Yaşar Nuri Öztürk
29 Mayıs 2014, 10:40
Kader; Kur’an’da tabiat kanunları, varlığın değişmez yasaları
anlamında kullanılır. Sünnetullah tabiri de bu anlamdadır. Ahzâb 38,
kader ile sünnetullah tabirlerinin eşitliğini bildiriyor.
Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader
anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur.
O kitaplar yoluyla asırlardır
taşınan ve bizlere öğretilen kader, sürüleştirilmiş bir toplum yaratmak isteyen
saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir
anlayıştır. Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne
olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz
şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:
1. Devlet başkanı,
ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müminin cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, önceden belirlenmiştir.
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı
hezeyanların tümü Emevî yalanıdır.
Bu kader anlayışına teslim edilmiş kitlelerin yarınlara
ümitle bakabilmelerinin biricik koşulu, ‘gelecek bir kurtarıcı-mehdî’
beklemektir. Çünkü bu kitlelerin ‘gerekeni yapma’ azim ve iradeleri felce
uğratılmıştır; onlar ancak göklerden gelecek olanı bekleyebilirler.
Kur’an’da, bugün dayatıldığı
şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, ‘kadere iman’ diye bir tâbir de
yoktur.
Türkiye’de bu gerçek,
İslam ilahiyatının dahi bilgini Prof. Dr. Hüseyin Atay
tarafından 1960 yılında yayınlanan ‘Kur’an’da İman
Esasları’ adlı doktora teziyle ortaya konmuştu. Bu, çağdaş ilahiyat
literatüründe ilk kez telaffuz ediliyordu. Prof. Atay bu tezi yüzünden,
Ehlisünnet inancını bozmakla suçlandı. Oysaki bu gerçek,
Hüseyin Atay’dan çok önce yaşamış bilginlerce de dile getirilmiş ama üstü
örtülmüştür.
Ehlisünnet adı altında Ebu
Süfyan'ın oğlu Muaviye ve işbirlikçilerinin ideolojileştirdikleri Cahiliye
kabullerini pazarlayan Arapçı dincilik çevreleri, acaba bu gerçeği bilmiyorlar
mı? Bilmiyorlarsa cehaletlerinden, biliyorlarsa, iftiracılıklarından
utanmalıdırlar. Şimdi,
meselenin gerçek Ehlisünnet inancındaki durumuna bakalım:
Ahkâm ayetleriyle ilgili ilk tefsir kitabının sahibi sayılan ve gerçek
Ehlisünnet’in baş imamı olan İmamı Âzam’la aynı yıl ölen Mukaatil bin Süleyman (ölm.
150/676), iman konusunu anlatırken Allah,
ahiret, melekler, kitap ve nebilere imanı sayar ama kadere iman diye bir
şarttan söz etmez. (Mukaatil b. Süleyman, Tefsîru’l-Hams Mie, 12-13)
Ehlisünnet inancının temel kitaplarından bazılarını yazmış bulunan ünlü
Matürîdî kelamcısı ve Hüseyin Atay’ın kaynağı olan Ebul Muînî (ölm. 508/1115), Tabsıratü’l-Edille adlı eserinde, kader konusunda Hüseyin
Atay’ın söylediğinin aynısını söylüyor.
Atay’dan 850 yıl
önce. Nesefî, anılan eserinde
imanın şartları konusunda şöyle diyor:
“İman esaslarına gelince bunlar 5 tanedir: 1. Allah’a,
2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman. Aynen bunun gibi
ibadetler de 5’e ayrılır.” (Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, 2/92)
Nesefî burada iki Kur’an
dışılığı aynı anda düzeltmiştir:
1. Kur’an’ın gösterdiği iman esasları içinde kadere
iman diye bir şey yoktur,
2. Geleneksel kabullerin ‘İslam’ın Şartları’ diye öne çıkardığı beş kavram,
İslam’ın şartı değil, İslam’daki temel ibadetlerdir. İslam’ın şartları
Kur’an’ın bütün hükümleridir.
http://www.sanalbasin.com/goster/23864/?href=http://www.yurtgazetesi.com.tr
Yaşar Nuri Öztürk
01 Haziran 2014, 11:16
‘Kadere iman’ tabiri, İslam inançlarının içine, hadis diye
ortalıkta dolaştırılan bir söze dayanılarak sokulmuştur. Oysaki o söz, bugünkü
kader anlayışını savunanların deyimiyle bir ‘haberi vâhit’tir, yani Peygamberimizden
bir tek kişinin rivayetidir. Ve hadisçilerin de kabul ettikleri bir kurala
göre, haberi vâhit imanla ilgili konularda delil olmaz.
