Tayyip Erdoğan Mason mu? |
24 Kasim 2006 16:56 | ||||||||
|
SİTEMİZ 2. KUVVA-İ MİLLİYE HAREKETİ KURUCULARINDANDIR.
2. KUVVA- İ MİLLİYE HAREKETİNİN GEREKLİ OLDUĞUNA İNANAN, ATATÜRK ÜN KURDUĞU
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ
EMPERYALİZMİN PENÇELERİNDEN İKİNCİ KEZ KURTARABİLMEK İÇİN YENİ BİR KURTULUŞ
MÜCADELE BAŞLATMAYI GEREKLİ GÖREN VE BU MÜCADELEYE KATILMAYA HAZIR OLAN
GENÇ,
YAŞLI, KADIN, ERKEK TÜM VATANDAŞLARIMIZI SİTEMİZE ÜYE OLMAYA VE HAREKETİMİZE
KATILMAYA ÇAĞIRIYORUZ.
www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com
_________________________________________________________________
Sohbet ederken Messenger'da eglenin! http://messenger.live.com
>From: "can kan" <ist_m...@hotmail.com>
>Reply-To: turk...@googlegroups.com
>To: turk...@googlegroups.com
>Subject: ***TÜRK GÜCÜ*** MİLLİ MÜCADELEMİZ BAŞLIYOR
>Date: Tue, 05 Dec 2006 16:19:14 +0000
_________________________________________________________________
Sevdiklerinizle Messenger'da görüsün ve sesli sohbet edin!
http://messenger.live.com
Bu böyle gitmez, gidemez... "Sen mi kurtaracaksın?"..."Böyle gelmiş böyle
gider, sen mi değiştireceksin?"..."Sana ne?"..."Kendini düşünmüyorsan
çocuklarını, aileni, dostlarını düşün...""Niyazi olursun,
Niyazi...Mezarlıklar senin gibi adamlarla dolu..."
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın"
...alçaklığının övüldüğü... çalışmanın, üretmenin, yaratmanın, gerekirse
feda etmenin değersizleştirildiği bir süreç...
Bireyin hiç, toplumun gereksiz, milletin yük, devletin bela, ülkenin cefa
olarak algılatıldığı bir düzen... Toplumun bütün bireyleri bencillik ve
çıkar üzerine kurulu bir eğitim sisteminin akıl almaz çarkları arasında tek
tek yokediliyorlar.
Dillerindeki Allah, ellerindeki banka hesap numarası... Cumhuriyet,
yolunacak kaz... Siyaset, toplumu uyutma aracı...
Bizi biz yapan ve bizi ayakta tutacak olan ne varsa gevşetiliyor...
Türkiye Cumhuriyet'i kimsenin hiç bir şey yapmasına gerek kalmadan, bütün
somunları ve vidaları gevşetilmiş bir makina gibi, göz göre göre dağılmaya
doğru gidiyor. Bunu tasarlıyor, planlıyor, bunun için çabalıyorlar...
"Ne olmuş yani eskiden de böyle değil miydi?" "Adam sende... boşver arkadaş,
bulunur birileri, hengisi farklı ki?" Herkesi küçülten, büyümesine izin
vermeyen bir düzenin içindeyiz.Kendi küçük, küçücük dünyasına hapsolunan,
büzüştüğü kabuğunda, sessiz sedasız yaşamayı hüner sayan bir toplum haline
geldik.
Bir de küçücük kıpırdansa, kendi büzüştüğü kabuğuyla kavga etmeye kalksa,
arsızca o küçük adama her gün herkes bağırıyor: "Sen mi kurtaracaksın?..."
Bu tür sorular ve baskılarla günlük hayatın ve gelecek planmasının dışına
atılan insanlar, gerçek olmayan ve adını bile başkalarının koyup tarif
ettikleri düzenin "istikrar" ve "mutluluk" dediği o büyük boşluğu, yaşam
biçimi olarak benimsetiyorlar. Bu yaşamamanın bir biçimi oysa.
Gözyaşıyla soslanmış, cehaletle servis edilen, sözde büyük kabadayılıkların,
deli yüreklerin, kurtlar vadisinin o kofti ,alçak, yalaka, yavşak duygu
sömürüsüne dayanan cicili duygusallıkların sınırladığı insanlar olmamızı
istiyorlar.
Doğrularımızı bizden çok söyleyip, kavramlarımızın ,yaşam istiklerimizin
içini boşaltıp, bir kurt gibi içimizi kemiriyor, bununla besleniyorlar. Oysa
söylediklerinin hepsi yalan...
Kendileri bile kendilerine olan inançlarını yitirdiler. Yalancılar...
Aslında yaşam dedikleri o boşluğun yarattığı mutsuzluk gölgeleriyle bizi
boğuşturup duruyorlar... Yokoluşumuzu , tükenişimizi izliyorlar...
Başaracaklar mı? - Nasılsın? - Yaşıyoruz işte... Aslında söyleyecek ne de
çok şeyi vardır o sıkıştırılmış insanın, Ne çok...Şöyle doyasıya bir
konuşsa, elini bir kaldırsa, bağırsa ,yüksek sesle anlatsa,öfkesini
karşısındakinin yüzüne yüzüne dile getirse...Çocuklarına, ailesine,
dostlarına, halkına sahip çıkma isteğini anlatsa nasıl da rahatlayacak.
Nasıl da kendine gelecek.O zaman kendisine takılan kod adından da kurtulup
kendi kimliğine kavuşacak.
Kimse ona "Sessiz çoğunluk", " Sürü" diyemeyecek... İçinden bağırıp durduğu
o sloganı haykırsa: - " Susma sustukça sıra sana gelecek..."
Susmasa konuşsa , elleriyle boğduğu kendi kişiliğini, aklını, duygularını
bir kurtarsa... Susmak, konuşmamak, yasalara, kurallara uymak...Bugün
toplumun üstlendiği görev, bireyin yaptığı iş,bu...Verilen görev bu. Hayat
boyu sürecek bir görev...Bu kendini imha görevi. Bu hepimizi saran, boğan
görevler silsilesini ve yaşam biçimini kim dayatıyor? "Katiller demokrasisi,
hırsızlar düzeni..." Figüranları, yöneticileri hep değişen ama özü asla
değişmeyen bu sistem, korkunun krallarıyla bizi sindiriyor, ortakları
yoluyla sömürüyor, katilleriyle öldürüyor... Bugün artık çocuklarımız tehdit
altında..
Bu böyle gitmez... "Sen mi kurtaracaksın?"... - "Evet ben kurtaracağım..."
"Böyle gelmiş böyle gider, sen mi değiştireceksin?"... -"Bölge geldi ama
böyle gitmeyecek, evet ben değiştireceğim."
"Sana ne?"... -"Hepsi, bütün bu yapılanlar bana.Hepsi benimle ilgili . Hepsi
beni yokedip sömürmek üzerine kurulu bir sistem.Yokluğum ve yoksulluğum
üzerine kurdular bu sistemi. Bunu yıkacağım..."
"Kendini düşünmüyorsan çocuklarını, aileni, dostlarını düşün..." -" Kendimi,
çocuklarımı,ailemi,dostlarımı vatanımı düşünüyorum."
"Niyazi olursun, Niyazi...Mezarlıklar senin gibi adamlarla dolu..." _"Niyazi
değil bu uğurda canımdan olurum... Vatan ve namus için...
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın"... -" Her yılanın başını ezmek gerek.
Bana dokunsa da dokunmasa da..." Çocuklarımızı , geleceğimizi,
vatanımızı,namusumuzu korumak için ne mi yapalım?..
Yapacak o kadar çok şey var ki...
_________________________________________________________________
Aşağı alıntıdaki olay ilk değildir. Binlercesinden bir tanesidir. Adana
Konsolundan, AB komiserlerinden, casus-provakatör STK yetkililerinin
ziyaretlerinden, faaliyetlerinden sadece bir tanesidir.
“Irak"ta görev yapan ABD"li Hava ve Savunma Ataşesi Albay Charles J.
Schneider,
Askeri Ateşe Yardımcısı Kurmay Yarbay Randy J. Smith ve Politik Askeri Bölüm
Ataşesi Car R. Seıbentrıtt"den oluşan ABD heyeti, bugün Adana"dan Mardin"e
geldi. Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar tarafından randevu talepleri geri
çevrilen ABD"li heyet, Belediye Başkanı Metin Pamukçu ile görüştü. ABD"li
heyet Başkan Pamukçu ile basına kapalı yaklaşık 1 saat görüştü.
ABD"lilerin görüşmede Başkan Pamukçu"yla bölgenin sorunları ve PKK ile
ilgili görüş alışverişinde bulundukları kaydedildi.”
18 Ekim 2006 Çarşamba - Hürriyet İnternet Hani denir ya, buyur nerden
yakarsan yak! Irakta görev yapan ABD"li askerin, bizim valiyle-belediye
reisiyle ne işi olur? PKK"yı görüşme yetkisini kimden, izni kimden almıştır?
Muhatap olarak, vali yada belediye reisini kim tayin etmiştir?
Bölgenin sorunları onları niçin ilgilendirir? Irak"taki sorunları çözmüşler
de, bizim bölgenin sorunları mı kalmıştır?
Tecrübelerini mi aktarmak istemişlerdir? Basına kapalı görüşme,
konuşulanların çay sohbetinden öte olduğunu göstermektedir.
Sn. Vali meşgulum diyerek, görüşmekten kaçınmıştır ama görevini yapmamıştır.
“Siz kim oluyorsunuz da, PKK"yı görüşüyorsunuz” diyememiş, kollarından tutup
hadi gözaltına almak aşırılık olabilir ama şehir dışına çıkarmamıştır.
Belediye Başkanı, yabancı bir ülkenin Politik Askeri Ateşesine bilgi
verirken, “ajanlık” yaptığının farkında mıdır? Yoksa, ilgi ve destekleri
için minnettarlığını mı ifade etmiştir? Sevelim veya sevmeyelim, bugünün
yöneticileri, bırakalım
Atatürk"ün Kuşadası"ndaki bir askerimiz için İngiltere ile savaşı göze
almasını, Abdülhamit"in bile tırnağı olamazlar. Bitlis"te olaylar olur.
Sonrasında, ABD Adana konsolosu, İstanbul sefiri vasıtasıyla (o zamanlar
izin almak gerekiyormuş!) bölgeyi ziyaret isteğini Padişaha iletir.
Abdülhamit izin vermez. Sefir yani büyükelçi kızgın vaziyette, Padişahın
karşısına çıkar. Abdülhamit, bir süre beklemesini, olayların sıcaklığının
geçmesini ister. Şimdi konsolos giderse, bölge Ermenilerinin, sadece
konsolosu orada görmelerinin bile moral vereceğini, şımartacağını, olayların
tekrar ateşlenmesine sebebiyet verebileceğini söyleyerek, isteği geri
çevirir.
Birde, bugüne bakın! Adamlar cirit atıyor! Zebariler sopa sallıyor! Devletin
dış işleri bakanlığı, galiba sadece dışarıyla meşgul!
Ülke ülke gezmeyi, yurtdışı toplantı konuşmalarını organize etmekle
uğraşıyor, maksat tarihler çakışmasın!. İçişleri Bakanlığı var mı yok mu
belli değil! Ya asker hakkında rapor hazırlamakla, ya askeri çete
operasyonlarıyla sınırlamış kendisini! 100 okulun 94ünde olay var.
Kap-kaç, soygun, uyuşturucu, kaçakçılık, hırsızlık, yolsuzluk .. başını
minbere vurarak intihar eder mi diye gözlüyor! Kimse mücadele ettiğini
söylemesin! Hele hükümet hiç söylemesin! Yıllarca, terörle derin mücadele
etmiş bir muhterem çıkıyor, af talep etmekle kalmıyor, siyaset öneriyor.
Sende mi Brütüs! diye şaşırıyor kimileri?
Kimse bu ülkede, derin devlet olduğunu da söylemesin artık! Derin olanlar,
epeyce derinmiş! Kuyunun sonu Washington"a kadarmış! Anlaşılan bu kez de, M.
Ağar ve ekibi derin koordinasyon görevi üstlenmiş! Biz, hükümetle derin
devlet arasında çatışma var sanıyorduk. Meğerse, derin devlette de çatışma
yaşanmış, nihayetinde çatlamış, bölünmüş, su yüzüne çıkmış! Bir kısmı çoktan
siyaset sahnesinde önemli rol almış, apoletli kısmı vatanseverlikte kalmış,
halka çağrılar yapmaya, uyarmaya başlamış! “Allah sonumuzu hayır etsin.
Hiç iyi günlerde değiliz!” “Kuzey Kürdistan Bölge Başkanı Baydemir”, ayrılma
sorununu halletmiş, cebine koymuş rahatlığıyla, bölgenin petrol-enerji ve su
kaynakları üzerinde mutlak hak talep ediyor. Sınırlarımız içinde kalan bu
kaynaklardan size pay vermeyiz diyerek, ağzını yüksekten açıyor. Pazarlıklar
başlamış ey ahali, malınıza mülkünüze sahip çıkın. Bakın bakalım, tapusu var
mı, sizin üzerine mi? Sevr kadastrosunda başkalarının üzerine yazılmış mı?
Sayın Komutanım, Mehmet"lerimizi dağlardan indirin, onlara da “af çıkarın”.
Boşu boşuna şehit olmasınlar! Onlarda, düz ovada siyaset yapabilsinler!
Görünen köy klavuz istemez. Artık bu gidiş, yolun sonu belli. Siz dağlarda
“üç-beş sinek” kovalarken, onlar meclislerde, belediyelerde, 2. adreslerde
kepçeyle kotarıyorlar işi. Cirit atıyor, polo oynuyor, pas veriyor, orta
çıkarıyorlar sokak ortasında. Lügata yeni deyim ekleyin: “Koordinasyona
gelmek.” Hey millet! Kimse var mı orada! Kimse var mı! Kimse var mı! Kimse
var mı..?
>www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com
>
>SİTEMİZ 2. KUVVA-İ MİLLİYE HAREKETİ KURUCULARINDANDIR.
>
>2. KUVVA- İ MİLLİYE HAREKETİNİN GEREKLİ OLDUĞUNA İNANAN, ATATÜRK ÜN KURDUĞU
>TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ
>EMPERYALİZMİN PENÇELERİNDEN İKİNCİ KEZ KURTARABİLMEK İÇİN YENİ BİR KURTULUŞ
>MÜCADELESİ BAŞLATMAYI GEREKLİ GÖREN VE BU MÜCADELEYE KATILMAYA HAZIR OLAN
>GENÇ,
>YAŞLI, KADIN, ERKEK TÜM VATANDAŞLARIMIZI SİTEMİZE ÜYE OLMAYA VE
>HAREKETİMİZE
>KATILMAYA ÇAĞIRIYORUZ.
>
>
>www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com
_________________________________________________________________
Messenger uzaklardaki sevdiklerinizle bulusturur! http://messenger.live.com
Rusya'nın çöküş sürecinde KGB'nin FSB'ye dönüşümü ile ilgili bir haberde
eski bir KGB yetkilisinin cümleleri ile başlayalım
:
Ben ve yoldaşlarım önceden neler olacağını görebiliyorduk. SSCB'nin daha
fazla dayanamayacağını anladığımızda, gemiyi terk etmeye başladık.
Ve sonra geçenlerde Milliyet'in ana sayfasında sağ sütuna altalta serilmiş
iki habere bakalım :
- Kürt yazar Mehmed Uzun : Kürt sorunu şiddetle çözülmez
- Öcalan'dan Kuzey Irak'a Zulu Benzetmesi (Altbaşlıklar : Türkiye Sevr
benzeri planla bölünmeye çalışılıyor. Kıyılar İngilizlere, GAP Bölgesi
İsrail'lilere satılıyor)
Gördüğünüz gibi Gladio'nun İ.T.'ini birileri Kuvay-i Milliye söylemi ile
Millet'in gözünün içine sokuyor.
Millet de salak ya; "Öcalan" vatanperver olmuş diyip , PKK'ya sempati
duyacak ve "demokratik federasyon tezlerine" kulak verecek.
Esas sorumuz şu : O birileri kim?
Lafı gevelemeye gerek yok.
Türkiye'de bir ismi/kurumu/kavramı sistematik olarak yıpratacak veya
yükseltecek medya altyapısına ve manivelalarına; bilinen istihbarat
teşkilatları içerisinde sadece MİT sahiptir.
Öyle ki; vakitli vakitsiz gazete kurduğu bile görülmüştür.
28 Şubat süreci ile birlikte önce müsteşarlık, sonra da sekreterya
seviyesine inen Genelkurmay'ın ise, artık sadece medyaya malzeme olma gücü
kaldığı ERKE skandalı ile son bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Emniyet'in kıdemli muhabirlerle kurduğu ilişkiler üzerinden
gerçekleştirdikleri veya Jandarma'nın yine bir kaç "kapıdan giriş hakkı"
üzerinden kurduğu ilişkilerin etkisi;
MİT'in medyadaki; genel yayın yönetmeni sekreterinden, köşe
yazarlarına/program yapımcılarına uzanan ağının yerini asla tutamaz.
O yüzden;
bu ülkede haftalık dergiler birden 1 YTL'ye iniyorsa da...
(Bkz: Psikolojik Harbin Bini 1 YTL)
spot ışıkları sahnenin diğer yerleri kapkaranlıkken tek bir noktayı
aydınlatıyorsa da;
o işte bir MİT yeniği olma ihtimali çok yüksektir.
Son günlerde bu seçici aydınlatmanın en önemli örneklerinden biri Yalçın
Küçük.
MİT'e en yakın teorisyenlerden biri olan hocamızın
(Bkz: Yalçın Küçük'ü kim koruyor?) her konuşmasında vazgeçmediği iki kilişe
var.
Biri; "Yaşar Paşa Hazretleri"; diğeri de "çöküş süreci".
Yalçın Hoca öyle bir ön kabulle bu varsayımını dile getiriyor ki; onu
dinleyen kişinin "madem çöküyoruz, bari şerefli bir şekilde çökelim"
psikolojisine bürünmemesi mümkün değil.
İdam kararı verilmiş, gönüllü bir mahkum aranıyor.
MİT'e yakın teorisyen böyleyse; MİT'i kimler yönetiyor diye sorabilirsiniz?
"MİT'in İT'lerle Dansı : Bir İT'in Tezi; Diğerinin Battaniyesi" başlıklı
yazımızda;
Gladio'nun İT'inin tezlerinden yararlanılması gerektiğini açıkca, utanmadan
savunan MİT'in 2. Adamı Cevat Öneş'e sorduğumuz bir kaç sorudan biriydi
aşağıdaki:
b) "Öcalan tarafından formüle edilen ve geliştirilmek istenen TEZ" den
sözediyorsunuz
Bu devlet; onlarca evladına burs verip okutur; onlarca evladını da diğerleri
rahat okusun diye şehit ederken; bir gün gelip Cevat Öneş; bir İT'i "tez
formüle eden ve geliştiren bir beyin" olarak kamuoyuna lanse etsin diye mi
yaptı?
Cevat Öneş'in bu fütursuzluğunun temelsiz olmadığı; ileriki tarihlerde
MİT'in üst düzey isimlerinden Ruscuklu gibi isimlerin medyaya yansıyan
demeçleri ile de ayan beyan ortaya döküldü.
"lideri takip et" tezi üzerinden AB-D'nin dümen suyundan çorba yapmayı
marifet sayanların MİT'te en hassas görevlere gelebildiklerine şahit olduk.
Bu ülkenin en parlak beyinlerinin bulunması gereken MİT'in geldiği noktanın;
İT'in ideolog, AB-D'nin lider olarak lanse edildiği nokta olduğunu gördük.
Acıdır. Vahimdir. En hafif tabiri ile gaflettir, delalettir ....
Bu zihniyetin;
dümen suyunda gittiği güçlerin Türkiye'nin önüne yeni küresel konjonktürde
sunacağı
"ya çök, ya federasyona dönüş"
seçeneği karşısında "kontrollü çöküşü" seçip, ülkeyi kendi eli ile
federasyon sürecine oynamayacağının garantisi yoktur.
Fehriye Erdal gözlerinin önündeyken; "devletler arası sorun olmasın" diye
dokunmayanların;
"devletler arası sorun olmasın" diye bu Millet'e karşı başka hangi
ihanetlere, hangi kepazeliklere, hangi rezilliklere göz yumduğunu insan
düşünmek bile istemiyor.
Ve maalesef bütün emareler; MİT'i yönetme iddiasında olan kadroların;
"ülke çöküyor, bunu federasyon projesi ile kontrollü çöküşe dönüştürelim"
tezine prim vermeye başladığını göstermektedir.
Devletin derinliklerine yerleşmiş kurumların;
Devlet'in ve Millet'in bekaası ile
kendi şebekelerinin bekaasını karıştırdıkları nokta;
Devlet'i de Millet'i de beraberlerinde çökertecekleri noktadır.
MİT'in bir an evvel bu çöküş psikolojisinden sıyrılıp;
İT'i "ideolog" , AB-D'yi "lider" olarak görme basiretsizliğinden kurtulması
gerekmektedir.
Fehriye Erdal'ı takip ettiği halde "devletlerarası sorun olmasın" diye
almayan MİT'in kıymetini bilen CIA'in;
İT'i neden Özel Kuvvetlere değil de, MİT'e teslim ettiği hala cevaplanması
gereken bir sorudur.
(Bkz: Apo Neden Başka Birime Değil de MİT'e Teslim Edildi?)
MİT'in bu küresel uysallığı üzerinden şimdi yine birileri Türkiye'yi
federasyona dönüştürme sürecini işletmeye çalışmaktadır ki;
kafalara nakşedilmeye çalışılan "çöküş psikolojisi" bu sürecin ön adımıdır.
Türk Devleti'nin ve Milleti'nin çökmeyeceğini en iyi bilmesi gereken kurum
MİT'dir.
Bunun en sembolik kanıtı da bir gün İT üzerinden yapılan anlaşmanın
bozulması olacaktır.
O zaman "kontrollü çöküş" teorisyenleri üzerindeki spotlar sönecek ve "kopuş
teorisyenleri" üzerindeki spotlar yanacaktır.
Gerekirse MİT dönüşür...
Ama Cumhuriyet federasyona dönüşmez...
Gerekirse;
İmralı'da ki İT' de; Diyarbakır'daki yavşak ta bunun en somut kanıtı olarak
federasyon tezinin kapısına serilir...
Ama üniter Cumhuriyet ayaklar altına serilmez!
Gemiyi ilk fareler, en son kaptan terkeder...
Çarkçıbaşı der ki;
"MİT bu geminin kaptanıdır, ilk terkeden olmak yakışmaz"
Federasyon tezine teşne kadrolara bizden dillendirmesi.
> >www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com
> >
> >SİTEMİZ 2. KUVVA-İ MİLLİYE HAREKETİ KURUCULARINDANDIR.
> >
> >2. KUVVA- İ MİLLİYE HAREKETİNİN GEREKLİ OLDUĞUNA İNANAN, ATATÜRK ÜN
>KURDUĞU
> >TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ
> >EMPERYALİZMİN PENÇELERİNDEN İKİNCİ KEZ KURTARABİLMEK İÇİN YENİ BİR
>KURTULUŞ
> >MÜCADELE BAŞLATMAYI GEREKLİ GÖREN VE BU MÜCADELEYE KATILMAYA HAZIR OLAN
> >GENÇ,
> >YAŞLI, KADIN, ERKEK TÜM VATANDAŞLARIMIZI SİTEMİZE ÜYE OLMAYA VE
> >HAREKETİMİZE
> >KATILMAYA ÇAĞIRIYORUZ.
> >
> >
> >www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com
_________________________________________________________________
Yıl : 20 Ekim 1927 Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK, yeni kurduğu
Cumhuriyetin bekçisi gençlerine hitap ediyor; Ey Türk Gençliği! Birinci
vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa
etmektir.
diyerek başladığı sözlerine
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen;
Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! diyerek
bitiriyor.
83 yıl önce; yıllarca bağnazlıktan, yobazlığa ve emperyalizme karşı,
Kurtuluş Savaşı vermiş bir ulusun alın teri, gözyaşı, kan ve namus
mücadelesinin bir ürünüdür
Türkiye Cumhuriyeti. 79 yıl önce; Savaş meydanlarına bebeği sırtında nasırlı
elleriyle cephane taşıyan kadınların, bir oğlumu şehit verdim şimdi sıra
bende diyen, eli bastonlu dedelerin, Anadolu"nun karayağız;
Vatan, namus, şeref, onur diye şehit olan delikanlılarının çocukları, ve
binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları ve gençlerine bir armağan, aynı
zamanda korumaları ve yaşatmaları için vasiyetidir
Mustafa Kemal ATATÜRK"ün, Cumhuriyet. Yıl : 2006! AB ve ABD zorlamasıyla içi
boşaltılmaya çalışılan bir Cumhuriyet.
Ulusal bütünlüğümüz her geçen gün zedelenmekte, demokrasi yok edilmeye
çalışılmakta,
Türkiye Ortaçağ karanlığına itilmek istenmektedir
.Uzun zorlu bir süreçti aslında bu; Cumhuriyeti, Laik düzeni, Demokrasiyi ve
Atatürk İlke ve İnkılâplarını hedef alan ve yok etmeyi planlayan bir süreç.
Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz , benim memurum işini bilir ,
(ilk PKK olaylarında) üç-beş çapulcu deyip PKK"yı yok sayarak başlayan bir
süreçti bu. Bu süreci göremeyenlerin, vay haline! Hiç vakit kaybetmeden son
sürat ilerlettiler bu süreci.
Teoride karşı olmalarına karşın Hıristiyan uzantılı AB senaryolarını hayata
geçirmek, Türkiye"de Laik düzenin savunucusu Türk Ordusunu tasfiye etmek,
etkisini yok etmek adına yeni yasalar, yeni yönetmelikler ortaya koydular.
Bunlarla da bitmedi, bitiremezlerdi de zaten, yıllarca oy avcılığı
yapabilmek ve siyasi rant sağlamak adına ne oyunlar oynamadılar ki. İslâmcı
gözüküp toplumun ulvi düşüncelerini sömürdüler.Bir yandan dindar gözüküp
İsrail ile ortak iş birliği anlaşmaları yaptılar;
Türkiye"nin kıyılarını Yahudi iş adamlarına pazarladılar. Bir yandan
Anıtkabir"e çelenk koyup, diğer yandan Atatürk İlke ve İnkılâplarını bir bir
yok etmek için çalıştılar. Bir yandan milliyetçi gözüküp, diğer yandan AB"ye
taviz üzerine taviz verirken, Yavru vatan Kıbrıs"ımızı Rumlara teslim edip,
İstanbul"u Arap şeyhlerine peşkeş çektiler. Kurtuluş savaşıyla
millileştirdiğimiz sanayi"mizi, Ekonomide reform aldatmacasıyla global
ekonomi modeli izleyerek yabancılara, Avrupalılara, Yahudi iş adamlarına tek
tek pazarladılar. Ekonomide gayri Milli bir anlayış yöntemi uyguladılar.
Bizim olan, bize benzeyen, bize bizlik hiçbir şey kalmadı artık. Alt-üst
kimlik tartışmaları ortaya atarak Türklüğü tartışma konusu haline
getirenler, Türk Kurultayında sadece siyasi geleceklerini düşünerek mi
ellerinde ki çekici örse vurdular? Yoksa o çekiç, Türklüğün kalbine vurulmuş
bir pranga ya da saplanmış zehirli bir hançer miydi? Eğitimde, kendi
tabanlarına şirin gözükmek adına tarikatların, cemeatlerin ellerine terk
edilmek istenirken, bir yandan da Hıristiyan ve Musevi lobilerinin
baskılarıyla, Ruhban Okullarına izin çıkartacak yasaları TBMM"den geçirmek
için çalışıyorlar.
Yürek yaralayan, binlerce yıllık geçmişimize hançer gibi saplanan bu iki
yüzlülük nereye kadar devam edecek ? Bunun adına kiminiz takiyye, kiminiz de
siyaset diyebilirsiniz. Ama 83 yıllık ulu bir çınar olan genç
Cumhuriyetimiz, yara almıyor diyemezsiniz. Benim aziz milletim; hainlik ile
vatanseverlik ya da dindarlık ile dini duyguları sömürmek arasında
sürekli gelip giden bu iki yüzlülere ne zaman hak ettiği cevabı verecek?
İnanıyorum ki işte bu cevap yakındır..!!! Aziz Türk Milleti ve onun geleceği
olan genç nesiller; Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit
içinde dahi diye kendine seslenen Ata"sına; 2000"li yıllardaki mevcut bu
ahval ve şerait içinde nasıl layık olacak göreceğiz .
_________________________________________________________________
TAYYİP'TEN EMEKLİYE BİR DARBE DAHA
Emekliye kötü haber..!! Memur emeklileri, bu yılın ikinci 6 aylık dönemine
ait enflasyon farkı zammını alamayacak. 06 Aralık 2006 Çarşamba 13:25
Maliye Bakanlığı yetkililerinden alınan bilgiye göre, sayıları 2 milyonu
bulan memur emeklileri, Sosyal Güvenlik Reformu gerekçe gösterilerek, 2006
yılının ikinci yarısına ait enflasyon farkından yararlandırılmayacak.
2007 başından itibaren Sosyal Güvenlik Reformu içinde yer alacak olan memur
emeklileri, 2006 yılı sonuna kadar memurların maaş rejimine tabi
tutuluyordu. Memur katsayılarında yapılan düzenlemelere göre maaş artışı
alan memur emeklileri, bu çerçevede bu yılın Ocak-Haziran dönemi için yüzde
2,5 , Temmuz-Aralık dönemi için de yüzde 2,5 zam almıştı.
Ancak yılın ilk yarısında enflasyonun, yüzde 2,5'lik maaş zammını aşması
üzerine, aradaki yüzde 2,32'lik fark, Temmuz ayında enflasyon farkı zammı
olarak verilmiş, memur emeklileri de, devlet memurları ve sözleşmeli
personel gibi, bu zamdan yararlandırılmıştı.
ENFLASYON FARKI 2'YE YAKLAŞTI
Maliye Bakanlığı, 2007 Bütçe çalışmalarında, 2006 yılının 2. altı aylık
döneminde de, enflasyonun yüzde 2,5'lik zammı aşacağını öngördü.
Çalışmalarda, Temmuz-Aralık dönemi için de, maaşlara yüzde 2,32'lik yeni bir
enflasyon farkı zammı yapılacağı tahmininde bulunuldu. 2007'deki maaş
artışları da, bu hesaba göre yapıldı.
Bu arada, Türkiye İstatistik Kurumu'nun enflasyon farkı hesabında baz alınan
tüketici fiyat endeksi, Temmuz-Kasım döneminde yüzde 4,31 oranında artış
gösterdi.
Bu şekilde, maaşlara yapılacak enflasyon farkı zammı Kasım sonunda yüzde
1,81'e ulaştı. Maliye Bakanlığı yetkilileri, bu rakamın Aralık ayı sonunda
yüzde 2,32 dolaylarında gerçekleşmesini bekliyor.
Söz konusu fark, Ocak ayı başında memur ve sözleşmeli ücretlerine aynen
yansıtılacak. Bu şekilde bulunan maaşlara da, 2007 Bütçesinde Ocak-Haziran
dönemi için öngörülen yüzde 3 ile yüzde 4 arasındaki yeni yıl zamları
eklenecek.
EMEKLİNİN ZAMMI DÜŞÜK KALACAK
Enflasyon farkı zamlarıyla birlikte, devlet memurları ve sözleşmelilerin
2006 yılındaki kümülatif maaş artışı yüzde 9,99'a ulaşacak.
Ancak, bu yıl memurlar ve sözleşmelilerle aynı zamma tabi olan, ilk 6 aya
ilişkin enflasyon farkı zammını da alan memur emeklileri, ikinci yarıya ait
farkı alamayacak. Bu nedenle, memur emekli maaşlarındaki yıllık artış yüzde
7,49'kalacak.
Bu da, memur emeklisinin enflasyona yenik düşmesi sonucunu getirecek.
Memur emeklileri, 2007 başından itibaren ise SSK ve Bağ-Kur emeklileri ile
aynı maaş rejimine tabi olacak. Bu şekilde memur emeklileri, yeni dönemde,
geride kalan 6 ayın enflasyonu kadar maaş zammı alacak.
DAVA KONUSU OLUR MU?
Maliye Bakanlığı yetkilileri, memur emeklilerinin, 2007 yılı başında, 2006
yılının 2. yarısındaki enflasyona göre maaş zammı alacağı için, kendilerine
enflasyon farkı zammı ödenmeyeceğini bildirdi.
Yetkililer, emeklilerin tepkisini çekecek bu kararın dava konusu edilmesi
halinde ne olacağı sorusuna da, ''Dava konusu edilebilir. O zaman,
mahkemelerin vereceği karara göre hareket edilir'' yanıtını verdiler.
ENFLASYON FARKI İLE NE KAYBEDECEKLER?
Yılın ikinci yarısına ait enflasyon farkı zammından yararlandırılmayacak
olan memur emeklileri, yüzde 2,32'lik farka göre, şu tutarlarda kayba
uğrayacak:
www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com
SİTEMİZ 2. KUVVA-İ MİLLİYE HAREKETİ KURUCULARINDANDIR.
2. KUVVA- İ MİLLİYE HAREKETİNİN GEREKLİ OLDUĞUNA İNANAN, ATATÜRK ÜN KURDUĞU
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ
EMPERYALİZMİN PENÇELERİNDEN İKİNCİ KEZ KURTARABİLMEK İÇİN YENİ BİR KURTULUŞ
MÜCADELE BAŞLATMAYI GEREKLİ GÖREN VE BU MÜCADELEYE KATILMAYA HAZIR OLAN
GENÇ,
YAŞLI, KADIN, ERKEK TÜM VATANDAŞLARIMIZI SİTEMİZE ÜYE OLMAYA VE
HAREKETİMİZE
KATILMAYA ÇAĞIRIYORUZ.
www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com
_________________________________________________________________
_________________________________________________________________
Kuşkusuzdur ki, Atatürk’ü öğretmek ve tanıtmakta en büyük
sorumluluk aileye ve öğretmenlerimize düşüyor. Ancak kendisi Atatürk
düşmanı olan bir öğretmenin öğrencileri, ortaokul sıralarına, büyük önderin
adını bile anmadan geliyorlar. Ortaokula geldiği zaman cemmatciler
tarikatciler bu çocuğu alıyor. Zavallı çocuk Türklükten ve Atatürk’ten
bihaber.
Aileler zaten rahat, Çocuk nerde?
“abilerde veya ablalarda” ....... Kendileri nerede?
Ya gündeler ya düğünde... Çocukları da attılar ya başından, tamam!
Baştan atılmış bu çocuklar, o örümcek beyinli mahlukatlar
tarafından ele geçirildikten sonra öğrenci evleri denilen evlerde uzunca
süre kalıyorlar. Bu süreç içinde her tür Cumhuriyet ve laik düzen karşıtlığı
aşılanıyor. Tabii bunun yanında Hocaefendilere(!) olan hayranlık ve
kendilerini bir üstadın kucağına bırakma dersleri verildiğini de belirtmeye
gerek yoktur. Hani annesinin başından savdığı o ortaokula kadar hiç Atatürk
nedir bilmeyen çocuk var ya, lise sıralarına geldiğinde sanki bir şey
bilirmiş gibi bir anda Atatürk düşmanı kesiliyor. Genç, üniversiteyi
kazandığı zaman başlıyor kendisi abilik veya ablalık yapmaya...Devran böyle
dönüyor...
Şimdi, böyle bir durumdayken, yaşanan olaylar ne kadar tabii
aslında düşününce. Hani , öyle bir duruma gelmişizki, adres sorsak,” şu
tarikatten sağa dön şu cemaatten sola dön” şeklinde yanıt alacağız. Her
geçen gün körpe beyinler biraz daha yıkanmakta örümcek kafalı “abiler
ablalar “ çalışmaktadır. Bu çalışma da sonucunu vermeye başlamıştır.
Devletin her yönetim basamağında hocalara imamlara rastlamak mümkündür.
Herkes kendi işini yapsaydı, bugün ülkemiz içinde bulunduğu duruma düşmemiş
olurdu. Bir ekonomist bir imam kadar tecrübeli olamıyorsa, bir imam da bir
ekonomist kadar tecrübeli olamaz örneğin.
Durum ortadadır. Biz hala birşeylere yokmuş gibi davranırsak
veya olayları akışına bırakırsak hele hele “ bize mi kaldı ülkeyi kurtarmak”
gafletine düşersek, inanın durumumuz hakikaten vahimdir.Üzerimize düşen
vazifeler de bundan yıllar önce ileri görüşlülüğüyle olayları sezen Atamız
tarafından bize gösterilmiştir. Yazımı Ulu önderin bir sözüyle
bitiriyorum...
“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti
şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en
hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
SAYGILARIMLA
TEKTURK
_________________________________________________________________
Bilgisayariniz Messenger ile oturma odaniz olsun! Hem sohbet edin hem
eglenin! http://messenger.live.com
Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek
olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir. Hayattaki yegane üstünlüğüm,
Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde
yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki,
vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an
feragat etmesin.
Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk tür
ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır." Ben her şeyden önce bir Türk
milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün
hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun
rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum.
Yarinin tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu
bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar
açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek. Biz doğrudan
doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı
Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu
olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. Bu
memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin
yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne yedi bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın
rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla
yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından
evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı
onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım,
güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı
aydınlatan güneştir. Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse,
yıldırımı alsınlar, yapıversinler.
Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne
olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye'nin istikbaline, kendi
benliğine, millî ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek
lüzumu öğretilmelidir.
Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya
bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden
doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve
tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır. Milletleri yükselten bu hususa bir
amil daha ilave edelim; Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu
alelade bir intikam değil, hayatına, istikbaline, refahına düşman olanların
zararlarını dermeyi hedef tutan bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki;
karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve
gelmeyecektir. Düşmana merhamet, aciz ve zaaftır; bu insaniyet göstermek
değil, insanlık hassasının yok olduğunu ilan eylemektir.
Türkiye bir maymun değildir ve hiç bir milleti de taklit etmeyecektir.
Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir.
Türkiye Türklerindir.
Bütün bu sözleri biz söylemedik, ulu önderimizin çeşitli zamanlarda, çeşitli
nedenlerle söylediği kayıtlı sözleri bunlar. Tüm sözlerden sonra Türk
olduğumuzu dünyaya haykırırken coşmamamıza, gurur duymamamıza olanak varmı ?
Biz birileri gibi Türk'üm demekten utanmıyoruz.
Ne mutlu Türk'üm diyene....
sizlere vereceğim msn adresinde ki soysuz Türklere ve Ülkemize çok ağır
hakaretlerde bulunmuştur.
google türk gücünde böyle soysuzların bulunmasını kınıyorum.
Arazinin intifa hakkını Asompsiyon Rahipleri adlı Hıristiyan tarikatına
veren Bakanlar Kurulu kararı 15 Haziran 2004'te imzalandı.
Dışişleri Bakanlığı, "eleştirilerin önüne geçmek için araziyi vermeliyiz"
yönünde görüş belirtti.
Fransa tarafından yasadışı ilan edilen Hıristiyan misyoner tarikatına
İstanbul'un en güzel yerinde 12 trilyonluk arazi verildi.
Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştığı dönemde
İstanbul'a gelen Fransız rahiplerine İstanbul'da tahsis edilen arazinin
davası sonuçlandı.
İslamcı gelenekten gelen AKP Hükümeti, Kadıköy Fenerbahçe Orduevi'nin
yanındaki araziyi Asompsiyon Rahipleri'ne verdi. Arazinin intifa hakkını
Asompsiyon Rahipleri'ne bırakan Bakanlar Kurulu kararı, 15 Haziran 2004'te
imzalandı. Üzerine intifa hakkı tanınan rahip temsilci görevinden ayrıldığı
için şimdi kilisenin yeni bir yetkili ataması bekleniyor.
2003 Fiyatlarıyla12 trilyon Geçtiğimiz yüzyılın başında Fransa'da yasadışı
ilan edilen bu Rahipler Topluluğu, faaliyetlerini İstanbul'da sürdürdü.
Padişah Abdülmecit tarafından kendilerine tahsis edilen bu taşınmazı,
üzerine eklentiler yapıp, büyük bir kısmını özel bir şirkete kiralayarak
tahsis amacının dışında kullanmaya başladılar. Sözkonusu taşınmaz üzerinde
halen, kilise binası, papaz evi, kilisenin diğer eklentileri ile spor
sahası, yüzme havuzu kompleksi, otopark, futbol ve oyun sahaları, tenis
kortları, gazino binası ve ekleriyle turistik amaçlı tesisler var.
Bu Rahipler Topluluğunun İstanbul dışında bir faaliyeti olmadığı gibi
Türkiye'de cemaati de yok.
Kiliseye gidip gelen üyeleri bulunmuyor. Takdir Komisyonunca tespit edilen
değeri, 2003 yılı fiyatlarıyla yaklaşık 12 trilyon lira.
Takdir komisyonlarının, tapu kayıtları gözönüne alınarak değer tespiti
yaptıkları biliniyor. Tapudaki kayıtlarda ise neredeyse tüm araziler,
değerinin altında gösterilir. Bu nedenle uzmanlar anılan arazinin değerinin
50 trilyon olduğunu belirtiyorlar.
Olayın Hukuki Süreci
Olayın hukuki süreci Türkiye'nin AB ile ilişkilerindeki çıkmazı gözler önüne
sermesi bakımından dikkate değer. Arazi, Padişah Aldülmecit zamanında
yayımlanan bir fermanla Asompsiyon Rahipleri'ne tahsis edilir.
Tapuda "Ruhban Medresesi ve Manastır ve Mabet" vasfıyla kayıtlı bulunan
arazi 22 Kasım 1943 tarihli kadastro tespitine dayalı olarak Rahipler
Topluluğu adına tescil ettirilir.
Fakat, 1990'lı yıllarda bu yerin, Lozan Antlaşması ile öngörülen esaslar göz
ardı edilerek amacı dışında kullanılması nedeniyle dava açılır. Açılan tapu
iptali, tescil ve muarazanın men'i davaları sonucunda, Kadıköy 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi'nce, taşınmazın tapusunun iptaline, bir kısmının Hazine
adına, bir kısmının ise "Ruhban Medresesi ve Manastır ve Mabet" vasfıyla
Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tesciline karar verilir. Karar 05 Nisan 1993
tarih ve E.1990/992, K.1993/262 sayısı ile yasa yollarından geçerek
kesinleşir.
Lozan'dan Yararlanamaz
Mahkemece yapılan incelemede ilginç sonuçlar ortaya çıkar. Asompsiyon
Rahipleri, Fransız Dışişleri Bakanlığı'ndan alınan bilgilere göre; 1845
yılında Fransa'da dini bir topluluk olarak kurulduğu, Fransız devleti
tarafından yasadışı ilan edildiği anlaşılır.
Vatikan'a yazılan yazıya verilen cevapta ise bu dini topluluğun Vatikan
tarafından 1853 yılında mezhep olarak tescil edildiği, 1857 yılında da
statüsünün Roma tarafından kabul ve tescil edildiği belirtilir. Ancak Fransa
devleti tarafından tescil edilmiş ve tanınmış bir kuruluş olmadığından Lozan
Antlaşması ve eki mektuplarda tanınan haklardan yararlanmasına da olanak
bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Asompsiyon Rahipleri, mahkeme kararı
üzerine "dini hürriyetleri"nin ihlal edildiğini öne sürerek Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'ne başvururlar.
Dışişleri Eleştiriden Korktu
Bu başvuru üzerine, Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanıp ilgili tüm idarelere
gönderilen bilgi notunda; rahiplerin vatandaşı oldukları devletlerin bu
başvuruya müdahil olarak katılması durumunda söz konusu başvurunun Türkiye
aleyhinde adeta bir devlet başvurusuna dönüşeceği, verilecek bir ihlal
kararının, ağır bir tazminat hükmü yanında, ülkemizde bulunan başka gayr-ı
müslim toplulukları benzer başvurularda bulunma yönünde özendirici bir rol
oynayacağı şeklinde gerekçeler belirtilerek başvurunun "dostane çözüm" ile
sonuçlandırılmasının, Türkiye aleyhinde pek çok eleştirinin önüne geçeceği,
dostane çözüm konusunda tutum belirlemek açısından Bakanlıklarında yapılan
toplantıda ortaya çıkan mutabakat çerçevesinde görüş bildirilmesi
istenmiştir. Bu çerçevede görüş oluşturulur ve Rahipler Topluluğuna "dostane
çözüm" önerilir.
Yapılan teklif Rahipler Topluluğu tarafından kabul edilince, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nce 26308/95 sayılı bu başvurunun kayıttan düşürülmesine,
gereğinin takibi için kararın Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne
gönderilmesine karar verildi.
İşte "Dostane Çözüm"
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nce teklif edilen ve Rahipler Topluluğu'nca
kabul edilip AİHM'nin 14 Aralık 2000 tarihli kararıyla onanan bu "dostane
çözüm" anlaşması şu hükümleri içeriyor:
- Söz konusu taşınmaz üzerinde, Rahipler Topluluğu'nu temsilen kendi
aralarında belirlenecek bir "sayın rahip" adına kaydı hayatla (ölünceye
kadar) intifa hakkı tesis edilecektir.
Lehine intifa hakkı tesis edilen bu rahibin ölümü halinde, Rahipler
Topluluğu'nu temsilen göreve yeni ve daha sonra gelecek diğer rahip/rahipler
için de aynı koşullarla bu hak geçerli olacak ve devam edecektir
- Taşınmazın dini amaçlarla kullanılan bölümü için tesis edilen intifa hakkı
bedelsizdir. Ticari amaçlarla kullanılan bölümlerinden elde edilecek gelirin
yüzde 40'ı, bu yerlerin intifa hakkına karşılık olmak üzere (yüzde 30'u
Maliye Bakanlığı'na, yüzde 10'u da Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne)
verilecektir.
- Mahkemece Rahipler Topluğunun Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ödemesine karar
verilen, 41.670 ABD Doları alacaktan ve faizlerinden vazgeçilecektir.
Danıştay Reddetti Rahipler Topluluğu temsilcisi ile bir araya gelen
yetkililer, "dostane çözüm" anlaşması çerçevesinde taşınmazın intifa
hakkının rahiplere devri için �Tapu Sicil Müdürlüğü'nde Düzenlenecek
Resmi Senede Yazılacak Hususlar�ı belirlediler. Bu çerçevede yasalara
göre, Danıştay'dan 4353 sayılı yasanın 30. maddesi uyarınca uygun görüş
istendi. Danıştay 1. Dairesi, 18 Nisan 2003 tarih ve E.2003/44, K.2003/49
sayılı kararıyla idarenin bu istemini, hukuka uygunluk ve idari yarar
bulunmadığı sonucuna vararak reddetti.
Hükümet Onayladı
Hükümet, Danıştay 1. Dairesi'nin bu kararına Danıştay İdari İşler Kurulu
nezdinde itiraz etti. Danıştay İdari İşler Kurulu'nun 30 Aralık 2003 tarih
ve E.2003/36, K.2003/50 sayılı kararıyla Hükümet, sorumluluğuyla baş başa
bırakıldı.
Hukuksal boyutlarıyla böyle özetleyebileceğimiz bu olay, Türkiye'nin yargı
yetkisini AİHM'ne devretmek üzere bulunduğunun göstergesi olarak kayıtlara
geçti.
Üstelik Hükümet, bu hukuki süreç sonunda, kendi ülkesinde dahi yasadışı
kabul edilen bir Hıristiyan tarikatına trilyonlarca liralık araziyi AB'ye
uyum için teslim etti.
_________________________________________________________________
Edinilen bilgiye göre, bugün İstanbul'un birçok yerinde bulunan Temel Haklar
ve Özgürlükler Dernekleri Federasyonu'na baskın düzenledi. Baskını protesto
eden yaklaşık 200 kişilik grup, Gazi Mahallesi Fevzi Çakmak Caddesi üzerinde
toplandı.
Cadde üzerine barikat kuran göstericiler, barikatları ateşe verdi. Olay
yerinde geniş güvenlik önlemi alan çevik kuvvet polisi, göstericilere
panzerlerden su sıkarak ve gaz bombası atarak müdahale etti. Polisin
müdahalesi karşısında göstericiler ara sokaklara kaçtı. Tekrar cadde
üzerinde toplanan göstericiler, sık sık polis aleyhine slogan attı.
Bu arada, eylemcilerin attığı taşlar 2 polise isabet etti. Yaralı polisler,
arkadaşları tarafından polis aracına taşınarak olay yerinden uzaklaştırıldı.
İŞTE BU TÜR OLAYLARA DUR DEMEK İÇİN !!!!
_________________________________________________________________
Bütün şiddeti ile devam eden kavramlar savaşında en önemli yeri işgal eden
ama kimsenin gündeme getirmediği, belki de fark etmediği kavramlardır
bunlar.
Kimsenin dile getirmediği derken kasıtlarını belki de kasıtlı olarak aşmak
pahasına her önüne geleni yaftalayarak sadece beyaz Türkleri anlatan
yazarları bundan hariç tutuyorum ve ilerleyen kısımda ayrıntısı ile
değineceğim.
Daha önceki birçok yazımızda yazdığımız gibi gelişen teknoloji ve yaşanan
tecrübelerle beraber harp doktrini de değişmiş ve işgal kavramı evrim
geçirmiştir.
”Teknolojinin ilerlemesi ve korkunç bir hızla gelişen iletişim
olanaklarının, askeri maksatlarla kullanılmaya başlanması savaş taktiklerini
de değiştirmiştir.
Artık bir ülkeyi fiilen işgal etmek hem çok kolaylaşmış ve hem de zorunluluk
olmaktan çıkmıştır.
Askeri işgalin temel nedenleri olan topraklarını, yeraltı zenginliklerini
kullanabiliyor ve halkını asimile edebiliyorsanız eğer,
üstelik bunları askeri güç kullanmadan yapabiliyorsanız fiilen askeri
işgalin bir anlamı ve gerekliliği yoktur.
Çünkü işgalin tüm gerekleri yerine gelmektedir.
Silahsız işgalin nasıl yapıldığına gelince; aslında bu da bir askeri
operasyondur.
Tek farkı askeri amaçlarla kullanılan sivil araçlardır. Bu araçlar, basın ve
yayın organları, kültürel(?) faaliyetler, sivil toplum örgütleri, bankalar,
devlet kurum ve kuruluşları ve hatta bireyler olarak değişkenlik
gösterebilir.
Hepsinin bu operasyona, kendilerine özgü bir iştirak biçimi ve kullanılma
zamanı vardır.”(1)
Biçiminde açıkladığımız bu işgal türü için gerekli olan malzeme de tıpkı
fiili işgal de olduğu gibi insandır.
Ama buradaki fark; işgal gücü olarak veya işgal gücünün paralı askeri olarak
kullanılacak insanlar, işgal edilecek olan coğrafyanın, yani Türkiye’nin
insanlarıdır.
Dışarıdan savaş gemileri ile gelmezler, çünkü zaten bu coğrafyada
yaşamaktadırlar. Elindeki insan dökümü ve para ile bu dökümün ne kadar
zenginleştirilebileceği konusu işgalcinin gücünü ortaya koyar.
Birincil grup, aslen işgal edilecek olan milletin ferdi olmayıp, onlarla
beraber ve onlar gibi yaşayan dönmeler grubudur.
Genellikle burjuvadırlar ve tarihsel bağları gereği, esas itibariyle mensup
oldukları milletin veya kendi derin devletleri ile uluslararası lobilerinin
yardımını sürekli olarak görmüşlerdir.
Bulundukları her ülkede ve Türkiye’de sermayenin hâkimi olan sınıfa mensup
olmalarının temel nedeni de budur zaten.
Nüfuz bakımından oldukça güçlü olmakla beraber genellikle devlet
görevlerinde ve üst düzey siyasi kadrolarda görev almış olmaları son derece
olağandır. Ve neredeyse koca bir Türk tarihi boyunca bu böyledir.
Ancak tarihin bize öğretmiş olması gereken fakat bizim balık hafızalarımız
sayesinde bir türlü öğrenemediğimiz gerçek ise bu grubun daima kendi
millet-i aslisine hizmet etmek amacında ve çabasında olduğu gerçeğidir.
Yaşadığımız onca tecrübeye rağmen bunu öğrenmeyi bir türlü beceremedik.
Bizim ülkemizde bu gruba moda tabiriyle” Beyaz Türkler” denmektedir. Bu
konuda bir kitap yazan Soner Yalçın bu kavramı kullanan ilk kişidir.
Kastını, kasıtlımı kasıtsız mı aştığı belli olmayan tespit ve yorumların
dışında dönme kavramını sadece sabetayistler için kullanan Yalçın’a rağmen,
aslında sabetayistler dışında dönmeler de vardır.
Türk milleti dışında kalan her millet ve din mensubundan Türk’müş gibi ve
Müslüman’mış gibi davrananlara dönme diyoruz.
Beyaz Türkler çok daha geniş bir anlamı ifade ediyor aslında. Bu topluluğa
mensup insanlar silahsız işgalin öncü kuvvetleri, hazırlayıcıları,
taşeronları ve daha sonra gerçekleşmesi durumunda ise silahlı işgal
döneminin parlayan yıldızlarıdır.
Ülkede yatırımları yapan, sermayeyi kontrol eden, siyasi kadroları dolduran,
yoksullara yardım eden, okullar açan, ağababaları tarafından belirlenmiş
olan geleceği hayata geçiren topluluktur.
Kırmızı Türkler;
Beyaz Türklerin varlığı bir de Kırmızı Türkler ihtiyacını ortaya
çıkarmıştır. Bu nereden çıktı demeyin.
Beyaz Türkler daima kendilerinin hizmetinde olan veya işgal için
kullanmaları gereken, aslında Türk olmakla beraber Türk gibi davranmayan,
Türk gibi yaşamayan, aynı kaygıları taşımayan, aynı sevinçleri hissetmeyen
ve daima başkalarına öykünen bir işbirlikçi gruba ihtiyaç duyarlar.
Onların bu öykünme zaaflarını en iyi biçimde kullanan beyazlar için bu
kırmızılar grubu, aynı ağacın dallarından biri olan ama ağacı kesmek için
gövdesine durmaksızın vurulan baltanın sapı ne kadar önemliyse o kadar
önemlidir.
Baltayı vurmak için gerekli ancak işlevini yitirdiğinde değiştirilecek kadar
değersiz. Bu grup ise daima iyi eğitimli, entelektüel, genellikle
öykündükleri milletlerin kültürü ile yetişmiş, her fırsatta kendi
milletlerini en ağır ve haksız bir şekilde eleştiren, “iyi örnek” olarak
daima taklid etmeye çalıştıkları milletlerin kültürlerini işaret eden bir
yapıya sahiptirler.
Çünkü onların adı kırmızıdır. Beyaza öykünürler ama beyaz değillerdir.
Kendi toplumlarının rengini ise kendilerine yakıştırmazlar.
Milli mücadele yıllarında mandacılar olarak karşımıza çıkan, işgali alçakça
alkışlayan, medeniyetin batıda olduğunu ve tek kurtuluşun onların himayesine
girmekten geçtiğini savunan zihniyetin sahipleridir.
Bazıları gazeteci, bazıları yazar, bazıları gönüllü hayırsever, çeşitli
dallarda akademisyen ve bilim adamı, bazıları siyasetçi, iş adamı, sivil
toplum örgütü lideri, bürokrat, yüksek rütbeli devlet memurudurlar.
Toplu taşım araçlarını kullanmazlar, fırından ekmek veya büfeden gazete
almazlar, arabaları vardır ama büyük oranda kendileri kullanmazlar şoförleri
vardır ve hiç birisinin karısı beş kiloluk toz deterjanın fiyatını bilmez.
Büyük bölümünün çocukları yurt dışında eğitim görür veya yurt içindeki en
saygın okullarda, çocukları asla zor şartlarda askerlik yapmaz, rakamın
yüksekliğine rağmen hiç birisinin çocuğu şehit veya gazi değildir.
Gündemi asla televizyon veya gazetelerden öğrenmezler çünkü kendileri
belirlerler.
Aslında bu grubu çok iyi tanırsınız, görür görmez veya konuştuklarını duyar
duymaz anlarsınız ama garip olan şey bunların bazılarının içinde
bulundukları durumun farkında olmamalarıdır.
Yaptıklarının ve savunduklarının doğru olduğuna inanırlar. Tarihi düşünerek
geleceğe bakmak yerine, tarihin de bir zamanlar gelecek olduğunu unutarak
veya bilmeyerek veya bilerek, önlerine konulan geleceği düşünerek tarihi
yorumlamaya ve değiştirmeye çalışırlar.
Onlara göre gerçek sadece onların inandıkları veya hizmet ettikleridir.
Alkışlanmak, aferin ve ödül almak için gerekirse kendi millet ve tarihlerine
hiç çekinmeden küfrederler. İçlerindeki aşağılık kompleksini yenmenin tek
yolu milletine hakaret etmekten geçer ve bunu yaparlar. Ama tüm bu yaşam ve
eylem farklılıklarına ve gözümüze sokulan riyaya rağmen onlar halk adamı
olduklarını iddia ederler ve ne yazık ki gerçek halk onları öyle algılar.
Kara Türkler;
Yukarıda bahsettiğimiz her iki topluluğun da üzerinde çalıştığı, her şeyin
sahibi olan ama hiç bir şeye sahip değilmiş gibi davranılmakla beraber,
genetik şifresi gereği olmadık zamanlarda, hele de vatanı söz konusu olduğu
zaman çok şaşırtıcı tepkiler verebilme kabiliyetine sahip topluluktur (En
azından son birkaç bin senedir böyle).
Çoğu fakirdir ve yüksek bir eğitim seviyesine sahip olduğunu söyleyemeyiz.
Yapay etnik ayrılık etiketleri ile yaftalanarak birbirlerine düşürülenler
veya düşürülmeye çalışılanlar onlardır. Bu memleketin bakkalı, hamalı,
işçisi, memuru, işsizi, işportacısıdır onlar.
Semt pazarlarını dolduranlar da, sebze halinden çürük sebze ve meyveleri
toplayıp çocuklarına yedirenler de bu topluluktan çıkar. Artan dolmuş
fiyatlarından en çok etkilenen de onlardır, İftar çadırlarını dolduranlar
veya hayır hasenat programlarına konu olanlar da.
Hudutlarda hep onların çocukları nöbet tutar, şehit ve gaziler hep onların
çocuklarıdır.
Depremlerde evleri kafalarına yıkılanlar da onlardır, daracık sokaklarından
itfaiye geçemediği için evinin kül oluşunu ağlayarak izleyenler de.
Devlet memuriyetinde on senede beş atama görenler de onlardır, yüzde bilmem
kaçlık maaş farkı ile yaşamaya çalışan da.
Alt kimlik, üst kimlik, yan kimlik gibi saçma sapan yaklaşımlarla bölünerek
birbirlerine düşürülmeye çalışılanlar da onlardır.
Suçlular da genellikle bu topluluktan çıkar, mahpusları dolduranlar, adi
suçları işleyenler, namus cinayetleri işleyenler de.
Eğitim yetersizlikleri ve saflıkları bu topluluğun çabuk inanmak gibi bir
zaafının gelişmesine neden olmuştur. Bu zaaf bizim geleneksel balık
hafızamızla birleşince de ilk iki grubun en etkili silahlarına karşı son
derece savunmasız kalmasına yol açmaktadır.
Bu kadar büyük bir güç ve bu kadar savunmasızlık, hepsi bu üçüncü gruba yani
KARA TÜRKLER’e mahsustur. Hiç birisi kendi başına bir şeyci değildir, bir
şeyden yana veya bir şeyin karşısında değildir.
Duygularına ve içinde bulundukları duruma en iyi tercüman olduğunu
düşündükleri kişiler neci ise onlar da o taraftandır. Destekledikleri
fikirler hakkında birçoğu ayrıntılı bilgiye sahip değildir veya karşı
olduklarına neden karşı olduklarını bilmezler. Sadece destekler veya karşı
olurlar.
İnandıkları şey uğruna canlarını dahi feda etmekten çekinmezler ki bu onları
ikinci gruptan ayıran en önemli özelliktir. Bir kırmızının canından ve yaşam
tarzından daha değerli hiçbir şey yoktur, ilk zorda veya daha iyi bir
fırsatta tüm doğrularını değiştirebilir.
İşte kırmızıya inanan kara bunu göremez çünkü kırmızıya inanmıştır, görmek
için bakmaz. Beyaz için ise ikisinin de bir değeri yoktur; o, inandığı şey
uğruna her ikisini de feda edebilir.
Bu tanımlamalar daha uzun uzadıya sürdürülebilir ve sürdürülecektir de ancak
unutulmaması gereken en önemli şey aslında yaşanan savaşın, kara Türklere
karşı beyaz Türkler tarafından ve Kırmızı Türkler kullanılarak yaşandığıdır.
Ana başlıklar altında incelersek;
Beyaz Türkler;
• Aslında hiç birisi Türk değildir ve kendisini Türk gibi hissetmez.
• Türk gibi davranırlar ve asli milletlerinin tarihi çıkarlarına hizmet
ederler.
• Parayı ve nüfuz gücünü ellerinde bulundururlar.
• Dış ilişkileri son derece kuvvetlidir. Kırmızı Türkler;
• Türk olmakla beraber kendilerini Türk gibi hissetmezler.
• Beyaz Türkler tarafından bilinçli veya bilinçsizce taşeron olarak
kullanılırlar.
• King-Crane raporunun beşinci maddesindeki aydınların o gün savundukları ne
ise bu gün de onu savunurlar.
• Genellikle iyi bir eğitim düzeyine sahip ve toplumu yönlendirebilecek
yerlerdedirler.
• Bazen ulusalcı, bazen mandacı, bazen teokrat olabilirler.
• Hep halktan yanadırlar ama asla halktan biri değillerdir, daha doğrusu
kendilerini öyle görmez ve öyle yaşamazlar.
Kara Türkler;
• Hedef kitleyi oluştururlar ama bunun farkında değillerdir.
• Aslında Türkün kara budunudurlar ama birçoğu teorisyen veya antropolog
olmamakla beraber kendilerine dayatılan farklılıkları kendi fikirleri imiş
gibi benimseyip savunabilirler.
• Ama her şeye rağmen Tekâlif-i Milliye kanunu uygulayıp ayağındaki ham
çarığı askerine giydiren ve orağı ile nacağı ile savaşarak ülkesini kurtaran
da aynı topluluktur.
Beyaz olmamalarına rağmen bu vatanın yüzünü ağartan insanlardır.
Şu halde ortaya çıkan sonuç aslında savaşın bu gruplar arasında yaşandığını
göstermektedir. Zaten öbür türlü tüm dünya Türkün kurtuluş savaşına muhatap
olmak zorunda kalırdı.
Bugün bu kurtuluş savaşını düşünsel anlamda yeniden vermek gerekmektedir ve
ne yazık ki bu gün, dünkünden daha zor olacaktır. Çünkü savaş zihinlerde ve
zihinlerle yapılmaktadır.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
OKTAY YILDIRIM
12–04–2006
_________________________________________________________________
SİTEMİZ 2. KUVVA-İ MİLLİYE HAREKETİ KURUCULARINDANDIR.
2. KUVVA- İ MİLLİYE HAREKETİNİN GEREKLİ OLDUĞUNA İNANAN, ATATÜRK ÜN KURDUĞU
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ
EMPERYALİZMİN PENÇELERİNDEN İKİNCİ KEZ KURTARABİLMEK İÇİN YENİ BİR KURTULUŞ
MÜCADELESİ BAŞLATMAYI GEREKLİ GÖREN VE BU MÜCADELEYE KATILMAYA HAZIR OLAN
GENÇ,YAŞLI, KADIN, ERKEK TÜM VATANDAŞLARIMIZI SİTEMİZE ÜYE OLMAYA VE HAREKETİMİZE
KATILMAYA ÇAĞIRIYORUZ.
www.turkistiklali.com www.turkistiklali.com