TERÖRLE MÜCADELE DOSYASI /// Salih Cem Pişkin : Yeni çözüm süreci : Bir devlet projesinin anatomisi

5 views
Skip to first unread message

Digi Security (İŞNET)

unread,
Nov 28, 2025, 3:25:09 PM (4 days ago) Nov 28
to (122) - ATATÜRK MİLLİYETÇİLERİ, (122) - TURAN ÇATLI MAIL GRUBU, (122) - TÜRK VE İSLAM ALEMİNİN LİDERİ TÜRKİYE, (122) ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (ÖZEL BÜRO), (122) ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (TÜRK SİYASET VE GÜVENLİK AKADEMİSİ), (122) ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (TÜRK STRATEJİ KURUMU)

Salih Cem Pişkin : Yeni çözüm süreci : Bir devlet projesinin anatomisi

27/11/2025

E-POSTA : goru...@karar.com

***
 
Kürt sorununun neredeyse 50 yıl sonra geldiği bu evrede “barış” kavramı, sürecin hiçbir tarafı için silahlara veda ile sınırlı kalamaz. Konu dünyadaki çatışma çözümü deneyimlerinden bu yönüyle büyük ölçüde farklılaşıyor. ‘Silah bırakma/terörü bitirme’ ekseni ile çerçevelenmiş bir yaklaşım, Kürt sorununun çözümünün yürütücü aktörleri için toplumsal rıza yaratma inşasında bir anlatım kolaylığı sağlasa konunun çok katmanlı ana özüne temas için yetersiz kalacaktır.

CHP’nin İmralı’ya vekil göndermeme kararı, Türkiye siyasetinin tüm fay hatlarını bir anda tetikledi. Destekleyenler, eleştirenler, “tarihi fırsat kaçıyor” diyenler ya da “bu tuzağa düşülmez” diye yorumlayanlar… Fakat bu yoğun tartışma, çoğu zaman sürecin kendisini değil, süreç üzerinden verilen tepkilerin birbirini tartışmasını üretti. Oysa bugün gelinen aşamayı anlamak, bu duygusal savrulmalardan uzaklaşıp süreci bir “devlet projesi” olarak kavramayı gerektiriyor. Bu yazı, yeni çözüm sürecinin nihai hedefi konusunda büyük hükümlere varmak için değil, aktörlerin niyetlerini ve birbirlerine dönük pozisyonlarını anlamlandırmak için yazıldı.

Önce kısa bir kronoloji: 1 Ekim 2024’te Bahçeli’nin TBMM’de DEM sıralarına gidip tokalaşması, ardından 9 Ekim’de Erdoğan’ın “daha geniş uzlaşı” mesajı, devletin Kürt meselesi dosyasını yeniden açtığının ilk belirtileriydi. 22 Ekim’de Bahçeli’nin “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” çıkışı süreci görünür kıldı. Bu ihtişamlı açılışın hemen ardından 30 Ekim’de Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in gözaltına alınması ve tutuklanması sürecin başladığı anda kendi muhalifini de şekillendirme iradesi taşıdığını gösteriyordu.

Bu adım, belki de sürecin bir an önce nihayete kavuşmasından ziyade uzun vadeli düşünülmüş, birtakım stratejik hedeflere hizmet etmesi bakımından olabildiğince bir taşla birden fazla kuş düşürmeyi hedeflediğinin de bir işaretiydi.

Bir yıl boyunca “ittifakta çatlak mı?”, “danışıklı rol dağılımı mı?”, “AKP seçim stratejisi mi?” tartışmaları sürerken Bahçeli Kasım 2025’te Kürt sorununu “yüz elli yıllık mesele” olarak tanımlayarak çerçeveyi genişletti.

Dışarıdan bakıldığında yerinde sayıyor gibi görünen yeni süreç için bu bir yıl içinde aslında tarihi önemde gelişmeler yaşandı. Öcalan’ın örgütün feshi ve silah bırakma yönündeki adımları, “devlet aklı” için bir samimiyet testi niteliği taşıdı.

Buna karşılık CHP’ye yönelik sert yargısal operasyonlar, sürecin “demokratikleşme” iddialarıyla uyuşmayan bir paralel hat yarattı. Bu şartlara rağmen içinde CHP’nin de yer almaktan kaçınmadığı bir meclis komisyonu kuruldu ve nihayet bu komisyon, CHP’nin katılmama yönünde irade beyanı ile daha uzun süre tartışılacağı görünen bir kararla, İmralı’ya giderek Öcalan ile yüz yüze görüşme gerçekleştirdi.
Bu özetin ardından sürecin aktörleri ve üstlendikleri rollere de kısaca değinmek gerek.

1. Devlet Aklı

Türkiye’de “devlet aklı” çoğu zaman mistikleştirilir. Oysa basitçe üç katmanı içerir:


– güvenlik bürokrasisi,
– dış politika ve millî güvenlik doktrini,
– iç siyaseti buna göre düzenleyen yürütme.

Suriye’deki Esad sonrası oluşan parçalı yapıdan yeni bir denge sağlanmaya çalışıldığı bir dönemde Ankara için temel soru açık: Kürt hareketiyle hiçbir kanalı olmayan bir Türkiye, Suriye’nin geleceğinde ne kadar etkili olabilir? İçeride kriminalize edilmiş bir Kürt siyasetiyle masaya oturmak başka, kontrollü ve müzakere edilebilir bir hatla oturmak başka.

AKP’nin iktidar pratiği şunu öğretti: Türkiye’de krizler çözülmez, idare edilir. Çözüm ise bir yönetim tekniği olarak sadece gerektiğinde masaya sürülür. Bugün gelinen haliyle yeni çözüm süreci, toplumsal barıştan çok, rejimin sürdürülebilirliğini sağlamaya dönük bir sigorta poliçesi gibi duruyor.
İktidar sermayeye, dış aktörlere ve içeride “bıkmış” kesimlere şu mesaj veriyor olabilir: “Gerekirse en zor dosyayı bile açarız. Yeter ki ipler bizim elimizde kalsın.”

2. Devlet Bahçeli ve MHP: Fren Değil Hızlandırıcı

Geçmişte çözüm sürecinin doğal freni olan MHP, şoke edici çıkışlarla bu kez sürecin önünü açan aktör hâline geldi. Bu durum paradoks gibi görünse de “devlet aklı” ile oldukça uyumlu. Bahçeli’nin rolü, MHP tabanını ve milliyetçi kamuoyunu İmralı merkezli olası gelişmelere hazırlamak ve süreci normalleştirmek. Bahçeli bu kez süreçte, dışarıda kalmış “muhalif” değil, tam tersine, süreci normalleştiren taşıyıcı kolon.

3. Recep Tayyip Erdoğan ve AKP: Sisler Ardında

Bahçeli’nin riskli sembolik hamlelerine karşılık Erdoğan, sisli bir alanda görünmez kalarak süreci uygulama düzeyinde yöneten ama görünür olmaktan kaçınan bir pozisyonda. Bu iş bölümü rasyonel: toplumsal şokun yükünü MHP taşıyor, kurumsal yükü Erdoğan yönetiyor. Ancak Erdoğan’ın başkanlık koltuğuna oturduktan itibaren geçmişten farklı olarak, siyasette risk alabilen liderlik çizgisinden uzaklaşması, “her hamlede kişisel kazanç hesabı” yapan bir algıya kayması, sürecin sağlıklı yönetimi açısından soru işareti yaratıyor.


4. Abdullah Öcalan ve DEM: İki Yönlü Mimari

Öcalan’ın pozisyonu bu yeni tabloda klasik “barış süreci” anlatısının ötesine geçiyor.


Öcalan’ın perspektifi iki eksende şekilleniyor: Türkiye içinde demokratik dönüşüm ve eşit yurttaşlık talebi; Suriye’de ise Kürt yapılanmasının rolünü pazarlık edilebilir bir çerçevede tutma isteği. Bu nedenle iç ve dış hat birbirini sürekli etkiliyor. DEM’in pozisyonu bu tabloda zorlaşıyor: hem Kürt tabanıyla Türkiye muhalefeti arasında kurduğu köprüyü korumak hem de sürecin iç dengelerini yönetmek zorunda.

Bu noktada “devlet aklının” görmek isteyebileceği bir çatlak potansiyeli doğuyor: Sol-muhalif çizgiye yakın DEM geleneği ile daha muhafazakâr–milliyetçi kodlara yakın, devlete pazarlığa daha açık bir “Kürt sağı” arasındaki ayrışma ihtimali. Böyle bir ayrışma gerçekleşir, “Kürt sağı” kurumsal bir çıkış fırsatı bulur ve kalıcı hâle gelirse yalnızca Türkiye değil, Suriye ve Irak hattındaki Kürt siyasetinin ağırlık merkezi de değişebilir.

İşin bu kısmı spekülasyondan ibaret elbette. DEM’in bugün kullandığı, derin ve acil bir barış ihtiyacının yarattığı duygusal ve heveskâr dilin speküle ettiğim yöne doğru evrilip evrilmeyeceğini, yaşayıp göreceğiz.

5. Özgür Özel ve CHP:

2024 yerel seçimleri CHP’yi siyasetin merkezine yerleştirdi. DEM ile kurulan dolaylı iş birliğinin başarısı, iktidara mevcut pozisyonda ısrar ederek bir daha kazanamayacağı mesajını açıkça verdi. Yeni çözüm sürecinin motivasyonlarından biri de bu olsa gerek. Ancak “devlet aklı” ve Öcalan, CHP’nin en azından zımnen onay vermediği bir sürecin toplumsal meşruiyet üretemeyeceğini görüyor. Bu nedenle iktidar CHP’yi sürecin içinde tutmaya mecbur, ama “barışın kurucu aktörü” olarak görünmesini istemiyor.


CHP ise üç hattı koruyor: süreci fiilen engellememek; DEM ile sürekli temas hâlinde olmak; sürecin iktidar tarafından “ben yaptım oldu”ya dönüşmesini sınırlandırmak.

İmralı’ya gitmeme kararı da bu çerçevede okunmalı. CHP’nin kararını yalnızca “ulusalcı refleks”e indirgemek yüzeysel olur. Kürt sorunu konusunda son 40 yılda pek çok defa risk almış, bazen “zamanın ruhu” ile uyumsuz ileri adımlar atmış, bazen de “dokunulmazlıklar” konusunda olduğu gibi hatalarla derin kırgınlıklara yol açmış bir parti CHP. Aynı zamanda aldığı her pozisyonda, attığı her adımda farklı kesimlerden dayak yemiş bir parti.

Partinin tarihsel tutarlılığı, aldığı riskler ve farklı kesimlerden gördüğü bedeller düşünüldüğünde Özgür Özel’in açıklamalarındaki temkinli tutumu, sürecin demokratikleşme rotasında ilerlemesini sağlama çabasının parçası olarak görmek gerek.

Özel, şunu farkında: Sürecin demokrasi ve hukuk rotasında ilerlemesi ve toplumsal meşruiyeti CHP’nin tutumuna bağlı olacak. En önemlisi, iktidarın süreci sadece kendi çıkarı için manipüle etmesini engelleyebilecek tek güç CHP. Bu nedenle CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı, Öcalan’ın aktör olarak varlığını reddeden ideolojik bir refleks olarak değil, sürecin sağlam ve kalıcı bir sonuca ulaşmasını isteyen sorumlu bir tutum olarak okunmalı.

Süreç Barış mı Getirir Yeni Bir Denge mi?

Kürt sorununun neredeyse 50 yıl sonra geldiği bu evrede “barış” kavramı, sürecin hiçbir tarafı için silahlara veda ile sınırlı kalamaz. Konu dünyadaki çatışma çözümü deneyimlerinden bu yönüyle büyük ölçüde farklılaşıyor. “Silah bırakma/terörü bitirme” ekseni ile çerçevelenmiş bir yaklaşım, Kürt sorununun çözümünün yürütücü aktörleri için toplumsal rıza yaratma inşasında bir anlatım kolaylığı sağlasa konunun çok katmanlı ana özüne temas için yetersiz kalacaktır.

50 yıllık çatışma süreci çok fazla acı yarattı, toplumun ekonomiden sosyal hayatına çok fazla bedel ödetti ve en önemlisi her kesimin kalbine, diline, kültürüne, hafızasına kazınmış derin izler bıraktı. Tamamen bir yıkımla sonuçlanmasa da geriye ağır hasarlı bir ülke kaldı. Bugün barış, bu büyük ülkeyi temelden yeniden güçlendirme, kolonları onarma, her katını, her merdivenini, her odasını, her penceresini yeniden pırıl pırıl yapacak bir ortak iradeyle anlam kazanabilir.

Yeni çözüm süreci, toplumdaki ‘barış’ beklentisinin bu çok katmanlı anlamını dikkate almadan; yalnızca aktörlerin kendi ajandaları çerçevesinde yürütülürse, silahsız bir dönemin kendiliğinden barış getireceği anlamına gelmez.

Bu yüzden temel soruyu tam da şimdi şöyle kurmak gerçekçi: Yeni çözüm süreci, Kürt meselesini çözmek için mi, yoksa silahsız ama çözülmemiş bir Kürt meselesiyle yaşamayı kurumsallaştırmak için mi devrede?

Eğer ikinci şık ağır basıyorsa, evet, çatışma riski azalır, Suriye masasında Ankara’nın eli güçlenir… ama eşit yurttaşlık ve gerçek anlamda demokratik bir Türkiye yine çok uzaklarda kalır.

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages