
Armağan Kuloğlu : “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” BAHANESİYLE BÖLÜCÜLÜK
E-POSTA : oaku...@gmail.com
Yeniçağ Gazetesi, 19
Aralık 2025
***
“Terörsüz Türkiye” olarak isimlendirilen, esas olarak Bölücü Terör Örgütü’nün silah bırakması ve tüm unsurlarıyla feshedilmesini içeren ve bunun karşılığında bir talebin olmayacağı, pazarlık yapılmayacağı anlayışı, bölücü siyaset yapanlar tarafından amaçlarına ulaşmada fırsat olarak görülmüş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısında temel değişiklikler içeren bir mecraya çevrilmeye çalışılmaktadır. Bu durum, Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun çalışmaları sonucunda bu komisyonda bulunan partilerin Komisyon Başkanlığına sundukları raporların bir kısmında açık, bir kısmında örtülü, bir kısmında da belirsizlik içeren ifadelerle ortaya konmuş durumdadır.
Raporların bu yönde
olması, gelişmelerin ve uygulamaların da mutlaka bu yönde
olacağı anlamını taşımamaktadır. Devletin bütün organlarının,
Türkiye Cumhuriyeti’ni temelden dönüşüme uğratacak ve bekasını
etkileyecek böyle bir değişimin gerçekleşmesine imkân
vermeyeceği, sürecin asıl ve ilan edilen şekline uygun
yürümesini sağlayacağı beklenmektedir. Ancak bölücü siyaset
yapanların ve başta bölücü başı olmak üzere bölücü
teröristlerin, Türk Milletini rahatsız eden bu bölücü
açıklamalarına, sürecin devam edebilmesi ve demokrasi ve
özgürlük anlayışının etkisiyle, biraz da oy kaygısıyla
müsamaha gösterilmesinin doğru bir yaklaşım olmadığı da
dikkate alınmalıdır.
Tahammül sınırları zorlanıyor
Bölücülük; terörle,
siyasetle veya bunların birbirini desteklemesiyle yapılır.
Terörle yapılan bölücülükle mücadelede kim üstün gelirse o
amacına ulaşır. Siyasetle yapılan mücadelede, içerideki bölücü
siyasetle mücadele edilirken, özellikle demokrasi bahane
edilerek dış güçlerin de devreye girdiği görülür. Dış
desteksiz bölücü faaliyetin başarıya ulaşması mümkün değildir.
Siyasetle yapılan bölücülük, terörle yapılandan daha
tehlikelidir.
Bu nedenle, “silahları bıraksınlar, gelsinler içeride
ideolojileri için siyaset yapsınlar” demenin de sakıncalı
olduğu bilinmeli, bölücü siyasetin, iktidar olmak veya
iktidarını devam ettirebilmek isteyen siyasiler tarafından da
“nasıl olsa bir şey olmaz” düşüncesiyle istismar edilebileceği
de dikkate alınmalıdır.
Devam eden bu süreçte
bölücü teröristlerin ve bölücü siyaset yapanların, hiçbir
pazarlığa girmeyecekleri ve artık terör olmamasından başka bir
amaçlarının da bulunmadığı söylenmesine rağmen, İmralı’dan,
Kandil’den, Suriye’nin Kuzeyinden ve iç siyasetteki
bölücülerden gelen söylemlere bakıldığında, durumun böyle
gelişmediği, bu süreçten beklentilerinin ve söylemlerinin de
Türk Milleti’nin tahammül sınırlarını zorladığı görülmektedir.
Bölücü başı ve bölücü siyaset yapanların işledikleri asıl
konu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapu senedi olan Lozan
Anlaşmasını kabul etmeyerek, Devletin yanlış kurulduğunu,
Türkiye Cumhuriyet’in feshedilerek iki milletli olarak yeniden
kurulmasını talep etmeleridir.
Bu konuda tavizkar
davranılmasının, anayasa ve yasalarda değişiklikler yaparak
ödün verilmesinin veya bu konuda vaatlerde bulunulmasının,
cesaretli adım olarak nitelendirilmesine de bir anlam
verilememektedir.
Türkiye’nin yapısını değiştirecek talepler
Bölücü siyasetçilerin söylemlerinde ve Komisyona verdikleri raporda, “Terörsüz Türkiye” girişimi bir Kürt Meselesi olarak görülmektedir. Bu söylemler bölücü başının söylemleriyle de paralel durumdadır. Taleplerde Türkiye’yi bölmek veya Federasyon gibi hususlar bulunmamaktadır. Ancak istenenler, ülkenin anayasasının, üniter ve tüm idari yapısının, dil, ulus devlet, millet ve eğitim yapısının, askeri konuşlanmasının dahi değiştirilmesini içermekte, federasyona ve bölünmeye zemin hazırlamaktadır.
Yasalarda düzenlemeler yapılarak teröristlere özgürlük getirilmesi ve iade-i itibar tanınması, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması, yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılarak geniş yetkiler tanınması, anadilinde eğitim, çok dilli eğitim, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde kamu hizmetlerinde çok dillilik, dahası çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı ve çok kimlikli toplumsal bir durumu tanıyan yeni bir anayasal düzene geçilmesi de talepler arasında yer almaktadır.
Yerel yönetimlerin,
bölgeden çıkarılan petrolden ve barajlardan elde edilen
elektrikten pay almaları da dahil olmak üzere, istekler dur
durak tanımamaktadır.
Talepler dışarıdan da geliyor
Talepler sadece bölücü teröristler ve siyasetçilerden değil, başta ABD Büyükelçisi Barrac’tan da gelmektedir. Barrac da ulus devleti tehlikeli bulmakta, Osmanlı modeli ile hayırsever bir monarşi önermektedir. İç siyasette de gündeme getirilen, Türk-Kürt-Arap birliğinden bahsetmektedir. Büyükelçinin söylemleri ile Terörsüz Türkiye süreci arasında paralellik olup, böl-parçala-yönet sistemi, dolayısıyla BOP’la örtüşmektedir.
ABD eyalet yapısına sahip
olmasına rağmen, ülkeyi ayakta ve bütün olarak tutacak olan
“ulus devlet” ilkesini ödünsüz savunurken, Barrac’ın
Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya böyle bir model önermesinin emperyal
düşünceden kaynaklandığı hesaba katılmalıdır.
Gerçekler dikkate alınmalı
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesine göre, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ahaliye “Türk Milleti” denmiştir. Anayasanın İlk dört maddesine göre;
Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır. Bu hükümler değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. Başlangıç hükümlerine atıfta bulunulduğu için başlangıç hükümlerine de dokunulamaz. Ulus devlet ve üniter devlet esastır.
Anayasa’nın 10. Maddesine göre; herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Bu madde, kökeni ne olursa olsun herkesin eşit olduğunu zaten ortaya koymaktadır. Bu maddeye ve anayasadaki başka maddelere bir etnik kimlik eklenmesi düşünülemez. Türkiye Cumhuriyeti etnik köken üzerine inşa edilmemiştir. Vatandaşlar sadece kanunlar önünde değil, tüm fırsatlar için de eşittir.
66.maddeye göre; Türk milletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk Milleti’nin her bir ferdinin asıl ve ulusal ve uluslararası kimliği budur.
42. Maddeye göre; Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz. Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir.
***
Kimse boş hayallere kapılmasın, bunlar gerçeklerdir. Hiçbir girişim, bu gerçeklerin dışında harekete ederek ülkenin güvenliğini ve bekasını tehlikeye atamaz. “Terörsüz Türkiye” kavramı, asıl maksadından sapmamalı, ülkenin yapısının değiştirilerek dönüşüme uğramasına fırsat veren bir kamuflaj olarak kullanılmamalıdır.