‘Kırkıncı Hoca, bana, Selahattin ve Hatem’e Bediüzzaman Hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim’ dedi.
 
Teklifini hemen kabul ettik.
 
Mehmet Şergil’in terzi dükkanına geldik.
 
Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi.
 

 
İlk gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmet Şevket Eygi, Kırkıncı Hoca, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci’dir.
 

 
Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu.
 
Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi.
 

 
Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan’a ‘şark’ı bir dolaş gel’ demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum’u dolaşmaya gelmişti.”
 

 
Bu toplantıya katılan isimlerin ikisi dikkat çekicidir.
 

 
O dönem yedek subay olarak görev yapan ve Gülen’in yakın dostlarından biri olan Mehmet Şevket Eygi, İslamcı yazar olarak dönemin Amerika’nın ‘anti-komünist stratejisini’ Türkiye’de gündemleştiren ve CIA ile yakın bağları olan biridir.
 

 
Amerika’yı komünizmle mücadelenin merkezi olarak gören ve İslamcıları Amerika’nın yanında yer alması gerektiğini söyleyen fetvalar veriyordu.
 

 
“Bizim en büyük düşmanımız komünistlerdir.
 
Elbette bir İslam devletinde komünistlere fikir yayma ve örgütlenme özgürlüğü tanınmaz...
 
İslam’ın düşmanları ve komünistler doğrudan karşı çıkmadıkları İslam görüntüsü altında melanetlerini işletmeye devam edeceklerdir...”
 

 
Hatta Deniz Gezmiş’in de önderliğini yaptığı, Amerika’nın 6 Filo’suna karşı yapılan protesto gösterilerine karşı, camilerde Müslümanlara çağrı yaparak, ‘özgürlüğün temsilcisi ABD’nin yanında yer almaları’ gerektiğini söyler.
 

 
Eygi, Milli Gazete yazarı olarak, bir Amerikan ajanı gibi yürüttüğü faaliyetler nedeniyle daha sonraları pişmanlığını belirtmiştir.
 

 
İkinci kişi ise, ‘yeni Asyalılar Grubu’nun kurucusu olarak bilinen Gülen ile birlikte kendisini ‘Nurcu’ olarak tanıtan Mehmet Kırkıncı’dır.
 

 
Said-i Nursi hareketinden görünen ama Türk-İslam sentezini savunan, Demirel’i ve Adalet Partisi’ni çok aktif destekleyen bir cemaat lideridir.
 

 
Üçüncü kişi ise Yahudi asıllı Üsteğmen Esad Keşafoğlu’dur.
 
Bu kişi, Türkeş’le birlikte Amerika’ya gönderilen ve CIA tarafından kontrgerilla eğitimi verilen grubun içerisinde olan bir subaydır.
 

 
ABD’nin çok özel olarak eğittiği ve Türkiye’de anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirdiği bir subayın Gülen ile yakın dostluğunun olması ve birlikte dini toplantılara katılması da çok dikkat çekicidir.
 

 
 
BÖLÜM 3
 
 

 
İlginç olan en önemli nokta, Gülen’in bütün yaşamı boyunca yürüttüğü bütün faaliyetlerde mutlaka subaylarla yakın bir ilişkisi bulunuyor.
 

 
Hangi il veya ilçeye giderse gitsin, mutlaka iletişim halinde olduğu bir kısım askeri elamanlar var.
 

 
Özellikle de askerler tarafından korunması da dikkat çekicidir.
 

 
Ayrıca savcı, hakim, emniyet müdürü, komiser vs. çok yakın ilişkiler kuruyor:
 
“Zaten Emniyet Amiri Resul Bey’le ileri derecede dostluğum vardı.
 
Bazı hakim ve savcılarla içli dışlıydım.”
 

 
Asker kökenli Vali Sabri Sarp ile iletişimleri gayet iyi.
 
Askerlik şubesi başkanı Karadenizli Albay ile yakın bir ilişki içine gidiyor.
 

 
Gülen’in askerlik yaşamı son derece dikkat çekicidir.
 
Askerdeyken kontrgerilla faaliyetlerine uyumlu bir çalışma yürütüyor.
 

 
Daha askeri birliğine katıldığı andan itibaren askerlerin korumasına girer:
 

 
“Teslim olduğumda zannediyorum 10 Kasım’dı.
 
Mehmet Mutlu o zamanlar üsteğmendi.
 
Zaten yarbaylıktan emekli oldu.
 

 
Bizim bölük komutanı Yılmaz bey, onun Harbiye’den arkadaşıymış ve gelip beni bölük komutanına lanse etti.
 

 
Ayrıca Kurmay Başkanı Reşad Taylan’a ben de Edirne’deki bir yakınından selam getirmiştim.
 
Hatta benimle ona badem ezmesi göndermişlerdi.
 

 
Cenabı Hakk’ın inayetiyle böyle korunmaya alındım.”
 

 
Nizamiyeden içeri girer girmez, subayların korunmasına alınan Gülen’e bu ilgi, Allah’tan gelen bir yardım olmayıp, onun yürüttüğü ve yürüteceği dönemin kontrgerilla faaliyetlerinin içinde yer almasıdır.
 

 
Birinci torpili, ilk okula gitmediği için, Erzurum’da dışarıdan diploma alıyor.
 

 
İkinci torpili görev İmamlık sınavını kazanması ve Edirne’ye İmam olarak atanmasıdır.
 

 
Gülen’in açıklamasına göre ‘uzun yıllar Türk Hava Kurumu Başkanlığını yapmış olan eski Milletvekili Mustafa Zeren” devreye girer.
 

 
Bir gün M. Zeren Edirne Müftülüğünü arar: “Yeğenimin gözlerinde öperim, imtihanı kazandı” torpil müjdesini verir.
 

 
Üçüncü torpili görevi ise askerde istihbaratçı olmasıdır.
 

 
“Dört ay sonra, Özmutlu’nun aracılığı ile beni de yüksek süratle ayırmışlar.
 
Özmutlu, beni rahat ettirmek için böyle düşünmüş, telsizci olursam, eğitime, içtimaya çıkmam ve rahat
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 09:32PM +0200

mbar...@htgazete.com.tr <mailto:mbar...@htgazete.com.tr>
 
 
İşte, bize bir imparatorluğa mâlolan 1914’teki o ‘çok gizli’ emrin orijinali
 
 
İşte, tarihçi Ali Kaşıyuğun’un bulduğu, Birinci Dünya Savaşı’na girmemize ve bize bir imparatorluğa mâlolan bilinmeyen belge: Enver Paşa, Alman Amirali Wilhelm Souchon’a “Karadeniz’deki Rus filosuna saldırın” emrini vermiş.
 
Birinci Dünya Savaşı’na yolaçan Yavuz ve Midilli isimli savaş gemilerinin 29 Ekim 1914’te Rus limanlarını bombardıman etmesi emrinin kimin tarafından verildiği tam bir asırdan buyana tartışılıyordu. Sözkonusu emrin belgesi nihayet ortaya çıktı: Ali Kaşıyuğun’un Kahramanmaraş’taki Sütçü İmam Üniversitesi’ne verdiği doktora tezinde yayınladığı belgeye göre, emrin altında Enver Paşa’nın imzası var...
 
BU sene Birinci Dünya Savaşı’nın ve aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun da yıkımı ile neticelenecek olan kanlı mücadelenin 100. yıldönümü...
 
Ordularımız bugünlerde imparatorluğun dört bir yanındaki cephelerde dört sene boyunca devam edecek olan bir ölüm-kalım mücadelesine girişmiş, hattâ bundan tam 100 sene önce bugün ve siz tam bu yazıyı okuduğunuz dakikalarda, Sarıkamış’ta bize birkaç gün içerisinde onbinlerce şehide mâlolacak bir harekât başlamıştı.
 
ALMANLAR’A FES GİYDİRDİK
 
Dünya Savaşı’na girişimiz ile ilgili olarak neredeyse bir asır boyunca anlatılan, konuşulan ve ders kitaplarına da girmiş olan bir hadise vardır: İngiliz donanmasının takibinden kaçıp Çanakkale Boğazı’ndan geçerek bize sığınan iki Alman savaş gemisinin daha sonra Karadeniz’e çıkarak Rus limanlarını bombalaması..
 
Türkiye, Goeben ve Breslau isimli bu gemileri 1914 Ağustos’unda Çanakkale’den geçmelerinin ardından satın aldığını, isimlerini “Yavuz” ve “Midilli” olarak değiştirdiğini açıklamış; her iki gemiye de Türk bayrağı çekilip mürettebata Türk bahriye üniformaları giydirilmiş ve daha sonra Karadeniz’e açılan gemiler 29 Ekim’de bazı Rus limanlarını bombalamışlardı. Rusya bunun üzerine bize savaş ilân etmiş ve böylelikle Almanya’nın safında dünya savaşına dahil olmuştuk.
 
TAM 100 YIL SONRA BULUNDU
 
Meselenin neredeyse yüz seneden buyana tartışılan tarafı da, işte burada idi: Savaş gemilerinin bu işi yapmalarını, yani Rus limanlarını bombardıman etmeleri emrini kimin verdiği tam olarak belirlenememiş ve ortaya çeşit çeşit iddialar atılmıştı. Bombardımanı gemilerin Alman kumandanı Amiral Wilhelm Souchon’un bizden habersiz ve kendi imparatoru İkinci Wilhelm’in emri ile yaptığı söylenmiş, bazı tarihçiler ise emrin zamanın güçlü adamı olan Başkumandan Vekili ve Harbiye Nâzırı Enver Paşa tarafından verildiğini, hükümet ile iktidardaki İttihad ve Terakki Partisi’nin hadiseden haberdar olmadığını ileri sürmüşlerdi.
 
Zira, bombardıman emri ile ilgili olarak yakın zamana kadar ortada bir belge bulunmuyordu ve belge yokluğu sebebi ile gerçekler de bir bilinmezlik bulutunun ardında saklı kalmıştı...
Sözkonusu belge, yani bombardıman ile ilgili yazılı emir, savaşa girişimizin tam 100. yılında, ancak bu sene ortaya çıktı!
 
Ama belge bir kitapta değil, bir doktora tezinde; Ali Kaşıyuğun’un Kahramanmaraş’taki Sütçü İmam Üniversitesi’nde 2014 Şubat’ında verdiği “Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Devleti’nin İttifak Arayışları ve 1. Dünya Savaşı’na Girişimiz (1911-1914)” isimli doktora tezinde yeraldı ve dolayısı ile az kişi tarafından görüldü ve varlığından da pek haberdar olunamadı.
 
İKİ PAŞANIN İMZASI İLE
 
Ali Kaşıyuğun’un tezinden öğrendiğimize göre, sözkonusu belgenin aslı Genelkurmay Askerî Arşivi ATASE’de “BDH, Klasör: 1646, Dosya: 30, Fihrist: 11” numarada muhafaza ediliyor. 22 Ekim 1914’te Almanca yazılmış olan belgenin altında Enver Paşa’nın imzası bulunuyor ve daha sonra o sırada Genelkurmay’ın güçlü kumandanlarından olan ve birkaç ay sonra Sarıkamış Harekâtı’nı yapan ve orada şehid düşen Hafız Hakkı Paşa’nın Türkçe tercümesi yeralıyor.
 
Enver Paşa’nın 22 Ekim 1914 tarihli emri, Hafız Hakkı Paşa’nın tercümesi ile şöyle:
 
“Donanma Kumandanı Amiral Suşon Paşa’ya: Donanma-i Hümayun Karadeniz’de hâkimiyet-i bahriyeyi (deniz hâkimiyetini) kazanacaktır. Bunun için Rus filosunu arayarak nerede bulursanız ilân-ı harp etmeden ona hücum ediniz. 9.8.30 (22 Ağustos 1914)”.
 
Metinler arasındaki tarih farkının, yani Almanca metinde 22 Ekim, Türkçe tercümede de 22 Ağustos’un yazılı olmasının sebebi, ileride yapılacak olan araştırmalarla ortaya çıkacaktır.
 
ÖNDE GELEN İSİMLER NE DİYOR?
 
Sözkonusu emre daha geniş kitleler tarafından da görülebilmesi için bugün bu sayfada yer verirken, Dr. Ali Kaşıyuğun’u da doktora tezinde tarihimiz bakımından son derece önemli olan bu belgenin yanısıra daha önce yayınlanmamış başka belgeleri de kullanması dolayısı ile tebrik ediyorum.
 
O devrin önde gelen bazı isimlerinin Karadeniz bombardımanı ve hemen ardından dünya savaşına girişimiz konusunda kaleme aldıkları hatıralarının bazı bölümlerini de yine bu sayfada okuyabilirsiniz.
 
Karadeniz faciasının suçunu herkes birbirine yüklüyordu
 
“YAVUZ” ve “Midilli” isimleri verilen iki Alman savaş gemisinin 29 Ekim 1914’te Rus limanlarını bombalamaları ile ilgili olarak bazı hatıralardan daha önce yapmış olduğum alıntıları, aşağıda tekrar naklediyorum...
 
- HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN HATIRALARINDAN: “29 Ekim 1914: ...Maateessüf sabah donanmamızın düşman donanmasıyla harbe tutuştuğu haberi geldi ve hemen dönmeye mecbur olduk.
 
Alman erkân-ı harbiyesi (genelkurmayı) ile temas ettik. Bronsart[‘ın], mezkûr erkân-ı harbiyenin bizden şunları istediğini anladık: Hemen Karadeniz’de hareket.
Mısır istikametinde mümkün mertebe çabuk edilecek.
 
Cihad-ı mukaddes ilân etmek.
 
Ben bunların üçünü de saçma addediyorum. Fakat ne yapayım, madem ki müttefik! Dik Alman kafası, lâf anlatmak da kabil değil. Bir kere de harp başlamış, artık olacak!
Donanma Kumandanı’na şöyle bir emir hazırlanmış idi:
 
‘Rus donanmasını mahvederek Karadeniz hâkimiyetini kazanmak’.
 
Bu emir benim kasada duruyordu. Ancak icabında ve zamanında verilecekti. Bizim hareketimizden evvel Nâzır emri istedi. ‘Suşon’a vereceğim, kapalı bir zarf içinde.
‘Lâzım olduğu zaman emri aç!’ diyeceğim’ dedi.
 
Ben şüphelendim. Rica ettim, dinlemedi. Halbuki iş büsbütün başka türlü olmuş ve Suşon kendisi Alman kafasıyla açmış, yapmış, etmiş bizi vakitsiz bir harbe sürüklemiş. Bundan sonra artık vaziyeti selâmete çıkarmak için canla başla çalışmak lâzım”.
 
SADRAZAM SAİD HALİM PAŞA’NIN HATIRALARINDAN: “...Alman gemileri, Boğaz’ı geçmelerinden hemen sonra Türkiye’nin Fransa ile savaşta olduğunu zannederek bir Fransız gemisini durdurmuşlardı. Haberi alınca Alman Büyükelçisi’ni davet ettim, bu gibi hareketlerin bir daha tekrarlanmaması gerektiğini söyledim ve Fransız gemisinin yoluna devam etmesini sağladım. İngiliz ve Fransız elçilerinden gelen tepkiler üzerine, Baron Wangenheim’dan tarafları yatıştırabilmek maksadıyla Goeben ve Breslau’ya Osmanlı bayrağı çekilmesi talebinde bulundum. Elçi konuyu Berlin’e sorması gerektiğini söyledi ve dört gün sonra teklifimin kabul edildiğini haber verdi. Protesto için gelen İngiliz ve Fransız elçilerine de gemileri satın aldığımızı bildirdim.
 
27 Eylül’de beklenmedik bir başka hadise daha yaşadık: Çanakkale’nin dışında demirlemiş olan İngiliz filosu, bir Türk gemisinin yolunu kesti.
 
Müttefikler tarafından Türkiye’ye karşı resmen ilân edilmiş bir savaş yoktu fakat bu ülkelerin davranışları artık eskisi gibi dostça değildi. İngiltere ile Fransa, Kırım Savaşı sonrasındaki politikalarını değiştirmiş ve Türkiye’yi Avrupalı bir müttefik gibi görmemeye başlamıştı; Rusya’nın emelleri de artık ortaya çıkmıştı. Türkiye için en büyük tehlikenin Rusya olduğunun farkında idik, üstelik müttefiklerden bizimle ilgili garantiler almaya da muvaffak olamıyorduk. Bağımsızlığımız ve toprak bütünlüğümüz tehlike altında idi!
 
RUS GEMİLERİ KAÇTILAR
 
Donanmamız o günlerde Marmara ile Karadeniz’de sık sık tatbikat yapıyordu ama tatbikata ihtiyaçları olmadığı için Alman gemilerine Karadeniz’e çıkma izni vermemiştik. İsimleri ‘Yavuz’ ve ‘Midilli’ olarak değiştirilen bu iki gemi Marmara’da idi. Bu talimatımıza rağmen, birgün Yavuz’un Karadeniz’den dönmekte olduğunu gördüm; Enver Paşa’ya böyle bir işe nasıl izin verdiğini sordum, ortada bir yanlışlık olabileceğini ve tekerrür etmeyeceğini söyledi.
 
Birkaç gün sonra, Karadeniz’deki hadise cereyan etti. İlk gelen haberler, Rus donanmasının İstanbul Boğazı’nın birkaç mil ötesine mayın döktüğünün belirlendiği ve Yavuz ile Midilli’nin müdahalede bulunduğu yolunda idi. Rus donanması Almanya’dan gelen gemilerin kumandanı olan Amiral Souchon’un uyarısına kulak vermeyince ateş açılmış, Rus gemilerinin Sivastopol’a kaçmaları üzerine Souchon bunları kovalamış, Sivastopol’u bombalamış ve geri dönmüştü.
 
ÇAR BİZE SAVAŞ AÇTI
 
Bütün bunlardan 30 Ekim’de haberdar olabildik. Hükümet üyeleri olup bitenler hakkında herhangi bir bilgileri bulunmadığı konusunda beni ikna etmeye alıştılar ise de istifaya karar verdim, ancak müttefikler ile aramızda dostça bir çözüm bulabilme ihtimalinden dolayı istifamı geciktirdim.
 
Müttefiklere Karadeniz’deki hadisenin ayrıntılarının belirlenebilmesi için bir soruşturma komisyonu kurulması teklifinde bulunmak istiyordum ama mümkün olamadı. Müttefik büyükelçiler 31 Ekim’de İstanbul’u terkettiler, iki gün sonra da Rusya bize savaş ilân etti.
 
Osmanlı İmparatorluğu, dünya savaşına işte bu şekilde dahil oldu”.

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category araştırma]
 
[tags TARİH, Enver Paşa, gizli belge, Osmanlı, birinci cihan harbi, belge]
"yavuz altýndiþ" <elver...@yahoo.com>: Dec 24 07:26PM

YALNIZ ERMENİLER DEĞİL, BİZLER DE ÇALIŞALIM
 Aşağıda link verdiğimTHE HILL Bloğunda Alexander Murinson adlı bir yazar tarafından  “ Ermenistan’ da Yahudi Düşmanlığı”  (Anti-Semitism in Armenia) başlığı ile bir yazıyayımlanmış ve konu tartışmaya açılmış. Tartışmada yorumlarını gönderen Türklerde var. Benim önerim; İngilizce yazabilecekler yorumlarını girsinler,  herkes tartışmada yer alan Türklerinyorumlarının yukarılarda  görülebilmesiiçin “v” yi tıklayarak puanlarını artırsınlar, beğenmedikleri yabancıyorumlarını (hatta tamamını)  ters “v” yitıklayarak puanlarını azaltsınlar. Tabii, sistem bizim düşündüğümüz gibiçalışıyorsa bloğa  girenlerin öncelikleTürk görüşlerini okumaları sağlanabilir. Ne diyelim, ülkemiz için gerekirse Gece gündüz çalışmalıyız
 
Saygılar,O. Tan http://thehill.com/blogs/congress-blog/foreign-policy/227301-anti-semitism-in-armenia--
"BU ÖBEK;TÜRK-TÜRKÇE-ATATÜRKÇE,DÜŞÜNEN,EBEDİ BAŞKOMUTAN ATATÜRK DEVRİMİ VE İLKELERİNE RUHUYLA BAĞLI,HER ŞEY VATAN İÇİN DİYENLER VE KAHRAMAN TÜRK ORDULARINA,TÜRK POLİSİNE KANIYLA CANIYLA BAĞLI"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE-DÜNYA DURDUKCA ÜLKÜSÜNDE
BİR ÖBEKTİR.."
.........................KURULUŞ TARİHİ 28.12.2007
---
Bu iletiyi Google Grupları'ndaki ""NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"" grubuna abone olduğunuz için aldınız.
Bu grubun aboneliğinden çıkmak ve bu gruptan artık e-posta almamak için ne_mutlu_turkum_...@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Bu gruba yayın göndermek için, ne_mutlu_t...@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Bu grubu http://groups.google.com/group/ne_mutlu_turkum_dyene adresinde ziyaret edebilirsiniz.
Daha fazla seçenek için https://groups.google.com/d/optout adresini ziyaret edin.
 
 

  
"Dogan Kekevi" <dog.k...@t-online.de>: Dec 24 06:20PM +0100

İlgi duyan dostlara.
 
Aydoğan
 

 
Von: bi...@tdav.info [mailto:bi...@tdav.info]
Gesendet: 24 Aralık 2014 Çarşamba 17:40
An: dog.k...@t-online.de
Betreff: Türk Musikisi Konseri
 

 
 
Türk Musikisi Konseri
 
Saygıdeğer Dostumuz,
 
Vakıf olarak, geleneksel Turan Kültür Merkezi Süleymaniye Kürsüsü Konuşmalarımız vasıtasıyla, Türk Dünyasının meselelerini, kültürel değerlerimizi, Türklük bilimini gündeme taşımaya, sizlerle paylaşmaya ve tartışmaya, devam ediyoruz.
Bu çerçevede; 27 Aralık 2014 Cumartesi günü 14.00’te Aynur Ezgi Yüksel, Merve Balyemez ve Suat Güney’in Bakırköy Musiki Konservatuarı Vakfı himayelerinde icra edecekleri geleneksel yılsonu Türk Musikisi Konserimizde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyarız.
 
Saygılarımızla.
 
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI
 
Yer: İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Konferans Salonu (İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Beyazıt Cephesi Yanı)
Kimyager Derviş Paşa Sok. Nu.16, Vezneciler - Fatih – İSTANBUL
Tarih: 27 Aralık 2014 Cumartesi
Saat: 14.00
(0212) 511 10 06 / www.turan.org.tr <http://tdav.info/mailer/links/goto/4/5586-f1c7039cfaac> / td...@turan.org <mailto:tdav%20%2...@turan.org> - egi...@turan.org
 
 
Bakırköy Musiki Konservatuarı Vakfı Himayelerinde “Türk Musikisi Konseri” <http://turan.org.tr/wp-content/uploads/2014/12/tdav_aralik_mini.jpg>
 
 
http://turan.org.tr/bakirkoy-musiki-konservatuari-vakfi-himayelerinde-turk-musikisi-konseri/
 
***************
 
Bizden e-posta almak istemiyorsanız, listemizden çıkmak için burayı <http://tdav.info/mailer/unsubscribe/20/5586-f1c7039cfaac> tıklayınız.
 
<http://tdav.info/mailer/viewed/20/5586-f1c7039cfaac>
"Grup Yönetici " <erzinca...@gmail.com>: Dec 24 06:39PM +0200

---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Gönderen: DR.MUSTAFA LALE
Tarih: 24 Aralık 2014 17:18
Konu: Uzay istasyonuna e-postayla İngiliz anahtarı gönderildi
Alıcı:
 
 
 
 
 
*Uzay istasyonuna e-postayla İngiliz anahtarı gönderildi
<http://bilgicagi.com/Yazilar/18822-uzay_istasyonuna_e_postayla_ingiliz_anahtari_gonderildi.aspx>*
 
· 22 Aralık 2014
 
·
 
· Uluslararası Uzay İstasyonundaki astronotlar e-posta ile
gönderilen talimatları üç boyutlu yazıcıya vererek ingiliz anahtarı
yaptılar.
 
[image: Uzay istasyonuna e-postayla İngiliz anahtarı gönderildi]
 
Böylece ilk kez uzaya e posta yoluyla bir gereç yollanmış oldu.
 
Uzay İstasyonu Komutanı Barry Wilmore bir 'cırcırlı lokma anahtar' lazım
olduğunu söyleyince, Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi Nasa böyle bir
çözüm geliştirdi.
 
 
 
Daha önce bu tür durumlarda uzay istasyonundaki astronotlar ihtiyaçlarının
karşılanması için bazen aylarca, bir sonraki ikmal uçuşunu bekliyorlardı.
 
3 boyutlu yazıcının mimarı olan Made In Space adlı şirketin kurucusu Mike
Chen "Uzay İstasyonu Komutanı Barry Wilmore'un bu alete ihtiyacı olduğunu
söylediğini duyunca yazıcıdan çıkarılmak üzere bir tane tasarlayıp herhangi
bir roketten çok daha hızlı şekilde eline geçmesini sağladık" diyor.
 
 
 
Wilmore üç boyutlu yazıcıyı Uluslararası Uzay İstasyonuna 17 Kasım
tarihinde kurmuştu.
 
 
 
25 Kasım günü yazıcıyı ilk kez kullanarak, yazıcı için gerekli bir yedek
parçayı üretmişti.
 
 
 
Nasa, astronotların bu teknolojinin kullanılmasıyla artık uzun süreli uzay
görevleri sırasında ikmal uçuşlarına daha az bağımlı olabileceklerini
söylüyor.
 
 
 
Kaynak: *bbc.co.uk
<http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/12/141219_uzay_ingilizanahtari>*
 
 
 
 
--
Türkiye için el ele mail grubumuz
*https://groups.google.com/group/Turkiye-icin-el-ele
<https://groups.google.com/group/Turkiye-icin-el-ele> *
 
Gruba e-posta gönderme adresi *turkiye-i...@googlegroups.com
<turkiye-i...@googlegroups.com> *
 
Erzincan Kemaliye Egin Grubum
http://groups.google.com.tr/group/erzincan-kemaliye-egin-grubu
 
Gruba e-posta gönder : erzincan-kemal...@googlegroups.com
 
Grub Admin M.İlaldı 0532 7269362 erzinca...@gmail.com
 
Tüm dost ve arkadaşlarımı twitter sayfama bekliyorum :
https://twitter.com/#!/MiLALDi
 
Facebook Sayfamda Sizleride Bekliyorum.Teşekkür ederim.
http://www.facebook.com/profile.php?id=1561718148
Gazi <muhari...@gmail.com>: Dec 24 06:33PM +0200

*Von:* naci kaptan [mailto:cumhuri...@gmail. com]
*Gesendet:* 23 Aralık 2014 Salı 16:08
*An:* .............................
 
*Betreff:* ABBAS GÖKÇE'yi KAYBETTİK ...
 
 
 
*Naci Kaptan*
 
*23.12.2014*
 
 
 
 
 
 
 
*Değerli arkadaşlarım ,*
 
 
 
*Yaz ve sonbaharı ardımızda bıraktık.*
 
*Hazan mevsimi hükmünü sürdürmektedir.*
 
 
 
*Yüzyüze gelmediğim ,*
 
*Sadece yazılarımızla kalem dostu olduğum*
 
*Bu dostluğun getirdiği saygı ve sevgiyi yazılarımızla paylaştıklarımdan *
 
 
 
*Kurucu Meclis ve Danıştay emekli üyesi*
 
*Ödünsüz Yurtsever vatandaş *
 
*Saygın Abbas Gökçe'nin vefat haberini*
 
*21 Aralık 2014 tarihli Sözcü gazetesinde *
 
*üzüntü ile okudum.*
 
 
 
*Yurtsever aydın Abbas Gökçe Devlet ve topluma yapmış olduğu hizmetlerle*
 
*Ülkesine karşı olan borcunu fazlasıyla ödemiştir.*
 
*Gökçe'ye rahmet diliyorum.*
 
*Işıklar içinde yatsın.*
 
 
 
*Gökçe ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.*
 
*Ardında temiz izler bırakarak gidenlere selam olsun.*
 
 
 
*****
 
 
 
*Değerli Gökçe hasta olmasına rağmen *
 
*Gündem üzerine olan düşüncelerini ve şiirlerini paylaşırdı.*
 
 
 
*Farklı tarihlerde paylaşmış olduğu bir şiir ve ikiliklerinden ;*
 
 
 
 
*B İ Z İ M A R Ş İ M E T*
 
 
 
*Hak ve hukuk nerede, söz eden yok yasadan;*
 
 
*Millet kurtulmaz olmuş kederden ve tasadan;Bakan oğlu bakanın; banka
gibiymiş evi;Adım atmak imkânsız dolar dolu kasadan!..*
 
 
 
*Kasalar dolup, taşmış; çare gerek doğrusu;*
 
 
*Bir yer lâzım paraya, kaçmış gece uykusu,O bir Arşimet misali, icat arayıp
durmuş;İmdadına yetişmiş evde pabuç kutusu!..*
 
 
 
*Abbas GÖKÇE*
 
 
 
*****
 
 
 
*A M P U L*
 
 
 
*Ayakkabı kutusu, kasalarda para, pul;*
 
*Yaklaşıyor şafaklar, bekle sönmekte ampul!..Abbas GÖKÇE*
 
 
 
*****
 
 
 
*ALDATAN IŞIK*
 
 
 
*Sanmayın bu dümenler, hepsi böyle dönecek;*
 
*Bir gün doğacak güneş ve ampuller sönecek!..Abbas GÖKÇE*
 
 
 
*****
 
 
 
*Bir İsyan*
 
 
 
*Başka silâh istemem, bana Türklüğüm yeter;*
 
*Saldırırsa kim ona, yalnız tükrüğüm yeter!..Abbas GÖKÇE*
 
 
 
*****
 
 
 
*B E D D U A*
 
 
 
*Yazık oldu ülkeme; yeter, "yeter" olsunlar*
 
*Bak ne hale düştüler; daha beter olsunlar!...Abbas GÖKÇE*
 
 
 
*****
 
 
 
*Abbas Gökçe Kimdir?*
 
 
 
*Abbas Gökçe1927 yılındaKars’ın Arpaçay İlçesi’ne bağlı Meydancık Köyü’nde
doğdu. Kars eşrafından Ayvazoğlu Hacı’nın torunu ve Kars Tüccarlarından
merhum Ethem Gökçe’nin oğludur.*
 
 
 
*İlkorta ve lise öğrenimlerini Kars’ta tamamlayan Abbas Gökçe1954 yılında
Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Daha sonra Türkiye ve Ortadoğu Amme
İdaresi Enstitüsü ile Paris Uluslararası Amme İdaresi Enstitüsü’ nü bitirip
Fransız Danıştayı’nda bir staj gerçekleştirdi.*
 
 
 
*Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonrabir süre avukatlık yaptı. 1959
yılında avukatlıktan ayrılıp hâkimliğe geçti. 1959-1965 yılları arasında
Erciş ve Ünye Hâkimliklerinde bulundu.*
 
 
 
*1965 yılında Danıştay’a tetkik hâkimi olarak girdi. 1976 yılında
Danıştay1981 yılında Yüksek Seçim Kurulu Üyelikleri’ne seçildi.*
 
 
 
*Abbas Gökçe’nin FransızcaL’indépendance du Juge Administratif ve
TürkçeFransız Danıştay’ının Yargı BölümleriDanıştay Kanun Sözcülüğü ve
Varoluş NedenleriDanıştay’ın Danışma ve İnceleme GöreviMemurların
Yargılanmalarına İlişkin Yasaya Göre Soruşturma ve Verilen Karar Türleri…
gibi yayımlanmış hukuki eserleri yanında "Namus Belâsı" adında şiir kitabı
ve "Gül Gülebilirsen" isminde fıkra kitabı ile"Yargıdaki Anıların
Tortusu" namında da bir Anı kitabı vardır. Fransızca bilir*
 
 
 
*Milliyet Gazetesi’ nin "Düşünenlerin Düşünceleri" köşesindeuzun yıllar
Abbas Gökçe’nin yazıları yayımlanmıştır. Bunun dışında diğer gazeteler ile
hukuk dergilerinde de yayımlanmış pek çok yazı ve incelemeler vardır.*
 
 
 
 
 
--
Ay Yıldızlı Bayrağı Olmayanın, Hürriyeti ve milleti de olamaz,
Bayrağımı sevmiyen ise o zaten insan ve Türk olamaz.
"mehmet necati güngör" <mnecat...@gmail.com>: Dec 24 07:08PM +0300

*ŞEREFLE OYNAMAK!*
 
Mehmet Necati GÜNGÖR
 
 
Zarraf'ın adamının tekerlekli bavulla çeke çeke güçlükle götürebildiği
bavul, senin şerefli bir insana attığın iftiranın maliyetidir arkadaş!
 
Dönemin başbakanının bile “hayırsever” diye övdüğü adama sen “hırsız”
dersen, bunun bedeli ağır olur elbet.
 
Adam, yine de hayırseverliği bırakmadı elden.
 
Senin iftiranın bedeli olan 55 milyar lira tutarındaki faizi götürüp
Kızılay'a yatırdı.
 
Hayırseverliğini bir kere daha ispatlamış oldu.
 
Helal sana sayın Zarraf!
 
Sen “memurla o....nun parasını peşin vereceksin” demiştin.
 
Hepsinin hakkını kuruşuna kadar ödedin.
 
Kimini çikolata kutusunda, kimini başka ambalajlar içinde.
 
Parasını peşin verdiğin adamlar senin önüne yatmasına yattılar da seni yine
de bu adi iftiralardan kurtaramadılar.
 
Ne var ki, vatandaşı olduğun ülkenin kadıları senin ülkendekilere benzemez.
 
Şak diye verir kararını, paranı faiziyle, altınını ağırlığıyla teslim eder
sana.
 
Adalet dediğin budur işte!
 
Gelelim, şerefli vekillerimizin çocuklarına.
 
Ne yapmışlar Allahaşkına?
 
Yani, Erzurumlu hemşerimin dediği gibi “çicirt de mi yemesinler?”
 
Hikâye meşhurdur:
 
Şehrin tek eğlence yeri olan Doğu sinemasının balkonunun ön sırasına
protokol otururdu.
 
Tesadüf bu ya, o gün de vali oturmuş.
 
Arka sıradaki genç, çıtlattığı çekirdeğin kabuğunu öne atarken valinin
kafasına düşmüş.
 
Vay sen misin bunu yapan!
 
Vali celallenmiş, koruması yakasına yapışmış.
 
Genç neye uğradığını şaşırmış bir anda.
 
“E neçi yani; çicirtde mi yemiyeh vali bey!” diyebilmiş.
 
Şimdi bu çocuklar;
 
Genç yaşta zengin oldular diye enselerine mi bineceğiz?
 
Kabiliyetlerini mi kıskandınız?
 
Al sana bir iftira daha:
 
Bunun bedeli ise 20 milyar liracık.
 
Bir masum genci içeri attırayım derken, üstüne 20 milyar da faiz ödedin
akılsız!
 
Yine bir Erzurum fıkrasıyla nazire yapalım:
 
Fukaranın biri hep Hızır aleyhisselamı sayıklarmış.
 
“Ah bir Hızır'ı görsem de bu fukaralıktan kurtulsam!”
 
“Ah bir Hızır'ı görsem...”
 
Bir gün bostan suvarırken (sularken) Hızır karşısına dikilmiş.
 
“Ben Hızır'ım. Dile benden ne dilersen!”
 
Fukaranın şansı da kesesi gibi deliktir.
 
“Hızırsan şu elimdeki küreği kaybet.”
 
Hızır, “Ey kürek, kaybol!” demiş.
 
Fukara bi bakmış; elindeki kürek yok.
 
Hayıflanmış:
 
“Hızır'ı görem, Hızır'ı görem dedin durdun.”
 
“Aha gördün! Bir kürek de b.kunu döktün!”
 
Bizimki o hesap.
 
“Baba hırsız yakaladım!”
 
“Bırak gitsin”
 
“Gitmiyor.”
 
“Getir o zaman.”
 
“Gelmiyor.”
 
Senin hırsız dediklerin de hesaba sığmıyor!
ismet soner <ismet...@gmail.com>: Dec 24 05:40PM +0200

Bozlak kuytularında sakla beni;
 
Sevdanın rengi siyah düşlerine uzanayım,
 
Sen ninniler fısılda.
 
 
 
Kanayan hâtıralar getirdim sana;
 
Ya kapat yaralarımı,
 
Ya sok al içimden.
 
 
 
Yorgun yılların yükünü taşıyorum.
 
Süs kalmış kamburumda yaşananlar.
 
Uzat kollarını sarılayım, sıyrılayım.
 
 
Tülay Aydın
--
PRIMUM NON NOCERE
http://www.facebook.com/ismetsoner
http://groups.google.com.tr/group/bursaforum
"Erdal Akalın" <e.aka...@hotmail.com>: Dec 24 05:29PM +0200

Mustafa Nevruz SINACI <gercek....@hotmail.com>: Dec 24 03:04PM

18. 08. 2014
 

 
“İLÂHİ VAZİFE VE YÜCE YOL”
 

 
(Mehmet Fahri
Öğretici-birinci sayfa-)
 

 
Yaşayan diriler ve yaşayan ölüler. Bu iki kavram arasındaki fark, İlâhî
Vazife'yle ortaya çıkar. İlâhî Vazife nedir? İlâhî Vazife'yi gerçekleştirenler,
kimlerdir? İlâhî Vazife
gerçekleştirenlere hiç bir zaman camilerde ve kiliselerde rastlayamazsınız, onlar putlaşmış düşüncelerin içinde kendilerini kaybetmezler, tam
aksine hayatla iç içe yaşarken, bu görevlerini gerçekleştirirler.
 

 
İlâhî Vazife'yi, yani Tanrı'ya karşı vazifelerini kudretli
bir şekilde yapan insanlar, sabah yataklarından kalktıkları andan, tekrar uyuma
zamanı gelinceye kadar geçen süre içinde, daima çevrelerindekilere yararlı olurlar ve candan bir çalışma şekli ile kendilerini ispat ederler.
Onlar her türlü şart içinde İlâhî
Vazifeleri'ni unutmazlar. Hem yaşamlarını sürdürebilmek için canla başla
çalışırlar, hem de bu vazifeyi yapabilmek için de, aynı şekilde çaba
gösterirler.
 

 
Dünyanın kurtuluşu, insanların İlâhî Vazife'yi idrak etmeleriyle
gerçekleşecektir. Bir insan günlük çalışma­larını yaparken, her yaptığı işte; başka
insanlara karşı sünnetini lâyıkı ile o iş kendininmiş gibi özenle, sevecenlikle
yaparsa ve kendi ruhunun sükûnetini istediği gibi; kendi arzularını yerine
getiriyormuşcasına, başkalarının işini yaparken de huzur duyarsa, o insan İlâhî
Vazife yapıyor demektir. Yani insan her işi, kendininmiş gibi, kendi arzusuyla ve kalp huzuruyla yapmalıdır.
 

 
Her imtihan ve vazife, varlığa bahşedilmiş ilâhî bir
lütuftur.
 

 
Aksi hâlde bunun tersini
yapanlar, yaptıkları işleri, sadece zaman
geçirmek için, saat doldurmak için, para kazanmak için ve
sadece bencilce, egoist arzularla, kendi egolarım doyurmak için yapmışlardır ki, bu türden çalışmalarla İlâhî Vazife yapmış sayılmazlar. Zaten o insanlar, o işten gelen yararın da hayrını
görmezler.
 

 
İlâhî Vazife her yerde, her, an
devam eder. En ufak bir olayda insanlara negatif yayında bulunmak, İlâhî Vazife
değil, şer plânına hizmettir. İnsan dünya hayatı içinde, ne iş yaparsa yapsın, her şeyden önce kendi
inancı, kendi arzusu, kendi vicdanı ve kendi İlâhî Vazife aşkı ile insanlara yardımcı
olabilmeyi ön plâna almalıdır.
 

 
AKTARAN:
 
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
 
Bilinçolog Galip (Diğerkâm)
Baran
 

 
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844
84 76
 
E-POSTA:
galip...@windowslive.com
 
WEB: www.bilincuniversitesi.blogspot.com
/ www.galipbaran.blogspot.com
 

 
Bilinç Üniversitesi’nin:
 
(a) İşlevi: “Bilgi Çağı”
üniversitelerinin(Dünya’daki üniversitelerin tümünün), zamanla Bilinçoloji Ana
Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç
Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü”
gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili
değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog,
antropolog v.b. meslek mensuplarının
yetişmesine katkıda bulunmak.
 
(b)
Kuruluş amacı: Güçlünün
haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi
değerler”in aldığı bir dünya düzeni
kurmak.
"Grup Yönetici " <erzinca...@gmail.com>: Dec 24 05:02PM +0200

---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Gönderen: ismet gedik <ismet...@gmail.com>
Tarih: 24 Aralık 2014 13:39
Konu: kimlik ve iletişim bilgileri
Alıcı: erzinca...@gmail.com
 
 
Prof. Dr. İsmet Gedik’e ait kimlik ve iletişim bilgileri aşağıda (ve ekli
dosyadadır)
 
 
 
*BİYOGRAFİM*
 
*İsmet GEDİK, Yusuf ve Penbe Gedik çiftinin 12. ve son çocuğu olarak 1940da
Tirebolu’nun Yaraş Köyünde doğmuşum.*
 
*İlk okulu köyümüzde, Orta Okulu Tirebolu’da, Liseyi Giresunda okuyup 1958
yılında mezun odum.*
 
*1958 yılı İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), İnşaat Mühendisliği
Öğrenciliği ile başlayan yüksek öğrenimimi, ülke genelinde açılan bir
"yarışma sınavında” kazandığım başarı sonucu 1959 başından itibaren
Almanya’da sürdürdüm ve 1962 yılında Bonn Üniversitesi, Matematik ve Tabii
Bilimler Fakültesi, Jeoloji Bölümünde Ön-Lisans belgesi, 1965 yılında
Yüksek Lisans Diploması ve 1968 yılında da Tabii Bilimler Doktoru unvanı
(Dr.rer.nat) alarak, Türkiye’ye döndüm. *
 
*Türkiye dönüşü, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA)deki kısa bir
görevi takiben, 1969-1970 yıllarında askerlik görevimi tamamlayıp, 1970
yılı sonunda Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümüne
öğretim üyesi olarak atandım. *
 
1973 yılında Alexander von Humboldt Vakfı (Almanya) Araştırmacılık bursuyla
ödüllendirilerek 1974 yılına kadar, Almanya’da ‘Yeryüzünde hayatın
gelişiminin, 200-550 milyon yılları arası dönemine ait mikroskobik ölçekli
kalıntıları’ genel çerçeveli bir araştırma yürüttüm ve bu araştırma sonucu
raporun bir kısmını doçentlik tezi olarak İstanbul Teknik Üniversitesi’ne
sunarak 1975 yılında “üniversite doçentliği” unvanını aldım.
 
1979-1980 arasında 6 aylık bir süre için tekrar bir Humboldt-Araştırmacılık
olanağı kazanarak, Almanya’nın birkaç üniversitesinde, yine ‘yeryüzünde
hayatın gelişim aşamalarını’ konu alan bir proje üzerinde çalıştım ve bu
arada hazırladığım bir yayınla “Eski Zamanlar Hayat Sistemleri Bilimi”
diyebileceğimiz Paleontoloji (veya Paleobiyoloji) dalında “üniversite
profesörlüğü” unvanını aldım (1981).
 
Almanca ve İngilizce’yi (Kamu Personeli Dil Sınavı) KPDS değerlendirmesine
göre (A) düzeyinde, Fransızca’yı (B) düzeyinde bildiğim saptanmıştır.
İtalyanca ve Rusça’yı ise, sözlük yardımıyla gerekli tercümeleri yapacak
kadar bilirim.
 
Üniversitede öğretime başlayınca, mesleğimin ana teması “hayatın tarihsel
gelişimi” olduğundan, zorunlu olarak sık sık “Hayat nedir?” sorusuyla
karşılaşmaya başladım. Yeryüzünde hayatın tarihini ve gelişim aşamalarını
inceleyen bir bilim adamı olarak, bu soruya, doğadaki duruma uygun ve
evrensel sistemle uyumlu bir yanıt verememenin sıkıntısını yaşamaya
başladım. Bunun üzerine “doğada bir sistem, bir düzen var mı, varsa nasıl
hangi yönde oluşup-gelişiyor ve bu oluşum ve gelişimleri yönlendiren güç
sistemi nasıl” sorusuna yanıt bulmaya giriştim. Bu sorunun yanıtının,
sadece jeoloji gibi bilim dallarının ortaya koyduğu mezoskopik ölçekli
ortam bilgileriyle verilemeyeceğini fark edip, daha büyük sistemler
(astrofizik), daha küçük sistemler (kuantum fiziği) ve de beden ile bedeni
oluşturan hücreler arası ilişki sistemleri (nörofizyoloji, genetik, hücre
biyolojisi, vs.) gibi konular hakkında genel çağdaş bilgileri de mevcut
doğa-bilgilerine katarak ortak bir değerlendirme yapmaya çalıştım.
 
Farklı bilim dallarına ait bilgiler birbirleriyle etkileşim içine
sokulunca, doğadaki oluşum ve bu oluşumların örgütlenme sistemi yavaş yavaş
netleşmeye ve karşılıklı ilişkiler belirginleşmeye başladı: İlk defa
“zaman” kavramının insanlara tamamen yanlış belletildiğinin farkına vardım
ve bu nedenle zamanı çağdaş bilim verileri ışığında yeniden tanımladım:
 
*GEDİK, İ. 1998: Dünyanın Oluşumundan İnsanlığın Gelişimine: Değişimler ve
Dönüşümler = Zaman. Jeoloji Mühendisliği, Sayı 52, s. 75-139. Ankara.*
 
Doğadaki sürekli değişim-dönüşüm sistemiyle zaman arasındaki ilişkiyi
oluşturunca, yani “zaman kavramını anlayınca”, zamanın bir dilimi olan
“ömür = hayat” da yerli yerine oturmuş oldu.
 
Hayat kavramının doğal sistemdeki yerinin ortaya çıkması, “toplumsal hayat”
sisteminin de nasıl olması gerektiğine ışık tutar ve “Hayatın teorisi ve
tarihçesi” konusunda oldukça net bir görüş ortaya çıkar.
 
 
 
 
 
Uğraştığım konular ve ilginç saptamalarım konusunda
 
1-Atlantis uygarlığının, nerede, ne zaman ortaya çıktığı, ne kadarı gerçek
ne kadarı hayali olduğu konusu
 
2- Zaman kavramının değişim-dönüşümlerin göstergesi olduğu
şeklindeki, doğa-bilimsel tanımı
 
3- Hayatın (dolayısıyla ömrün) zamanın bir dilimi olması nedeniyle,
değişim-dönüşüm sistemlerinin birer adımı olarak görülmesi
 
4—Varlıklar arası etkileşimin, sinyal (bilgi) oluşumuna bağlı olarak
gerçekleşmesi ve “bilginin” eksponansiyel şekilde artış göstermesi kuralı
 
5- DOM-(Doğadaki Oluşum Mekanizması) haricindeki görüşler neden insanlığın
sorunlarını çözemez?
 
 
 
gibi yeni görüşler yer alırlar.
 
 
 
İletişim adresim: ismet...@gmail.com dur.
 
 
 
 
 
--
Türkiye için el ele mail grubumuz
*https://groups.google.com/group/Turkiye-icin-el-ele
<https://groups.google.com/group/Turkiye-icin-el-ele> *
 
Gruba e-posta gönderme adresi *turkiye-i...@googlegroups.com
<turkiye-i...@googlegroups.com> *
 
Erzincan Kemaliye Egin Grubum
http://groups.google.com.tr/group/erzincan-kemaliye-egin-grubu
 
Gruba e-posta gönder : erzincan-kemal...@googlegroups.com
 
Grub Admin M.İlaldı 0532 7269362 erzinca...@gmail.com
 
Tüm dost ve arkadaşlarımı twitter sayfama bekliyorum :
https://twitter.com/#!/MiLALDi
 
Facebook Sayfamda Sizleride Bekliyorum.Teşekkür ederim.
http://www.facebook.com/profile.php?id=1561718148
"Grup Yönetici " <erzinca...@gmail.com>: Dec 24 04:39PM +0200

---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Gönderen: ismet gedik <ismet...@gmail.com>
Tarih: 24 Aralık 2014 13:42
Konu: tarafsızlık
Alıcı: erzinca...@gmail.com
 
 
Değerli yönetici,
 
Size daha önce de birkaç yazı gönderip, yayınlamanızı rica ettim.
 
Saygılarımla.
 
 
 
Prof. Dr. İsmet Gedik
 
 
 
 
DOM (24) DOM-Toplum
 
TOPLUMLAR NASIL ZOMBİLEŞİR?
 
 
 
Zombileşme, bir canlının bedenine, özel bir bilgi içeriği olan belli
kimyasal maddeler vererek, canlının normal davranışından saptırılması
olayıdır.
 
Önce hayvanlar aleminden birkaç örnekle zombileşmenin nasıl gerçekleştiğini
gösterip, sonra toplumumuza geçelim.
 
►1- BİR ÖRÜMCEĞİN ZOMBİLEŞMESİ
 
Hymenoptera ailesinden bir eşek-arısı bir örümceğin hem ağzına belli bir
zehir akıtır hem de o anda gövdesine yumurtalarını aktarır.
 
 
 
[image:
http://3.bp.blogspot.com/-XGkcxcrsPNs/VIliE4USWbI/AAAAAAAABQM/NtME5hXwJ1k/s1600/ar%C4%B1-%C3%B6r%C3%BCmcek.jpg]
<http://3.bp.blogspot.com/-XGkcxcrsPNs/VIliE4USWbI/AAAAAAAABQM/NtME5hXwJ1k/s1600/ar%C4%B1-%C3%B6r%C3%BCmcek.jpg>
 
Zehirin etkisiyle bir sure baygınlaşan örümcek kendine geldikten sonra
karnındaki arı-yumurtalarının gelişmelerine uygun bir ortam oluşturmuş olur
ve yumurtalar örümcek bedeninden beslenerek gelişirler. Larvalar
büyüdüklerinde örümcek bedeninde bir kimyasal madde salgılayarak örümceğin
davranışını değiştirip, onu kendi amaçlarına uygun şekilde bir ağ
yapmalarına yönlendirirler.
 
 
 
Önceleri (A)da gösterilen şekilde bir ağ ören örümcek, zombileştikten zonra
(B)de gösterilen türde bir ağ örer. Bu ağ örümceğin avlarını yakalayacak
şekilde değil, arının larvalarının korunmasını sağlayacak şekildedir.
 
 
 
►2- BİR FARENİN ZOMBİLEŞMESİ
 
Toxoplasma gondii adlı tek hücreli parazitin eşeyli üremesi için
kedi-gillere ihtiyacı vardır. Kedilerin sindirim sisteminde çoğalan
parazitler, dışkıyla ookistler şeklinde çevreye yayılırlar. Çevreye yayılan
ookistlerin gelişmeleri için başka bir memeli hayvana ihtiyaçları vardır.
İnsan dahil her tür memeli canlının vücuduna girip, orada gelişmelerini
sürdürebilirler. Ama en yaygın olarak fareleri ikinci konak olarak
seçerler. İkinci konak hayvanın sindirim sisteminde ookist’in duvarı
eritilir ve serbest kalan parazitler yaşamlarının ikinci evresine girerek
hayvanın içinde beslenmeye ve aseksüel olarak çoğalmaya başlarlar.
 
 
 
Fareler genelde kedi gördüklerinde korkup kaçarlar. Fare bedeninde
erginleşip-çoğalan parazitler, tekrar seksüel yolla çoğalma zamanına
ulaştıklarında, fare bedeninde bir kimyasal madde salgılayarak, farenin
kedi korkusunu yok ederler. Böylelikle fareler zombileşmiş olurlar ve artık
kedilerden kaçmazlar. Kediler de fareleri yiyerek parazitlerin arzularını
yerine getirmiş olurlar. (Berdoy ve diğ. 2000)
 
 
 
►3- BİR SALYANGOZUN ZOMBİLEŞMESİ
 
Microphallus piriformes adlı parazitik solucan yaşamı için başka iki
canlıya muhtaçtır. Biri deniz kıyılarının sığ-deniz sularında yaşayan
Littorina saxatilis adlı deniz salyangozu, diğeri ise bir martı kuşu
(ringa-martısı). Genelde bu iki canlının birbirleriyle bir ilişkisi yoktur.
Fakat söz konusu parazit bu ilişkiyi kurar.
 
 
 
[image:
http://2.bp.blogspot.com/-l7Iz282g0nc/VIliZbmkmhI/AAAAAAAABQU/UhNzYxqMq54/s1600/trematoda.jpg]
<http://2.bp.blogspot.com/-l7Iz282g0nc/VIliZbmkmhI/AAAAAAAABQU/UhNzYxqMq54/s1600/trematoda.jpg>
 
Parazit solucanın ergenleri martı kuşunda yaşar. Kuşun bağırsaklarındaki
parazitlerin yumurtaları dışkıyla denizlere düşer. Denizlerde yaşayan
salyangoz bu dışkıları yer ve yumurtalar onun sindirim sistemine girerek
olgunlaşmaya başlarlar.
 
 
 
Sağlıklı salyangozlar gel-git olaylarını dikkate alarak hep deniz düzeyi
altında kalmayı başarırlar ve çok nadiren martılara yem olurlar. Ama
parazit taşıyan salyangozlarda, parazitler olgunlaştıkları dönemde öyle bir
kimyasal madde salgılarlar ki, salyangozlar bu kimyasal madde etkisiyle
zombileşirler ve deniz suyu üzerine çıkacak şekilde davranmaya başlarlar.
Martılar da bu salyangozları yiyerek, ergenleşmeye hazır parazitleri
bünyelerine alırlar ve parazitin yaşam döngüsü tamamlanmış olur. (McCarthy
ve diğ.2000),
 
 
 
►4- BİR İNSANIN ZOMBİLEŞMESİ
 
Zombileşme sadece hayvanlarda değil insanlarda da görülür. Kuduz virüsü
(Lyssavirus cinsine ait bir virüs türü) insanı zombileştiren bir mikroptur.
Köpek, yarasa gibi hayvanların salyasında bulunur ve genellikle ısırma
suretiyle bulaşır. Girdikleri bedenlerde salgıladığı kimyasal maddelerle,
bedenleri saldırgan-ısırıcı- davranışlara sürüklerler. Bu şekilde virüsün
yayılmalarını sağlayacak şekilde davranan virüslü bedenler,
yaşam-amaçlarının dışına çıkıp, zombileşmiş bir canlıya dönüşmüş olurlar.
 
 
 
►5- BİR TOPLUMUN ZOMBİLEŞMESİ
 
Toplumlarda zombileşme ise gelenek-görenekler ve inanç-sistemi
bilgileriyle oluşur.
 
Toplum hayatı insanların karşılıklı hizmet-alış-verişlerine dayalı bir
yaşam sistemidir. Yalnız başına yaşayan bir insan Robinson-hayatının üstüne
çıkamaz. Bu nedenle her insan bir alanda hizmet üretir ve diğer insanların
ürettikleri hizmetlerle kendisininkini takas ederek daha ekonomik bir yaşam
sistemi oluşturur ki buna toplum hayatı denir. Peki toplum hayatı nasıl
oluşturulup-düzenlenmelidir? Kuralları nasıl oluşturulmalıdır?
 
 
 
Doğa dinamik sistemlidir, ve dinamik sistemlerde tüm işler-ve-işlemler söz
konusu varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulur. Yani
doğa-yasaları denilen kurallar varlıklar arası karşılıklı etkileşimlerle
oluşturulur. Tepeden bir yerden emir alınmaz.
 
 
 
Bu sisteme uygun olarak toplumsal sistem oluşturulacaksa, kuralların iş-ve
meslek-sahipleri arası etkileşimlerle oluşturulması gerekir. Halbuki tüm
toplumlarda kurallar tepedekilerce ve Tepeye Bağımlı Örgütlenmeler (TBÖ)
şeklinde oluşturulmuşlardır. TBÖlü sistemlerin ise tüm toplumsal sorunların
kaynağı olduğu “DOM- İkinci Adam Yayınları” adlı eserde DOM (DİNAMİK-
DOĞADAKİ OLUŞUM MEKANİZMASI) NEDİR? NEDEN ÇOK ÖNEMLİDİR? DOM HARİCİNDEKİ
GÖRÜŞLER NEDEN İNSANLIĞIN SORUNLARINI ÇÖZEMEZ? özetlemesiyle kesin
delillerle ortaya konulmuştur. Demokrasi nasıl uygulanabilinir? Bir toplum
nasıl gelişip-dünyada en gelişmiş toplumsal sisteme kavuşabilir? Sağlıklı
bedenler nasıl oluşturulabilir? vs. gibi bir çok ilginç konunun bilimsel
verilerle desteklenen açıklamalarını bu kitapta bulabilirsiniz. Toplumumuzu
ortaçağ-zihniyetine götürmek isteyenlerle mücadele, ancak bu kitaptaki
bilgilere sahip olan insanlarca yapılabilir. *Çünkü bilgi en güçlü
silahtır.*
 
 
 
İnsanlığın tüm sorunlarını ortadan kaldıracak bilimsel bir formül
bulunmuşken toplumların bu formülü hayata geçirecek davranışa girmeleri
beklenir. Halbuki toplumumuz tam tersini yapıyor: Liderler peşinden
giderek, toplumsal sorunlarının gittikçe artmasına neden oluyor.
 
Zombileşmiş insanlar toplumlarına sahip çıkmazlar, toplumun sahipliğini
tepeye yerleştirdikleri liderlere bırakırlar.
 
► O tepedekiler de kendilerine 15-20 bin liralık aylıklar bağlayarak ve
ebedi bir emeklilik hakkıyla yaşamlarını sürdürürlerken, tabandaki halk bin
liralık asgari ücretle yaşamaya çalışır.
 
► Kamu malları özelleştirme adı altında para-babalarına satılırken, “kamu
mallarının” -adı üstünde- halkın malı olduğu ve kendilerine satılması
gerektiğinin farkında bile değillerdir.
 
Bu durum tipik bir zombileşmiş toplum davranışıdır, çünkü normal toplum,
çıkarlarının nerde olduğunu bilip, yararına olan davranışı sergiler.
 
Yukarıda açık ve net bir şekilde kanıtlandığı üzere, geri-kalmışlık
tamamen bir zombileşme sonucudur. Bu zombileşmeye neden olan temel faktör
ise,
 
►1- dinamik sistemde yaşanıldığının bilinmemesi,
 
►2- Dinamik sistemlerde her şeyin karşılıklı etkileşimlerle oluşturulan
“kurallar” çerçevesinde oluşturulduğunun bilinmemesi,
 
►3- Buna uygun davranıp, toplumuna sahip çıkması, elini
taşın-altına-koyması gerçeğini bilmemesidir.
 
ZAMAN GEÇİYOR, ÖMÜR BİTİYOR VE BİZLER HALA TOPLUMSAL BİR UZLAŞI
OLUŞTURAMADIK.
 
Hala karşılıklı kavgalar vs. sürtüşmelerle günlerimiz geçiyor. Taraflar
birbirlerinin dediklerini dinlemiyorlar bile. Herkes kendi kafasındaki
görüşü tekrarlayıp duruyor. Sidik yarışı devam ediyor ve ömürler bitiyor,
yeni nesiller aynı şekilde devam ediyor.
 
Toplumlarda zombileşme gelenek-görenekler ve inanç-sistemi bilgileriyle
oluşur.
 
Toplum hayatı insanların karşılıklı hizmet-alış-verişlerine dayalı bir
yaşam sistemidir. Yalnız başına yaşayan bir insan Robinson-hayatının üstüne
çıkamaz. Bu nedenle her insan bir alanda hizmet üretir ve diğer insanların
ürettikleri hizmetlerle kendisininkini takas ederek daha ekonomik bir yaşam
sistemi oluşturur ki buna toplum hayatı denir. Peki toplum hayatı nasıl
oluşturulup-düzenlenmelidir? Kuralları nasıl oluşturulmalıdır?
 
Doğa dinamik sistemlidir ve dinamik sistemlerde tüm işler-ve-işlemler söz
konusu varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulur. Yani
doğa-yasaları denilen kurallar varlıklar arası karşılıklı etkileşimlerle
oluşturulur. Tepeden bir yerden emir alınmaz.
 
Bu sisteme uygun olarak toplumsal sistem oluşturulacaksa, kuralların iş-ve
meslek-sahipleri arası etkileşimlerle oluşturulması gerekir. Halbuki tüm
toplumlarda kurallar tepedekilerce ve Tepeye Bağımlı Örgütlenmeler (TBÖ)
şeklinde oluşturulmuşlardır. TBÖlü sistemlerin ise tüm toplumsal sorunların
kaynağı olduğu,
 
►1-
http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/10/dogadaki-olusum-mekanizmasnn-dom-genel.html
adresli yazıda,
 
►2- veya “DOM- İkinci Adam Yayınları” adlı eserde kesin delillerle ortaya
konulmuştur.
 
* ŞİMDİ BU ZOMBİLEŞMEYE KARŞI NASIL BİR ÇARE, NASIL BİR AŞI
KULLANILABİLECEĞİ KONUSUN GÖRELİM.*
 
İnanların hayat konusundaki görüşleri genelde iki zıt kutup arasında
paylaşılmış ve insanlar bu farklı bakış açılarını savunacak şekilde
davranıp-tartışıyorlar. Sağ ve sol olarak tanımlanabilinecek bu görüşlerin
özellikleri basitçe şöyledir:
 
 
 
Sağcılar genelde “yaratılışçılık” denilen bir hayat görüşündedirler. Bu
görüşe göre dağa ve dünyanın bir sahibi-ve yaratıcısı vardır, O yaratıcı
varlıkların dışında “gökte bir yerdedir” ve peygamberleri vasıtasıyla
insanlığa mesajlarını iletir. (Bu görüş doğa-bilimsel verilerin ortaya
koyduğu dinamik sistemli doğa görüşüne ters düşer ve bu nedenle
sol-görüşlüler sağ-görüşlülere bu yönden yüklenip, onları sıkıştırmaya
çalışırlar.)
 
Solcular genelde evrimci denilen bir hayat görüşündedirler. Bu görüşe göre
dağa ve dünyanın bir sahibi-ve yönlendiricisi yoktur. Her şey çarpışmalar,
mutasyonlar, vs. gibi rastgele olaylarla olmaktadır. Bilgili – bilinçli -
amaçlı bir oluşum-gelişim yoktur. (Bu görüş de doğa-bilimsel verilerin
ortaya koyduğu dinamik sistemli doğa görüşüne ters düşer ve bu nedenle
sağ-görüşlüler sol-görüşlülere bu yönden yüklenip, onları sıkıştırmaya
çalışırlar.)
 
Görüldüğü üzere her iki hayat görüşü de doğadaki dinamik sisteme ters
düştüğünden, taraflar bir-birlerinin zayıf noktasını hedef alarak kısır bir
tartışma ortamında yıllardır kavga eder-dururlar. Her iki tarafın
kafalarındaki “hayat görüşleri” de yanlış olduğundan, insanlar o
yanlış-bilgilerin esiri olarak davranmakla, zombileşmiş oluyorlar ve ortak
bir toplumsal uzlaşı oluşturulması olanaksız oluyor.
 
Bir görüşün “dikkate alınacak bir fikir” özelliği taşıması için, şu
kriterleri yerine getirmesi beklenir:
 
►1: İleri sürdüğünüz görüş, herkes tarafından kabul edilebilinecek
özellikte, objektif olmalıdır. İslami (veya Musevi vs.) bir dinsel
görüşü, Japon halkına kabul ettirebilir misiniz? Veyahut, 18 yaşını
geçmiş, ama hiçbir dinsel ön-yargıdan etkilenmemiş insanlara kafanızdaki
dinsel görüşü kabul ettirebilir misiniz? Hayır! Öyleyse bu tür görüşler
objektif değildir. Objektif görüşlerden oluşan bilgiler (Fizik, kimya,
biyoloji, jeoloji, matematik, vs.) her toplum insanınca kabul görmektedir.
 
►2: İnsan Olmanın Sorumluluğu
 
Doğada her şey sürekli değiştiği için, insanı oluşturan hücreler de insan
beynini, “çevrende neler olup-bitiyor, bunları araştır da, ona göre işlem
yapılsın” mantığıyla, muazzam senaryolar üretecek şekilde oluşturmuşlardır.
 
Doğada her şey sürekli değiştiği için, insanı oluşturan hücreler de insan
beynini, “çevrende neler olup-bitiyor, bunları araştır da, ona göre işlem
yapılsın” mantığıyla, muazzam senaryolar üretecek şekilde oluşturmuşlardır
 
Biz insanların kuracağı senaryolar, toplumsal sistemimizin nasıl
oluşturulacağı konusunda olmalıdır, çünkü bedenimizin sorunları
hücrelerimizin görev alanına düşer.
 
İnsanlar yüzlerce yıldır çeşitli senaryolar üretmişler, on-binlerce kitap
yazmışlardır. Ama bu kitaplardan hiç biri insanlığın tüm toplumsal
sorunlarını ortadan kaldıracak bir formül ortaya koyamamıştır, çünkü
hiçbiri dinamik-sistemli bir bakışla hayata bakamamıştır. Sorunlarımızın
çözümünü içermeyen senaryoların ise hiçbir değeri yoktur.
 
Tamamen güncel bilimsel araştırmalara dayanılarak oluşturulan DOM-sistemi
(Dinamik-Doğadaki Oluşum Mekanizması) yukarıda belirtilen kriterleri tam
anlamıyla yerine getirmektedir:
 
Toplumsal sistemimizi oluşturmak isteyen sizler, insan olmanızın
sorumluluğu size, insanlığın sorunlarını çözen bir esere değer vermenizi
gerektirmektedir. Karşılıklı kavgalar değil, karşılıklı
anlaşıp-uzlaşmalarla doğadaki tüm-oluşum ve gelişimler gerçekleşmektedir.
Zombileşmenin sonucu olan sidik-yarışına bir son verebilmek için,
kendi-kendinizi DOM-sistemi bilgileri ile aşılamalısınız. DOM-sistemi
bilgileri toplumsal zombileşmeden kurtulabilmek için gerekli tek “aşı”dır.
Başka ilaç yoktur.
 
Bir toplumun kalkınmışlık düzeyi, becerikli insan sayısı ile orantılıdır.
Çünkü toplum hayatı karşılıklı hizmet alış-verişlerine dayalıdır, ve
hizmeti üretenler insanlardır. Halk ne kadar becerikli ise, üretilen hizmet
o kadar kaliteli olur. Karşılıklı takas edilecek olan da hizmet olduğundan,
toplumun refah seviyesi bu şekilde yükselmiş olur.
 
Bir bedenin becerikliliği, o bedendeki hücrelerin belli konulara
yönlendirilmeleri ve o konuda görevlendirilecek hücre sayısının artırılması
ile belirlenir. Halterci, okçu, futbolcu, vs. hep bir konuya ağırlık
verilerek beyindeki hücreler arası koordinasyonla olur. Çünkü bedendeki her
kas hücresi beyindeki bir sinir hücresi tarafından yönlendirilir. Beyindeki
bir hücrenin nasıl davranması gerekliliği, o varlığın çevresini algılaması
ve onlara uygun olacak davranışlara yönlenmesi şeklinde olmaktadır.
 
Bu nedenle, becerikli insan yetiştirmek, hücreleri iyi yönlendirmekle olur.
Hücreleri yönlendirmek ise, korkutmakla değil, teşvikle olur.
 
 
 
►2. Yaklaşım
 
Toplumsal Uzlaşı nasıl sağlanır?
 
►1: Doğada dinamik
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Dec 24 04:25PM +0200

*Biyolojik ritme saygı !*
 
<http://1.bp.blogspot.com/-SEy5Zjofvo0/VJFMxQIxnaI/AAAAAAAAZvo/vbGSA2N3P1w/s1600/522104_935637429780827_4707626240327859077_n.jpg>
 
 
Çocuğu birinci sınıfa başlamış bir anne-baba çaresizlik içinde yanıma
gelmişti.
 
Çaresizliklerinin sebebi; 19 kişilik sınıfta 18 kişi okuma yazmayı
öğrenmiş, bir tek kendi kızları kalmış okumaya geçemeyen. Çalmadıkları kapı
kalmamış, kimi “Disleksi var galiba çocuğunuzda” demiş. Kimi “Beyindeki
kimyasal denge bozukluğundan” bahsetmiş.
 
Bütün bunlarla yetinmeyen anne, gittiği yerlerden birinde “Kızınıza kötü
cinler musallat olmuş” diye duyunca film kopmuş…
 
 
Kocaman değil, henüz 6 yaşında bir kız çocuğunun okul hayatında başına
gelenlerden bahsediyorum… Göz ucu ile şöyle bir baktım; utangaçtı… Bilirim
ki kız çocukları bu yaşta böylesi utangaç olurlardı, sorun yoktu benim
için. Adını sormak istedim, annesinin arkasına saklandı. Babası kolundan
tutup saklandığı yerden çıkartırken “Amca adını soruyor, söylesene adını
hadi…” demesi çocuğun içinde bulunduğu durumu özetlemeye yetti.
 
“Üzgünüm çocuklar sizler adına” demek geldi içimden, söyleyemedim…
 
“Siz dışarıda bekleyin isterseniz?” diye anne-babayı dışarıya davet ettim.
 
Çocuk öylece kalakaldı oturduğu koltukta… Kaygılı idi. Başına ne geleceğini
bilememenin, ama kendinden büyük birisine de itaat etmesi gerektiğinin
çelişkisi okunuyordu vücut dilinden.
 
Kendimi tanıttım. Güzel resim yapabildiğimden bahsettim. İsterse birlikte
resim yapabileceğimizi söyledim. “Hı hı” diye başını salladı ürkekçe… Diz
çökerek oturduk yere, sehpanın üzerine koyduğum kâğıda boya kalemleri ile
ev yapmaya başladık…
 
Ben, yazı da yazabildiğimi söyledim. Çocuk, “Ben de yazıyorum ama biraz
yavaş” dedi. “Olsun” dedim, “Ben de önceden yavaş yazıyordum. Hem yavaş
yazınca bazen daha güzel oluyor” deyince gözlerime baktı, rahatladı. Sonra
kaşlarını çatıp “Ama öğretmenim dedi ki hızlı yazmalıymışım. Hem ödevimi
yavaş yapınca annem kızıyor.” derken, ülkemiz çocuklarının eğitim dramını
anlatıyordu aslında…
 
İkimiz de önümüze yeni bir kâğıt aldık… Oturduğumuz yerde, benim söylediğim
harfleri birlikte yazmaya başladık. Küçücük parmakları ile nasıl da samimi
çabalıyordu, içim burkuldu…
 
Üç-beş harfi yazdıktan sonra “Ben yazı da okuyabiliyorum” dedim.
 
Çocuk beni duymazdan geldi. Kalemle çizgi çizmeye devam etti. İncinmişliği
vardı belli ki…
 
“Hatta ben, bu harfin hangi harf olduğunu bilebilirim” deyince başını
kaldırdı, “Ben de bilirim, o A” dedi. Cesaret kazanmıştı. Çünkü kendini
zorlamayan, ona uyum sağlayan bir yetişkin vardı yanında.
 
“Peki, bu hangi harf?” diye sordum, onu da bildi, diğerini de… “Hadi bu
harfleri yan yana okuyalım dedim”, yavaş yavaş da olsa okudu.
 
“Ne güzel okuyorsun” dedim. Çocuk: “Ama annem sıkılıyor ben okurken. Babama
diyor ki gel şu çocuğu sen okut, yoksa ben çıldıracağım.”
 
Dakikalarca gözlemledim, ne “disleksi” idi problemin adı, ne de “cin
çarpması”. Aklı başında, narin bir kız çocuğu ve ona hitap edemeyen
yetişkinlerin çatışması vardı ortada; “beklenti çatışması”…
 
Çocuk, kendi biyolojik ritmi ile “edinerek öğrenmeye” çabalarken,
anne-babanın bu hızı yavaş bulup hızlandırma gayreti, çocuğu
sersemleştirmişti.
 
Çocuğu dışarı alıp anne-babayı yeniden davet ettim. Dikkat ettim ki anne
babanın da biyolojik ritmi oldukça bozuk. Baba beni dinler iken ayaklarını
sallayıp duruyor, anne konuşurken hızlı hızlı ve yutarak konuşuyordu…
 
Hâlbuki edinerek öğrenmenin en temel ilkesi; eğiticinin “sekine” halinde
bir biyolojik ritme sahip olmasıdır.
 
“Aktif bir pasiflik”, eğiticinin en üstün özelliğidir.
 
Konuşurken, inci tanesi gibi kelimeleri tek tek çıkarmak... Yürürken,
yavaş ve sükunet içinde yürümek… Göz göze gelindiğinde, gözlerle çocuğun
gözlerine dokunacak kadar sakin bakmak, edinerek öğrenmenin olmazsa olmaz
prensipleridir.
 
Kalıcı öğrenmenin önündeki en büyük engel; çocuğu hızlandırmaktır; “Hadi,
hadi… Çabuk, çabuk… Herkes yaptı bir sen kaldın” gibi baskılar çocuğu
psikolojik olarak gerdiği gibi, bilginin içselleşmesinin önünü de kapatır.
 
Çocuğa iyilik yapmak isteyen eğiticiler, onun biyolojik ritmine saygı
duymalı. Belki kendilerinin bozulmuş olan biyolojik ritimlerini de “sekine”
haline çevirerek çocuğun karşısına çıkmalıdır. Bu bir lüks değil, çocuk
hakkıdır.
 
Psikolog Yazar__Adem Güneş
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Dec 24 03:02PM +0200

*Sevmek mi?*
 
<http://3.bp.blogspot.com/-0UDnyRmw5rw/VJlu4nAHfOI/AAAAAAAAZ1Q/0KcAmTyFhnU/s1600/seevgimages.jpg>
 
 
Muhabbet, kainatın devamına en büyük bir sebeptir. Bundan dolayıdır ki
bütün varlıklar birbirleriyle ilişki içinde bir bütünlük arzeder.
 
Bakınız deniz ile bulut, bulut ile bitki, gül iIe bülbüI arasındaki
ilişkiye muhabbetin dışında ne ile açıklanabilir ki. Evet her varlık
muhabbetle donatılmıştır.
 
En kapsamlısı da biz insanlardaki muhabbettir.
Bütün kainatı ihata edecek bir sevgiyle donatılmamış mıyız?
Bunun sonucu olarak da en yoğun muhabbet insanda olması gerekmez mi?
 
Öyle ise ne oluyor biz insanlara?
Muhabbete sınırsız vesileler varken bazen basit bir noktaya takılır eş,
dost, arkadaş sevdiklerimize özellikle de varlık sebebimiz Rabbimize karşı
muhabbette kusur eder, huzurlu geçirebileceğimiz vakitlerimizi huzursuzluğa
dönüştürüverir mutlu olacakken mutsuzluğu tercih ederiz.
 
Sizce sayılı nefeslerle sınırlı sunulan bir ömrü sevdiklerimize yakınken
onlarla uzak yaşamaya değer mi?
 
Elbetteki hayır. Öyle ise ne oluyor bizlere?
 
Bülent Yolcu <https://www.facebook.com/bulent.yolcu.372>
 
http://celal1973sevdikleri.blogspot.com.tr/2014/12/sevmek-mi.html
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Dec 24 01:24PM +0200

*Ahmed Şahin - Her sabah sorulan 8 sorunun farkında mıyız?*
Ahmed Şahin
 
a.s...@zaman.com.tr
<a.s...@zaman.com.tr>
Ahmed Şahin AİLE-SAĞLIK
Her sabah sorulan 8 sorunun farkında mıyız?
 
İmam-ı Şafii Hazretleri, henüz on beş yaşlarında iken fetva verme makamına
çıkaran bu ilmi nasıl bir aşk ve azimle kazandığını soranlara verdiği
cevabında der ki:
 
Bir adam para kazanmak için nasıl bir azim ve arzu içinde olursa, ben de
ilim elde etmek için öyle bir azim ve aşk içinde olurum. Yavrusunu kaybeden
anne oğlunu bulunca nasıl sevinirse, ben de bilmediğim bir meselenin
cevabını bulunca öyle sevinirim!
 
İlim sahibi olmak için böylesine derin bir azim ve çaba içinde olan büyük
müctehid, ilimden ne anladığını da şu unutulmayan cümleleriyle açıklar:
 
- İlim, öğrenilen değil yaşanandır! Yaşanmayan ilim, geçmeyen para gibidir,
sahibine hiç faydası olmaz. Sadece bilgim var diye gururlanmasına kuvvet
vermiş olur.
 
Kuvvetli bir tefekkür derinliği yanında muhrik bir sese de sahip olan
Hazret-i İmam, Kur’an okurken hem kendi ağlar hem de dinleyenleri
ağlatırdı. Bu yüzden ağlayarak manevî kirlerden temizlenmek isteyenler
okuyuşunu dinlemeye giderlerdi mescidine.
 
Onun mescide gidiş gelişi de ayrı bir tefekkür derinliği içinde geçerdi.
Nitekim ‘Et-Terbiyetü’l-İslam’da Hazreti İmam, bu sabah yürüyüşü sırasında
kendine sorulan sekiz soruyu anlatır. Hepimizi de yakından ilgilendiren bu
sekiz soruyu bugün sizinle paylaşmak istiyorum.
 
Bir sabah namazı dönüşünde derin bir tefekkür içinde yürürken yaklaşan biri:
 
- Efendi Hazretleri, derin düşünce içinde görüyorum sizi, der. Bir
sıkıntınız mı var yoksa?
 
Şafii Hazretleri bu soruya şöyle karşılık verir.
 
- Her sabah namaz dönüşünde benden istenenleri düşünüyorum da onun için
dalgın yürüyorum.
 
Adam merak eder:
 
- Her sabah sizden istenenler mi var? Kimler neleri istiyor sizden?.
 
- Her sabah benden sekiz şeyin istendiğini düşünüyorum, diyerek o sekiz
şeyi şöyle sıralar:
 
1- Rabb’im, benden farzlarını istiyor.
 
2- Resulullah (sas) Efendimiz benden sünnetlerini istiyor.
 
3- Ailem benden helal nafakalarını istiyor.
 
4- İmanım ve aklım kendilerine uymamı istiyor.
 
5- Nefsim ve şeytanım da kendilerine tabi olmamı istiyor.
 
6- Amellerimi yazan Kiramen Kâtibîn melekleri de benden hep sevap
yazdırmamı istiyor.
 
7- Her doğan güneş ise bir gün daha yaşlandığımı düşünmemi istiyor...
 
8- Hazreti Azrail de kendisine bir gün daha yaklaştığımı hatırlamamı
istiyor.
 
Bunları sırasıyla sayan Hazreti İmam:
 
- İşte, ben günlük hayatıma bu isteklerin muhatabı olarak başlıyorum.
Dalgın yürüyüşümün sebebi bu sorumluluklarımı düşünerek gitmemdir, der.
 
Bu defa da soruyu soran düşünmeye başlar:
 
- Ya İmam der, bunlar sadece sana mahsus sorular mı, yoksa bana da
soruluyor mu bu sorular? Hazreti İmam tebessüm ederek cevap verir:
 
- Onu senin irfanın bilir. Ben kendime her sabah böyle soruların
sorulduğunu tespit ettim, istersen sen de şöyle bir tefekkür et, bu sorular
sana da soruluyor olabilir.
 
Adam bir an şöyle bir dalar, hemen arkasından da başını sallayarak cevap
verir:
 
- Evet ya İmam, bu sorular sadece sana değil bana da, hatta her sabah
günlük hayatına başlayan herkese de sorulan sorulardır. Ama biz bunları
düşünmüyorsak, bize de sorulmayışından değil bizim gafletimizdendir, der.
 
Ne dersiniz, Hazreti İmam’a sorulan bu sekiz soru bizlere de soruluyor mu
her sabah? Var mı günlük hayata başlarken bizden istenenleri düşünerek
yürüme hassasiyetimiz, bunları hatırlayarak güne başlama dikkat ve tefekkür
derinliğimiz? Düşünmeye değer mi Hazreti İmam’ın bu uyarılarını?
 
a.sahin@za­man.com.tr
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 02:34AM +0200

Faruk Köse bugünkü yazısında, bir türlü kimliği tespit edilemeyen ve her
türlü polis operasyonunu önceden haber veren Twitter hesabı Fuat Avni
sahibinin nasıl bulunabileceğiyle ilgili ipucu verdi.
 
 
 
 
Son olarak 14 Aralık operasyonunu da önceden duyuran Fuatavni adlı Twitter
kullanıcısı, 17 Aralık 2013 sürecinden bu yana polisin yapacağı her
operasyonu önceden haber veriyor, İçişleri'nde olup bitenleri ve gizli
toplantılarda konuşulanları ince ayrıntılarına kadar Twitter'dan duyuruyor.
Kamuoyunun belleğinde 'Fuatavni kim?' sorusu yankılanırken, Twitter
kullanıcısının kimliği bütün çabalara rağmen tespit edilemedi.
 
"BİR KANADI AK PARTİ İÇİNDE..."
 
Yeni Şafak yazarı Faruk Köse, bugünkü yazısında "Fuatavni'nin kimliğinin
nasıl tesbit edilebileceğine dair bir ipucu" verdi. Köse, Fuatavni'yi
tanımadığını ama yine de bir ipucu verdiğini söyleyerek, "devletin güvenlik
ve istihbarat zaafiyeti" konusunda da birtakım iddialarda bulundu. Yazarın
çarpıcı iddialarının arasında, özellikle Fuatavni'nin bir kanadının AK Parti
içinde diğer kanadının ise Cemaat tarafında olduğu bilgisi dikkat çekti.
 
İşte o yazıdan çarpıcı satırlarla 'Fuatavni'yi bulma rehberi' :
 
Başbakan Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken, MİT Müsteşarı Hakan Fidan,
Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı
Orgeneral Yaşar Güler ile yaptıkları Suriye konulu toplantının ses kayıtları
ortaya çıkmıştı. Bu çok gizli toplantının ses kayıtları yayımlanabildiyse,
toplantıya katılanların dışında birileri de bunu kaydedebilmiş, ya da
kayıtlara ulaşabilmiş demekti. Toplantıya katılanlar içeriği deşifre
etmeyeceğine göre, kayıtlara ulaşabilecek kaç kişi varsa, köstebeğin onlar
arasından aranması lazımdı. Herhalde bu sayı çok fazla olmasa gerekti, değil
mi? Ama konu kapandı, köstebek bulun(a)madı. Bu, devletin "çok büyük bir
güvenlik ve istihbarat zaafiyeti" içinde olduğunun açık göstergesiydi. Demek
ki kapalı kapılar ardında konuşulanlar, gizli toplantılarda alınan kararlar,
aslında o kadar da gizli kalmayabiliyordu.
 
Ama olsundu, olup biteni isnat ederek zaafiyeti izale edebileceğimiz bir
suçlumuz vardı artık: "Paralel yapı..." Bunları yapsa yapsa "paralel yapı"
yapmış olabilirdi. Elde ettiği bilgileri de Twitter'de, Fuatavni adı altında
paylaşıyordu.
 
"BİR DEVLET OYUNU OLABİLİR MİYDİ?"
 
Peki, kimdi bu Fuatavni? Nasıl oluyordu da her şeyden haberi oluyor ve
fakat, bir türlü kimliği belirlen(e)miyordu? Gerçekten, Fuatavni söylendiği
gibi "Paralel Yapı"nın tellalı mıydı, yoksa işin içinde başka bir plân mı
vardı? Mesela yapılacak operasyonları önceden duyurarak tasfiye edilmek
istenen kesim üzerindeki korkuyu artırıp, ekstra hareketlilikleri
gözlemleyerek, bir sonraki adımları planlamak ve toplumsal algıyı bir yöne
doğru sürekli aktif tutmak için bir "devlet oyunu" olabilir miydi bu?
 
Bilemiyoruz. Ancak Fuatavni'nin kim olduğu ile ilgili olarak istihbarat
uzmanı Cahit Dilek farklı bir açıklama getirdi ve dedi ki:
 
"GÜLEN CEMAATİNİN İSTİHBARAT ÖRGÜTÜNÜN ADIDIR"
 
"Fuatavni, Gülen cemaatinin 'istihbarat örgütü'nün adıdır. Bu 'örgüt'ün iki
kanadı olduğu anlaşılmaktadır. Birinci kanadı AKP içinde derine gömülmüş ve
AK Parti-Cemaat ilişkilerinin en iyi olduğu günlerde de bu günleri düşünerek
Gülen cemaatine yakınlığı dışa vurmamış AKP'nin beynine yakın politikacılar
ve bürokratlar oluşturmaktadır. Diğer kanadı ise güvenlik bürokrasisi içinde
Gülen cemaatinin en güçlü olduğu dönemlerde dahi kimliklerini dışa vurmayan
polis, istihbaratçı, askerler teşkil etmektedir."
 
Gülen cemaatinin Makedonya imamlığını yapan Selim Çoraklı, istihbaratla
ilgili çalışmaları olan Prof. Ümit Özdağ, bir dönem Gülen hareketinin ikinci
adamı olarak bilinen gazetemiz yazarı Latif Erdoğan ve eski Zaman yazarı
Hüseyin Gülerce de da bu yoruma katılıp Fuatavni'nin Pensilvanya kaynaklı
bir istihbarat ağı olduğunu ileri sürenlerden.
 
Görüldüğü gibi, aslında Fuatavni'nin kim olduğunu bilen yok; sadece yorum
yapılıyor, tahminde bulunuluyor. Ancak sonuçta yine Fuatavni üzerindeki
perde aralanmıyor.
 
İŞTE O İPUCU
 
Şimdi size, ister bir şahıs olsun, isterse bir ekip, Fuatavni'nin nasıl
bulunulacağına dair önemli bir ipucu vereceğim. Ben sadece ipin ucunu
gördüm, diğer ucunun nereye uzandığı istihbaratın ve diğer yetkililerin işi.
Eğer Fuatavni bir kişiyse bu ipucuyla bulunabilir; bir ekipse, ekibin önemli
bir üyesine ulaşılabilir ve böylece devamı getirilebilir.
 
Fuatavni, Twitter'de "hükümetin yanında yer alan iki eski cemaatçi" hakkında
yazdıklarıyla açığa düştü. "Kör" ve "Topal" olarak adlandırdığı iki ismin,
Gülen cemaatini bölmek için AK Parti ile işbirliği yaptığını iddia eden
Fuatavni, şunları yazdı:
 
"Hukuksuz operasyonlarda akıl danıştıkları bir KÖR, bir de TOPAL iki Cemaat
artığı var. Afrika'nın orta ülkelerinden birinde fahri konsolos olarak görev
yapan Ankaralı KÖR yıllardır bugünlerin hesabını yapıyor. KÖR, Cemaati bölme
projesini Atalay'la paylaştı. ATALAY BUNU BİZE KEYİFLE ANLATIRKEN 'Cemaati
karpuz gibi ortadan bölecek adam' diyordu. Atalay, KÖR'ü Ankara Yeni
Mahalle'ye (MİT'e) yönlendirdi. MİT, KÖR'ün önüne sekreteriyle olan özel
ilişkisinin kayıtlarını koydu... Önüne konan şantajlarla kıskaca alınan KÖR
için FİDAN, HAZIR BULUNDUĞUM BİR TOPLANTIDA Atalay'a, 'konsolos avucumuzda'
demişti. KÖR, Cemaatin lideri olmak için gittiği yerden kumpasçı olarak
çıktı."
 
Bu tweetlerde büyük harflerle yazdığım iki cümleye dikkat ediniz.
 
"BEŞİR ATALAY KONUŞURKEN FUATAVNİ DE ORADAYMIŞ!"
 
Beşir Atalay, "Cemaati karpuz gibi ortadan bölecek adam" sözünü Fuatavni'nin
de bulunduğu bir mecliste söylemiş! Hakan Fidan, Beşir Atalay'a "KÖR"ü nasıl
markaja aldıklarını belirtmek için "konsolos avucumuzda" derken, Fuatavni de
oradaymış!
 
"FUATAVNİ'Yİ DİĞERLERİ İÇİNDE ARAMAK LAZIM DEĞİL Mİ?"
 
Şimdi bu iki veriden hareketle, böyle özel/mahrem konuların konuşulduğu iki
ayrı toplantıda da bulunan ve kesinlikle sayısı az olması iktiza eden
kişilerden en az birinin Fuatavni olduğu anlaşılmış olmuyor mu? Mahrem
konuların konuşulduğu bu tür bir mecliste kimler vardıysa, işte onlardan
biri Fuatavni olmaz mı? Atalay ve Fidan olmayacağına göre, Fuatavni'yi
diğerleri içinde aramak lazım değil mi?
 
Tek sorun, Atalay ve Fidan'ın, kendi yakın çevresine dönüp
dönemeyeceklerinde... Tabiî, Fuatavni'nin tweetlerinde yazdığı bu olay
doğruysa. Ancak hatırlatırım, Fuatavni'nin yazdığı hangi operasyon doğru
çıkmadı ki?

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags GÜNDEM ANALİZİ, Fuat Avni, rehber]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 02:25AM +0200

İstihbarat Kavramı
 
İstihbarat kelimesi istihbar etmek, haber almak anlamından gelir. Genel
manada işe yarar nitelikli bilgi anlamını taşır. Günümüzde ise en çok
devletin güvenliği ve devletin devamlılığını sağlamak maksadıyla toplanan
bilgi anlamını taşır. İstihbarat kelimesi Arapça kökenlidir, İngilizcede ise
"intelligence" ve akıl, zeka, haber bilgi ve istihbarat anlamına gelir.
İngilizcede vurgu, haberin toplanmasında değil, toplananların
birleştirilmesinde, işlenmesinde, değerlendirilmesindedir. İngilizce kısmına
girmemin sebebi daha iyi karşılaması daha açıklayıcı olmasıdır.
 
Ama sayfalarca anlam konusunda yorum yapabiliriz ama konumuz bu değil.
İstihbarat aslında gelecekte gerçekleşebilecek olaylara ilgili en doğru
tahmini yapıp değerlendirmeler sonucunda gerekli önlemlerin alınmasına
dayalıdır. Belli bir konuda elde edilen bilgiye istihbarat denmekte birlikte
bu daha çok haber olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, herhangi bir
konuda açık veya kapalı kaynaklardan elde edilen bilgiler haber niteliği
taşımaktadır. Sadece bilgi ve haber elde etmekte değil aslında aynı zamanda
bunların tasnifi, incelenmesini, değerlendirilmesini kullanılması için
dağıtımı da kapsar yani özetleyecek olursak işlenmiş ve kullanılmaya hazır
olan bilgidir.
 
Yazmaya niyetimin olduğu bu seride Stratejik istihbarat, yöntemler, çalışma
prensipleri üzerine olacaktır. Her ne kadar bu konuda lider benim nezdim de
Rusya olsa da daha çok Amerikan usulünü anlatmaya çalışacağım ve zaman zaman
hepsine değinmeye çalışacağım.
 
 
Bölüm 2: İstihbarat servislerinin faaliyetleri nelerdir?
 
 
Toplama: Verilerin elde edilmesidir. Açık ya da casuslar, istihbarat
üyeleri, taraf değiştirenler, itirafçılar gibi gizli kaynakların
kullanılmasıyla gerçekleşir.
 
Çözümleme: Verilerin süzülmesi, karşılaştırılması ve politika üreticilerine
karmaşık durum ve konuların kavranmasını sağlayacak uygun ve güvenilir bilgi
veren istihbarat ürünleri haline getirilmesidir.
 
Karış casusluk: Yabancı istihbarat servislerinin ya da yabancıların
denetimindeki diğer grupların devlete karşı casusluk, yıkıcı faaliyet ve
sabotaj yapmasını engellemek üzerine yoğunlaşır. Bu amaçla önleyici tedbir
olarak sorgulama, inceleme ve izleme, örgütlerin kandırılması, bölünmesi ve
yönlendirilmesi gibi yöntemler kullanılmaktadır. Örneğin bir ülke düşman
ülke içerisinde silah ve para yardımı yaparak bir örgüt kurulmasına yardımcı
olur. Düşman ülke bunu göz önünde bulundurup o örgüte gönüllü olarak aynı
fikre, ideolojiye sahip rolü yapacak bir ajan göndererek istihbarat
toplaması gibi basit bir örnek verebilirim. Bu esasen örtülü faaliyete
girer.
 
Çözümleme ve üretim: Elde edilen bilgilerin son haline getirilmiş istihbarat
ürünlerine dönüşmesidir. Bu ürünlerin işe yaraması için çözümlemeler
yerinde, hızlı ve eksiksiz olmalıdır. Elde edilen sonuçlara nasıl
ulaşıldığını, mümkünse kaynaklarıyla açıklamalıdırlar. Çözümlemeleri
destekleyen başlıca unsurlar ve bu unsurların değişmesi halinde doğabilecek
alternatif sonuçlar izah edilmelidir. Etkin istihbarat karanlıkta kalan
noktaları da açıklığa kavuşturur.
 
Dağıtım: Son haline getirilmiş istihbarat ürünün ya da başka şekilde
yetkilendirilmiş karar ve siyaset üretim mekanizmalarına dağıtılmasıdır.
 
 
Bölüm 3: İç İstihbarat
 
 
İç istihbarat, devletlerin yönetimin biçimini bozmak, rejimi değiştirmek,
etnik köken, din, ırk gibi unsurları öne sürerek fertler arasına düşmanlık
sokmak, hükumete olan güveni sarsmak, amacıyla yapılan faaliyetleri ortaya
çıkarıp zararsız hale getirmek ve casuslukla mücadele etmek amacı güden
istihbarat faaliyetidir. Eskiden iç istihbarat, şahısların, kralların ve
rejimlerin korunmasını hedef tutarken, bugün devletin iç güvenliğini
korumayı gaye edinir. Dünyadaki uygulamalarına baktığımızda; iç istihbarat
teşkilatları, iç güvenlikle ilgili bilgi toplamak, değerlendirmekte
görevlidir. İç istihbarat devlet güvenliği başta olmak üzere; toplumun
teröre, espiyonaja, sabotaja, aşırıcılığa, organize suçlara uyuşturucu ile
ilgili suçlara karşı korunmasına yönelik çalışmaktadır. İç istihbarat
faaliyetleri, kamunun gereksinimi karşılayacak ve bu tip olayları önlemeye
katkıda bulunmaktır.
 
 
Bölüm 4: Dış İstihbarat
 
 
Devletler, etki ve ilgi sahalarındaki ülkeler başta olmak üzere, dünya
genelinde meydana gelen sosyal, politik, ekonomik, coğrafi ve diğer olayları
dış istihbarat teşkilatları ile takip edilmektedir. Ülke güvenliği
sınırların ötesinden başlar teorisi de dış istihbaratın gerekliliğine vurgu
yapmakta, devletlerin güvenliklerinde dış istihbarat unsurunun ne kadar
önemli bir rolü olduğunu hatırlatmaktadır.
 
Dış güvenlikle ilgili bilgi toplama ve değerlendirme görevi vardır. Bu
amaçla yabancıların niyetleri kapasiteleri ve faaliyetleri hakkında gerekli
bilgileri toplanmaktadır. Batı'da dış istihbarat teşkilatları, sade devlet
başkanı veya başbakana hesap veren, güçlü yapılardır. Bunlar parti
politikasından uzaktırlar. Hükümetlerin her değişiminde üst kademelerinde
değişiklik yapılmaz.
 
Dış istihbaratın içine casusluk, propaganda, psikolojik harekat ve sabotaj
faaliyetleri girer. Dış istihbarat sadece çevre kuşak ülkeler ile hedef
ülkelere değil, ülkelerin milli menfaatleri doğrultusunda sınırların
ötesinde ve küresel boyutta düşünülmelisi gereken bir faaliyettir. Dış
istihbaratta en fazla kullanılan bilgi toplama kaynağı insandır. Bu noktadan
hareketle ülkeler, ulusal menfaatleri çerçevesinde, diğer faaliyetlerinin
yanında yen önemli yöntem olarak örtülü faaliytleri ve bu kapsamda insanı
kullanmaktadırlar. Dış istihbaratta, insan istihbaratının rolü her geçen gün
artmaktadır.
 
 
Bölüm 5: İstihbarat Çeşitleri
 
 
İstihbaratlar üretim şekline ve kaynağına göre üçe ayrılır.
 
Seviyelerine göre istihbarat; Stratejik, Operatif ve Taktik istihbarattır.
 
İstihbarat için toplanan bilgiler gizli olmak zorunda değildir, açık
kaynaklardan toplanan bilgilerde bunu sağlayabilir ama bunun için iyi
yetişmiş analizcilere ihtiyaç vardır.
 
Stratejik istihbarat: Kendi içinde sekiz ana bölüme ayrılır bunlar; Askeri,
Biyografik, Ekonomik, Teknolojik, İletişim, Coğrafya, Sosyolojik
istihbarattır.
 
Üretim şekillerine göre; Temel, Cari ve Hedef istihbaratı olarak üçe
ayrılır.
 
Kaynaklara göre, Açık kaynak istihbaratı, Görüntü İstihbaratı, İnsan
İstihbaratı, Radar (İzleme, Ölçme ve İz) İstihbaratı, Sinyal (İletişim,
Elektronik, Cihaz Sinyali) ve Teknik İstihbarat olmak üzere altı ana başlık
altında toplanmaktadır.
 
Aralarında en fazla istihbaratı Açık Kaynaklar İ. Sayesinde üretilir. Açık
kaynaklar; internet, yazılı, işitsel, görsel medya, akademik yayınlar,
kitaplar v.d.).
 
Bunların işlenmesi sonucu üretilen istihbaratın %85'ini oluşturduğu birçok
farklı kaynakta yer almaktadır. Geriye kalan %15'lik kısmın ise, %10'u
kapalı kaynaklar (insan istihbaratı), %5'i ise teknik, elektronik ve görüntü
istihbaratı ile toplandığındı bilgisi mevcuttur.

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags İSTİHBARAT DOSYASI, ÖMER TAŞKIN, İSTİHBARAT, ANALİZ]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 02:17AM +0200

1) KUBİLAY OLAYI (23 Aralık 1930)
 
 
 
Derviş Mehmet isminde bir yobaz ve altı silahlı arkadaşı 23 Aralık 1930 günü
Menemen'e gelmişler ve camiye girerek üzerinde dini ibareler yazılı bir
bayrakla, camide bulunanları ve merakla cami önüne toplananları,
kendileriyle birlik olmaya davet etmişlerdir. Derviş Mehmet halka hitap
ederek; "Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz; Halife Abdülmecit hududa geldi,
Sancak-ı Şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim" diye
bağırmıştır.
 
Gösteriler ve tekbirlerle dini ibareler bulunan bayrağı Hükümet Konağı
önündeki meydana dikmişlerdir. Toplanan halkı dağıtıp bu yobazları
yakalamaya mesleği öğretmen olan Yedek Asteğmen Kubilay Bey'in askeri
müfrezesi görevlendirilmiştir. Kubilay Bey, şakilere nasihat ta bulunarak;
yaptıklarının hatalı, sakıncalı ve kötü bir şey olduğunu belirterek
vazgeçmelerini ve dağılmalarını söylemiştir. Şakiler buna mavzer kurşunu ile
cevap vermişlerdir. Kubilay Bey kendisini korumak için tabancasını çekmiş
ise de, bir kurşunla yaralanarak yere düşmüş ve gözleri dönmüş canilerden
biri, yaralı Kubilay Bey'in üstüne atılarak boğazından kesip başını
gövdesinden ayırmıştır. Bu arada Hasan adlı fedakar bir mahalle bekçisini de
şehit etmişlerdir. Olay yerine yetişen askeri birlik ve jandarmalar
şakilerin teslim olmalarını istemiştir. Bu isteği reddeden yobazlar ateşle
karşılık vermişlerdir. Çatışma sonucu Derviş Mehmet ve iki arkadaşı
vurularak, ikisi de yaralı ele geçirilmiştir. Diğer ikisi de iki gün sonra
yakalanmıştır. Araştırma sonucu; olayın bölgesel bir nitelik taşımadığı,
organize bir şebekenin düzenlediği, Cumhuriyet'i yıkmak amacını güden
irticai ve siyasi bir hareket olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine
Hükümet, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir illerinde bir ay süre ile
sıkıyönetim ilan etmiştir. Yakalananlar muhakemeleri sonunda ağır cezalara
çarptırılmışlardır.
 
Olaydan hemen sonra Atatürk, Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olarak Genelkurmay
Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'ya 28 Aralık 1930 günü bir taziye
telgrafı göndererek, Cumhuriyet'e karşı suikast tertipleyen mütecavizleri
lanetlemiş ve Kubilay Bey'i görevini yapan şehit olarak takdirle anmıştır.
Atatürk; "Hepimizin, dikkatimiz, bu meseledeki vazifelerimizin icabatını
hassasiyetle ve hakkıyla yerine getirmeye matuftur. Büyük ordunun kahraman
genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu
Kubilay Bey, temiz kanı ile Cumhuriyet'in hayatiyetini tazelemiş ve
kuvvetlendirmiş olacaktır." demiştir.
 
2) TÜRK - YUNAN NÜFUS DEĞİŞİMİ (23 Aralık 1930)
 

 
Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi veya Değişimi, 1923 yılında Lozan Antlaşması'na
ek protokol uyarınca Türkiye'deki Rumların Yunanistan'a, Yunanistan'daki
Müslümanların Türkiye'ye zorunlu göçü sürecine verilen addır. Mübadelede
1,500,000 ila 2,200,000 Rum Yunanistan'a, 350,000 ila 500,000 Türk
Türkiye'ye göçmüştür.
 
Türkiye'de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada'da oturan Rumlar,
Yunanistan'da ise sadece Batı Trakya'da oturan Türkler mübadeleden muaf
tutulmuşlardır.
 
3) KANLI NOEL ( 23 Aralık 1963 )
 
 
 
Tabip Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi Mürivet Hanım ortada. Sağında oğlu Kutsi
solunda Murat. En küçük oğulları Hakan'ı da henüz 10 aylıkken Kıbrıs'a
getirmişlerdi. (23 aralık 1963)
 
Rumların Kıbrıs 'ı Yunanistan'a bağlama düşüncesi ve 1960 Anayasasının
Türklere tanıdığı hakları kabul etmemeleri ve Türklere karşı terör
faaliyetine girişmeleridir. Türkiye 1961 de Rumları uyarma gereği görmüştür.
 
 
Makarios 1960 Anayasasından memnun değildi Makariosun tavrı 1960 Anayasasına
aykırıydı 1963' te Rumlar Türklere karşı terör faaliyetlerine girişti.
Onlarca Türk katledildi. Rumlar " Kanlı Noel" olaylarıyla tekrar katliama
girişti.
 
Türkiye Kıbrıs'taki Türk varlığını korumak amacıyla federal bir düzenin
kurulmasını Türk toplumunun kendini yönetecek bir yapıyı oluşturmasını, Rum
saldırılarına karşı etkili güvenlik tedbirlerinin alınmasını, Türkiye'nin
Kıbrıs a daha sağlam bir şekilde ayak basmasını düşünmekteydi.
 
Rumların tezi ise tam bağımsızlık yoluyla Türkiye' nin Adaya müdahale
hakkını ortadan kaldırmak ve Türk nüfusunu kendi içinde eritme politikası
izleyerek Enosis e ulaşmak amacındaydı.
 
DİKKAT!
 
23 ARALIK 1930 TARİHİNDE YAPILACAK OLAN NÜFUS DEĞİŞİMİNDE, TÜM AVRUPA
DEVLETLERİ İLE ABD'NİN VE DÜNYA MEDYASININ TAKİP ETTİĞİ BİR GÜNDE;
 
KUBİLAY OLAYININ MEYDANA GELMESİ ADİ BİR İRTİCA HAREKETİ OLARAK
DEĞERLENDİRİLEBİLİR Mİ?
 
DİN KİSVESİ ALTINDA TÜRK DEVLETİNE VE TÜRKLÜĞE KARŞI YÜRÜTÜLEN KOMPLOLARIN
ARKASINDA, ÜLKEMİZİN ÜZERİNDE HESAPLARI OLAN DEVLETLER BULUNMAKTADIR.
 
KISACASI; TÜRK MİLLETİNİN BİRLİĞİNİ, TÜRK DEVLETİNİN VARLIĞINI, TEHDİT EDEN
HER TÜRLÜ SÖZDE DİNİ TARTIŞMALAR VE İDDİALAR, FİTNEDİR. İHANETTİR.
 
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
 
YILMAZ KARAHAN

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category araştırma]
 
[tags TARİH, 23 ARALIK OLAYI]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 02:00AM +0200

[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category araştırma]
 
[tags TARİH, KIZILERİLİLER, SLAYT SHOW]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Dec 24 01:55AM +0200

Amerika yerlilerine yönelik işgali ele alan bir rapor, Hristiyanlık
öğretisinin insanlık dışı tavırlara etkisini ortaya çıkardı
 
BM'de yerli halkların temsilcilerinden oluşan yaklaşık 2 bin delegenin
katıldığı bu yılki "BM Yerli Halklar Forumu"nda çığır açan bir rapor
yayımlandı.
 
Yerli halklar ve toprakları üzerinde Hıristiyan hakimiyetinin köklerini
inceleyen, forumun Kuzey Amerika Temsilcisi avukat Tonya Gonnella Frichner
tarafından hazırlanan rapor, "Keşif Doktrini" başlığını taşıyor.
 
Hristiyanlık öğretisinin yerli halklar üzerindeki tarihsel etkilerini ve
Amerika Birleşik Devletleri kanunlarına nasıl adapte edildiğini inceleyen
raporda, Frichner "yerli halklar, bizi daha az insan gören işgalcilerin
merhametsizliğini ortak bir deneyim olarak yaşadılar" ifadesini kullanıyor.
Kendisi de bir Amerikan yerlisi olan Frichner, raporunda şu bilgilere yer
veriyor:
 
"İnsanları canavarlaştırmak, yerli halkların paylaştığı bir şeye daha yol
açtı: İnanç temelinde hareket eden işgalciler, kendilerinde varlığımız
üzerinde üstünlük veya egemenlik hakkı gördüler; dolayısıyla topraklarımızı
ve kaynaklarımızı bizim izin veya rızamız olmadan almak, vermek ya da imha
etmek hakları da vardı."
 
KEŞİF DOKTRİNİ: HRİSTİYAN KRAL İSTEDİĞİNİ ALIR!
 
Frichner yerli haklara yönelik insan hakları ihlallerinin temelinde, 500 yıl
boyunca uygulanan "Keşif Doktrini" olduğunu kaydetti. Ayrıca ABD Yüksek
Mahkemesi'nin yerli halkların toprakları için açtığı davaların
kaybedilmesinde de bu Doktrin önemli rol oynadı. Bu davalardan sonuncusu
2005 yılında New York'ta görüldü ve kızılderililer toprakları için açtıkları
bir davayı kaybetti.
 
"Keşif Doktrini" 15. yüzyılda Vatikan'ın yayınladığı 'papalık fetvaları'ndan
birine dayanıyor. Bu fetva, Hıristiyan hükümdarların "keşfedilen" toprakları
üzerinde hak iddia edebileceklerini öngörüyordu.
 
Yerli halklar üzerindeki "egemenlik" iddiası, Hıristiyanlar dışında
kalanların 'dinsizler ve medeniyetsiz vahşiler' olduğu düşüncesine
dayanıyor, kendi toprakları üzerinde "hiç veya sınırlı hakları"
bulunabileceğini savunuyordu.
 
Vatikan'ın "Keşif Doktrini" Hıristiyan olmayanlara ait tüm arazilerin
"kimseye ait olmadığını" çünkü orada hiçbir Hıristiyan hükümdar yaşamadığını
kabul ediyordu. Buna göre, herhangi bir Hristiyan krallık bu toprakları
"keşfettiğinde" hakimiyet ilan etme hakkı vardı. İspanya veya Fransa gibi
Hıristiyan krallıklar bu Vatikan fetvasına dayanarak hak iddia ettikleri
toprakların yönetimlerini siyasi haleflerine yüzyıllar boyunca nakletti.
 
"VATİKAN FETVASI BUGÜN DE ETKİLİ"
 
1550li yıllarda Vatikan'ın bu fetvasını tartışan Avrupa'daki Hıristiyan din
bilginlerinin "Kızılderililerin insan olup olmadığını sorguladığına" dikkat
çeken Frichner, "Biz insan olduğumuzu ilan ederek bu tartışmalara
katılıyoruz. Ancak, beş asır boyunca insanları aşağılayan bu doktrin
kurumsallaştı. Biz BM Yerli Halkların Hakları Deklarasyonu'nu işte bu
kapsamda hazırlıyoruz" dedi.
 
Vatikan'ın "Keşif Doktirini", 1823 yılında resmen ABD'nin yerli halklar
politikalarına dahil edildi.
 
Frichner raporun yerli halklara yönelik insan hakları ihlallerinin küresel
kapsamda araştırılması için bir ilk adım olduğunu söyledi.
 
Kapsamlı bir çalışma ile "bazı insanların diğerleri üzerinde nasıl egemenlik
kurduğu" sorusunun köklerine inilebileceğini söyleyen Frichner, bugün de
yerli halkları evsiz, topraksız ve işsiz bırakan mevcut ayrımcı yasaların,
doğrudan bu Vatikan fetvasına dayandığını kaydetti.
 
Çiğdem Aktı / Dünya Bülteni - Haber Merkezi

 
[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category araştırma]
 
[tags TARİH, Kızılderili, katliam, Vatikan, fetva]
Bu grubun güncellemelerine abone olduğunuz için bu özeti aldınız. Ayarlarınızı grup üyelik sayfasından değiştirebilirsiniz.
Bu gruba aboneliğinizi iptal etmek ve gruptan artık e-posta almamak için Turkiye-icin-el...@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages