Gömüt

6 views
Skip to first unread message

Sonsuz Us

unread,
Jun 25, 2019, 3:53:03 AM6/25/19
to sons...@googlegroups.com

Gömüt

Yapma be oğlum şimdi!” diye bağırdı heyecanla Eren.
Parmakları tuşlar üzerinde rüzgar gibi gezindi. Bilgisayar onun bir uzantısı gibi olmuştu. Kendini bildiğinden beri bilgisayarı ve oyunları vardı bu kıvırcık saçlı, esmer ve cin bakışlı oğlanın.
Babası ona sayısız oyun almıştı bugüne kadar. Hepsini değişik oranlarda döne döne oynardı. Çok sevdiklerini günde onlarca kez, daha az sevdiklerini haftada bir. Neticede hepsini seviyordu. Oyunların içerikleri farklıydı. Çoğunluğu savaş ve başarmanın dayanılmaz cazibesi üzerine yapılandırılmıştı. Sayılarla, yabancı dille ilgili oyunlar da vardı. Ve tabii strateji oyunları da sevdiği oyunlar arasındaydı Eren’in.
Okulda değilse bilgisayar oynuyor demekti. Bu değişmezdi. Ha bazen de televizyonda çizgi film izlerdi. Belki eskiden olduğundan giderek daha az süreler ayırıyordu çizgi filmlere. Dokuz yaşına gelmişti. Her yaş kendini daha farklı sunuyordu ne de olsa.
Bazen ziyaretlerine gelen babaannesi onun bilgisayar oyunu tutkusunu kaygıyla izliyor, acaba bu doğru mu? Çocuğun sağlığı bozulmaz mı? Diye konu başlıkları açıyordu akşam sohbetlerine. Öğretmen babaanne kendi çağının doğrularını, sağlık ve öğrenme koşullarını hesaplıyordu kendi dağarcığında şüphesiz ve sonuçlar çıkarıyordu. Çıkan sonuç, doğal olarak pek olumlu değildi Eren ve ebeveynleri için.

Son bir yılda en sık oynadığı “gömüt” isimli bir strateji oyunuydu. Her oyunda olduğu gibi değişik leveller vardı bunda da. Eren ortalamayı geçen bir seviyeye kadar çıkabilmişti oyunda.
İşte tam üç saattir oynadığı bir gün, yine annesinin mutfaktan ona seslenişlerini duyamadığı her hangi bir gün, az önce Eren’i şaşırtan bişey oldu.
“Hadi be!!!” dedi inanmazcasına. Narin parmaklarını kara bir ormana benzeyen kafasına götürdü, kaşıdı. Diğer eli oyunu devam ettiriyordu. Zamana karşı yarışmasını durdurmamıştı.
Az sonra biraz daha yüksek perdeden bağırdı
“delisin sen!!!”

Message has been deleted
Message has been deleted
Message has been deleted
Message has been deleted

Sonsuz Us

unread,
Jun 25, 2019, 4:09:45 AM6/25/19
to sons...@googlegroups.com
Orta yaşlarını sürmekte olan kadın, gecenin karanlığına doğru aptallaşmış bi şekilde bakıyordu. Sorun az önce yazdığı şeyler miydi bilemiyordu; ama bi şey olmuştu, bu kesindi.
Az önceki kavrayış noktasını yeniden yakalamak gayretiyle, ümitle yeniden okudu;

“Yine “bir şey bilmiyorum” günlerimdeyim. Oysa bazen de “her şeyi biliyorum” durumlarında oluyorum. Bu birbirine zıt görünen her iki hali de sırasıyla ve üstelik araya uzun zaman dilimleri girmeden yaşıyor olmam acaba normal mi? Yoksa psikoloji biliminde bunun bir ismi var mı?! Her neyse...
Biri içe çöküş, diğeri genişleyerek kaplama hissi veriyor. Her ikisi de tam bir memnuniyet durumu değil; tam memnuniyete bi çentik kalmış gibi.
Ha bazen de “sorun bana! Sorun bana!” halim oluyor. Bu çok heyecanlı bir hal, onu seviyorum; çünkü o anda sorulacak soruların cevabını bilen bir kaynağa bağlı olduğumu hissediyorum. O cevapları deli gibi merak ediyorum! Gel gör ki bu halimi değerlendirecek ve güzel sorular soracak biri çevremde olmayabiliyor ve çoğunlukla o şanslı hal, boşa akıp giden çeşme suyu gibi lavabonun karanlık deliğinde kaybolup gidiyor.
Aşık kadın halim, şifacı halim, cadı halim, tembelliğin doruğu halim ve uykulu hallerim hepsi arada sırada uğrayıp hatır sorarlar.
Bu halleri birbirinden şıp diye ayırıyorum. Sabah uyanıyorum, bugün hangi elbisemdeyim diye bakıyorum, sonra gece yatıp uyuyana kadar bir kaç elbise değiştiriyorum. Bazen aynı elbiseyle bir hafta, bir ay yatıp kalktığım oluyor.
Bunlar tuhaf görünüyor olabilir ama durum gerçekten böyle.
Bu hallerin her biri sanki bir bilgisayar karakteri gibi programlanmış. Jung’un söylediği gibi belki bunlar arketiptir.”

“Hayır hayır... Bu değildi, başka bi şeydi o!” dedi.
Yeniden ay ışığının aydınlattığı geceye baktı. Bir süre hiç bişey düşünmeden baktı. Sonra aniden o şeyin, dizlerinden yukarı doğru tırmandığını duyumsadı. Yükseldi yükseldi, bacaklarının üst bölümünü katetti, sanki onun geçtiği her yerde hücreleri teker teker aydınlanıyordu. Gerginlik yaratan delice bir zevk gibiydi. Sonra yumurtalıklarını ve göbeğinin altını doldurdu. Kadın bir çığlık attı. Kollarını iki yana doğru açtı, bütün dünyayı kucaklamak mı istiyordu, yoksa uçmaya mı hazırlanıyordu belli değildi.
Aynı anda başının üzerinden başka bir etki girdi, aynı şekilde beyin hücrelerini, gözlerini, kulaklarını ağzını aydınlatarak gırtlağindan aşağı aktı, ve onların ikisi göğsünde, tam kalbinin üzerinde çarpıştılar. Birden milyonlarca tomurcuk patladı, dışarı doğru delice çoğalmaya başladılar.
Kadın titriyordu, zevkten, şaşkınlıktan titriyordu.
Kendini bıraktı, aslında belki kendi zannettiğini bıraktı.
Aniden kendini gökyüzünde buldu, boğazın ışıklı kıvrımı altındaydı. Bi kanat çırpışıyla geçti onu, daha yükseldi, şimdi Türkiyeyi seçiyordu belli belirsiz. Başını sağa çevirdi, omuz diye bildiği yerde siyah simsiyah ve parlak tüyler gördü; bunlar müthiş büyük bir kanadın üstündeydiler.
Ne olduğunu anlayamadan maviş Dünyayı gördü altında, öylesine hızlıydı ki Ay’ı göremeden geçti, Güneş hemen önünde pırıl pırıl parlıyordu. “Buraya kadarmış” diye söylendi “az sonra kül olacağım”. Ama olmadı. Güneş yakmıyordu, o yalnızca bir yansıtıcı olmalıydı. Uzaklarda kendi içine kıvrılıp, dönerek akan bir nebula gördü. Öylesine göz alıcıydı ki, renkleri ve bükülüşündeki estetik onu büyüledi. “Bu da nedir böyle” dedi, sayıklama tonunda.
Ona doğru akmaya başladı.

Sonsuz Us

unread,
Jun 25, 2019, 4:11:43 AM6/25/19
to sonsuzus
Eren sonunda hiç adeti olmadığı halde oyunu bırakıp içeri annesinin yanına koştu. Annesi tabağına yemeğini koymuştu ve sabırla onun gelmesini beklerken kendi salatasını didikliyordu.
“Asla tahmin edemezsin ne oldu?!” diye bağırdı heyecanla
“Sen söyle o zaman canikom” dedi anne, müşfik bir ses tonuyla
“Söylesem de inanmıyacaksın” dedi peşin hükümle
“Belki inanırıımmm” dedi kadın hülyalı bir tonda
“Hani oynadığım oyun var ya; gömüt”
“Evet, hani kral oluyosun, ülken filan var...”
“Evet evet işte o” dedi sabırsızlıkla sözünü keserek annesinin “ordaki insanlardan biri bana baktı!” bunu söylediğinde bile bi donma ifadesi geldi yüzüne, vücuduna. Tepki beklermiş gibi durakladı.
“Anlamıyorsunnn anneeeeeee... Duy beniiii... Aloooooooo”
“Dinliyoruum”
“Sana onlardan biri bana baktı diyorum! Göz göze geldik!”
“Hımmmm... Bu nasıl olmuş olabilir?”
“Ne bileyim ben! Ama oldu işte. Hem de iki kez oldu.”
“Bilemiyorum canım. Öyle programışlardır belki. Yani oyunu yaratanlar.”
“Sen ne dediğini bilmiyosun annecik!” diye dudak büktü oğlan
“O zaman akşam babana sorarsın, o bilir.” Dedi anne hiç alınmadan “hadi şimdi yemeğini ye, buz gibi oldu.

Sonsuz Us

unread,
Jun 25, 2019, 4:12:56 AM6/25/19
to sonsuzus
Kadın, kendisini ilgiyle dinleyen adama anlatıyor, anlatıyordu.
“Bak ben sana her hangi bir bilgiden bahsetmiyorum, bilginin kendi oldum diyorum. Ahh... Bunu anlatmak öyle zor ki! Ancak sen de gördüğünde tam olarak ne dediğimi anlayacaksın belki.”
Adam anlayış ve sevgiyle dolaştı kadının hüzünlü yüzünde, gözlerini aradı, ağzında karar kıldı.
“Olsun, sen yine de anlatmayı dene” dedi
“Yapamıyorum” diye somurttu kadın. Bir süre sezzizlik oldu.
“Yaramaz bi çocuk gibisin.” Dedi adam
“Sen de çok inatçısın ama! Sana defalarca söylediğim halde bunu anlamayı reddediyorsun.”
“Neyi?”
“Bunun sözcüklerin ötesi olduğunu! Ancak sözcük olmadığında görülen bi şeyi sözcükle anlatmamı istiyorsun benden.”
“Betimleme yap, pandomim oyna, eğer şımarık bi kız çocuğu olmasaydın bunun yolunu bulabileceğini iddia ediyorum ben de.”
“Berbatsın!” dedi usançla. Yine de onun bir işin peşini umutla takip edişini takdir ediyordu. Belki de onun kusuru sandığım bu kuruluk ve inatçılık, onun aslında en iyi yönü, kendi şifre kırıcısıdır diye geçirdi aklından. İçine taze bi ümit doğdu
“Bak o zaman şöyle tarif etmeye çalışayım.”
“Hah... Çalış bakayım”
Kadın bir kahkaha attı başlamadan önce
“Sen okaliptüs ağaçlarını bilir misin? Uzun boylu güçlü ağaçlardır, çok su çektikleri için bataklık yerlere dikerler. Köylerde garipdost da derler hani. Yapraklarını elinde ovuşturursan güzel bir koku çıkar; adeta doğanın kokusu gibi, canlandırıcı, pişmemiş, ham bir koku.”
“Evet sanırım biliyorum”
“Aslında bütün ağaçlar olur da, nedense benim aklıma o geldi işte. Bu ağaçların kabukları soyulur. Altlarından yeni deriler çıkar, hatta insanın yeni çıkan derisi gibi, pembe, azıcık kanlı gibi görünür, ilk soyulduğunda. İşte o kabuklar bana göre BİLGİdir. O ağacın kendi kanından canından üretip üzerinden attığı eski kabuğu! O kabuklar rüzgarın önünde ordan oraya uçuşurlar. Onları bulanlar, biriktirip yakarlar ve çıkardığı ısıdan ısınmaya çalışırlar. Ama çok geçicidir onların verdiği ısı. Çünkü ölüdürler. Kendilerini üreten kaynaktan kopmuşlardır bir kere. Yani bilgi-kabuk geçicidir, senin beklediğin ısıyı sana hiç bi zaman veremezler ama yaptıkları şey aslında şudur; sana belki bir gün bir daha asla üşümeyeceğin kadar ısınabileceğin beklentisini verirler. Ve her defasında bu beklentiyi besleyip büyütürler. İşte sen ve senin gibiler o kabukların peşinde koşarsınız hep!”
“Anlıyorum”
“İşte ben o bilgiyi yakıp ısınmadım. O bilginin kendi oldum.”
“Bunu nasıl başardın? Nasıl bir duygu bu?”
“Bilmem. Ben bişey başarmadım. Birden oldu!”
“Nasıl bir fark yarattı peki?”
“Hımmmm...Bak şöyle oldu. Ben tuhaf bi hafiflik içindeydim birden kabukları gördüm, uçuşuyorlardı ve her bir kabuk sanki kebap şişi gibi bir şeyin üzerine birbiri üzerine geçiyordu. Tam o anda o şiş oldum ve bütün kabuklar oldum. Verdiği duyguyu anlatmam mümkün değil. Her şeyi biliyordum. Hayır işte bu yanlış. Hiç bişeyi bilmeye ihtiyacım yoktu çünkü onların hepsi zaten bendim. Herşey öylesine berraktı ki! Hayatımda bu denli berrak bi ışıma görmemiştim ben. Şüphe yoktu! Hah tamam işte sonunda aradığım kelimeyi buldum”
Adam soru sormadan soruyla baktı
“Şüphenin yok oluş anıydı o! Emindim. Tüm zerrelerim emindi. Bir daha asla şüphe etmeyeceğimi anladım. Beni daha önce kabuktan kabuğa koşturmuş olanın, içimdeki o ufak şüphe kalıntısı olduğunu farkettim.”
“Çok güzel de, şüphe etmediğin o şey ne? İşte ben onu merak ediyorum”
“Ne bileyim! Bu bir hal. Eminim. Herşeyden eminim.”
“Ne zaman oldu bu? Ne yapıyordun o anda?”
“Bir yazı yazıyordum. Bir an durdum, pencereden dışarı baktım. O anda oldu!”

Sonsuz Us

unread,
Jun 25, 2019, 4:13:35 AM6/25/19
to sonsuzus
Eren belki de babasını o günkü kadar hevesle hiç beklememişti.
Gelir gelmez onu yaka paça bilgisayarın önüne oturttu. Bunu ne kadar anlatsa olmayacağını anlamıştı, bu sebeple, babasının da o kadınla göz göze gelmesini ummaktan başka şansı yoktu galiba.
Babası oyuna başladı. Oyunu biliyordu; çünkü her yeni oyun aldığında ilk başta bi kaç kez oynarlardı birlikte. Bir-iki ve üçüncü seviyeleri hızla geçti. Bütün dikkatini vermesine karşın dördüncü seviyede takılıp kaldı!
Eren babasının omuz başından heyecanla taktik veriyordu.
“Ama babbaaaaa... Öyle yapmayacaktın! Bak işte o minübüsü gördüğünde sağdaki pencereye bakacaksın. Sen öyle yapmadın. Şimdi baştan başla bakalım!” sesi ümitsizce sinirli çıkmıştı.
“Tamam da tostoscuğum, sen bu oyunu kimbilir kaç yüz kere oynadın. Ben şimdi hemen nasıl senin seviyene çıkayım. Kaçıncı level da oldu o söylediğin şey?”
“Altı” dedi somurtarak
“Tamam sıkma canını. Söz tekrar deneyeceğim. Bi banyo yapayım, karnım da aç. Olur mu oğlum?”
Eren gidip arkadaki büyük koltuklardan birinin köşesine oturdu. Cevap vermeden, düş kırıklığını belli etti.
Babası ona sarılıp öptü, gönlünü alıp yumuşatmaya çalıştı. Başaramayınca, yeniden vaatlerde bulunarak banyoya yollandı.
Bütün işler bitip yemek de yenildikten sonra tekrar oyunun başına geçtiler baba oğul. Eren yeniden ümitlenmişti. Bu kez işi çok sıkı tuttu. Dördüncü seviyedeki hemen her aksiyonu (ezberinde olduğu için) önceden anlatarak babasının tuzağa düşmesini engelledi. Fakat beşinci seviye geçilecek gibi değildi. Eren ümidini kaybetmiyordu. Babası bir dahiydi, elektronik mühendisi bir dahi. Biliyordu; çünkü babaannesi konuşurken duymuştu. Bunu yapabileceğine güveniyordu.
O her tuzağa düştüğünde, çığlık çığlığa bağrışıyorlardı. Çünkü yeniden sıfırdan başlamak gerekiyordu oyuna. Eren sinirden patlama seviyelerindeydi. Annesi bir büyük kupayla sıcak kakoo getirmeseydi, bilgisayarı fırlatıp yere atacaktı.
Gece yarısını hemen geçe, yirminci denemede Eren’in babası beşinci seviyeyi geçmeyi başardı. Ailecek sevinçle bunu kutladılar. Her geceden farklı olmuştu o gece.
Babası nihayet altıncı seviyeyi oynayacaktı. Eren heyecandan deliye dönmüş halde adamın omuz başına tünemişti.
“Puan kaybet önemli değil, yavaş oyna” diye taktik vermişti babasına.
Adam yeni ehliyet almış bir şöför tedirginliğinde adım adım ilerlemeye başladı. Tuşlar onun elinin altındaydı ama aslında oyunu iki kişi oynuyorlardı; çünkü Eren o anda ekrana bütün varlığını koymuştu.
Bir süre ilerlediler, nefes almaya korkuyorlardı. Babası her an tökezliyebilirdi, o zaman yeniden başa dönmek gerekecekti ve annesi bir oyuna daha müsaade etmemişti. Yarın okul vardı.
İşte tam o sıralarda onunla göz göze geldiler! Bu kez üç kişi göz göze gelmişlerdi!
Adam heyecandan elindeki sigarayı pantolonunun üzerine düşürdü. Yanarak ayağa fırladılar!
Bağrışmanın şiddetine annesi içerden koşup geldi.
“Gö gördüm onu!” diye kekeledi adam, heyecandan dili tutulmuştu.
Eren gururlu bir sakinlikle süzüyordu onu. Babasının onu görmesini sağlamıştı.
“Nasıl yani” dedi kadın “Program öyle yazılmıştır. Sen de çocuklaştın iyice!” dedi sevecenlikle pantolonun yanan yerini ovuşturdu.
“Hayır hayır bu öyle bişey değil! Oyun olmasa da yüzlerce program yazdım ben. Bunun ne olduğunu biliyorum. Garip bi durum olduğunu kabul etmek lazım.” Sonra dönüp çocuğu arandı.
“Ve üstelik bunu, benim oğlum buldu!” dedi övünçle kara kıvırcık saçlarını karıştırdı oğlanın.
“E yani ne anlama geliyor şimdi bu?” dedi anne
Eren silkinerek babasının elinden kurtuldu, sakin ama düşünceli görünüyordu.
“Oyundan dışarı çıkmak isteyen biri var anne!” dedi.
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages