Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve
serkeşâne muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok
hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefs-i insaniye gafletle kendini
unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki
kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevâle maruz ve
musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten
ibaret olduğunu düşünmez. Adeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtâne,
kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedit bir hırs ve
tamahla ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve
menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden
Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez;
ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç,
en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor.
Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf
vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate
muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve
fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü
mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır eğer gaflet kalbini
bozmamışsa!
|
Lügatler :
abd : kul acz : acizlik, güçsüzlük âdi :
normal, sıradan ahlâk-ı seyyie : kötü ahlâk alâka :
bağlantı, ilgi cihet : taraf, yön dergâh-ı İlâhiye :
Allah’ın yüce katı derk etmek : anlamak ebedî : sonu
olmayan, sonsuz fakr : fakirlik, muhtaçlık firavunluk
: kendini ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme gafil :
duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz
davranan gaflet : dalgınlık, dikkatsizlik gasıbâne :
hakkı olmadığı şeyi alarak, gasbederek gayet : son
derece hadsiz : sınırsız hakikî : asıl,
gerçek Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah hayat-ı
uhreviye : ahiret hayatı hırs : aşırı istek, şiddetli
arzu hikmet : fayda, gaye ihsas :
hissettirme ilticâ : sığınma kemâl-i acz : tam
anlamıyla âcizlik kemâl-i şefkat : tam ve mükemmel
şefkat lâyemûtâne : ölmeyecekmişçesine, ölümsüz
olarak mahiyet : asıl nitelik, özellik mâlik :
sahip maruz : tesir altında kalan memlûk : kul,
köle mevhum : gerçekte olmadığı halde var
sayılan muamele : davranış, iş muhabbet :
sevgi musibet : belâ, büyük sıkıntı mütemerrid :
inatçı, dik kafalı nefs : kişinin kendisi nefs-i
insaniye : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden
duygu netice-i hayat : hayatın neticesi,
gayesi nihayetsiz : sonsuz nimet-i İlâhiye : Allah’ın
nimeti nükte : ince ve anlamlı söz polat :
çelik Ramazan-ı Şerif : şerefli Ramazan ayı rububiyet
: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için
muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği
altında bulundurması serkeşâne : baş kaldırır bir
şekilde şedit : şiddetli şefkat : acıma,
merhamet şükr-ü mânevî : mânevî şükür tahayyül : hayal
etme tamah : hırs ve açgözlülük tehzib-i ahlâk :
ahlâkı güzelleştirme, kötü huyları giderme terbiye : belli bir
amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma ubûdiyet :
Allah’a kulluk, ibadet vücûd : varlık, beden zaaf :
zayıflık, kuvvetsizlik zevâl : geçicilik,
yokluk
|