
İlay AKSOY : Davutoğlu'nun akılalmaz ihaneti !!!
24 Kasım 2025
E-POSTA : aksoy...@gmail.com
***
Geçen hafta Ahmet
Davutoğlu, İndependent Türkçe’ye verdiği röportajda son derece
önemli bir İRTİRAFTA bulundu.
Davutoğlu, çok açık bir şekilde 2005 yılında, Suriye Arap
Cumhuriyeti’nin meşru Cumhurbaşkanı Beşar Esad, kendisine
terörü bitirmek için Türkiye ile ortak operasyon yapılması
için teklifte bulunduğunu ve kendisi de bu teklife “şiddetle
karşı” çıktığını söyledi.
Bu teklife “şiddetle karşı" çıktığı yıl, Türkiye, teröre 100
askerini şehit verdi.
Terörle mücadele edilmesine karşı çıkan Davutoğlu o tarihten
itibaren 2011 yılına kadar Türkiye’nin kolluk güçlerinden 700
şehit daha vermesinin önünü açtı.
Oysa Beşar Esad’ın o tarihte bize sunduğu teklif, 1998 yılında
Suriye ve Türkiye arası imzalanan Adana Mutabakatı gereği
yapılması gereken operasyonlardı.
Esad bize ortaklaşa hudutlarımızı korumak ve her iki devlet
Amerika’nın yetiştirdiği PKK/YPG teröristlerinden de
kurtulmayı önermişti.
Davutoğlu, Türkiye ve Suriye’nin güvende olması yerine tam
tersi Amerika’nın istediği şeklide sınırımızda El-Nusra ve
PKK’nin diğer harf kombinasyonu olan YPG’nin iki terör
“devletçilik” kurmalarını tercih etti.
Yani, silahların Türkiye’ye doğru doğrultulmasının önünü açtı.
Milyonlarca günümüze kadar kim olduğunu bilmediğimiz insanları
ülkemize aldı, sosyolojik, demografik ve ekonomik düzenimizi
alt üst etti.
Ülkemizin kriminal tipolojisi bile büyük değişime uğradı.
Davutoğlu, Türkiye’ye "stratejik derinlik" değil "stratejik
felaket” getirdi.
2011-2024 arasında Türkiye 8 büyük operasyon yapılmasının
önünü açtı ve yaklaşık 270 askerimizin daha şehit olmasına
neden oldu.
27 Şubat, 2020 tarihinde, İdlib’de 34 askerimizi yitirdiğimiz
o felaket geceyi hiç kimsenin unutması mümkün değildir.
İşte Davutoğlu, Beşar Esad’ın önerisine, Türkiye’nin bu ağır
bedelleri yaşaması için mi “şiddetle karşı" çıktı?
Bu akıl almaz tutumu, ruhsuz sözleri hangi vicdan kabul
edebilir gerçekten?
Eğer, 2005’te ortak operasyon yapılsaydı, PKK’nın kökü
kurutulmuş olurdu,
İŞİD de Irak’ın Musul, Ninova ve Anbar bölgelerinden
Suriye’nin Deyrizor veya Rakka bölgelerine geçemeyecekti.
Dolayısıyla, 2005’deki yapılan teklifi reddederek sadece
Suriye’nin işgal edilmesi sağlamadı, aynı zamanda iki terör
örgütünün de güçlenmesinin de önünü açtı.
Davutoğlu’nun bu “şiddetle karşı" çıkması Türkiye’nin içine
sürüklendiği başka bir devasa soruna neden oldu.
Açık kapı politikası nedeniyle milyonlarca, Türk toplumuyla,
kültürüyle uyum içinde olamayacak insanlar ülkemize kontrolsüz
giriş yapılasına izin verildi.
Kimlik istenmedi, parmak izleri alınmadı, retina taramaları
yapılmadı, sadece beyan esas kabul edildi.
Sınırımızı geçerek, istedikleri kimlikleri bize beyan ettiler.
Ülkemiz hiç olmadığı kadar güvenlik zafiyeti ile karşı karşıya
kaldı.
Aynı Davutoğlu bu sefer, 2016 yılında bir tarihi ihanete daha
imza attı.
Batı, intikam alırken, tarihlerle mesaj vermeyi çok sever.
O yüzden bizim büyük zaferimiz, onların da büyük hezimet
yaşadığı 18 Mart tarihini özellikle seçerek, “Geri Kabul
Anlaşması” imzalandı gün olarak açıklandı.
Oysa, ortada öyle bir sözleme yoktu, Avrupa, insan hakları
mahkemelerinde ileride yargılanmamak için her hangi sözleşmeye
imza atmamıştı.
İşte Türk Milletinde öyle bir yalan söyledi ki, akıl almaz bir
ihanet içine girdi.
Bize “sözleşme” diye anlattıkları ve dayattıkları şey, sadece
bir deklarasyondan ibaretti. İmzalar atılmadı ve Türkiye’yi
bağlanan hiç bir tarafı da günümüze kadar da yoktur... işte bu
detayı bize Davuoğlu “şiddetle” anlatmaktan kaçındı!
Demografimizi bozdu, ekonomimizi bozdu, dinimizi kirletti,
milyonlarca Türk öğrencini gece gündüz üniversiteye girmek
için seferber olurken, Suriyelileri SINAVSIZ üniversiteye
herkesin önüne geçmesini sağladı, olmayan oma onlar için ek
kontenjanlar açtı.
Kurumlarımızı çökerti ve tam sınırımızda Kürdistan'ın
kurulması için resmen önünü açtı.
Bu “şiddetle karşı” çıkması başka bir büyük güvenlik sorunun
daha önünü açtı.
CİA’nin Suriye operasyonu nedeniyle, yüzlerce yabancı STK,
Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Suriye’ye geçip faaliyet
göstermeye başladı.
Batı destekli ve fonlanmış 748 STK, Suriye’de devlet kontrolü
dışında olan bölgelerde faaliyet gösterirken,
75 İstanbul merkezli yabancı STK, Suriyeli sığınmacılarla
direkt çalıştı,
150 yabancı STK’da Türkiye ve Suriye sınırı arasında sürekli
gidip geldi.
Resmi kayıtlara göre 2011-2025 yıllar arasında Avrupa Birliği
söz konusu STK’lara 38 Milyar Euro para aktardı.
Şubat 2012-Mart 2025 arası, İngiltere, Türkiye ve Suriye
arasında faaliyet gösteren İngiliz STK’larına da 2 Milyar
Sterlin para ödedi.
2012-2018 arası Birleşmiş Milletler kendisiyle afiliye olan
STK’lara 32 Milyar Dolar para gönderdi.
Eğer Suriye’deki savaş bir organik halk ayaklanması olsaydı,
bu kadar yabancı STK veya bu kadar büyük meblağlarda paralar
niye aktarıldı o bölgeye?
Daha da önemlisi yabancılara aktarılan paralar, yabancı
devletler tarafından nerelerde kullandı?
Bu yabancı STK’ların bir kısmı da unutmayalım ki 15 Temmuz,
2016 tarihinde yürütülen CİA/FETÖ darbe kalkışmasından sonra
da kapatıldı.
Dolayısıyla, bu kadar yüksek sayıda yabancı STK ülkemizde veya
sınırlarımızda bulunmasın yarattığı güvenlik zafiyetine
Davutoğlu “şiddetle karşı” çıkmayı hiç aklından belli ki
geçirmedi.
İşte, bugün geldiğimiz noktada sınırımız artık bir devletle
değil, iki, terör örgütü ile paylaşılıyor ve
Suriye Arap Cumhuriyeti ortandan fiilen kalkmış durumda.
İsrail, üçte birini, Suriye’nin başkenti olan Şam’a kadar
işgal etmiş,
YPG de diğer üçte birini almış durumda.
Şimdi ortaya çıkan tablo Suriye ve Türkiye için “felaket”
olarak tanımlanırken, İsrail ve Amerika için büyük kazanımdır.
İşte İsrail ve Amerika kazansın diye mi Beşar Esad’ın PKK’yı
birlikte bitirelim teklifine “şiddetle karşı” çıktı Davutoğlu?