Kader sözcüğü, Kur’an’da 11
yerde geçmekte ve tümünde de ‘ölçü’ anlamında kullanılmaktadır. Türkçe’deki ‘miktar’ (Arapça özgün şekliyle mikdar)
sözcüğü de ölçü anlamındadır ve kader kökündendir.
Allah her şeyi bir ölçüye göre
yapıp yönetmektedir. Platon’un güzel deyimiyle “Tanrı hep geometri
kullanmaktadır.” Gökten su ölçüyle iner
(Müminûn, 18; Zühruf, 11); inen suyun yeryüzünde
vadilerde dolaşması bile ölçüyledir. (Ra’d, 17) Topraktan
pınarlar fışkırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir ölçüye
göredir. (Kamer, 12)
Tüm bu ölçüye bağlılıklar,
kader kelimesi veya türevleri kullanılarak ifade edilmiştir. Ve bu ifadelerle önümüze konan kader kavramının temel
amacı, insanın fiillerinin belirlenmiş olduğunu değil, varlık ve oluşta
rastlantının bulunmadığını göstermektir.
Kur’an, kader kavramıyla
‘sünnetullah’ da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir. ‘Kader asla değişmez’ söyleminin Kur’ansal anlamı budur.
Bu kullanım, şu ayetlerde herkesin
anlayabileceği açıklıktadır: Ra’d, 8, 17; Hicr,
21; İsra, 77; Fâtır, 43;Müminûn, 18; Ahzâb, 38, 62; Şûra, 27; Zühruf, 11;
Fetih, 23; Kamer, 49; Talak, 3; Mürselât, 22.
Kader kökünden gelen ve ölçüye
bağlamak anlamında olan ‘takdir’ sözcüğü de tabiat kanunları, değişmez ölçüler,
yani sünnetullah anlamında kullanılmıştır. Bu
kullanıma göre, Ay ve Güneş’in belirlenmiş ölçülere göre seyretmeleri,
kısacası, irade sahibi tek yaratık olan insan dışındaki tüm varlıkların, her
türlü iş ve oluşun, her türlü yaratılış ve yaratışın seyri değişmez kurallara,
bağlanmış, determine edilmiştir.
İnsana gelince, onun için,
kader kavramının, tabiat kanunlarının değişmezliği
dışında herhangi bir değişmezlik getirmesi söz konusu değildir. Çünkü insan
özgür iradeye sahip tek varlıktır.
Kur’an’daki kaderin anlamı
budur. Ve bu anlamda
bir kaderin değişmezliği, Allah’ın tabiata, varlığa koyduğu yasaların
değişmezliğidir ki, Kur’an bunu açıkça ve defalarca ifade etmiştir. Bu değişmezlerin insanın fiilleriyle, iradesi ve özgürlüğü
ile bir ilgisi yoktur. Oradaki değişmezlik, kanunların Yaratıcı tarafından
koyulmasıdır; insan fiillerinin Yaratıcı tarafından önceden belirlenmesi
değildir.
Biz, varlığın ve evrenin yönetimine, ontolojik yapıya ilişkin kanunlar
koyamayız; bizim böyle bir yetkimiz yoktur. Ama biz, kendi fiillerimiz ve
yönetimimizle ilgili kanunlar koyarız ve koymalıyız.
Kur’an’daki kader, İbn
Teymiye’nin deyimiyle, yaratılışla ilgili
ontolojik bir kavramdır; davranışlarla ilgili bir kavram değil. (İbn
Teymiye; el-Furkan, 98-99)
Yine İbn Teymiye’nin ifadesiyle
kader, Allah’ın yaratış ve dileyişiyle ilgili
bir kavramdır, buyrukları ve hoşnutluğu ile
ilgili bir kavram değil.
Kemal Sağır yazıyor:
“Bildiklerinizi sonuna kadar paylaşın, yayınlamadıklarınızı ne olur çabuk
yayınlayın. Sadece Türkiye değil İslam âlemi de doğrular ile yanlışları
tartsın ve dünya, İslamiyet’in bize anlattıkları gibi olmadığını görsün de
gerçek Müslümanın Allah diye diye boğaz kesenler olmadığını bilsin.”
http://www.yurtgazetesi.com.tr/kuranin-kader-anlayisi-2-makale,8069.html