“Şular kim kendini sultân sanırlar” Eşrefoğlu Rûmî ve Müzekki’n-Nüfûs’u

3 views
Skip to first unread message

Serdar bilge

unread,
Sep 22, 2025, 3:35:36 PM (2 days ago) Sep 22
to Hasan Serdar Bilge
“Şular kim kendini sultân sanırlar” Eşrefoğlu Rûmî ve Müzekki’n-Nüfûs’u
Bilal Kemikli

“Niceler benim dedi ve gitti
Birisi kılmadı bu sözün ispat”

Bu toprağı mayalayan büyük ruhlardan birisi de Eşrefoğlu Rûmî’dir. Eşrefoğlu Rûmî, geriye bıraktığı mânevî mîrâsıyla değerlendirildiğinde, âlim, sûfî ve ahlâkçı kimliğiyle temâyüz eden bir şâir ve mütefekkirdir. Onun Yûnus Emre’nin açtığı arktan yürüyerek söylediği şiirler, Dîvân-ı İlâhiyyât’ta toplanmıştır. Bu şiirler, onun bilgeliğini tescîl eden önemli birer belgedir. Kezâ onun âlim, sûfî ve ahlâkçı yönünü birlikte tebellür ettiren eseri Müzekki’n-Nüfûs’tur.

Müzekki’n-Nüfûs, ilmî birikimin, sûfî tecrübenin ve hikmet nazarıyla toplumu ve insanı okumanın netîcesi kaleme alınan bir ahlâk kitabıdır. Bu bakımdan yazıldığı dönemde olduğu gibi daha sonraki dönemlerde de derin tesirler oluşturmuş, okuyan kişilerin ahlâkî ve insânî tekâmülüne katkı sunmuştur. Bu anlamda eser, ahlâk kitapları içinde klasikleşen bir “başyapıt”tır. Bu başyapıtın yazarı Eşrefoğlu Rûmî, 14. asrın son çeyreği ile 15. asrın ilk yarısında İznik’te yaşamıştır. Asıl adı Abdullah, babasının adı Ahmed Eşref’tir. Kaynaklarda künyesi Abdullah Rûmî b. Seyyid Ahmed Eşref b. Seyyid Muhammed Süyûfî (Mısrî) şeklinde geçer. Bazı kaynaklarda onun “İbnü’l-Eşref, Eşrefzâde, Eşref-i Rûmî, Abdullah İznikî ve Abdullâh-ı Rûmî” adlarıyla anıldığını görebiliriz.

Eşrefoğlu’nun bilgeliğe giden sürecine ilişkin kısaca notlarımıza baktığımızda, onun İznik’teki ilk eğitim ve terbiyesinden sonra Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed Medresesi’nde eğitimine devâm ettiğini ve burada büyük âlimlerden Hocazade ile Mevlânâ Tûsî’den ders aldığını görüyoruz. Eğitimine devâm ederken gördüğü rüyâ onu derinden etkilemiş ve o dönemde Bursa’nın seçkin sîmâlarından olan Abdal Mehmed ile tanışmasına sebep olmuştur. Bu görüşme onda tasavvuf yoluna girmeye dönük bir arzunun oluşmasına sebep olmuştur. Bu sebeple Emîr Sultan’a başvurmuş; ondan tasavvuf yolunun inceliklerini öğrenmek istemiştir. Fakat Emir Sultan onu bu konuda yetiştireceğine inandığı Hacı Bayrâm-ı Velî’ye yönlendirmiştir.

Hacı Bayrâm-ı Velî, mânevî terbiyesinde bulunan Eşrefoğlu Rûmî’yi önce dergâha imam olarak görevlendirmiş, daha sonra da kızıyla evlendirerek dâmâdı yapmıştır. Nakledilegelen bu bilgiler; onun mânevî ilimlere olan istidâdı, öğrenme arzusu, azim ve kararlılığının Anadolu’da neş’et eden Bayramîlik yolunun pîrinin dikkatini çektiğine işâret eder. Daha sonra Hacı Bayram’ın işâretiyle Hama’ya giderek Abdülkadir-i Geylânî’nin beşinci göbekten torunu olan Şeyh Hüseyin el-Hamevî’ye intisâb eder. Ondan Kadirîlik yolunun âdâb ve erkânını, yolun inceliklerini ve temel meselelerini öğrenerek icâzet almıştır. Bilahare İznik’e gelerek halkı irşâd etmeye ve eserler yazmaya devâm etmiştir. Onun bu iki yoldan tefeyyüz ederek yaptığı hizmetler, daha sonra Eşrefîlik adıyla anılan bir yolun inşâsına vesîle olmuştur. Dolayısıyla o, bazı kaynaklarda Eşrefîliğin pîri olarak da anılmaktadır.

Bir bakıma bir yol inşâ eden bu ulu zâtın eserleri, sâdece Eşrefî, Kādirî yâhut Bayramî çevrelerde okunmamış, diğer ilim ve irfan halkalarında da okunmuştur. Bir bakıma onun eserleriyle hizmeti, daha geniş çevrelerde etkili olmuştur. Şiirleri ilâhî formatında okunup dinlenirken, Müzekki’n-Nüfûs da nefsini arındırarak kâmil insan olmayı amaçlayan kitlelerce adetâ bir ders kitabı gibi okunmuştur. Bu kitap, her şeyden önce bir ahlâk kitabıdır. Ama bir bütün olarak okunduğunda, nasîhat-nâme olarak da değerlendirilebilir.

Dînî kültür târihimizde “Din nasîhattir” emri gereği, âlim ve ârif zâtlar tarafından hemen her dönemde sözlü (şifâhî) ve yazılı nasîhatler yapılmıştır. Nasîhat, öğüttür; insanı olgunlaştırır. Ekseriyetle ufuk açıcı metinlerdir. Bu vâdide nasîhat-nâme, siyaset-nâme, usul-erkân, âdâb ve ahlâk kitapları yazılmıştır. Sözlü yāni şifâhî nasîhat ise daha çok sohbet şeklinde olmuştur. Sohbet bir bakıma, insan kitabını yazmaktır. Bazı meclislerde, “söz uçar yazı kalır” düşüncesinden hareketle sohbetlerden notlar tutularak edebiyat ve kültür târihimize yeni eserler kazandırılmıştır. Bu türden eserlere genel olarak sohbet-nâme adı verilmiş ve böylece edebiyatımızda bir türün oluşmasını sağlamıştır. Bu meyanda bizim ilk edebî eserlerimizden birisi olan Kutadgu Bilig de bir nasîhatnâme ve bir siyâsetnâme olarak değerlendirilebilir. Eşrefoğlu Rûmî, bu geleneği devâm ettirmiş ve 1448’de İstanbul’un Fethinden beş yıl kadar önce eserini telif etmiştir.

Fetret Döneminde çocukluğunu geçiren ve eğitimini devletin ikinci kurucu ismi olan Çelebi Mehmed’in inşâ ettirdiği medresede tamamlayan Eşrefoğlu Rûmî, kuruluşun sancılarını idrâk etmiştir. Ancak istikrârın sağlanmasının hemen ardından gelen rehâvet dönemlerinde konforun etkisinde kalan halkın ahlâkî açıdan bozulmasına ve toplumsal çözülmeye şâhit olmuştur. Eserini bu sebeple yazmıştır. Böylece o, doğru yoldan çıktıklarını düşündüğü devrinin insanlarına hak ve hakîkati hatırlatmayı murâd etmiştir. Dolayısıyla eserin temel amacının “halka doğru yolu göstermek” olduğunu açıkça ifâde etmiştir.

Gayet sâde bir dil ve samîmî üslup ile kaleme alınan eser iki bölümden oluşmaktadır. Bunlar:

Bu değerli eserde o, ahlâkî temel kavramları tafsîlatlı bir şekilde, doğrudan doğruya anlatım yöntemiyle izah etmektedir. Bu izahatlar akılda kalsın düşüncesiyle, zaman zaman fikirlerini kıssa ve menkıbelerle temellendirmektedir. Burada bahse konu üslûba dâir zihinde bir fotoğrafın oluşması için onun îmâna, tevhîde ve mârifete dâir görüşlerini kısaca zikretmek mümkündür. Sözgelimi ona göre mârifetullah, üç mertebedir. Bunlar:

Üçüncü düzey olan mâ'rifet-i-hassül-has, belirli kişilerin ulaştığı bir mârifet düzeyi olması hasebiyle hakîkî ma’rifet olarak da zikredilmektedir. Bu tasnîfi yaptıktan sonra, “Şimdilik şunu iyi bil ki ma'rifetullah üç mertebe üzere olduğu gibi, îman dahî üç mertebe üzeredir. Nitekim kişinin îmânı mârifetine ve mârifeti de îmânına göre olur.” demektedir. Ona göre üç çeşit îman vardır; bunlar:

İşte, bu mertebe îman avâmındır. Bundan aşağı îman yoktur. Bunları inkâr eden, kâfirdir demek olur. Bu, taklîd seviyesi… İlerisi tahkîk..

Hasların îmânı da bunları ikrar ve itikad edip avâmın îmânını bildikten sonra amelde, kavilde ve fiilde ve ibâdette: (Allâhu Teālâ beni görür.) diye işlerler. Bunlar her ne yaparlar ve her ne işlerlerse, Allâhu Tealâ’nın kendilerini gördüğünü bilirler Bu düzeye, havassın îmânı denildiği gibi îmân-ı ihsân da denilir. Ayne’l- yakîn seviyesinde îmandır.

Eşrefoğlu, muhâtabının kendini tanımasını ve kişilik kazanmasını hedeflemektedir. Bunun için adetâ bir eğitim programı içinde onu nefs-i emmâreden nefs-i levvâmeye, oradan da nefs-i mülhime ve nefs-i mutmainneye ulaştırmayı hedeflemektedir. Dünyâyı, hayâtı, ölümü, âhiret hayâtını, cenneti ve cehennemi anlatarak insanın kendini tanıması için çıktığı bu yolculuğun zarûrî bir yolculuk olduğuna işâret ederek okuyucunun anlam arayışına temel oluşturmaktadır. Nitekim eseri okuyarak bir yolculuğa (seyr) çıkan kişi nihâyetinde kendini bilecek ve kâmil bir Müslüman olarak toplumda hizmet edecektir.

Kaynak: Yenidünya Dergisi Eylül 2025, sayı:383, sayfa no: 24-25-26
Hasebi
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages