Kitle İmha Silahları

6 views
Skip to first unread message

Sonsuz Us

unread,
Jul 25, 2019, 7:23:35 AM7/25/19
to sonsuzus

Kitle İmha Silahları (KİS) sahibi ülkelerin bir yandan bu silahları, kendi güvenlikleri açısından, bulundurup üretmeye devam ederken diğer yandan kendi ülkelerinin dışında üretildikleri taktirde dünya barışının tehlikeye düşeceğini savunmaları, ne yazık ki inandırıcı olmaktan uzaktır. Dünyamızın barış, huzur ve güvenlik içinde varlığını sürdürebilmesi için her düzeyde yetkili şahısların kendi sorumluklarının bilincinde olup, etkin önlemleri almak üzere girişimlerde bulunmaları gerekmektedir.


Günümüz dünyasında teknolojik gelişim öylesine girift ve rekabetçi bir ortam yaratmıştır ki, ortalama bilgi sahibi vatandaş mevcut durumu kavramakta güçlük çekmektedir. Ülkelerin büyük yatırımlarla oluşturmaya çalıştıkları Kitle İmha Silahlarının (KİS) boyutları ve güçleri gerçekten bir dünya sorunu haline gelmiş durumdadır.

Kitle imha silahlarını Nükleer, Kimyasal ve Biyolojik olarak üç gurupta incelemek mümkündür. KİS izlemek ve denetlemek için Birleşmiş Milletler teşkilatı içinde oluşturulmuş kuruluşlar vardır. Bunlar Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), Kimyasal Silahları Yasaklamak Teşkilatı (KSYT), Nükleer Denemeleri Yasaklamak Anlaşması (NDYA) ve onu uygulamaya koymak için kurulmuş olan teşkilat. Bu kuruluşların İngilizce olarak bilinen kısaltılmış adları, sırayla IAEA, OPCW ve CTBTO şeklindedir.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı 

UAEA veya IAEA 1956 yılında Avusturyanın Viyana şehrinde ufak bir birim olarak işe başlamış günümüzde 3,000 üzerinde personeli bulunan ve tüm dünyada faaliyet gösteren büyük bir organizasyona dönüşmüştür. Ajansın dünya ülkeleri ile olan ilişkilerinin başında nükleer silah üretimini engellemek ve bu amaçla denetimlerde bulunup sonuçlara ulaşmaktır. Ajans faaliyetlerini düzenleyen NPT (Non-Proliferation Treaty), yani Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması 1 Temmuz 1968 yılında imzaya sunulmuş ve zaman içinde 190 ülke bu anlaşmaya uyacaklarını bildirmişlerdir. Ajansın denetleme ve izleme görevlerinden başka barışçı amaçlı nükleer teknolojinin yaygınlaşmasına da destek verme görevi vardır. Bu bakımdan elektrik enerjisi üretmek için inşa edilen nükleer reaktörler (güç santralları) konusunda teknoloji transferine aracı olmak da UAEA’nın görevleri arasında bulunmaktadır.

Kimyasal Silahları Yasaklamak Teşkilatı

KSYT veya OPCW harfleri ile bilinen bu teşkilatın kurulma fikri İsviçre’nin Cenevre şehrindeki silahsızlanma görüşmeleri sırasında 3 Eylül 1992 tarihinde ileri sürülmüştür. Kimyasal silahları yasaklama anlaşması 13 Ocak 1993 tarihinde imzaya açılmış ve 29 Nisan 1997 yılında kabul edilip uygulama başlatılmıştır. Bu teşkilatın merkezi Hollanda’da Den Hague şehrinde olup Viyana’da da bir şubesi bulunmaktadır.

Kimyasal silahları üç guruba ayırabiliriz:
a) Pratikte kullanımı olmayan kimyasallar. Bunların ancak deney veya araştırma amaçlı üretimi söz konusudur. 100 gramın üzerinde üretildikleri taktirde OPCW örgütüne haber vermek gerekmektedir.
b) Zehirli olan hardal gazının ham maddesi olan bazı kimyasallar, aynı zamanda solventlerde ve bazı tür mürekkeplerde kullanılmak üzere sınırlı olarak üretilmektedir.
c) Sanayide geniş kullanımı olan bazı zehirli gazlar. Örneğin, Fosgen adıyla bilinen kimyasal, bir KİS olarak tanımlanmış olduğundan yılda 30 tondan fazla üretildiği taktirde OPCW teşkilatına haber vermek gerekmektedir.

Nükleer Denemeleri Yasaklamak Anlaşması ve Teşkilatı

NDYA veya CTBT her türlü nükleer silah denemesini, askeri veya sivil, yasaklamaktadır. Bu anlaşma 10 Eylül 1996 yılında Birleşmiş Milletler Genel Konferansı sırasında kabul görmüş ve ülkelere 24 Eylül 1996 tarihinde imzaya açılmıştır. Bu anlaşmayı izlemek ve uluslar arası iletişimi sağlamak üzere CTBTO teşkilatı 19 Kasım 1996 yılında Viyana’da kurulmuştur. Görevleri arasında bu anlaşmanın mümkün olduğunca fazla ülke tarafından imzalanmasını ve uygulanmasını sağlamaktır.

Bu üç uluslararası teşkilatın dışında bir de Biyolojik silahları yasaklayıp denetlemek için bir kuruluş oluşturmak gayreti bulunmaktadır. Ancak, bugüne kadar yapılan tüm girişimler sonuçsuz kalmış, istenilen yapıda bir denetleme teşkilatı kurulamamıştır.

Nükleer teknolojiye sahip ülkeler arasında beş ülkenin özel bir durumu bulunmaktadır. Bu ülkeler nükleer KİS sahip olan Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’dir. Ayrıca, Hindistan, Pakistan ve İsrail, resmen olmasa da, nükleer silah sahibi ülkeler arasında sayılabilirler. Bu ülkeler silahsızlanma politikasını nükleer silahların yaygınlaşmasını önleme politikasından ayırmakta ısrar etmektedirler. Söz konusu beş ülkede nükleer KİS üretimine son verildiği taktirde, bu çabaların doğal sonucu olarak nükleer KİS istenmeyen ellere geçmesi de engellenmiş olacaktır. Aksi taktirde bir yandan KİS üretimine devam edip, diğer yandan KİS istenmeyen ellere veya kendilerinden başka ülkelere geçmesine engeller getirmeye çalışmak, ikili bir standart uygulamak demektir. Bu bakımdan nükleer denemelere son vermekten öte, tümüyle nükleer silah imalatına son vermek ve mevcut nükleer KİS imha etmek gereklidir. Nükleer KİS sahibi ülkelerin bu silahları, kendi güvenlikleri açısından, bulundurup üretmeye devam ederken diğer ülkelerde üretildikleri taktirde dünya barışının tehlikeye düşeceğini savunmaları, ne yazık ki inandırıcı olmaktan uzaktır. Ünlü sinema aktörü ve dünya Barış Elçisi Michael Douglas, Ekim 2003 tarihinde Amerikan Kongresine (Millet Meclisine) şu sözlerle hitap eder [1]:

Size, 2000 yılında vermiş olduğunuz sözü hatırlatarak aynen aktarıyorum: Nükleer silah sahibi ülkeler, nükleer silahsızlanmaya yönelik tüm nükleer silah mevcutlarını yok etmeyi ciddi olarak kararlaştırmışlardır.

Sonsuz Us

unread,
Jul 25, 2019, 7:24:50 AM7/25/19
to sonsuzus
KİS yok etmenin ilk adımları

Nükleer KİS tümüyle yok etmek ne derece önemli ve gerekli ise de, bu silahların ham maddesi olan zenginleştirilmiş Uranyum üretimine son vermek ilk adım olarak o derece önemlidir. Doğal Uranyum topraktan çıkarıldığında % 99.3 U-238 ve % 0.7 oranında U-235 izotoplarının karışımından oluşmuştur. Nükleer reaksiyonun gerçekleşmesi için U-235 oranını arttırmak gerekir. Eğer U-235 tüm Uranyum miktarı içinde % 20’nin üzerinde ise toplam Uranyum kütlesi Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum (High Enriched Uranium, veya HEU), % 20’nin altında ise toplam Uranyum kütlesi Alçak Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum (Low Enriched Uranium, veya LEU) adını alır. Bir nükleer silah oluşturmak için % 93 oranında zenginleştirilmiş Uranyuma sahip olmak gerekmektedir. Oysa ki, elektrik üreten tüm nükleer güç santrallarının yakıtlarında kullanılan Uranyum, % 2 veya % 3 oranında, Alçak Oranda Zenginleştirilmiş Uranyumdur. Ancak, dünyada halen 100 kadar araştırma reaktörü Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum kullanmaya devam etmektedirler [2].

Nükleer KİS’ında hem Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum, hem de Plütonyum kullanmak mümkündür. KİS tehdidinin Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum kaynağını yok etmek için ülkelerin şu 4 noktada ortak bir görüş birliğine ve işbirliğine girmelerinde yarar vardır:

1. Araştırma Reaktörlerinde Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum kullanımından vazgeçmeleri...
2. Ellerinde Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum bulunduran ülkelerin bu maddeleri Alçak Oranda Zenginleştirilmiş Uranyuma dönüştürmeleri...
3. Bu girişimi ya kendi olanakları ile yapmaları, veya bu olanaklara sahip değillerse Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyumu satın almış oldukları ülkelere iade edip Alçak Oranda Zenginleştirilmiş Uranyuma dönüşümünü sağlamaları...
4. Tüm üretici ülkeler nükleer KİS imâli için gerekli olan Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum üretimine son vermeleri... 
(Maalesef, henüz bu konuda imzalanmış bir anlaşma mevcut değildir).

Tüm bu girişimlerin uluslararası tarafsız bir kuruluş tarafından denetlenmesi gerekmektedir. Bu konuda uzun yılların tecrübesine sahip olan UAEA, tüm üye ülkelerin desteği ile denetim rejiminde gerekli olan ilaveleri ve değişiklikleri içeren yeni bir Ek Protokol teklif etmiştir. 

NPT’ye Ek Protokol

UAEA’nın faaliyetlerini daha etkin hale getirmek ve ülkeler hakkında KİS ile ilgili bilgi toplamak amacıyla NPT anlaşmasına bir ek protokol getirilmiştir. Ajansın dünya barışına olan katkısını arttırmak amacıyla, genişletilmiş denetim anlaşmasına “93+2 Programı” adı verilmiş ve 1997 yılında “Ek Protokol” kabul edilmiştir [3].
Ek Protokol sayesinde: 

1- UAEA’nın uzman müfettişleri ülkelerdeki nükleer yakıt çevirimi ile ilgili nükleer madde bulunduran her türlü tesise girip denetlemeye,
2- Bir nükleer bölgede (binalar topluluğunda) bulunan herhangi bir binaya, nükleer ile ilgili olsun olmasın, kısa-süreli-istek belirterek ziyaret edip denetimde bulunmaya,
3- Ülkenin nükleer yakıt çevirimi ile ilgili araştırma ve geliştirmeleri hakkında bilgi edinip AR-GE merkezlerini gerektiğinde denetlemeye,
4- Nükleer maddeleri ilgilendiren hassas teknolojilerin ihracı konusunda bilgi edinip, bu teknolojilerin faaliyet gösterdiği binaları teftiş edip denetlemeye,
5- Gerekli gördüğü yerlerden ve aletlerden “çevre örnekleri” toplamaya,
yetkili duruma getirilmiş bulunmaktadır.

Son madde ile ilgili olarak, ‘çevre örnekleri’ derken yerden toplanan maddeler kastedilmiyor. Bir küçük ve steril pamuklu bez parçasının, istenen makine veya zemin üzerine sürtülerek toplanan eser miktarda nükleer parçacıklar kastediliyor. Bu bezde birikmiş olan eser miktarda parçacıkların analizi o alandaki nükleer faaliyetler hakkında bilgi veriyor. Tüm bu çabalar sonucunda UAEA elde ettiği bilgileri günün teknolojik olanakları ile güçlendirdiğinde, ülkeler hakkında daha ayrıntılı ve gerçekçi bir tabloya sahip olabilmektedir. 

Ajans bilgi kaynağı olarak sadece ülkelerin sunduğu bilgiler ile yetinmeyip medya haberlerinden, teknik ve ticari yayınlardan, uzaydan çekilmiş uydu fotoğraflarına kadar her türlü açık bilgi kaynaklarını tarayarak gerçekçi bir sonuca ulaşmaya çalışmaktadır. Ancak ülkeleri, küçük miktarlarda bulundurdukları nükleer maddeleri bildirim konusunda ek yükten kurtarmak amacıyla, “Küçük Miktarlar Protokolü” adıyla bilinen ve İngilizce SQP (Small Quantities Protocol) harfleri ile tanımlanmış olan yeni bir anlaşma teklif edilmektedir. Bu anlaşmaya yaklaşık 120 ülkenin imza edeceği tahmin edilmektedir.

Nükleer madde denetimi olarak bilinen “Safeguard” yaklaşımı son yıllarda bir dönüşüm geçirmiş ve önceleri tek-tek fabrikaları denetlemekle yetinirken, gittikçe ülke hakkında “bütünsel bir görüş” sahibi olma fikrine önem verir olmuştur. Artık ülkeler hakkında genel bir bakış açısı içeren “Ülke Değerlendirme Raporu” (ÜDR) oluşturmaktadır. Bu raporlar hakkında hem Safeguard bölümünün yüksek seviyeli yöneticileri, hem de Ajansın Hukuk Servisi ve Dış İlişkiler Servisi görüşlerini bildirmektedirler.

Bu tür kapsamlı bir raporun ortaya konması için çok yönlü bilgi ve yetenek sahibi elemanların görev başında bulunmaları gerekmektedir. UAEA toplam olarak 1500 kadar teknik personel ve bir o kadar da destek personeli çalıştırmaktadır. Bunlarda 200 küsur adedi, dünyadaki nükleer tesisleri bizzat denetleyen uzman müfettişlerdir. ÜDR sayesinde bir ülkede denetim faaliyetlerinin bir yıllık bilançosu çıkabilmekte, eksiklerin saptanıp gerekli tedbirlerin alınması kolaylaşmaktadır. KİS üretimini önlemek amacıyla UAEA denetimde bulunduğu ülkelerdeki:

1. Nükleer madde hareketlerini ve envanterlerini,
2. Tesislerin amaçlarına uygun olarak kullanılıp kullanılmadıklarını,
3. Nükleer madde bildirimlerinin istenen kalitede olup olmadığını,
4. Tesislerdeki nükleer madde ölçüm ve tespitlerinin sağlıklı olup olmadığını,
5. Bildirilen ile ölçülen madde miktarlarındaki farkların kabul edilebilir düzeylerde bulunup bulunmadıklarını,
saptamakta ve bu sayede sağlıklı bir sonuca ulaşarak dünya barışına katkıda bulunmaktadır. 

Bu 5 temel ölçüt ve bunlara ek olarak elde edilen bilgilerin toplamına “İntegrated Safeguard” veya “Bütünsel Safeguard Yaklaşımı” (BSY) denilebilir. BSY sayesinde UAEA, denetimler arasında geçen minimum zaman süresini yeniden tanımlayıp saptamak gereğini duymuştur. Eskiden bu süre bir nükleer silahın yapımında kullanılacak olan maddenin üretimi için gerekli zaman süresi olarak belirlenmişti. Oysa ki, BSY sayesinde ülkelerin nükleer silah üretme kapasiteleri daha sağlıklı bir şekilde saptanabildiğinden, eski sürelerde ısrar etmenin anlamı kalmamıştır. Kullanılmış nükleer yakıtta bulunan Plütonyum elementinin denetlenme süresi eskiden 3 ay iken, BSY sayesinde bu süre bir yıla uzatılmıştır. Uranyum-Plütonyum karışımı (MOX) yakıtlarda süre bir aydan üç aya uzatılmıştır. Doğal Uranyum ve düşük oranda zenginleştirilmiş olan Uranyum için süre eskiden olduğu gibi bir yıl olarak kalmış bulunmaktadır. Bunun da nedeni yıllık envanter çıkarılmasındaki zorunluluktur.

BSY sayesinde ülkelerin:

1. Doğru ve gerçekçi bildirimlerde bulunup bulunmadıkları,
2. İthal ve ihraç ettikleri nükleer maddelerin barış amaçlı nükleer faaliyetlerle uyuşup uyuşmadığı,
3. Nükleer konulardaki Ar-Ge faaliyetlerinin bildirimde bulundukları programlarla uygunluk halinde olup olmadıkları,
saptanabilmektedir. Bu yaklaşımın tüm ülkelere uygulanır hale gelmesi esas amaçtır. Amaç, KİS sadece belirli ülkelerin tekelinde bırakmak değil, dünya barışının kalıcı olabilmesi için nükleer silah üretiminin tümüyle yasaklanmasıdır. Üstelik sadece nükleer silahlar için değil, aynı zamanda kimyasal ve biyolojik silahlar için de uluslararası kuruluşların etkin denetleme girişimlerinde bulunmaları gereklidir. 

Ülkeleri nükleer veya diğer KİS üretimine sevk edecek, istekte bulunacak, temel nedenlere inmeden bu soruna köklü çözüm bulunamaz. Öncelikle kültürlerin birbirlerini daha yakından tanıyıp anlamaya gayret etmeleri gereklidir. Kültürel işbirliği ve karşılıklı güven başladığında, ardından ekonomik işbirliği de gelir. Ekonomik işbirliği ise paylaşıma ve yardımlaşmaya yol açtığından, zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki ekonomik uçurum zaman içinde azalır. Karşılıklı güven ve hoşgörü barışı oluşturup sürdürmenin en önemli desteğidir. Günümüzde zengin ülkelerin fakir ülkelere yapmakta oldukları maddi yardım, zengin ülkelerin milli gelirlerinin binde birinden dahi daha azdır. Ayrıca, sorun maddi yardım yapmakla çözülmüyor, sorumluluk her düzeyde bulunması gerekir. Ülkelerin yönetim kadroları samimi olarak dünyada barışın hüküm sürmesi için gerekli girişimlerde bulunmaları ilk şarttır. İkinci şart ise bu konuda araştırma ve geliştirme yapan bilim adamlarının kendi sorumluluklarının bilincine ulaşmalarıdır.

Sonsuz Us

unread,
Jul 25, 2019, 7:25:53 AM7/25/19
to sonsuzus
Bilim adamlarının sorumluluğu

Toplumları KİS konusunda uyarmak ve bilinçli hale dönüştürmek hiç de kolay değildir. Öncelikle KİS sistemlerinin etkilerinden toplumları haberdar etmek ve etkin olabilecek tedbirler önermek gerekmektedir. Bu görevi de öncelikle üstlenecek olanlar bu silahların bilimsel ve teknik özellikleri üzerinde çalışıp araştırma yapmış olanlardır. 

Örneğin, ikinci dünya savaşı sırasında Japonya üzerine atılan iki adet nükleer bomba birçok bilim adamının tepkisini çekmiş, etkin bir önlemin alınması için girişimde bulunmalarını sağlamıştır. Artık bilim adamı kendini kenara çekip “Benim araştırmalarımın sonucu beni ilgilendirmez, sorumluluk bu araştırmaları silaha dönüştürüp kullananlara aittir” şeklinde savunmaya geçtiği dönem geride kalmıştır. Çünkü, küreselleşen dünyada kimin ürettiği kadar, kitlesel imha gücüne sahip silahların kimin eline geçtiği önem kazanmaktadır. Dolayısıyla, sorumluluk her düzeyde olmalı, neyin ne zaman ve ne derecede yararlı veya zararlı olduğu iyi bilinmelidir. Nükleer silah konusunu enerji üretim konusu ile de karıştırmamak gerekir. 

KİS yapımına karşı olmak ile nükleer santral yapımına karşı olmak farklı şeylerdir. Biri yıkıcı ve zararlı, diğeri ise yapıcı ve faydalıdır. Günümüzde nükleer enerjiden elektrik üreten birçok ülke bulunmaktadır. Şu anda dünyada toplam elektrik tüketimleri içinde nükleer santrallardan ürettikleri elektrik enerjisinin bazı örnek ülkelerdeki payına ve parantez içinde bu ülkelerde bulunan nükleer santral adedine bakalım [4]:

Fransa % 78, (58)
Belcika % 56, (7)
İsveç % 50, (12)
Almanya % 28, (20)
Japonya % 25, (54)
ABD % 20, (104)
Rusya % 17, (30)

Tüm dünyada toplam 435 adet nükleer enerjiden yararlanarak elektrik üreten güç santralı bulunmaktadır. Üstteki küçük örnek listede ABD ve Rusya’nın alt sıralarda yer almalarının nedeni toplam elektrik üretimleri içinde nükleer enerji paylarının düşük oluşundan dolayıdır. Ancak, nükleer santral adedi itibariyle ABD ilk sırada, Rusya ise dördüncü sırada yer almaktadır.

KİS konusunda sosyal sorumluluk

Nükleer silahlar kadar kitlesel zararlar yaratabilecek diğer bir silah türü Biyolojik silahlardır. Bu konuda henüz ülkeler düzeyinde bir anlaşma sağlanabilmiş değildir. Günümüzde bir hayli ileri gitmiş olan Genetik bilimi konusunda araştırma yapan bilim adamları sosyal sorumluluklarını sorgulamaya başlamışlardır. Genetik biliminin ileri gelen iki bilim adamı Jon Beckwith ve Franklin Huang tarafından kaleme alınan makalenin bilim ahlakını içeren bir bölümünü çevirerek sunuyorum [5]. Makalenin giriş bölümünde şöyle bir ifade bulunmaktadır:

"Eğer toplum yeni Genetik teknolojisi ile uyum halinde olacaksa, bilim adamlarının oluşturduğu topluluk, araştırmalarının ahlaki sonuçlarını derin ve doğru bir şekilde topluma aktarıp, onların bu konularda eğitilmelerine katkıda bulunmalıdır."

Genel bilim ahlakının değinildiği makalenin belli bir bölümünde şöyle deniyor:

Bırakınız yapsınlar ve inkâr

Bilim adamları önemli sosyal bileşenleri olan sosyal tartışmalara girmemeyi neden seçiyorlar? Bu tür bir girişim ile karşılaştıklarında bilim adamlarının yanıtı: “Rolüm sadece bilimimi yapmaktır. Ne şekilde kullanılacağına karar vermek politikacılara aittir”, olmaktadır. Bu “Laissez-faire” (bırakınız yapsınlar) davranışı bilim adamlarının eğitimi ile ilgili bir gelişimdir. Doğa bilimlerinde araştırma yapan birçoğumuzun eğitim sürecinde, çalışma ortamımızın dış dünyanın etkilerinden uzak bir “fildişi kule” olduğu görüşü aşılanmıştı. Bilim öğrencilerinin pek azı eğitimleri içinde bilimin sosyal etkileri hakkında bir analiz ile karşılaşmakta ve nadiren bilimin sosyal sorumluluğundan söz edildiğini duymaktadırlar. Kendi bilimsel alanlarının sosyal sonuçları ile yüzleşerek toplumda aktif görev almış olan bilim adamları hakkında tarihi hiçbir bilgi edinmiyoruz.

Kayda değer örnek olarak, Manhattan Projesinde, atom bombasının yapımında çalışıp Japonya’ya atılmasına katkıda bulunmuş olan fizikçiler, sonuç itibariyle ne yapmış olduklarını sorgulamışlardır. J. Robert Oppenheimer’in “fizikçiler günahı tanımışlardır” vurucu ifadesi sonucu, fizikçi camiasını yaygın olarak etkileyen bir direniş hareketi başlamıştır. Bu ‘uyanmış ve aydınlanmış’ bilim adamları sosyal bilince dönük “Bulletin of Atomic Scientists” adıyla, atom bilim adamlarının dergisini başlatmışlar ve görüşlerini belirtmilerdir. KİS karşı etkin lobi hareketlerine girişmişler, hatta kapıdan kapıya giderek 1950’ler ve 1960’larda atom silahı denemelerinin yasaklanmasına destek aramışlardır.

İnsan topluluklarını inceleyen bilim adamları (Antropologlar) inceledikleri topluluklar üzerindeki bariz etkisi yüzünden alan araştırmalarının ahlaki yönünü değerlendirmeye mecbur kalmışlardır. Genetik uzmanları ve diğer biyoloji dallarının bilim adamları söz konusu olduğunda, araştırma alanlarının toplum üzerindeki derin etkileri çok belirgin olmasa da, yukarıda sözü edilenlerden daha az değildir.

Bilimsel sorumluluk 1960’larda yeni bir çalkantı yaşadı. Bilimin harp teknolojileri geliştirmek için Vietnam’da kullanıma girmesi ile birlikte ABD, Avrupa ve diğer ülkelerdeki bilim adamları (bu makalenin yazarlarından biri de dahil olmak üzere) kendi alanlarının sosyal rolünü incelemeye almışlardır [6,7]. Genetikçiler, psikolog Arthur Jensen’in kalıtım, ırk ve IQ hakkındaki hatalı görüşlerini toplum içinde tenkit etmeye başlamışlardır. Birçok kişi genetik mühendisliğinin potansiyel tehlikelerini dile getirmektedirler. Bunlardan bazıları okullarda evrim kuramının okutulmasına engel olan, veya en azından sulandırılmasına gayret eden, görüşlere aktif olarak karşı çıkmışlardır. Nispeten kısa bir süre için, biyoloji ve genetik çevresinden bir çok kişi bu konuda etkin roller alıp katılımda bulunmuşlardır.

Eğitimleri onları bu konularda düşünmeye hazırlamamış olsa da bilim adamlarında zaman zaman topluma karşı sorumluluk duygusu belirmiştir. Atom silahlarının kullanılma olasılığı veya 1960’ların politik ortamı gibi krizler onların aktif davranmalarını tetiklemişti. Onların eğitiminden çok bu gibi olaylar, bilim adamlarının toplumsal sorumluluk oluşturmaları için adeta bir ‘öğrenim süresi’ olmuştur.

Ne yapmalı?

Bu tür krizleri bekleyip sonradan harekete geçmekle olmuyor. Günümüzde, tarihin herhangi bir zamanından daha fazla bilim yapılmakta ve dolayısıyla, sonuçların topluma getireceği etkiler artmaktadır. Araştırmaların sonucu yönetici kişilerin kararlarını etkilemekte ve uygulamalarda yansımaktadırlar. Bilim adamlarının, bilimsel anlayışı besleyen ve bilimin toplum üzerindeki etkisini şekillendiren konuşmalarda yer almaları her zamankinden daha fazla gereklidir.

Krizlere yanıt verme yerine, bilim adamlarına danışıldığında veya davet edilip katıldıkları toplantılarla kurslarda, bilim adamı olmanın sosyal sorumluluğu konusunda hazırlıklı bulunmaları gerekir. Yüksek okul düzeyindeki eğitimin, bilimin sosyal etkilerinden ve tarihin belirli dönemlerinde sesini yükselten bilim adamlarından da söz etmesini öneriyoruz. Bu tür kurslar yerleşik akademi politikasının programları tarafından desteklenmelidir. Daha ileride, bilim adamlarının eğitimleri süresinde bu konularda toplumsal danışmanlık görevleri almaları gerekecektir. Bu görevin çeşitli dış ülkelerde ve ABD liselerinde danışmanlık şeklinde sürdürülmesi, yetişmekte olan genç bilim adamlarının bakış açılarını genişletmelerine yardımcı olabilir.

Eğer bilimsel eğitimin amaçlarından biri, bilim adamlarının daha kritik düşünebilen insanlar haline dönüşmelerine katkıda bulunmak ise, onların kendi bilimlerinin toplumdaki etkilerine daha kritik gözle bakmalarını sağlamak, bu amacın gerçekleşmesinde önemli bir katkı olabilir.”

Makalede önerilen danışmanlık ve eğitim konusunda etkin bir girişim olabilmesi için öncelikle yazılı ve sözlü basında (medyada) bu konuların tartışılmasında ve hem Genetik hem de Nükleer uzmanların dinlenmesinde yarar vardır. Ancak, konu medya kuruluşlarının kendi keyfi seçim ve yönlendirmelerine bırakılacak kadar basit değildir.

Sonuç olarak

KİS zararlarını ve geniş toplumlar üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkilerini inceleyerek, istatistik bilgiler toplayacak ve bunları bilimsel yöntemler kullanarak değerlendirecek girişimleri desteklemek gerekir. Sağlıklı ve gerçekçi sonuçlara ulaştıktan sonra bu bilgileri yetkili kuruluş ve kişilere aktarıp toplumu bilgilendirmek gerekecektir. Böylece, toplumdan kaynaklanan ve alttan üste doğru gelişen bir baskı mekanizması sayesinde KİS’nın tüm ülkelerde yasaklanması ve halen mevcut olanların imha edilmesi mümkün olabilecektir. Arzulanan dünya barışının kalıcı olması için her düzeyde ve yetkide insanların bilgilendirilmesi hatta eğitilmesi gerekecektir. Bunu sağlamanın yolu da, her düzeyde ve görevde, sorumluk taşımaktan geçtiğini asla unutmamak gerekir.

Bu konu ile ilgili olarak UAEA’nın Genel Direktörü Mohamed El Baradei’in şu sözlerini aktarmak isterim [8]:

Uluslararası anlaşmazlıkları ve tehditleri çözüp giderebilmek için, hem politik cephede hem de uygulanan yöntemler konusunda çok yönlü liderlik girişimlerine gerek vardır. Güvenlik sağlayıcı tedbirler çevreyi ve insan haklarını korumayı, ülkelerin dengeli ve sürekli olarak kalkınmalarını ve Kitle İmha Silahlarının kontrol altında tutulmalarını içermelidir. Günümüzün küreselleşmiş olan dünyasında bu tedbirleri dengeli bir şekilde sağlamanın yolu, rekabet içinde olan güçlerin çıkarlarını çok yönlü bir ortaklık yaklaşımına yönlendirmekten geçer. Birleşmiş Milletler sözleşmesinde bulunan ve sağlanması ümit edilen karşılıklı ve ortak güven sistemi tümüyle uygulanır hale getirilememiştir. Bu amaca ulaşmak bizim başlangıç noktamız olmalıdır. 

-------******-------

Bu makale Düşünce Gündem dergisinin Ocak 2008, 38 sayısında yayınlanmıştır.




KAYNAKLAR

1. Douglas M. IAEA Bulletin, Mart 2005, sayfa 55
2. El Baradei M. ve Störe J.G. IAEA Bulletin, Eylül 2006, sayfa 16
3. Hooper R. IAEA Bulletin, Haziran 2003, sayfa 4.
4. Nuclear Power Reactors in The World, UAEA yayını, 2005
5. Beckwith J. ve Huang F., Nature Biotechnology, Aralık 2005, sayfa 1479.
6. Beckwith J. Making Genes, Making Waves, A Social Activist in Science
Harvard University Press, Cambridge, MA, 2002.
7. Weiner, C. Gene Therapy and Ethics 
Acta Universitatis Uppsaliensis, 1999.
8. El Baradei M., IAEA Bulletin, Mart 2005, sayfa35.
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages