KARDEŞİNİZ HÜSEYİN EBU EMRE

28 views
Skip to first unread message

huzurvadisi huzurvadisi

unread,
Dec 30, 2011, 9:18:23 AM12/30/11
to Tevhidi_Makaleler, huzurv...@gmail.com
Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve mağfiret
dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na
sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi
de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı
yoktur. Ve şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasülü'dür.
"Ey iman edenler! Allah'tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve
ancak müslüman olarak ölün." (Al-i îmran:102)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan
ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden
sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan
ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah
sizin üzerinizde gözetleyicidir." (Nisa: l)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki Allah
işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve
Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 70-71)
Bundan sonra:
"Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın Kelam'ı, yolların en
hayırlısı Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur. işlerin
en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine
sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapıklık da
ateştedir."
Esselamu aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh.
Son zamanlarda hakkımda sağda solda sözlü olsun yazılı olsun gıyabımda
konuşanlara bir cevab niteliğinde makaledir.
"Andolsun, Allah'ın Resulünde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden
ve Allah'ı çok anan kimseler için uyulacak en güzel bir örnek vardır."
Allah sizlere ve bana, iyilik güzellik afiyet versin hamdınızı
artırsın. Rabbim razı olacağı amelleri işlemeyi nasip etsin. Allah
Cennete gidecek amel işlemeyi nasip etsin. Nimetlerin gerisinde onu
vereni görememek, gözlükle giderilecek bir hastalık değildir.
Rabbim, hamdımızı, ilmimizi,imanımızı,sabrımızı arttırsın.bizleri
fitne ve fitne ehlinden sakındırsın,günahlarımızı bağıslasın, bize
merhamet etsin, dinde ayaklarımızı sabit kılsın, kuran ve sünneti
anlayıp yasamayı nasip etsin,bizi firdevsine koysun amin.
Hayy, Kayyum! olan Rabbım Rahmeti ile yardımcımız olsun. Tüm
işlerimizi ıslah etsin ve bizleri göz açıp kapayıncaya kadar bile
nefsimize bırakmasın.

Ağaç güzel olunca elbette meyvesi de güzel olacaktır. Nasıl olmasın
ki, arkadaşlığı özellikle Allah sevgisi, Allah'a karşı sorumluluk
bilinci ve din ekseninde kurulan arkadaşlığı öven birçok ayet, hadis
ve İslâm âlimlerine ait açıklamalar vardır.
Allah, insanoğluna verilmiş en büyük nimetlerden olan birbirine ısınıp
kaynaşma hakkında şöyle buyurur: "(O inanmış kimseler ki,) uğrunda
yeryüzündeki her şeyi toptan harcasaydın, onların kalplerini birbirine
ısındırıp kaynaştıramazdın; ama işte Allah onları bir araya getirdi."
"O'nun lütfu ile kardeş oldunuz."
Devamında ayrılıktan sakındırarak, şöyle buyurur:"Hep birlikte
Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah'ın
size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken
kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O'nun lütfu ile kardeş oldunuz; ve
ateşli bir uçurumun kenarında [iken] sizi ondan [nasıl] korudu. Bu
şekilde Allah mesajlarını size açıklar ki hidayet bulasınız."
Allah Resûlü de (s.a.v.) arkadaşlık hakkında şöyle buyurur: "Benim
meclisime en yakın olanınız, ahlâkça en güzel olup, çevresiyle hoş
geçineninizdir. Onlar başkalarıyla, başkaları da onlarla dostluk
kurarlar." "Mü'min dostluk kuran ve kendisiyle dostluk kurulan
insandır. Dostluk kurmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan insanda
hayır yoktur."
Hz. Peygamber (s.a.v.) din eksenli arkadaşlığı da şöyle övmüştür:
"Allah Teâlâ, iyiliğini dilediği kimseye, unuttuğunda hatırlatacak ve
hatırladığında yapmasına yardım edecek, ahlâkî erdemlere sahip bir
arkadaş bahşeder." "Birbirlerini Allah için seven iki dost
buluştukları zaman biri diğerini yıkayan iki el gibidirler. Ne zaman
iki mü'min kişi bir araya gelseler, muhakkak Allah birini diğerinden
faydalandırır."
Allah Resûlü (s.a.v.): "Arkadaşlığı Allah için olan kişiyi Allah,
cennette hiçbir davranış ve eylemiyle elde edemeyeceği bir makama
yükseltir." buyurarak Allah için arkadaşlığa özendirmiştir.
Ebû İdris elHavlanî, Muaz b. Cebele (r.a.): "Seni Allah için
seviyorum." dedi. Muaz (r.a.) ona: "Öyleyse sana müjdeler olsun!
Öyleyse sana müjdeler olsun! Kuşkusuz ben Hz. Peygamber'in (s.a.v.):
"Kıyamet günü arşın çevresinde, yüzleri dolunay gibi parlak birtakım
insanlar için tahtlar kurulur. İnsanlar panik içinde feryat ederlerken
onlar feryat etmezler, herkes korkuyla dolup taşarken onlar
korkmazlar. Onlar Allah'ın, asla korkmayacak ve üzülmeyecek olan
gerçek dostlarıdır." dediğini ve onların kimler olduğu sorulunca da:
"Onlar, birbirlerini Allah için seven ve Allah için bir araya gelen
kimselerdir." diye cevap verdiğini işittim." dedi.
Ebû Hüreyre (r.a.) benzer bir hadisi şu sözlerle rivayet eder: "Arşın
çevresinde nurdan tahtlar vardır. Bu tahtlara elbise ve yüzleri nur
gibi parlak insanlar oturmuşlardır. Bunlar peygamber değildirler,
şehit de değildirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara
imrenirler." Hz. Peygamber'e (s.a.v.): "Onları bize tanıtsanız."
denildi, şöyle buyurdu: "Onlar, birbirlerini Allah için seven, Allah
için bir araya gelen ve birbirlerini Allah için ziyaret eden
insanlardır."
Bir diğer hadisinde de Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Birbirini Allah için seven iki kişiden Allah'a en sevimli olanı,
arkadaşına sevgisi daha fazla olandır."
Denilmiştir ki: Birbirini Allah için sevmiş iki arkadaş vefat
ettiğinde birinin ahiretteki makamı diğerinden daha yüksek olsa,
çocukların anne babalarıyla ve aile bireylerinin birbirleriyle
bütünleştirildikleri gibi makamı düşük olan kişi makamı yüksek olanla
bütünleştirilerek, onun da derecesi yükseltilir. Zira "Allah için olan
arkadaşlık", değer ve seviye bakımından kan bağından kaynaklanan
arkadaşlıktan aşağı değildir.
Nitekim ayet bu bütünleştirmeyi şöyle dile getirir: "Biz onları
soyları ile bütünleştirecek ve işlerini heder ettirmeyeceğiz."
"Allah için sevmek" ve "Allah için nefret etmek" zor anlaşılan bir
konudur. Arkadaşlık bazen zorunlu etkenlere bağlı olarak kendiliğinden
kurulur. Komşuluk, okul ve sınıf arkadaşlığı, sokakta ve devlet
dairelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında tanışma ve beraber yolculuk
etme sonucunda kurulan arkadaşlıklar böyledir. Bu tür arkadaşlıklar,
bilinçli ve içten gelen bir istekle gerçekleşmiş olmayıp, rastlantının
ürünüdür. Bazen de bilinçli olarak, bir amaca istinaden kurulur.
İnsan ancak birini sevdiği zaman bu türden bağlantılar kurar.
Hoşlanmadığı birinden ise, uzak durur; onunla samimi bir ilişkiler
gerçekleştiremez.
Sevilen kişi de ya sadece zatından ötürü ya da başka amaçlarla
sevilir. Bu başka amaçlar, sadece dünyevî menfaatler olabileceği gibi
uhrevî faydalar da olabilir.
Gözlem ve tecrübeler, benzerlik ve uyuşmanın bulunması hâlinde
kaynaşmanın meydana geldiğini göstermiştir. Fizikî görünümde veya
ahlâkta benzerlik ve uyuşma anlaşılır bir şeydir. Fakat insan aklı, bu
benzerlik ve uyuşmanın ardındaki nedeni kavramaktan acizdir.
Şüphesiz öğretmenlik, ancak öğrencinin varlığı ile gerçekleşir. Bu
statüyü elde etmek için öğrenci kaçınılmaz bir araçtır. Öğretmen,
öğrencisini bundan ötürü seviyorsa, bu öğretmen Allah için seven bir
kimsedir.
Bunun gibi servetini Allah'a yakınlaşmak için harcayan ve Allah için
misafirler kabul edip, güzelce ağırlayan kişi, güzel yemekler
hazırladığı için aşçısını sevse, o da Allah için sevenlerdendir.
Aynı şekilde Allah için karşılıksız harcamak üzere ayırdığı parayı
onun adına uygun yerlerde kullanan kişiyi seven de onu Allah için
sevmiş olmaktadır.
Bir insanı çok seven kimse, onun sevenlerini, sevdiklerini,
hizmetindekileri ve onun hoşnutluğu için çalışan herkesi de sever.
Sevginin, sevgiliyle sınırlı kalmayıp, onunla ilişkisi olan her şeyi
de kapsadığına gözlem ve tecrübe tanıklık etmektedir. Fakat bu durum
ileri boyutta bir sevginin karakteridir; normal sevgi bu kuşatıcılığa
sahip değildir. Bu kuşatıcılık, sevginin güç ve seviyesiyle alâkalı
bir durumdur.
İşte Allah sevgisi böyle bir sevgidir. Güçlenip, kalbi tamamen
kapladığı, insanın bütün varlık ve benliğini doldurduğu zaman tüm
yaratılmışlara da yayılır. Zira yaratılmış her varlık, Allah'ın
sınırsız kudret ve gücünün bir eseridir.
Bir insanı seven; onun sanatını, yazısını, davranış ve tutumlarını da
sever. Sevginin bu özelliği nedeniyledir ki, Allah Resûlü'ne (s.a.v.)
turfanda bir meyve takdim edildiği zaman onu yüzüne sürer ve:
"Rabbimin yeni bir yaratığıdır." derdi.
Ne şekilde olursa olsun, Allah sevgisi güçlendiği zaman Allah ile
ilişkili en küçük şeyi dahi kendi çemberi içine alır. Bu sevgiyle
dolup taşan insan, kendisine sıkıntı, keder ve acı veren şeyi dahi
sever.
İleri boyuttaki sevgi, acı duyumunu zayıflatır. Sevgiliden ötürü
duyulan derin iç huzuru ve mutluluk hâli, insanın acıyı en zayıf
biçimde duymasına ya da hiç duymamasına neden olur.
Allah sevgisi gönülde derinlik kazandığı zaman insan, Allah'a karşı
görevlerini yerine getiren herkesi sevmeye başlar. Güzel ahlâk ya da
İslâmî terbiye gibi Allah'ın hoşnut olduğu nitelikleri taşıyan herkesi
sever. Allah'ı ve ahireti seven bir mü'min kişiye, âlim ve âbid ile
cahil ve günahkâr iki kişiden bahsedildiğinde onun gönlü, âlim ve âbid
kişiden yana meyledecek, ona karşı bir sıcaklık duyar. Ona karşı
duyduğu bu eğilim, o kişinin Allah'a olan inanç ve sevgisi kadar olur.
Kalbin bu meyli, herhangi bir çıkar ve faydanın olmadığı Allah için
sevgidir. İnançlı insanın, o âlim ve âbid kişiyi sevmesinin nedeni, o
kişinin Allah'ı, Allah'ın da o kişiyi sevmesidir.
Ne var ki, sevgi zayıfladığında etki ve sonuçları ortaya çıkmaz. Etki
ve sonuçları görülmeyen sevgiden ötürü ise mükâfat yoktur.
Fakat sevgi kalbi kapladığı zaman kişiyi, sevgiliyle dost olma, ona
yardım etme, can, mal ve dil ile onu savunma yönünde harekete
geçirir.
İnsanların, Allah olan sevgilerinin güçlü veya zayıf oluşlarına göre
durumları da birbirlerinden farklılık gösterir.
Eğer sevgi, şimdi veya gelecekte sevgiliden elde edilecek bir faydaya
bağlı ve onunla sınırlı olsaydı, o zaman vefat etmiş olan âlimleri,
âbidleri, sahâbeyi ve hatta geçmiş peygamberleri sevmek diye bir şey
kesinlikle düşünülemezdi. Halbuki dinine bağlı her müslümanın gönlünde
onların sevgisi yerleşiktir.
Onlara duyulan sevgi, düşmanları tarafından aleyhlerinde konuşulduğu
zaman konuşanları uyarmak, iyilikleri anlatılıp övüldüğünde ise
sevinmekle hemen kendini gösterir. Bütün bunlar, Allah için sevgidir;
çünkü sevilen bu insanlar, Allah'ın seçkin kullarıdırlar. Nitekim bir
hükümdarı seven kimse, onun değer verdiği kişileri, hizmetçilerini ve
sevenlerini de sever.
Sevgi, nefsânî arzular ile sınanır, test edilir. Bazen o kadar büyür
ki, kişi kendi bütün istek ve arzularını, sevgilinin istek ve
arzularına feda eder.
Allah için seven insan, Allah için nefret de edebilmelidir. Bir
insanı, Allah'a ibadet ettiği ve Allah katında sevilen bir kişi olduğu
için sevdiğin gibi, Allah'a isyan ettiği, Allah katında sevilmeyen
biri olduğunda da ondan nefret etmelisin. Zira bir nedenden ötürü
birini seven kişinin, bu nedenin zıddından dolayı da ondan nefret
etmesi kaçınılmazdır. Bu, sevgi ve nefrette genel kuraldır.
Fakat sevgi ve nefret, kalpte gizli iki hâldir. Ancak bulundukları
ortama baskın geldiklerinde varlıkları anlaşılır. Birbirine yakınlaşma
veya uzaklaşma ya da uyum içinde veya uyumsuz olma gibi davranışlar,
kişide onlardan hangisinin bulunduğunu gösterir. Sevgi veya nefret,
bir davranış ve tutum olarak eyleme dönüştüğünde "dostluk" ya da
"düşmanlık" adını alır.
Hadiste Allah Teâlâ: "Benim için arkadaşlık veya düşmanlık yaptın mı?"
diye sormaktadır. Allah'a itaat ve ibadet dışında bir hâli veya
Allah'a isyan ve kötü ahlâkından başka bir davranışı bilinmeyen
kişilere karşı tutumun bellidir: Birincileri sever, ikincilerden
nefret edersin.
Sorun, Allah'a kulluk ile günah bir arada bulunduğunda ortaya
çıkıyor.
Sen soruyorsun: "Nefret ile sevgiyi aynı anda nasıl yaşarım? Zira bu
ikisi birbirine zıt duygulardır. Sonuçları da birbirine karşıttır.
Çünkü sevgi, uyuşmayı ve arkadaşlık kurmayı sağlarken; nefret,
uyuşmazlığa ve düşmanlığa yol açar."
Bu soruya cevabım şudur: Bu durum, Allah hakkında tezat oluşturmadığı
gibi insanlar hakkında da tezat oluşturmaz. Çünkü bir insanın pek çok
huy ve özelliği vardır ve bunların bazılarından hoşlanırken, diğer bir
kısmından hoşlanmayabilirsin. Hoşlandığın özelliklerini dikkate alarak
bir insanı severken, hoşlanmadığın özellikleri nedeniyle de ona karşı
nefret besleyebilirsin.
Aynı şekilde Allah'a kulluğunda kusur olmayan, günaha batmış bir yaşam
süren veya bazen kulluk eden bazen de günah işleyen kişilere karşı
yaklaşım da üç farklı seviyede olacaktır. Bu ise, herkese, sevgi ve
nefret, kaynaşma ve sırt çevirme, arkadaşlık ve ayrılık olarak hakkını
vermekle gerçekleşir.
"Günah işlese de bu kişi müslümandır. Müslüman, Allah'a kul olmuş
insan demektir. Ben bir müslümandan nasıl nefret ederim?!" dersen,
derim ki:
Onu müslüman olduğu için sever, günah işlediği için de ondan sevgini
esirgersin. Ona karşı, kâfir ile günahkâr arasında bir tutum
izlersin.
Kâfir ile günahkârın durumunu düşünürsen, bu iki tutum arasındaki
farkını kavrarsın. Bu fark, İslâm sevgisi ve İslâm'ın hakkını verme
farkıdır. Allah'a karşı görevlerin yerine getirilmemesini, sana karşı
görevlerin yerine getirilmemesi gibi ve Allah'a karşı görevlerin
yerine getirilmesini de sana karşı görevlerin yerine getirilmesi gibi
düşünüp, bu farkı anlamaya çalış. Bazı hususlarda seninle uyum içinde
olup diğer bazılarında sana aykırı davranan kimseye karşı, ne tümden
somurtkan ol, ne de güleç; ne tamamen dost ol, ne de dostluğunu bitir;
ne büsbütün sevgi göster, ne de soğuk ve ilgisiz davran. Bunların
ortasında bir yol izle. Kendisiyle her konuda uzlaşıp ortak hareket
edebildiğiniz kimseye ileri derecede gösterdiğin saygı, sevgi, nezaket
ve konukseverliği ona asla gösterme. Yine bunun gibi, hiçbir şekilde
uzlaşamayıp, ortak hareket edemediğiniz kişiye karşı sergilediğin
küçümseme, umursamama ve değer vermeme gibi davranışları ona karşı
gösterme.
Seninle bazı hususlarda uyuşup, bazılarında sana aykırı düşen kimseye
karşı izleyeceğin orta yol şu olmalıdır:
Allah ile olan hukukunda kusur ve ihlal gördüğün zaman ona karşı
küçümseyici bir tavır sergile. Allah'ın hukukunu gözeten bir yaşantıyı
ortaya koyduğu zaman ise güler yüz, sevgi ve saygı göstererek onu
onurlandır.
İşte Allah'a bazen itaat ederek, O'nun hoşnutluğunu kazanan ve bazen
de isyan ederek, öfkesine uğrayan bir kimseye karşı ortaya koyacağın
davranış ve tavır bu olmalıdır.
Nefret ya söz ile açığa vurulur ya da davranışla. Nefretin sözel dışa
vurumu, bazen nefret edilen kişiyle konuşmamak, bazen ağır ve
aşağılayıcı söz söylemek biçiminde gerçekleşir. Davranışla ortaya
konulması ise, bazen o kişiden destek ve yardımı kesmek, bazen
aleyhinde tavır almak, maksat ve amaçlarını sekteye uğratmak şeklinde
ortaya çıkar.
Nefreti açığa vurmanın bazı biçimleri daha serttir. Bu sertlik ise,
nefrete muhatap olan kişinin içinde bulunduğu günah ve isyanın
büyüklüğüne göre değişir. Kasıtlı, bilinçli ve sürekli olarak değil de
istemeden, elinde olmadan, yanılgı ve gaflet sonucunda yaptığını,
akabinde hemen pişman olduğunu bildiğin günah ve kusurlarını görmezden
gelmek ve gizlemek en doğru davranıştır.
Günahı bilinçli ve sürekli olarak işleyen samimi yakın arkadaşa karşı
nasıl bir tavır ortaya konulacağı konusu yukarıda anlattığımızdan
farklı bir konudur ve onun İslâmî hükmü de farklıdır. İslâm
bilginlerinin bu konudaki değerlendirmeleri daha sonra
aktarılacaktır.
Eğer günahı bilinçli ve sürekli olarak işleyen kişi, senin samimi
arkadaşın değilse, ona karşı nefreti açığa vurma zorunluluğu vardır.
Bunu da ya onunla ilişkiyi kesip, ona yüz vermeyerek ya da ona onur
kırıcı, küçük düşürücü sözler söyleyerek yaparsın. Kuşkusuz onur
kırıcı, küçük düşürücü söz, insan üzerinde, ilişkiyi kesmekten daha
ağır ve sert bir etki yapar. Bu sözün şiddeti günahın büyüklüğüyle
doğru orantılı olmalıdır.
Nefretin davranış olarak dışa vurumu iki seviyede gerçekleşir:
Birincisi, günahkâr kişiden yardım, şefkat ve desteği çekmektir. Bu
nefret göstermenin en alt seviyesidir. İkincisi, düşmanıymış gibi, iş,
plan ve projelerini sekteye uğratmaktır.
Günahına engel olunabilecek kimselere karşı nefret mutlaka ortaya
konmalıdır. Ama nefretin davranış olarak ortaya konması, onu günahtan
alıkoymayacaksa, bundan kaçınılmalıdır.
Fakat ne olursa olsun, her durumda, sana haksızlık yapana senin
iyilikle karşılık vermen, oldukça güzel ve doğru bir davranıştır.
Fakat başkalarına zulmeden, hakkını gasp eden kişiye gelince; buna
iyilik yapmak doğru olmaz. Çünkü zalime iyilik, mazluma kötülük
etmektir. Mazlumun hakkı, öncelikle gözetilip korunmaya daha layık ve
uygundur. Allah katında, haksızlığa uğramış kimsenin kalbinin, zalime
sırt çevrilmek sûretiyle teselli ve takviye edilmesi, zalimin gönlünün
alınıp teselli edilmesinden daha üstün bir davranıştır. Ancak
haksızlığa uğrayan sen isen, bu durumda affedip bağışlaman daha
yerinde ve güzel olur.
İslâm âlimleri, günahkârlara karşı nefretin açığa vurulmasında farklı
davranış ve yöntemler belirlemişlerdir. Ancak hepsi de zalimlere,
bid'atçılara ve başkalarına da zarar veren günahkârlara karşı nefretin
dışa vurulmasında görüş birliği içindedir.
Fakat işledikleri günahların zararı yalnız kendileriyle sınırlı kalan
günahkârlara karşı nasıl bir davranış ortaya konulacağı konusunda
ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimler, ayırım yapmaksızın, bu kategoriye
giren günahkârların hepsine şefkat ve acıma hisleriyle
yaklaşmışlardır. Bazıları da onlara karşı oldukça sert bir tavır
sergilemiş ve onları dışlamışlardır.
Ahmed b. Hanbel, haklarında duyduğu en küçük bir sözden dolayı
İslâm'ın ileri gelen kişileriyle ilişkisini kesiyordu. Hatta o, Yahya
b. Maîn'in,[48] "Ben hiç kimseden bir şey istemem; fakat sultan da
olsa her getirenin getirdiğini alırım." dediğini duyunca, derhal
onunla da arkadaşlığına son vermiştir.
Aynı şekilde Haris elMuhâsibî'yi de Mutezile'yi eleştirdiği kitabını
yazarken takip ettiği metottan dolayı, "Sen önce onların şüphelerini
yazıyor ve böylelikle halkın bu şüpheler üzerinde düşünmelerine yol
açıyorsun. Sonra bu şüphelere cevaplar veriyorsun." diyerek eleştirmiş
ve terk etmiştir.
Yine o, Hz. Peygamber'in (s.a.v.): "Allah, Adem'i kendi sûretinde
yarattı."hadisini tevil ettiği gerekçesiyle Ebû Sevr'le de bağlarını
koparmıştır.
Bu, niyete göre değişen bir durumdur. Aynı şekilde niyet de duruma
göre değişir.
Fakat insanların ihtiyaç hâlinde, acziyet içinde bulundukları ve ancak
ulaşabildikleri imkanları kullandıkları düşünüldüğü takdirde düşmanlık
ve nefret konusunda bir yumuşama meydana gelir. Bu kabul edilebilir
bir durumdur.
Ancak bazen niyete yağcılık ve dalkavukluk karışır da böylece kişi
birtakım günahlara göz yumar. Günahları görmezden gelmeye iten bu
sebeplerin başında yağcılık ve dalkavukluk, kalp kırmama, küstürmeme
ve nefret ettirmeme isteği gelmektedir. Şeytan bu düşüncelerle günaha
göz yuman akılsız insanlara, "şefkat ve acıma duygularıyla günaha göz
yumdukları" düşüncesini empoze ederek onları aldatır.
Bunun ayırt edici kriteri şudur:
İnsan kendisine karşı hatalı davranışlar sergileyen günahkâr kişiye
şefkatle davranıp, "Ne yapalım, bu hatayı işlemek, onun kaderinde
varmış. Kaderi değiştirmek mümkün değil. Ezelde bunu yapması takdir
edilmişse, bundan nasıl kurtulabilir?!" diyebilir.
Ama onun Allah'a karşı olan hatalarında böyle bir düşünce ve niyet
doğru olmaz. Kaldı ki kendine karşı yapılan yanlışlıklarda ona
öfkelenip, Allah'a karşı yanlış yaptığında acıma duygusuyla ona
yaklaşıyorsa, bu kişi, şeytanın tuzağına düşmüş bir yağcı ve
dalkavuktur. Bu kişiye karşı dikkatli olunmalıdır.
Eğer: "Nefreti dışa vurmanın en basit biçimi, o kişiden yüz çevirip,
onunla arkadaşlığa son vermek ve ona olan yardım ve desteği kesmektir.
Nefreti bu şekilde dışa vurmak, dinî bir görev midir? Bunu yapmayan
kişi, günahkâr olur mu?" diye sorarsan, cevabımız şudur:
İslâmî ilimlerinden çıkan sonuca göre; bu tutum, yükümlülükler ve farz
olan görevler kapsamında değildir. Zira biz biliyoruz ki, Hz.
Peygamber (s.a.v.) ve sahâbesi devrinde, içki içen ve utanç verici
davranışlarda bulunan kimseler bütünüyle dışlanmazlardı. Aksine
sahâbeden bir kısmı onur kırıcı, küçük düşürücü sözler söylerlerken,
diğer bir kısmı onlara hiçbir şekilde müdahalede bulunmayarak, yüz
çevirip terk etmekle yetinirlerdi. Bunların dışında o insanlara şefkat
duygularıyla yaklaşan, dışlamayan kimi sahabîler de vardı.
Bunlar dinin ince meseleleridir. Ahiret yolcularının uygulamaları bu
meselelerde farklılıklar gösterebilir. Bu nedenle herkes, kendi
durumuna göre bir tavır ortaya koyar. Bu gibi meselelerde ortaya
konacak tutum, ahlâkî erdemler çerçevesinde değerlendirilir; haram
veya farz olarak nitelenmez. Çünkü insanın asıl sorumluluğu, Allah'ı
bilmek ve O'nu sevmektir.
Her insan, arkadaşlık yapmak için uygun değildir. Bu konuda Allah
Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kişi, arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse arkadaşlık yaptığınız
kimseye dikkat edin."
Kendisiyle arkadaşlık edilmeyi gerektiren birtakım niteliklerin kişide
bulunması zorunludur. Bu nitelikler, arkadaşlıktan beklenen faydaları
sağlayıcı olmalıdır.
Arkadaşlıktan dünya ve ahiret yaşantısına dair faydalar beklenir.
Arkadaşın ekonomik, sosyal ve siyasî gücünden yararlanmak, onunla
sosyal bir çevre oluşturmak, arkadaşlığın dünya hayatına dair
faydalarından bazılarıdır. Fakat arkadaşlıktan elde etmeyi umduğumuz
faydalar, menfaatçilik düzeyinde olmamalıdır.
Arkadaşlık yapılacak kimsede şu beş niteliğin bulunması gerekir:
1. Akıllı olmak,
2. Güzel ahlâklı olmak,
3. Günah içinde bir hayat sürüyor olmamak,
4. Bid'atçı olmamak,
5. Dünyaya aşırı düşkün olmamak.
Akıl, sermaye ve temeldir. Aptalla olan arkadaşlıkta hayır yoktur. Ne
kadar uzun sürerse sürsün, aptal biriyle yapılan arkadaşlığın sonu
ayrılık ve dargınlıktır.
Güzel ahlâk, arkadaşlıkta kaçınılmazdır. Çünkü akıllı nice kimse
vardır ki, her şeyi olduğu hâl üzere, gerçekliğiyle kavrar. Fakat
öfke, ihtiras, cimrilik ve korkaklık gibi huylar kendisinde baskın
geldiği zaman nefsânî arzu ve tutkularına boyun eğer. Kötü ahlâkını
yenemediği ve ahlâkını güzelleştiremediği için de bildiğinin aksine
davranır. Böyle bir kişinin arkadaşlığında hayır yoktur.
Günahkârca bir yaşantıyı sürdürmekte ısrar eden kimsenin
arkadaşlığında da hayır yoktur. Allah'tan korkan kimse, büyük
günahlarda devamlılık göstermez. Bundan dolayı Allah'tan korkmayanın
kötülüğünden emin olunamayacağı gibi arkadaşlığına da güvenilmez. O,
menfaat için her şeyi yapabilir.
Sünnet karşıtı insanla arkadaşlık edildiği takdirde sünnet karşıtlığı
anlayışının bulaşması tehlikesi vardır.
Sünnet karşıtı insan, terk edilmeyi, kendisiyle her tür ilişkinin
kesilmesini hak etmiştir. Durum böyleyken arkadaşlığı nasıl tercih
edilebilir?
Said b. Müseyyeb'in, Hz. Ömer'den (r.a.) yaptığı rivayette Hz. Ömer
(r.a.) arkadaş hakkında iyi düşünülmesini istemekte ve şöyle
demektedir:
"Dürüst ve erdemli arkadaşlar edin. Onların korumasında güvenle
yaşarsın. Onlar rahatlık ve bollukta süs ve ziynet, darlık ve
sıkıntıda azık ve destektirler. Arkadaşının senden istediği bir işi en
güzel biçimde yerine getir ki, gerektiğinde sana daha güzeli ile
karşılık versin. Düşmanından da uzaklaş. Yalnızca güvenilir insanlarla
arkadaşlık yap. Güvenilir olanlar ise, Allah'tan korkanlardır. Günah
içinde bir hayat sürenlerle arkadaşlık yapma, onlardan ancak kötülük
öğrenirsin. Onlara sırrını söyleme. İşlerini Allah'tan korkanlara
danış ve onların görüş ve düşüncelerini önemse."
Güzel ahlâka gelince.. Ölüm döşeğinde yatan Alkame elUtâridî, oğluna
vasiyetinde güzel ahlâk sahibi arkadaşı şöyle tanımlar:
"Oğlum! Arkadaşlık yapacağın kimsede şu özellikler bulunsun. Kendisine
hizmet ettiğinde seni korusun, arkadaşlığıyla sana şeref versin,
güzellik katsın, ihtiyaç anında yardım etsin. İyilikte sana yardımcı
olsun, iyiliklerini görüp dile getirsin; ama kusur ve hatalarını
gizlesin. Kendisinden bir şey istediğin zaman versin, sen sustuğunda
sözü açsın, sıkıntılı anında yardımına koşsun, seni teselli etsin,
konuştuğunda sözüne inansın. İkiniz birlikte bir işi omuzladığınızda
seni başkan seçsin. Ölçüp tarttığınızda seni kendine tercih etsin."
Alkame bu vasiyeti ile, arkadaşlık hukukunu da açıklamış bulunmakta ve
arkadaşın bu ödev ve sorumlulukları yerine getirmesini şart
koşmaktadır.
Dünyaya düşkün kişinin arkadaşlığı, öldürücü bir zehirdir. Çünkü
karakter ve huylar, yaratılış itibariyle, arkadaşa benzemeye ve ona
uymaya eğilimlidir. Arkadaşlar farkına varmadan birbirlerinden
etkilenirler ve mizaçları birbirine benzer.
Bundan dolayı dünyaya aşırı düşkün olanlarla beraber olmak, insanda
doyumsuzluk ve açgözlülük duygularını harekete geçirir. Dünyaya karşı
soğuk ve isteksiz insanlarla (zahidler) beraber olmak da insanı dünya
hayatına karşı soğuk ve isteksiz yapar.
Bu yüzden dünyaya gönül verenlerle arkadaşlık yapmak, hoş
karşılanmamış; ahirete sevdalı insanlarla arkadaşlık yapmak ise güzel
görülmüştür.
Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir:
"Yanlarında çekingen, mahcup, sıkılgan olunan insanlarla oturup
kalkmak sûretiyle amellerinizi diri ve zinde tutunuz."
Ahmed b. Hanbel (rah.a.):
"Beni belâya düşüren, kendilerinden utanıp çekinmediğim, kendilerine
karşı saygı hisleriyle dolmadığım arkadaşlardan başkası değildir."
demiştir.
Lokman Hakîm de oğluna vasiyetinde şöyle demektedir:
"Oğlum! Âlimlerle oturup kalk, meclislerinde onlara iyice sokul.
Sağanak yağmurlarla ölü toprak nasıl diriliyorsa, hikmetle de ölü
kalpler öyle dirilir."
Arkadaşlığın anlamı, şartları ve faydaları konusunda anlatmak
istediklerimiz bunlardır.

Yıllarca hicvettiğim biri ile arkadaşlık yaptım evet doğrudur. İyi
yada kötü birçok günler geçmiştir doğrudur. Ama ben hiçbir zaman ne
vefasız oldum ne nankörlük yaptım nede hainlik. Her zaman vefalı,
dürüst, ahlaklı oldum. Kim ne derse desin aldırmadım. Şahsi olan
hiçbir şeye aldırmadım. Hatta kendi ailesinden bile hicvettiğim şahıs
ile alakalı bir çok şikayetler oldu arabuluculuk yaptım. Çünkü
birbirimize yakın olmuştuk aile dostu gibi idik. Ben hicvettiğim
şahısı deşifre etmemin sebebi artık Allaha daveti bıraktığını kendini,
dinini ve milleti sattığını gördüğüm için bıraktım ve karşısına
dikildim.
Fakat kendisinde İslami ahlak ve edebin eseri olmadığı için karşısına
benim gibi (ki hiç kimse benim gibi sözünün arkasında durmadı ve
fırıldak gibi döndü ve dönmeye devam ediyor ki bunlardan biri si şöyle
dedi; Abi sen yanlış yaptın Ebu said gibi bir belama şerefsize açıktan
saldıracan benim gibi yapacan sinsi olacan kurnaz olacan hocam hocam
ayağına yatacan onun işi gücü yalakalık işini yürütecen. Evet
istanbuldan çok sevdiği bir dostunun sözleri bunlar.) hiç kimse çıkıp
nasihat etmedi. Etti yada başarılı olamadı.
Bugun birileri çıkıp yuh olsun sana diyor, veya bir kahvenin bile kırk
yıl hatırı var diyor veya birileride seni ilim ehli görüyorduk vs..
veya birileri kibirli gururlu ahlaksız diyor. Elin ağzı torba değilki
büzesin veya hayvan değilki ağızlarına torba asasın. Elbetteki ağzı
olan konuşacak ama hep boş konuşacak ve çuvallıyacak.
Neden Selef kadar başıboş ve kopuk ilmi otoritesi olmayan bir fırka
daha yoktur. Bakın her fırkanın bir düzeni intizamı bir otoritesi
vardır. Selefe baktığında ise bunu göremezsiniz. Her hoca kend
fırkasını kurmaya çalışır. Rakip çıktımı kaka demeye başlar ama benim
gibi biri çıkıp hicvettimi yuh der. Sana yuh, dün hocamı bu derken
bugun hoca diyorsan. Dün "''leküm diyniküm veliyedin'' Sizin dininiz
size benim dinim bana" derken bugun bir fincanın bile kırk yıl hatırı
var diyorsan sana yuh derim.
Evet, dediğim gibi selef kadar başı boş olan ilmi otoriteden yoksun
bir topluluk yoktur. Selefte herkes şeyhulislamdır. Kimse kimseyi
takmaz. Muhakkak işine gelen fetvayı arayan birinden bulur. Hatta
edilleyi şeriyyede bile ittifak yoktur. Bir namaza durun kılış
şekilleri bile evlere şenliktir. Herkes farklı farklıdır.
İlmihal meselelerini bırakın itikadi meselelerde bile korkunç
ayrılıklar vardır. Ama selef o kadar başı boş ve ilmi otoriteden
uzaktır ki. Dört tane çığırtkan kendilerine alim süsü verebilmektedir.
Kimi bağıra bağıra güya sohbet eder kendine İslam davetçisi der, kimi
kendini muhaddis görür, kimi kendini icazetli Allame görür, kimi ben
Medine mezunuyum diplamam der ve her kes kendini bir yerde görür.
Ama bakın hepsindede davet ruhu yoktur ve hiç olmadıda. Ben Hüseyin
Ebu Emre inanarak ve bütün samimiyetimle hiçbir zaman davet ruhunu
yitirmedim ve hiçbir zaman Allaha ihanet edecek dinine ihanet edecek
izzetsizlik ve şerefsizlik yapmadım. İzzeti ve şerefi hep Allahın
dininde aradım. Fakat günümüzde davet adı altında ortaya çıkanlar hep
izzet ve şereflerinin peşine düşmüşlerdir. Allahın izzetini
düşünmemişlerdir ve düşünmezlerde.
Neden, hep davetleri dış mihraklı ve birilerinin desteklediği para
yardımı yaptığı kuyruklar olmuşlardır da ondan. Selefin içine düştüğü
asıl muamma budur. Hep dışarının yardımı hoca geçinenlerin insanları
vitrin göstererek paraları hapur hupur yemeleri. Olay bu başkası hep
istisna.
Ebu said yıllarca dolandırmadığı vakıf sömürmediği yardım kuruluşu
kalmamıştır. Manisada birine Medine dilencisi derler ya aslında Medine
dilencisi bunlar yani hoca takımı. Ebu said bugun ne kadar davet adı
altında selefin hocası var ise iki lafından biri ben onların ne ile
geçindiğini nerden yardım aldıklarını biliyorum. Onların fitnesini
yaymaya çalışıyorlar derdi. Hadi çıksın hem kendinin hemde onların
kini açıklasın.
İşte ben bu çarpık düzenin bir parçası olmak istemediğim için tamamen
iğrendim ve selefin yaşantısının ve davetinin bu olamıyacağını
kardeşliğin bu şekilde tesis edilemeyeceğini açıkca ilan ettim. Ha ama
uslublu ama uslubsuz.
Siz üçüncü şahıslara düşen ise ras gele sevinme rasgele hicvetmesi
için değil. Aklınızı başınıza alın oturun bir düşünün diye. Ben hiçbir
zaman mürit meraklısı olmadım olamamda olmamda. Ben insan Müslüman
dostuyum. Hepte öyle kaldım. Hiçbir zaman dalkavuk olmadım olanlarıda
sevmem. Hiçbir zaman münafık olmadım olanlarıda hiç sevmem. Hiçbir
zaman hain olmadım olanlarıda sevmem. Hiçbir zaman vefasız olmadım
olanlarıda sevmem.
Yine aynı hak davetimdeyim hiç kesintide vermedim. Yine ilmi edebi
imani derslerimi ve davetimi yapıyorum yapacağımda. Bu yoldada bana
hiç kimse mani olamaz.
Bu gün davet adı altında yapılanları Allah için tek tek il il
inceleyin bir kalite bir samimiyet bir birliktelik göremezsiniz ama
bir tablo internette boy boy resimlerle videolarla bazı görüntüler
görebilirsiniz. Sadece görüntü ruhsuz birliktelikten uzak her türlü
münkerata göz yumanbir görünüş. O selefin kardeşliğinden eser
bulamazsınız.
Selefe bakın bir ayrılık bölünme fırkalaşma asla içlerine
sindiremezler akşam karanlık odlumu içlerine hüzün kaplar.
Bugun kü güya selefim diyen topluluklara bakın dernekler adı altında
bir bölünme bir çözülme yarışına girmişlerdir. Bu sadece şeytana
yaramıştır ve yarayacakta.
Ve tabi sizleri vitrin yerine koyanlara seminer veya vs.. düzenleyerek
bir iş yaptım deyip islamı ruhtan uzak bir birlikteliğe.
Ve tabi önünüze geçip konuşup videoyu götürüp para alanlara.
Ben çıktım birini hicvettim ama uslublu ama uslubsuz. Dediğim her
sözümün arkasındayım. Münafık ebu said dedim. Sözümü doğrulayacak
binlerce delil var. İzzetsiz dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil
var. Yalancı dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil var. Paraya
meyillidir dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil var. Kadına zaafı
var düşkün dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil var. İki yüz (en
az 200) dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil var. Karaktersiz
dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil var. Korkak dedim, Sözümü
doğrulayacak binlerce delil var. İnsanları birbirine düşüren bir
gıybetçi nemmamcı dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil var.
Verdiği sözü asla yerine getirmediği gibi hatırlamazda dedim, Sözümü
doğrulayacak binlerce delil var.
İlim den ve ilmi ahlaktan otoriteden yoksun dedim, kasetlerini
dinleyin göreceksiniz, Sözümü doğrulayacak binlerce delil var. Hiçbir
zaman elinin kazancını yememiştir hep milleti vitrin olarak gösterip
kendinin ve dinini satmıştır dedim, Sözümü doğrulayacak binlerce delil
var. Avrupadan atılmıştır yani kaçmıştır, Ümraniyede yediği haltlar
İstanbul fatihte vakıf adı aldınta yediği haltlar, konyada buğday
tüccarlığında yediği haltlar, kayseride güya açtığı medrese verdiği
sözler ve yediği haltlar davanın orda nasıl baltalandığı ve adeta
bittiğinin sebebleri, Ankarada yediği haltlar, Adanada yediği haltlar,
antepte yediği haltlar, hocaların arkasından izzetsizce konuştukları
ve onları çekememesi onları her fırsatta küçük düşürücü hareketler,
Sözümü doğrulayacak binlerce delil var.
Evet ben Alimim diye geçinen bir belamı deşifre ettim ve hicvettim.
Günahsa ahrette hesabları görücü olarak Allah yeter. Ve dilerim
Rabbimden ebu said belamını müflis durumuna düşürür benide davacı ve
hırslı kılar. Allah cennetin buna ve bunun gibilere kokusunu dahi
tattırmasın. İnsanlara farklı farklı yüzlerle dünyada görünmek çok
kolaydır. Ama maskelerin düşeceği bir yerde kimse içindekini
gizleyemeyecek. İşte o gün hesabların görüldüğü gün mümin kim münafık
kim, müşrik kim, kafir kim, alim kim belam kim hepsi ortaya çıkacak.
Allah o gün yüzü ağaranıda kararanıda ortaya çıkaracak.
Sizlere tavsiyen bırakın artık bu süslü ruhsuz salon adamlarını.
Kendinize gelin ve Selefin o İslam kardeşliğini arayın bulun ve
hayatınıza geçirin. Artık vitrin olmayın birilerinin kuyruğu olmayın,
Birbirinize bir belama çanak tutarak sırt dönmeyin Allahın kulları
kardeşler olun. Kardeşliğinizi bir belama kulak vererek tayin etmeyin
dininize kulak verin. Dininiz nasıl bir kardeşlik istiyor ise öyle
kardeş olun.
Ebu said kardeşlik nedir duygusu nedir vefası nedir asla bilmezde .
Daha fazla bu ve bunun gibilerle vaktimi harcamayacağım ve ölene
kadarda tevbe edip bu yaşantısından rucu edene kadarda hicvedecem.
Muhakkak şu hali ile diyorum böyle biri ile uğraştığımda salakların
ağzı olan konuşur misali arkamdan ahlaksızca bilgisizce hoyratça veya
münafıkça ortalığı karıştırma niyetiyle veya hangi niyetle olursa
olsun konuşmasına veya yazmasına cevab vermeyeceğim gerekte duymuyorum
ama doğruların sizler tarafından bilinmesi hasebiylede böyle bir
yazıyı kalaeme aldım.
Allah beni ve bütün inananları korusun. Ben aynı samimi duygularla
aynı karakterimle davamdayım ve aynı samimiyetimlede devam ediyorum.
Tüm Müslümanlar benim kardeşimdir. Bir kişiyi hicvederek ne dinimi
nede ahretimi nede kardeşliğimi yıkmam. Allah böyle davrananalarada
iman hidayet nasip etsin.
"Sübhâneke Allahümme vebihamdike eşhedü enlâ ilahe illâ ente
estagfirüke ve etûbü ileyke"
Esselamu aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh
30/12/2011
KARDEŞİNİZ HÜSEYİN EBU EMRE
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages