PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'la yaptığımız ve iki gündür
yayınladığımız konuşmanın bugün son bölümünü yayınlıyoruz.
* * *
JİTEM devam ediyor mu?
JİTEM yok diyenler var. Bunu hâlâ söyleyebiliyorlar. Bir kere Jandarma
Genel Komutanlığı'nın 1994 yılı telefon rehberinde JİTEM yazılı ve
karşısında telefon numaraları var. JİTEM nasıl yokmuş? JİTEM'in maaş
bordroları var. Benim elimde 1992, 1993, 1994'ten bordrolar var.
JİTEM hâlâ devam ediyor mu diye sormuştum.
İsim değiştirebiliyorlar. Mesela bir ara isim değiştirdiler, Psikolojik
Harekât adı altında bir birim kurdular. JİTEM doğrudan Ankara'ya bağlı
bir birim. Jandarma istihbarat şubeleri gibi değil. Onlar, İstihbarat
Gruplar Komutanlığı'na ve oradan da Jandarma Genel Komutanlığı
İstihbarat Başkanlığı'na ve oradan da Jandarma Genel Komutanlığı'na
bağlılar. Bu çok şey fark ettiriyor.
Ne fark ediyor?
Bir alayın istihbarat şubesi Jandarma Alay Komutanı'na bağlıdır. Alay
Komutanı da Jandarma Genel Komutanlığı'na bağlıdır. Ama JİTEM öyle
değil. Onun özerk bir yapısı var. Diyarbakır'daki JİTEM komutanı
Ankara'daki Gruplar Komutanlığı diye bir birime karşı sorumluydu. Bu
yapılanma tarzı, sanki bazı riskleri ortadan kaldırmak içindi.
Ne gibi riskler bunlar?
JİTEM, Jandarma bünyesinde adeta bir paravan şirket gibi kurulmuş. Bu
işleri yapsın diye kurulmuş. Çünkü Jandarma Komutanlığı yaparsa gelecek
tepki farklıdır. JİTEM yaptı mı farklıdır. "Bunlar kanun dışına
çıkmışlar" deyip JİTEM'i feshedebilir ama Jandarma'yı feshedemez değil
mi? JİTEM'i ise fesheder, onun personelini dağıtır sonra başka
elemanlarla farklı bir isimle tekrar aynı yapıyı kurar.
Öyle mi oldu?
Evet.
Peki, Türkiye çapında kaç JİTEM personeli var?
Benim dönemimde üç yüz kadardı. İtirafçılar için de 27 kişilik kadro
ayrılmıştı. Ama bildiğim kadarıyla sekiz tanesi devlet memuru oldu.
Kimini temizlikçi, kimini işçi, kimini sivil memur olarak devlete
aldılar. Ama bir de gizli, seyyar çalıştırılanlar var tabii, onların
sayısını bilmiyorum.
JİTEM infazlar yaptı... Öldürmekten hoşlanan insanlar mı bunlar?
Zevk alan kişilerdi ve halen görevdeler. Bir komutan olarak üç genci diz
çöktürüp, kafalarına arkadan kurşun sıkıp öldürmek başka nasıl
açıklanabilir? Eğer zevk alınmıyorsa yapılmaz bu iş. Emrinde bir sürü
astsubay, uzman çavuş, memur var. Öldürmekten hoşlanmasa onlara
yaptırır. İnfazı kendisi yapmak zorunda değil ki.
JİTEM elemanıyken kendinizi dokunulmaz hissediyor muydunuz?
Tabii hissediyorduk. JİTEM bünyesindekiler kendini beğenmiş bir
havadaydı. "Ben istediğimi alırım, sorgularım, öldürürüm kimse bana
karışamaz" diyorlardı. Eeeee... Bunu yaparken hem kendi kurumunun
amirlerinden hem de dönemin hükümetinden, siyasetçilerinden sırt
alıyorlardı.
Nasıl yani?
Tansu Çiller, "bildiğiniz yolda devam edin, maddi manevi, hukuki ne
gerekiyorsa ben sizi destekleyeceğim, sizin arkanızdayım" diye söz
vermiş. Hasan Kondakçı Paşa anlatmış bunu. Bunu bir ülkenin başbakanı
söylerse JİTEM komutanı da tabii ki pervasızlaşır. Gider gençleri alır,
sorgular kafalarına kurşun sıkar... JİTEM kendini böyle bir yere
koymuştu ve böyle bir psikolojiye bürünmüştü.
Psikolojileri neydi?
"Ben en iyisini yapıyorum. Diğerleri yanlış yapıyor. Onların içinde
hainler var. Türkiye ancak benim girdiğim yoldan terör belasından
kurtulur. En iyisini asker ve askerin JİTEM bölümü yapar" diye
düşünüyorlardı. Onun için de MİT'e, Emniyet'e tepeden bakıyorlardı.
Yaptıkları hiçbir işten onları haberdar etmiyorlardı. Yoksa MİT ve
polisin dinleme ağı çok daha gelişmişti ve JİTEM'in yaptığı kirli işleri
biliyorlardı. Ama bir şey yapamıyorlardı.
Pis işler arasında uyuşturucu, silah var mıydı?
Vardı ama ben çok şükür o işlere bulaşmadım. Bu sistemde bazıları para
kazanmadı. Onlar mevki ve şöhretten zevk alıyorlardı. Çünkü büyük bir
güçtü bu. Yıllarca Güneydoğu'da çalışan Cem Ersever parasız pulsuz öldü.
Bizzat görmedim ama benim tahminim Yeşil'i ve itirafçıları bu işle
görevlendiren Veli Küçük'tü. Yeşil de, Veli Küçük de Cem Ersever'e cephe
almışlardı.
Paylaşamadıkları neydi?
Cem Ersever ölünce, Veli Küçük güç sahibi oldu. Normal bir Jandarma
birliğinin komutanı olsa da, Veli Küçük de aynı JİTEMvari yöntemleri
kullanıyordu, JİTEM sistemini komutan olarak bulunduğu yerlerde devam
ettiriyordu. Sapanca şeytan üçgenindeki infazlar hep JİTEM sisteminin
devamıydı. Veli Küçük JİTEM komutanı olmasa da, onun bulunduğu yerin
JİTEM timi bir şey yaparken ona danışmak, bildirmek, onayını almak
zorundaydı. Veya bazı operasyonları kendisi de emretmiş olabilir.
Deminki lafıma devam edeyim.
Evet...
JİTEM kendini kurumlarüstü ve dokunulmaz görüyordu. Diyarbakır JİTEM
Grup Komutanı Abdülkerim Kırca Diyarbakır'daki infazlarla ilgili olarak
16 yıl ifadeye çağrılamadı.
On bir sanıklı JİTEM davasında siz de yargılanıyorsunuz değil mi?
Evet... Davayı bir oraya, bir buraya atıyorlar. Zaman aşımına
uğratacaklar. Böylece infazlar da hasıraltı olup gidecek. Sadece birkaç
sivil memurla, yani itirafçıyla ve bir iki uzman çavuşla davayı
kapatacaklarını sanıyorlar. Bu insanlar o işleri kendi başlarına
yapmadılar ki. Amirlerin emri olmadan hiçbir memur ve ast böyle bir şey
yapamaz.
JİTEM'i kim kurdu?
Benim öğrendiğime göre 1986'da Hulusi Sayın, Hüseyin Kara, Arif Doğan,
Cem Ersever ve Aytekin Özen gibi komutanlar tarafından kuruldu. Ben
1990'da JİTEM'e girdim.
Veli Küçük yok mu o sırada?
Yok... Veli Küçük'ü ben Diyarbakır JİTEM'de gördüm. Sivil elbiselerle
dolaşıyordu.
JİTEM'e neden katıldınız siz?
Ben PKK'dan firar ettim. PKK beni yaşatmayacak endişesiyle yaşayamazdım.
JİTEM'e bir bakıma sığındım. Ama JİTEM'e sığındık diye, bizim örgütle
aramızdaki çelişkiyi kullanıp bizi tekrar tetikçi yapmanın vicdanla,
namusla, şerefle bir alakası var mı? Ben Kars'ta piyade olarak
askerliğimi yapıyordum. Beni Diyarbakır'da Jandarma'ya aldılar. JİTEM'in
varlığını orada öğrendim. Tamam... Askerliği bitirinceye kadar verilen
görevi yaparsın ama askerlik bittikten sonra...
Jandarma'da askerlik bittikten sonra ne oldu?
Bizi JİTEM'e sivil memur olarak aldılar. Ben Diyarbakır JİTEM'de her
türlü pis iş, iyi iş olmak üzere dokuz yıl görev yaptım. Terörist gibi
giydirilip dağlara da gönderildim. Necati Özgen Paşa'yla Barzani'nin
arasında masaya oturup onlara tercümanlık da yaptım. Zaho'daki
operasyonda kırk gün PKK'lıların telsiz konuşmalarını tercüme ettim.
Bunun için Bölge Komutanı Mehmet Çavdaroğlu'ndan takdir ve para ödülü
aldım.
Bütün bunlarla neyi anlatmak istiyorsunuz?
Ben Diyarbakır'da huzursuz oldum. Gördüklerimden ötürü psikolojim
bozuldu. Geçmişi sporcu olan bir insanım, madalyalı atletim. Hayatımda
içki içmezken içmeye başladım. Geceleri eve gelmemeye başladım. Aile
düzenim bozuldu. Defalarca başka yere tayinimi istedim. Dilekçeler
verdim. Hiçbiri kabul edilmedi. Tayinini istemek normal bir memurun
hakkıdır. Memuriyetimin sonuna kadar Diyarbakır'da kalmak zorunda mıyım?
Siz JİTEM'deki işinize memuriyet mi diyorsunuz? Bu bir kamuflaj değil mi
size göre? Cinayet işlemek ya da cinayetin işlenmesine katılmak, ortamı
sağlamak, işkence yapmak ya da işkence odalarında bulunmak memuriyet mi
sizce?
Değil. Bunun memuriyetle hiçbir alakası yok.
Peki, o zaman dilekçe verip tayin istemek, beni artık cinayet
işlemeyeceğim ya da cinayet işlenmesine gözcülük etmeyeceğim bir yere
tayin edin demek biraz saflık olmuyor mu?
İnsanın bir tahammül gücü var. Tahammül gücün bitiyor ve normal ve yasal
yola başvuruyorsun. 'Eğer benim statüm memuriyetse yeter artık, ben bu
ortamda kalmak istemiyorum' diyorsun. Ama tayinimi vermediler. Bir türlü
JİTEM'den ayrılamadım. Çok şey biliyor, ayrılırsa kontrol dışına çıkar,
başımıza bela açabilir diye düşündüler.
Ama sonunda ayrıldınız ve korktuğunuz başınıza gelmedi. Tasfiye
edilmediniz. Nasıl hayatta kaldınız? Sizi kim korudu?
Beni Burdur Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne sivil
memur olarak tayin ettiler. Giderken JİTEM Komutanı Cemal Temizöz beni
makamına çağırdı, "Burada gördüğün, duyduğun burada kalacak. Kod adın da
burada kalacak. Geçmişle ilgili hiç kimseyle konuşmayacaksın" dedi. Ben
de söz verdim.
Size niye güvendiler?
Çünkü gene bir askerîbirliğin içine gidiyorum. Gene aynı teşkilatın
içindeyim. İstedikleri an gene beni içeri alabilirler. Orada da
İstihbarat Şube'nin emrine verdiler zaten. Beni kontrol ediyorlardı hep.
Aslında benimle işleri bitti ve beni Burdur'a normal memur olarak onun
için gönderdiler. Mesela şimdi bana sözde itirafçı diyorlar. Peki, ben
PKK'dan ayrılıp geldiğimde bana itibar ediyordun. Ben o zaman sözde
değildim. Özdeydim. Benim ifadelerimi doğru kabul ettin ki, birçok
operasyon yaptın. Beni 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tâbi
tuttun, bölge komutanının kaldığı lojmanın bitişiğinde lojmanda
oturttun. Bölge vali yardımcısının komşusu yaptın. Elime her türlü
silahı verdin. Bana evimde silah, bomba bulundurma dahil her türlü
sınırsız imkânı sağladın bana. Bana bu işleri yaptırdın. Şimdi işin
bitti beni Burdur'a normal memur olarak gönderdin.
Bunun nesi kötü?
Ben 1990'dan 1999'a kadar dokuz yıl Diyarbakır'da JİTEM'de kalmışım.
Deşifre olmuşum, hedef olmuşum. Can güvenliğim yok. Diyarbakır'da
istediğim silahı taşımışım. İster ruhsatlı, ister ruhsatsız çifte
silahla dolaşmışım, evimde silah, bomba, kalaşnikof her türlü silahı
bulundurma imkânım var. Benimle işleri bitti Burdur'a Jandarma
İstihbarat'a gönderildim, çırılçıplak kaldım. Bıçak taşıma yetkim bile
yok. Gittim kendime Çekoslovak marka bir silah satın aldım. Taşıyamazsın
dediler, ucuza birine sattım. Bize ihtiyaçları kalmadı, biz deşifre
olduk, bazı şeyleri mırıldanmaya başladık, bu işlerine gelmez, bizi
kızağa aldılar. Albay Ali Yıldız beni denetleme niyetiyle iki kere
Burdur'a geldi.
Sizin döneminizde Burdur Jandarma Komutanlığı'nda hayvan hırsızlığı
suçlamasıyla sorgulanan köylülere işkence yapıldı. Köylüler siz de dahil
görevliler hakkında dava açtılar. Siz sonradan bir dilekçe vererek
köylülere işkence yapıldığını itiraf ettiniz. Köylülere niye işkence
yaptınız?
Emredildi ve yapıldı işkence. Hatta sorgu bitip de iş mahkemeye
gittikten sonra Alay Komutanı bize takdirname verdi. Çünkü hayvanlarının
çalındığını iddia eden MHP'li zengin bir aileydi. On beş köylüye
işkence, Alay Komutanı'nın bilgisi dahilinde, İstihbarat Şube Müdürü
yüzbaşının da emriyle yapıldı.
Emirle olunca işkence yapmamış mı oluyorsunuz?
Yapmazsanız dışlanırsınız. Kuruma ters düşmüş olursunuz. Bir kulp
takarlar ve başınıza bela getirirler. Savcı bana "Eğer sen şimdiden
basit hayvan hırsızlığında ifşaatlarda bulunuyorsan ve Jandarmayı
suçluyorsan, yarın bir gün daha büyük ifşaatlarda bulunabilirsin" dedi.
Zaten o zaman benim aklım başıma geldi.
Ne düşündünüz?
Anladım ki bu savcı da aynı şebekenin içinde. Nitekim bu olayda biz
alttakiler yargılandık, yüzbaşı ve komutan yargılanmadılar. Devletten
istifa ettim. Hâlâ lojmanda oturuyordum ve kontrolleri altındaydım.
Ailemin ısrarı üzerine memuriyete geri dönmek istedim. İki dilekçem de
kabul edilmedi. O zaman tam anladım ki kullanıldım ve benimle artık
işleri bitti ve çember daralıyor. Hatta Şemdinli olayının sanığı Ali
Kaya'yla...
Bu, dönemin genelkurmay başkanının "iyi çocuk" dediği astsubay değil mi?
Evet o. Mutkili Ali. Diyarbakır'dan tanışıyoruz. O Jandarma'da sorgulama
amirliğindeydi. Bana, "senin hakkında o kişi askerî tesislere
sokulmayacak. Hiçbir askerî personel onunla konuşmayacak diye yukarıdan
emir gelmiş" dedi, Ben durumu anladım. Ben de faili meçhul yapılacağım,
öldürüleceğim. Yurtdışına çıkma arayışına girdim
Yurtdışına nasıl kaçtınız?
Kaçmadım. 2003'te Aziz Turan kimliğimle pasaport aldım, çıktım. Rusya'ya
vize almak kolaydı Rusya'ya uçtum. Oradan İsveç'e geldim.
Yurtdışına çıkışta size PKK yardım etti mi?
Ben PKK demeyeyim. Resmen PKK derseniz olmaz. Özgür Gündem gazetesi
yardım etti bana. Yedi kişilik ailemin yurtdışına çıkması için 45 bin
dolar harcadı. Bu para, vize işlerini bazı devlet görevlileriyle
birlikte yapan bir şebekeye verildi. Bu parayı Özgür Gündem ödedi.
Niye ödedi?
Demek ki o esnada yurtdışına çıkmam onların da işine geliyordu.
Niye?
Dokuz yıl JİTEM'de çalıştığımı ve birçok şeye şahit olduğumu biliyorlar.
Bunları anlatmamı istediler. Ben enayi miyim içeride açıklayayım. Cem
Ersever açıklamaya kalktı ensesine sıkıldı. Dışarıda açıkladım, kitap
olarak yayınladılar. Bütün faili meçhullerin suçlusu benmişim gibi
gösterdiler. PKK'nın da benimle işi bitti.
Sizi burada kim koruyor şimdi?
Allah ve İsveç devletinin kanunları koruyor. PKK'nın buradaki
taraftarlarına o hainle hiç bir ilişki kurmayın diye emir vermişler.
Kürdüm diyenler bana selam vermiyor.
PKK'dan neden ayrıldınız?
Artık dayanamayacak bir noktaya gelmiştim. Mezra baskını yapılacak ve o
mezrada hiç kimse canlı bırakılmayacaktı. PKK'dan firar edip köylüye
haber verdim. Ayrıca çok arkadaşım infaz edildi benim. Kimse "benim
infazlardan haberim yok, görmedim" demesin. PKK'da uzun yıllar yer almış
herkes iç infazları bilir.
İç infaz nasıl yapılır?
Mesela Silvanlı Ramazan diye bir çocuk ajanlıkla suçlandı. Haftanin
kampında cezalandırıldı. Duran Kalkan hepimizi bir alana topladı ve
elleri arkadan zincirle bağlı arkadaşımızı karşımıza dikti. Bize
bastonuyla nutuk çekmeye başladı. Hepimizi ajite etti. Ben dahil herkes
o çocuğun ajan olduğuna inandık. Bize "Ajanların cezası nedir" diye
sordu. Hepimiz bağırdık "ölümdür". "Cezasını kim verecek?" Hepimiz el
kaldırdık. Bana dese 'gel sen infaz et', ben gidip infaz edecektim.
Zaten Duran Kalkan soracak da biri el kaldırmayacak.
Kaldırmazsa ne olur?
Onlara göre o zaman o da ajandır. Apo'nun kendi ağzından açıklaması var.
"PKK'nın başlangıcından bu yana on dört bin iç infaz var" dedi. Örgütün
icraatını, gidişatını, ideolojisini eleştirenler ajan ilan edilerek
infaz edildiler. İnfazları yapanlar, dört beş bin kişinin benim gibi
PKK'dan ayrılmasına, gidip devletin derinliklerinde kanundışı işlerde
ajan gibi çalıştırılmasına neden oldular. O dört, beş bin kişinin bir
kısmı tekrar PKK'ya döndü. Bir kısmı ise tarafsız kalmaya, normal bir
vatandaş gibi hayatını sürdürmeye çalıştı ama mümkün değil. PKK çoğunu
vurdu. Bunlar da iç infaz işte.
Abdullah Öcalan son avukat görüşmesinde sizin için "onun JİTEM'de
çalıştığını bana söylemişlerdi. Beni infaz etmesi için onu Şam'a
gönderdiler" demiş. Öcalan'ı öldürmeye Şam'a gittiniz mi?
1983'te askerden firar ettiğim dönemi kastediyor. Ben 1980 öncesinde
PKK'nın Nizip askerî alan sorumlusuydum. O sırada faşist dediğimiz altı
ülkücü genci öldürdüm, bombalar attım. Bu yüzden de askerden firar
ettim. Çünkü çember daralmaya başlamıştı. Kardeşim yakalandı ben de
yakalanabilirdim ve bu cinayetlerden hapis yatabilirdim. Bu yüzden
Kıbrıs'ta askerlik yaparken önce Rum kesimine gittim. Ben Almanya'ya
gitmek istiyordum. Ama beni Yunanistan'a gönderdiler.
Niye?
1980 darbesinden kaçan herkes oradaydı. Yunan İstihbaratı bana PKK,
Kürdistan hakkında sorular sordu ve beni Lavrion kampına gönderdiler.
Lavrion kampındayken Öcalan bana telefon edip beni Şam'a çağırdı. Yoksa
benim niyetim tekrar onun emrine girmek değildi. "Buraya gel" dedi.
Şam'a gittiniz mi?
Kendisi beni Şam'a çağırdı, gittim. Beni APO'ya 200 metre uzaklıktaki
bir eve yerleştirdiler. Beni ve arkadaşı yanına koruma alarak mahallede
gezintiye çıkardı. Bizim ikimizde tabanca vardı. İki buçuk ay orada
kaldım. Futbol oynamaya giderdik. Geceleri sohbet için beni çağırıyordu.
Baş başa oturup konuşuyorduk. Ajan olan birine nasıl güveniyorsun? O
anda seni imha edebilirim... Beni Şam'a kendisi çağırıyor, sonra da
ajanmış beni infaz etmek için gönderildi diyor. Sen beni yanına seni
infaz edeyim diye mi çağırıyorsun? Benim hakkımda bir kampanya başlatıldı.
Niye?
Albay intihar ediyor suçlusu ben gösteriliyorum. Apo, benim yaptığım
açıklamaların gerçek olmadığı şüphesini insanlarda yaratmak için bu
beyanatlarda bulunuyor. Halbuki benim JİTEM'de kalmamı isteyen
kendisidir. Havva ablasıyla bana haber gönderen, "orada kalsın,
çalışsın, istifa etmesin" diyen kendisidir.
Öcalan'ın ablası bu mesajı ne zaman getirdi?
Adana'nın Yakapınar köyünde benim ablam, amcam, teyzem oturuyor. Onun
Havva ablasıyla komşu. Ben Diyarbakır'dayken bayramda akraba ziyaretine
giderdim. Havva ablasıyla mecburen karşılaşıyoruz bayramlaşıyoruz. Bir
gün gene hal hatır sorarken JİTEM'den ayrılmak istediğimi söyledim.
"Böyle böyle şeyler oluyor, ben dayanamıyorum" falan dedim. "Ben
bildiririm ona" dedi. Ablası onunla görüşüyordu. Hatta anlattığına göre
beni Öcalan kendisi sormuş. O da "filan yerde çalışıyor fakat ayrılmak
istiyor" demiş. Öcalan da ona, "şimdilik orada kalsın, ayrılmasın" demiş.
Öcalan Şam'da sizden ne istedi?
Beni önce Lübnan'daki eğitim kamplarına gönderdi. Sonra da Kuzey
Irak'taki kamplara gittim. Böylece tekrar PKK militanı oldum. Apo benden
büyük devrimcilik beklediğini söylüyordu. Cemil Bayık'a gönderdiği
mektupta yazdı bunu. Sonra Öcalan'ı bir daha hiç görmedim. O zamanki
karısı Kesire Öcalan bizi havaalanına kadar götürdü. Kuzey Irak
kamplarında bulunan Duran Kalkan'a vermemiz için bize yüklü miktarda
döviz verdi.
Siz İsveç'e kaçtınız. Diğer itirafçılara ne oldu? Onlar ne yapıyorlar?
Devlette memurlukları devam ediyor. Diyarbakır'da her zaman uğradıkları
esnaflar vardı. Onlarla yaptığım telefon görüşmelerinde hiç birinin
Diyarbakır'da görülmediğini söylüyorlardı. Duyduğuma göre hepsinin
yerlerini değiştirmişler. Dağıtmışlar onları. Bazılarını askerlik
şubelerine vermişler. Zaten bunları ya atacaklar, ya öldürecekler, ya da
içlerinde tutup kontrol edecekler. Ben onların akıbetlerini iyi görmüyorum.
Neden?
Ergenekon davasında yaşananlardan ve benim bu açıklamalarımdan sonra
korkuya kapıldılar. Albay intihar etti. Diğerlerini de yaşatmazlar
bence. Benim gibi devlette memurluk yapmış olan itirafçıları
yaşatmazlar. Kullandılar ve işleri bitti onlarla. Şimdi harcayacaklar
onları. Çünkü çok şey biliyorlar ve bu işlerine gelmez. Bir cinayeti de
bilse, bir cinayet bir cinayettir ve insanı ipe götürür. Bunlar korkuya,
paniğe kapılmışlardır. Bana bu kadar saldırdıklarına göre o itirafçıları
da yaşatmayacaklardır.
Bir gün ülkenize dönebilecek misiniz?
Neyin ne olacağı belli değil. Fakat ben dönmek istemiyorum. Ben her şeye
herkese küstüm. Ülkeme de küstüm, kardeşlerime de, aileme de, herkese
küstüm. Ülkemi çok seviyorum ama bu pislikler temizlenmediği ve bu
olaylar sürdüğü sürece gitmek istemiyorum. Ben şimdi vicdani ve insani
görevimi yapıyorum. Ben bütün bunları anlatmayabilirdim. Bazıları gibi
kendimi gömebilirdim. Hayatım başka türlü olurdu. Ben bunları teptim,
her türlü tehlikeyi göze aldım.
Kendi insanlarınızı öldürdüğünüz için şimdi ne hissediyorsunuz?
Dünyada en kötü ruh hali hangisiyse ve dünyanın en ağır pişmanlığı neyse
onu hissediyorum. Kullanıldığımı hissediyorum.
Ergenekon davası için sizden bilgi istendi mi?
Hayır.
Tanıklık yapar mısınız bu davada?
Bir şartla yaparım. Tanıklığı, bulunduğum ülke İsveç'te yaparım.
Dünyanın garantisini verseler Türkiye'ye gitmem. Can güvenliğimi
sağlayamazlar. Çünkü bunlar ahtapotun kolları gibi her yere girmişler.
Ergenekon örgütü, yakalananlarla sınırlı bir şey değil. Bunların altları
var, üstleri var. Astın da astı, üstün de üstü var. Daha çok çıkacak bu
astlardan, bu üstlerden. Biz JİTEM'de gördük bu sistemi. Zaten JİTEM
Ergenekon'un bir parçasıdır."
Tuncay Guney sonrasi bu meczuplar iyi prim yapti sekerim. Seni de
sahnelerde gormek isteriz, iki gerdan kivirtip, insaalarda becerilme
hadiseni de beni JITEM ellemisti diye tatli tatli anlatip, 3 kurusa
yolunu bulursun artik. :-)
T.Güney daha piyasada yokken bunnar annatiyorlardi olm.
Ama T. Guney meshur oldu devlet televizyonuna bile roprtaj verdi sen
hala insaatlarda veriyon hehe :-)
Onun icin nefes nefese yazilarimin pesinde kosturuyon.
Ibne seniiiii :-)
Seni yazi manyagi yaptim, farkmadin bile :-)
Kim kimi...
muhahahhaaaa