Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum
rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubûdiyetini bildirmek
cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Nefis Rabbisini
tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar
çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte,
Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine
darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu
bildirir.
Hadisin rivayetlerinde vardır ki:
Cenâb-ı Hak
nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Ben
benim, Sen sensin.”
Azap vermiş,
Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi
azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş.
Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ
ente?”
Nefis demiş:اَنْتَ رَبِّى الرَّحِيمُ - وَاَنَا عَبْدُكَ الْعَاجْزُ Yani, “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir
abdinim.1
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلٰوةً تَكُونُ لَكَ رِضَاۤءً وَلِحَقِّهِ اَدَاۤءً بِعَدَدِ ثَوَابِ حُرُوفِ الْقُرْاٰٰنِ فِى شَهْرِ رَمَضَانِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ2
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ العِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
-
وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ - وَالْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ اٰمِينَ3
İtizar: Şu İkinci Kısım, kırk dakikada
sür’atle yazılmasından, ben ve müsvedde yazan kâtip ikimiz de hasta
olduğumuzdan, elbette içinde müşevveşiyet ve kusur bulunacaktır. Nazar-ı
müsamaha ile bakmalarını ihvanlarımızdan bekleriz. Münasip gördüklerini
tashih edebilirler.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler
:
1
: El-Havbevî, Dürretüt’l-Vâizîn, s. 11. 2
: Allahım! Efendimiz Muhammed’e ve âl ve ashabına Senin razı olacağın
ve onun lâyık ve müstehak olduğu bir rahmetle, Ramazan ayında okunan
Kur’ân’ın harfleri adedince salât ve selâm et. Âmin. 3
: “İzzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Bütün
peygamberlere selâm olsun. Hamd ise Âlemlerin Rabbi olan Allah’a
mahsustur.” Sâffât Sûresi, 37:180-182.
|
Lügatler
:
abd : kul âciz : güçsüz,
zavallı acz : acizlik, güçsüzlük azâb : işkence,
eziyet Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik
sahibi Allah cihazat : organlar, âletler cihet :
taraf, yön enâniyet : benlik, gurur ene :
ben ente : sen fakr : fakirlik,
muhtaçlık feyiz : mânevî gıda, bereket Firavunâne :
Firavun gibi firavunluk : kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine
çıkaracak derecede büyük görme hadis : Peygamber Efendimizin
(a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış hikmet : fayda, gaye
ihvan : kardeşler itizar : bir sebep
göstererek affını dileme
kâtip : yazıcı, yazan letâif : lâtifeler,
duygular mâsumâne : suçsuz, günahsız bir
şekilde mazhar : erişme, nail olma melekî : melek
gibi, meleğe ait men ene? : “ben kimim?” mevhum :
gerçekte olmadığı halde var sayılan mübarek : bereketli,
hayırlı
müsvedde : karalama, ilk nüsha müşevveşiyet
: düzensizlik, karışıklık
nazar-ı müsamaha : hoşgörü bakışı nefis :
insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden
kuvvet nevi : tür, çeşit nükte : ince ve anlamlı
söz Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için
muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği
altında bulunduran Allah Rabb-i Rahîm : herbir varlığa merhamet
ve şefkat gösteren ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah Ramazan-ı
Şerif : şerefli Ramazan ayı rivayet : Peygamber Efendimizden
(a.s.m.) bir haber veya hadisin nakledilmesi,
aktarılması rububiyet : Rablık ruhanî : ruh âlemine
ait sair : diğer, başka süflî : alçak,
âdî sürur : mutluluk, sevinç
tashih
etmek : düzeltmek tefeyyüz : feyizlenme telezzüz
etmek : lezzet almak, tad almak terakkiyat : ilerleme,
yükselme ubûdiyet : kulluk ve mâ ente? : “sen
kimsin?” zaaf : zayıflık, kuvvetsizlik
|