ebu emre huseyn
unread,Jun 8, 2011, 6:48:51 AM6/8/11Sign in to reply to author
Sign in to forward
You do not have permission to delete messages in this group
Either email addresses are anonymous for this group or you need the view member email addresses permission to view the original message
to Tevhidi_Makaleler, temela...@gmail.com
CEMAAT = DERNEK DEMEK DEĞİLDİR GÖRENLER ANCAK ŞEYTAN EHLİDİRLER
Cemaat Nedir?
İnsan topluluğu, bir fikir ve inanç etrafında toplanmış kimseler.
İslâm cemâati.
'Cemaat' kelimesinin aslı, toplamak, bir araya getirmek anlamındaki
cem' fiilidir.
'Cemaat' sözlükte, insan topluluğu, bir araya gelen insan grubu
demektir. Geniş anlamıyla cemaat; bir fikir ve inanç etrafında bir
araya toplanan insan topluluğuna verilen addır.
Bir fıkıh terimi olarak 'cemaat' ise; namazı bir imamla birlikte kılan
mü'minler topluluğudur.
En geniş anlamıyla 'cemaat'; İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir
kavramdır. Dünyadaki bütün müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde
'cemaat'tırlar. Bu cemaatin ana özelliği, aynı Din'e, yani Tevhid
Dinine inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir. Dünyanın neresinde
yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanlar İslâm cemaatinin birer
üyesidirler.
Cemaat Kavramının Anlam Sahası:
Cemaat; rastgele, tesadüfen veya şartların bir araya getirdiği
insanlar değildir. Cemaatin üyeleri de yaptıklarını bilmeyen, hangi
şartlar altında bir araya geldiğinden habersiz ve şuursuz kimseler
değillerdir.
Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalık, yani kitle
(cemadât) değildir. Kitle, şartların bir araya topladığı kalabalıktır.
Yolu ve hedefi belli değildir. Asgari müşterekleri bile ortada yoktur.
Belki bir çıkarın, belki etkili bir rüzgârın, belki gözü açık bir
propagandacının bir araya topladığı bir sürüdür. Sürüyü akıllı ve gözü
açık çobanlar istediği gibi sürükleyip götürürler.
Bir topluluğun cemaat adını alabilmesi için, o topluluğun belli bir
fikir etrafında, belli bir hedefe gitmek üzere bir araya gelmesi,
belli ilkelere bağlı olması ve başlarında cemaat ile özdeşleşmiş, aynı
amaca bağlı yetkin bir imamın (önderin) bulunması gerekir.
Namaz ve Cemaat:
İslâm cemaatinin en küçük örneği, müslümanların namazda bir araya
gelmeleridir.
Namaz cemaati, İslâm cemaatini oluşturmada çarpıcı bir örnektir.
Peygamberimizin cemaatla namaz kılmayı niçin sık sık tavsiye, hatta
emrettiği bu nedenle daha iyi anlaşılır. Mü'minler kendi aralarında
seçtikleri ya da uygun gördükleri bir namaz imamının arkasında bir
farz namazı kılmak üzere cemaat olurlar. Onun arkasında saf tutarlar.
Namaz içerisinde onun komutuyla rukû' ve secde yaparlar. Ayakta iken
okumaları gereken kıraatı (Kur'an'dan bir miktarı) okumazlar. İmamın
okuyuşu cemaat için yeterli sayılır. Onunla birlikte hareket ederler,
onunla beraber namazı tamamlarlar.
Namaz için bir imama uyan mü'min, namazdaki bütün hareketleri imamla
birlikte ama ondan sonra yapar, aynı zamanda da o imama uyan diğer
mü'minlerle beraber yapar.
Namazda kendi başına hareket etmez, diğer müslümanlarla birlikte aynı
amacı gerçekleştirmeye, yani namazı ikame etmeye (yerine getirmeye)
çalışır.
Cemaatla kılınan namazdaki hiyerarşik düzen, müslümanların
oluşturacağı toplumun düzenine de bir işarettir.
Namazda önde imam olur ve bütün cemaat yerin genişliğine göre onun
arkasında sıra halinde saf tutar. Buradaki düzen piramit düzeni değil,
eşitlik ve kardeşlik düzenidir. Çünkü İslâm cemaatinde soylular ve
imtiyazlılar sınıfı yoktur. Hiç kimse diğerinden üstün değildir.
Seçtikleri imam bile onlardan biridir ve yalnızca namazda onların bir
adım önündedir.
Cemaat Anlayışı ve İslâm Topulumu:
İslâm toplumunda herkes birbirinin kardeşidir. Tıpkı namazda saf
tuttukları ve beraber oldukları gibi, kendi aralarından seçtiklari ehl-
i hal ve'l akd (imam, halife, emir sahibi, veliyyül emr) yetkilisinin
başkanlığı altında dünya ve din işlerini yürütürler. Allah'ın dinini
yaşamaya çalışırlar. Onların önderleri kendileri gibidir, hiç bir
üstünlüğü yoktur ve onların serbest oylarıyla (biatleriyle)
seçilmişlerdir. Namazdaki imam gibi yetkileri sınırlıdır ve o Allah'a
itaat ettiği müddetçe müminler de ona itaat ederler.
Bir kimse, cemaat istemediği halde onlara namaz imamı olamadığı gibi
hiç kimse de ümmet istemedigi halde zorla, diktatörce, onlara imam
(yönetici) olamaz.
Mü'minler, tıpkı namazda olduğu gibi toplum hayatında de birbirlerinin
yanındadırlar. Müslümanlar namazda niçin bir araya geldiklerinin
şuurunda oldukları gibi, müslümanlarla niçin bir arada olmaları
gerektiğinin de farkındadırlar.
Onların cemaat oluşu bilinçli bir tercihtir. Onların aralarındaki bağ
iman bağıdır; soy, hemşehrilik, ırk, kabile, hizib, ya da vatandaşlık,
hele hele çıkar beraberliği hiç değildir.
Müslümanlar bulundukları yerlerde küçük cemaat olsalar bile aynı
özelliği taşırlar, aynı şuura sahiptirler. Herhangi bir amacı
gerçekleştirmek üzere bir araya gelen mü'min topluluklarının da bundan
farklı yanları yoktur.
Bazen bütün müslümanların bir önderin (imamın) yönetimi altında bir
araya gelmeleri mümkün olmayabilir. Şartlar buna müsaade etmeyebilir.
Günümüzde müslümanlar farklı coğrafyalarda ve farklı bağımsız
ülkelerde yaşamaktadırlar. Bir çok ayrı siyasí güç müslümanlara hakim
durumdadır. Buna rağmen onlar İslâmın genel esasları ve hedefleri
etrafında bir cemaat olmak durumundadırlar. Onlar birbirlerinin
kardeşidirler. Herkes birbirinin destekcisi, yardımcısı ve duacısıdır.
Bir cemaatin İslâmí olup olmaması, onun İslâmí prensiplere ne kadar
uyduğuna bağlıdır. 'En iyi cemaat biziz' iddiasi geçersizdir.
Belli bir amacı ve çalışmayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen
cemaatler, tefrikaya sebep olmamalı, müslümanları bölüp-
parçalamamalıdır. Dinde ayrılık güdenlerin ve kendi cemaatının veya
grubunun görüşlerini, prensiplerini din haline getirenlerin son derece
hatalı oldukları açıktır. Kaldi ki İslâm sürekli bir şekilde
müslümanların kardeşliğini vurgulamakta, onları 'vahdet'e davet
etmektedir.
Müslümanlar, yaşadıkları yerlerde azınlık ta olsalar cemaat olmaya
çalışmalılar. Bunu yapmazlarsa ve cemaat şuurunu diri tutmazlarsa;
cemaat olmanın avantajlarını ve nimetlerini kaçırırlar. 'Cemadat',
yani şuursuz, sıradan sürü haline gelirler. Sürüleri güden çobanlar de
her zaman bulunur.
Cemaat Olmanın Önemi:
İslâm cemaat dinidir. İslâmın ilke ve prensipleri en güzel şekilde
cemaatla beraber yerine getirilir.
İslâm, müslümanların şuurlu cemaatler olmasını emretmiştir.
Peygamberimiz Medine'de bu örnek cemaati kurmuş ve nasıl olacağını
göstermiştir. Böyle bir cemaat mü'min için koruyucu bir elbise, kale
gibidir.
Cemaat olan mü'minler birbirlerini daha iyi tanırlar, birbirlerini
sever sayarlar, destek olurlar, yardımda bulunurlar. Birbirlerinin
durumlarından haberleri olur, birbirlerinin eksik taraflarını
tamamlarlar. Tıpkı bir vücut gibi birbirlerinin acısıyla kederlenirler.
[1]
İslâmí cemaat, Kur'an anlayışı ve Peygamberin yolu üzerine kurulur.
Onların arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma,
fedakârlık ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile,
meslek, bölge üstünlüğü gibi şeyler yoktur.
Kur'an, müslümanları Kur'an etrafında bir araya gelmeye davet ediyor.
[2] Dinlerini parçalayanlar gibi parça parça olmaktan sakındırıyor.[3]
Allah (cc), kuvvetli bir bina gibi bir araya gelip kendi yolunda cihad
eden mü'minleri sevmektedir.[4]
Peygamberimiz (sav) bir çok hadisinde müslümanlara cemaat olmayı
teşvik etmekte, bunun önemini bildirmektedir. Bunun yanında cemaatle
namaz kılmayı çok önemsemekte, mü'minlerin cemaatle namaz kılarak çok
fazla karşılık alacaklarını haber vermektedir. Kur'an Peygamber'e,
düşman korkusu olsa bile mü'minlere namazı cemaatle kıldırmasını
emretmektedir.[5]
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır."[6]
Müslümanların cemaat olmalarının en güzel örneği beraber namaz
kılmalarıdır. Cemaatle namaz, İslâmí cemaatin temelini atar, cemaat
şuurunu kazandırır. Bu nedenle cemaatle kılınan namazın derecesi tek
başına kılınana göre yirmibeş, veya yirmi yedi derece daha yüksektir.
[7]
İslâma göre cemaat olma o kadar önemli ki, iki kişi bir araya
gelseler, hemen cemaat olmaları tavsiye edilir.[8]
Cemaata devam etmenin sevabı kadın ve erkek mü'minler için aynı
derecededir. Peygamberimiz kadınların cemaate gelmelerine engel
olunmamasını istemiştir.[9]
Müslümanlar farz namazları, Cum'a ve bayram namazlarını cemaatle
kılarlar. Cum'a ve bayram namazlarının cemaatle kılınması, tek başına
kılınmasının mümkün olmaması oldukça önemlidir. Şüphesiz Cum'a ve
bayram mü'minlerdeki cemaat şuurunu kuvvetlendirir, onları birbirine
yaklaştırır, aralarındaki kardeşlik ilişkilerini artırır.
İnsan yaratılışı gereği toplum halinde yaşamak zorundadır. İslâm,
müslümanları şuurlu bir toplum olarak yetiştirmek istiyor. Bir arada
yaşama bilinci, fedakârlığı, başkalarını hesaba katma; hak ve hukuka
uyma ahlâkını, yardımlaşma, acıları paylaşma, nimetleri ve külfetleri
bölüşme anlayışını geliştirir.
İslâm bütün bu ideallerin en güzel bir şekilde yerine getirilmesini,
bunların bir ibadet bilinciyle yapılmasını istemektedir. Cemiyet
(toplum) içinde yaşadığının farkında olan, her konuda onları da hesaba
katar. Ancak kendi bencil duygularını doyurmak isteyenler, kibirliler
ve başkalarının haklarına tecavüz etmeyi normal görenler bu anlayışın
dışına çıkarlar.
İslâm, toplum halinde yaşama ihtiyacını en doyurucu bir biçimde teklif
ediyor ve bunun kurallarını ortaya koyuyor. Bunun için İslâm cemaati,
bir peygamber ve ilâhi vahye inanma mantığı üzerine kurulur ve
gelişir. Bu cemaatin gayesi de Allah'ın hükmüne daha güzel bir şekilde
uyabilmektir.
Mü'minler, cemadât olma yanlışlığından cemaat olma şuuruna
yükselmelidirler.
İslâm dini, müslümanların cemâat halinde yaşamalarına; her hususta
birbirlerini destekleyen ve birbirlerine yardımcı olan bir toplum
olmalarına önem vermiştir. Peygamber (s.a.s.) müminleri, bir binayı
oluşturan ve birbirleri ile kenetlenmiş tuğlalara benzetmektedir.
Kur'an-ı Kerîm de, onları "kardeşler" olarak niteler.
İslâm cemâati kardeşlik, eşitlik, yardımlaşma ve karşılıklı fedakârlık
üzerine kurulmuştur. Aralarında sınıflaşma, ırk ve bölge ayırımı
yoktur.
Aralarındaki birlik ve beraberliğin temel dayanağı ise Kur'an ve
Kur'an'ı açıklayan sünnettir. Birlik, Kur'an ve sünnetin bildirdiği
yol üzere olur.
"Ey inananlar, Allah'tan O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak
müslümanlar olarak ölün. Ve topluca Allah'ın ipine (Kur'an'a) sarılın,
ayrılmayın." (Âli İmrân, 3/102-103).
"Sen yönünü Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir. Allah'ın
yaratma kanununa (uygun olan dine dön) ki, O, insanları ona göre
yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur.
Fakat insanların çoğu bilmezler. Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun;
namazı kılın ve (Allah'a) ortak koşanlardan olmayın. Onlar ki
dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her grup kendi
yanındakiyle sevin(ip övün)mektedir." (er-Rum, 30/30-32).
Ne yazık ki bugün müslümanlar genelde bu duruma düşmüşler, dinlerini
parça parça edip gruplara ayrılmışlardır. Övünmeleri de diğer
gruptakilere karşıdır.
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
"Cemâat rahmettir, tefrika ise azaptır"[10]
"Allah'ın eli cemâatle beraberdir."[11]
"Bereket cemâatle beraberdir."[12]
Allah'ın birliği ve toplumun bütünlüğü inancı etrafında toplanmayı en
mühim gaye sayan İslâm dininde, "cemâat" denilince: inançta olduğu
gibi, dünya işlerinde de bir araya gelip yardımlaşarak yaşayan samîmî
ve ihlâslı müslümanların teşkil ettiği birlik akla gelir. Vicdan ile
birlikte, beraber yaşama isteği, cemâat rûhu insanda oluşmaya
başlayınca, onu kibirden, bencillikten, dar görüşlülükten çıkarır ve o
nisbette sosyalleştirir. Kibirli ve dar bir vicdan yalnız kendini
sever. Ümidi kendisi için, korkusu yine kendisi içindir.
Fakat yüce bir duyguyla bu sevgi ve korku biraz yükselip de bir
başkasını da kendisi gibi ve kendisine eşit bir değerde görmeye, onun
iyiliğine sevinip, zararına da kendisi zarar görüyormuş gibi üzüntü
duymaya başlarsa, onda cemâat ruhu oluşmaya başlamış demektir.
İnsanın bu "toplum halinde yaşama" ihtiyacını en doyurucu bir şekilde
din giderebildiğinden, cemâatler din sâyesinde ortaya çıkmış ve dine
özgü gruplar olarak kabul edilmişlerdir.
Cemaat, bir peygamber etrafında ve ashabının kendisine tamamen şahsî
bağlılıklarına dayanarak oluşur.
Prensibi samîmiyet, sadakat ve ihlâs olan bu İslâm cemaatinin yegane
başarı sırrı, kardeşlik ışığındaki birlik-beraberlik şuurudur'. Allah
(c.c.) onlar hakkında Kur'an-ı Kerîm'de:
"Allah yolunda hepsi birbirine kenetlenmiş, yekpare ve müstahkem bir
bina gibi, saf bağlayarak mücadele edenleri sever." buyurmuştur. (es-
Saff, 61/4).
Dinimiz, toplumun huzuru, ahengi ve sosyal gelişmenin
gerçekleşebilmesi; yalnız muayyen bazı fertlerin değil, bütün bir
toplumun maddî refahı ve saadeti için müminlere, kişisel vazifeler
yanında ictimaî ödevler de yükler. Cemiyeti oluşturan kişileri
inançta, yaşayışta, gâyede, ızdırap ve refahta birleşmesi gereken
kardeşler ilân eder. Bu hususta Peygamber (s.a.s.) "Birbirini sevmede,
birbirlerine acımada ve korumada müminler bir vücut gibidir. Vücudun
herhangi bir organı rahatsız olursa, diğer organlar toptan humma ve
uyumsuzluğa tutulur" buyurmuştur. Ayrıca ayırım yapmaksızın bütün
insanların birbiriyle kenetlenmelerini birbirine yardım elini
uzatmalarını, bir iman vazifesi olarak emretmiştir. Cenâb-ı Hakk: "...
İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak konusunda birbirinizle
yardımlaşın; günah işlemek ve haddi aşmak üzere Yardımlaşmayın."
buyuruyor. (el-Mâide 5/2).
Bu tür sosyal vazifelerimizi yapmadıkça müslüman olarak
yaşayabilmemize imkân yoktur. Çünkü "Gerçek müminler kendileri ihtiyaç
içinde olsalar bile, kardeşlerini kendi nefislerine tercih
ederler." (el-Haşr 59/9). Ayrıca yine "Sizden birini, kendi nefsi için
sevdiğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz."
buyuran Peygamber, cemiyetin temelini en sağlam bir tarzda şöyle
ifadelendirmiştir:
"İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır."
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buharí, Edeb: 27, 8/12; Müslim, Birr: 17, Hadis no: 2586, 4/1999.
[2] Âli Imran: 3/103.
[3] Rûm: 30/32.
[4] Saff: 61/4.
[5] Nisa: 4/101-102.
[6] Ahmed b. Hanbel,
[7] Buharí, Ez'an: 30, 1/166; Müslim, Mesacid: 42, Hadis no: 649,
1/449;
[8] Buharí, Ez'an: 35, 1/167; İbni Mace, Ikameti's Salat: 44, Hadis
no: 972-975, 1/312. Nesâí, İmame: 43-44, 2/80.
[9] Buharí. Ez'an: 162. 1/218; Müslim, Salat: 30, Hadis no: 442,
1/326; Ebu Davud, Salat: 52, Hadis no: 565-568, 1/155.
[10] İbn Hanbel, IV,145.
[11] Tirmizî, Fiten, 7.
[12] İbn Mâce, At'ime, 17.