Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendinin “Düşüncenin önemi” konulu TV sohbetini dinleyince işin hikmetini anladım:
“Düşünce o kadar önemlidir ki... Düşüncelerimiz tohum gibidir. İnsan topraktan yaratılmıştır. İrademizle düşündüğümüz her düşünce beden toprağına ekilir.
Eğer sana gül vermişlerse günün birinde onun tohumunu sen dikmişsindir. Eğerki ayağına bir diken batmışsa onunda tohumunu sen ekmişsindir.”
Evet aklımıza gelen vesveseyi gerçek kabul eder ve irademizle üzerinde düşünceler üretirsek, kanserden tehlikeli büyük günah Suizan’na dönüşür ve beden toprağına ekilir.
Tövbe etmezsek, o tohum çarçabuk büyür. Ve başımıza gelen musibetler, o kötü tohum yüzündendir. Bazen Rabbimiz bu negatif düşünceye anında da ceza verebilir.
Yine Nur hocamız : “Nice görünmez ilahi mahkemeler kurulur da, işlediğimiz hataların, günahların faturasını bazen malımızla, bazen de canımızla öderiz, demişti..
O nedenle, Hz.Mevlana; Kaybettiğin bir şey için sakın üzülme, cana gelecek olan zarar Cenâb-ı Allah’ın lütfu merhametiyle malına gelmiştir, diye buyurmuştur.
Mesela yolda gördüğümüz bir mümin kardeşimiz hakkında suizan ederek düşündük, anında ayağımız taşa takılır, düşeriz. Veya daha başka musibetler…
Tabi Allah’ın sevdiği imanlı müslümanlar için böyledir. Yoksa her kötü düşünene hemen burda ceza gelmiyor, ahirete erteleniyor.
Bazen anlayamadığım musibetler geliyor. Eğer düşünür ve hiçbir sebep bulamazsam, Allah bunu, cennetteki makamımı yükseltmek için vermiştir, der musibete sevinirim.
Bir sahih hadiste, 'İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer salâbet-i diniyesi varsa, belası daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.' (Tirmizi, Zühd 57) buyuruluyor
ALLAH HİKMETSİZ İŞ YAPMAZ
Bu hikayeyi (mart 2014) Hayat Nur Artıran ‘ın TV’de Ab-ı Hayat programında dinlemiştim.
H. Nur Artıran hocamız yıllarca, rahmetli Mesnevihan Şefik Can (1909-2005) hocanın yanında bulunmuş. Ondan dinlediği şu anıyı seyircilere aktardı.
Erzurum’da, sanırım cumhuriyetten önce, Osmanlı zamanında yaşanmış bir olay...
Şefik Can hocamızın babası türbedar Müftü Tevfik Efendi’nin bizatihi başından geçen yaşanmış bir olay… Erzurum’un bir mahallesinde evliya bir zatın türbesi varmış. (Erzurum’daki olayın geçtiği yeri ve evliya zatın ismini unuttum)
Türbeyi ziyarete gelenler sandukanın üzerine tülbent (başörtüsü) hediye getirip sandukanın üzerine seriyorlarmış. Çünkü biliyorlar ki evliya zatlar Hayy’dır. (diridir)
Türbeye hizmet eden türbedar Tevfik Efendi şöyle düşünmüş. Mahallelerinde kocası ölen dul bir kadın varmış, çok fakirmiş, üstelik yetişkin üç yetim kızıyla yaşıyormuş.
Ben bu tülbentlerin dört tanesini sandukanın üzerinden alıp, o fakirlere hediye edeyim, diye düşünmüş. Biri anne, üçü de kızlar için... Götürmüş vermiş.
Ertesi gün sabah, türbedar Tevfik Efendi uyanınca bir bakmış, sağ eli ve parmakları felç olmuş, oynamıyor. Üstelik diğer eliyle bile parmaklarını oynatamıyor, kaskatı kesilmiş...
Anıyı anlatmaya devam ederken muhterem H. Nur Artıran hocamız burada şu yorumu ekledi:
Biz olsak naparız? Doktor doktor gezeriz, fizik tedavi, kaplıca, tavsiye ilaçlar, kremler vs... Ama türbedar öyle yapmamış. Allah bana bunu neden vermiş olabilir, diye başlamış düşünmeye...
Çünkü biliyormuş ki, sebepler perdedir. Herşeyin bir maddi sebebi, bir de manevi sebebi vardır. Yani hikmeti, gizli nedeni... Allah hikmetsiz hiçbir şey yapmaz.
Tevfik Efendi son birkaç gün içinde yaptığı herşeyi düşünmüş ve elinin taş kesilmesine bir neden bulamamış. Aklına takılan tek şey, sandukadan alıp götürdüğü tülbentlermiş.
Tülbentleri verdiği fakir aileye gidip, utana sıkıla o tülbentleri geri istemiş. Ben size yenisini kendi cebimden alacağım. Onlar o evliya zata hediye edilmişti, izinsiz aldım, demiş.
Tülbentleri geri getirip sandukanın üzerine sermiş. Ertesi gün uyandığında ise eli eski haline gelmiş. Bu sefer başlamış evliya zatın -Allah’ın izniyle- neden böyle birşey yaptığını düşünmeye...
Mahallede bir araştırma yapmış. Tülbentleri verdiği kadın ve kızlarının, o türbeyi hiç ziyaret etmediklerini öğrenmiş. Bir de, evliya zatın hakkında şöyle dediklerini aktarmışlar:
“Millet ne anlıyor o türbeyi ziyaretten.... Akılsızlar sandukaya yüzlerce tülbent sermişler.“
Evet evliyalar diridir. Çevrelerinde olan bitenden Allah’ın izniyle haberdardırlar. Günümüzde bazıları diyorlar ki, Hz Muhammed SAV, 1400 sene önce yaşadı ve öldü...
Bir evliyanın bile öldükten sonra tasarrufu devam ederken, bir şehide bile ölü denmezken, peygamberlere nasıl öldü deriz? Konu dağılmasın, Herneyse, ...
Bizler, başımıza gelen olaylar hakkında çoğunlukla maddi sebeplere takılıyor ve olayların hikmetini düşünmüyoruz.
Çukur varmış, görmedim, düştüm, ayağım incindi diyoruz mesela... Halbuki işlediğimiz bir günahın ya cezası, ya kefareti yada bize bir ikaz olabilir.
Bu konuda yazdığımız şu yazımız çok ilgi görmüştü. İnşallah tekrar okuyunuz:

Evet sonuç olarak, biliyorsunuz ayette Rabbimiz, ”… Allah izin vermeden bir tek yaprak bile düşmez...“ (Enam suresi 59. ayet) buyuruyor.
Başımıza gelen iyi yada kötü her olayın hikmetini, yani Allah’ın bunu neden vermiş olabileceğini düşünüp varsa günahımıza tövbe etmeli, hak yemişsek helallik almalıyız.
Rızkımız mı bollaştı, bu belki şükür imtihanıdır diye düşünmeliyiz...
Celalin Penceresinden