
Kudüs’ün Laneti mi, Kaderi mi ???
Yorumcalar
14 Aralık 2025
***
Ortadoğu’nun Kanayan Yarası Kudüs ve Türkiye’ye Yansımaları
Ortadoğu’nun kalbinde,
kadim şehir Kudüs’te yaşananlar, sadece toprak anlaşmazlığının
çok ötesinde, derin inançlar çatışmasının ve jeopolitik
hesaplaşmanın acımasız yansımasıdır. Yüzyıllardır süregelen
dram, günümüzde daha da karmaşık hal alarak, bölgeyi ve hatta
küresel dengeyi tehdit eden girdaba dönüşmüştür. Peki, kadim
şehir gerçekten lanetin pençesinde mi, yoksa ilahi kaderin
kaçınılmaz tecellisine mi tanıklık ediyoruz?
Kutsal Toprakların Varisliği: İlahi Şartın İhlali
Kudüs, üç semavi din için de kutsallığın zirvesidir. Ancak
Kur’an, kutsal topraklara varis olmanın basit miras meselesi
olmadığını, aksine derin ilahi şartı barındırdığını açıkça
ortaya koyar. Enbiya Suresi’nin 105. ayeti, “Andolsun,
Tevratdan sonra Zebûr’da da, ‘Arza ancak benim salih kullarım
varis olacaktır’ diye yazmıştık” buyurarak, hakkın sadece
salih ameller işleyenlere ait olduğunu ilan eder.
Salih amelden sapma, yeryüzünde fesat çıkarma ve zulüm işleme,
ilahi adaletin kaçınılmaz şekilde tecelli etmesine yol açar.
Tarih, ilahi kuralın defalarca ihlal edildiğini ve her ihlalin
ardından ağır bedeller ödendiğini gösterir. Kutsal topraklarda
hüküm sürmenin tek yolu, adaleti ve merhameti tesis etmekten
geçer. Yoksa ilahi müdahale kaçınılmazdır.
Tarihin Tekerrürü: Sürgünler ve Dağılmalar
Yahudilerin tarihi, Kudüs’ten iki büyük sürgünle
damgalanmıştır. İlk sürgün, Milat’tan yaklaşık 600 yıl önce,
Babil’e doğru gerçekleşen toplu cezalandırmaydı. Peygamberleri
katletmeleri, kibirleri ve yeryüzünde çıkardıkları fesat,
ilahi gazabın tetikleyicisi olmuştu. İkinci sürgün ise,
Milat’tan kısa süre sonra, Roma ordusu tarafından
gerçekleştirildi. Bu seferki neden, kendilerine gönderilen
peygamberi reddetmeleri ve ona karşı komplo kurmalarıydı.
Kur’an, Nisa Suresi’nin 157. ayetinde, “Halbuki onlar İsa’yı
öldüremediler ve asamadılar, fakat onlara öyle gösterildi”
diyerek peygamberi öldürülemediklerini açıkça belirtse de,
Yahudilerin inancı, onların Kudüs’ten kovulmasına ve Araf
Suresi’nin 168. ayetinde belirtildiği gibi “Biz onları
yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık” ifadesiyle
dağılmasına neden oldu. İki bin yıllık diaspora, ilahi
adaletin tarihsel belgesidir. Endülüs’ten kovulmaları da
dağılma sürecinin halkasıdır.
Ahir Zamanın İşareti: Siyonizm ve Zulmün Başlangıcı
Günümüzde, Yahudilerin kutsal topraklara geri dönüşü, İsra
Suresi’nin 104. ayetinde işaret edilen ahir zaman
alametlerinden olarak yorumlanmaktadır. “Bunun ardından İsrail
oğullarına şöyle dedik: Topraklarda oturun, ahiret vaadi
(kıyamet) gelince hepinizi toplayıp araya getireceğiz”
buyruğu, Siyonizm projesiyle gerçekleşen toplanmayı farklı
boyuta taşır. Ancak toplanma, başarı hikayesi değil, aksine
büyük imtihanın başlangıcıdır. Ayette geçen “lefifen” kavramı,
toplanmanın niteliğini “dolanmak, katlanmak, birbirine girmek,
zorluk veya belaya karışmak” olarak açıklar.
Modern İsrail’in kozmopolit, etnik ve kültürel olarak karışık
yapısı, kavramın canlı örneğidir. Dünyanın dört bir yanından
gelen, farklı dilleri, kültürleri ve hatta dua ediş tarzları
olan Yahudiler, karmaşık toplum oluşturmuşlardır. “Gömleğin
üst düğmesi yanlış iliklenince parçalar da doğru şekilde araya
getirilemiyor” sözü akıllara gelir. Kur’an’ın “İsrailoğulları”
ve “Yahudi” ayrımı, toplanmanın sadece ırkın değil, farklı
inanç ve yaşam tarzlarının araya gelmesi olduğunu gösterir. Bu
toplanma, zulmün yeni perdesini aralamıştır.
İlahiyatçıların Sorumluluğu: Güncel Yorum ve Bilinçlenme
Çağrısı
Yaşanan hadiselerin Kur’an ışığında yorumlanması, günümüz
ilahiyatçılarının önemli sorumluluğudur. Ancak, “ilahiyatçılar
yaşananlarla Kur’an’ın irtibatını sağlamadı” eleştirisi,
alandaki derin eksikliği gözler önüne sermektedir. Geçmişin
ezberci tekrarından öteye gidemeyen yaklaşımlar yerine,
Kur’an’ın evrensel mesajını güncel olaylara uygulayabilen
mantıksal, dinamik ve spesifik yorumlara ihtiyaç vardır.
Devletimizin din âlimlerinin ayetleri doğru şekilde anlatması,
milletimizin ve memleketimizin geleceği açısından hayati önem
taşır.
İsrail’in Akıbeti ve Türkiye’ye Yansımaları: Değişmez Kanunlar
İsrail Devleti’nin kuruluşu, temelinde zulüm barındırdığı için
kutsal çağrının gereği olamaz. Aksine, devlet, Allah’ın
mübarek kıldığı mekâna, her türlü melaneti getirmiştir.
Filistin halkına uygulanan soykırım, sürgünler ve kutsal
topraklarda yayılan ahlaki yozlaşma, ilahi kanunlara açıkça
meydan okumaktır. İsra Suresi’nin 8. ayeti, “Umulur ki
Rabbiniz size merhamet eder. EĞER yine eski duruma DÖNERSENİZ,
biz de yine CEZALANDIRIRIZ. Biz cehennemi kâfirlere zindan
yapmışızdır” buyurarak, zulmün karşılıksız kalmayacağını
açıkça bildirir. Allah’ın kurallarında değişiklik olmaz;
zalimlere gelecek olan azap yakındır.
Bu bağlamda Ortadoğu’daki her gerilim, Türkiye’nin milli
güvenliğini doğrudan etkiler. Kudüs’teki istikrarsızlık,
bölgesel çatışmaları körükleyerek Türkiye’nin sınırlarına
kadar uzanan tehdit oluşturur. Türkiye, tarihsel ve kültürel
bağları nedeniyle bölgedeki gelişmelere kayıtsız kalamaz.
Yahudi Siyonistlerin sonunun hüsran olacağı ve Babil ile
Roma’dan sonra Kudüs’ten tekrar çıkarılacakları yönündeki
beklentiler ve tekrar çıkarılma endişesi bölgede kopacak büyük
savaşın habercisi olabilir. Zira, coğrafyada yaşananlar,
hepimizin geleceğini doğrudan etkilemektedir.
YORUMCALAR