- Benim bildiğim askerlikte her şey kurallar çerçevesinde cereyan eder.
Askerlik bünyesi içinde de mi
menfaat odakları var?
- Tabii efendim. Yasalarla her rütbenin miktarı tespit edilmiş. Misal,
tuğgenerallikten tümgeneralliğe
terfi eden 11-12'dir. Tümgenerallikten korgeneralliğe 5'tir.
Korgenerallikten orgeneralliğe terfi ya
2'dir ya 3'tür. Yani 4 yılda bir üç, diğer yıllar 2'dir. Şimdi 5
korgeneralsiniz. İkiniz terfi edecek. Bu
5 kişi birbiri arasında rekabete girer. Çünkü bunlardan 3'ü terfi
edemeyecek. Bunu Şura tespit eder.
Şura'da sicile bakıyorlar. 5'inin sicili de aynıysa, hepsi 100'se,
bazılarını ekarte etmek için bir zayıf
tarafını bulması lazım. İşte sizin aranızdan, ben, Ahmet, Mehmet
birbirimizin aleyhinde gizlice
mektup yazarız. Ben hayatımda da yazmadığımı namusum üzerine yemin
ederek söyleyeyim; ama
yazıldığını biliyorum.
- Bu mektuplar Şura'ya mı yazılır?
- Hayır efendim. Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, Genelkurmay Başkanı'na
yazılır.
- Sizin için ne yazılmıştı?
- Bilmiyorum. Şimdi ben devrenin hep başında giden bir insandım. Tuğ'u
da, kor'u da, or'u da
birincilikle oldum. Korgeneraldim Çorlu'da. Bir gün bana 106'ncı Piyade
Alay Komutanı Ersoy,
vedaya geldi. Şimdi ayrılmadıysa İş Bankası'nda güvenlik genel
sorumlusu. Biz de o yıl terfi
sırasındayız, orgeneral olacağız. "Komutanım, size bir şey
söyleyeceğim." dedi. "Siz çok çalışkan,
çok disiplinli, astını koruyan, üstüne saygılı ve birliğin yetişmesi
için bütün gayretinizi gösteren bir
insansınız. Ama 5'inci kol sizin aleyhinizde hareket ediyor." Şaşırdım.
Dedim ki Ersoy, niye, neyim
var? "Efendim" dedi. "Siz 5 kişisiniz. 2'si terfi edecek 3'ü etmeyecek.
O etmesi gereken kim
arzuluyorsa diğerlerinin aleyhinde kampanyaya girişiyor. En fazla da
sizin için girişiyorlar, haberiniz
olsun. Benden söylemesi." dedi.
- Bu güvenilir bir kişi mi yani?
- Benim alay komutanımdı. Aynen böyle söyledi: "Ne öğrendiysek sizin
zamanınızda öğrendik.
Bugün harp ihtimali olsa kolordu sizin için canını verir. Çünkü
eğitimliyiz biz iyi yetiştik. Ama
maalesef bu yetmiyor. Kıskançlıklar, çekememezlikler var."
- Bu 5'inci kol lafı nereden geliyor?
- İspanya iç harbi sırasında Franko kuvvetleri Madrid'e doğru
ilerliyor. Diyorlar ki "4 koldan işte
Franko ilerliyor." Franko diyor ki, "Hayır 4 koldan değil, 5 koldan
ilerliyor. 5'inci kol Madrid'in
içinde" diyor. Yani içten fethediyor Madrid'i. Ve 5'inci kol muvaffak
oldu. O sene ben terfi edemedim.
- 1993'te Doğan Güreş'in görev süresi uzatılarak emekli edilmiştiniz.
Sizi kim istememişti aslında?
- Onu bilemem. Nisan başlarındaydı. Doğan Güreş bana "Sen bu sene
Genelkurmay Başkanı
oluyorsun. Özal'la konuştum. Özal da böyle istiyor. Hükümet de böyle
istiyor. Hayırlı uğurlu olsun."
dedi. Bunu hanıma da eşi söyledi. Derken 17 Nisan'da Özal öldü. Ve
durum tamamen değişti.
- O günlerde sizin hiçbir şekilde Genelkurmay Başkanı olamayacağınız,
bunun nedeninin bir devlet
sırrı olduğu yazılmıştı. O devlet sırrı neydi?
- Devlet sırrı denmiyordu da başka bir tabir kullanılmıştı. Eğer devlet
sırrı çok gizli, kişiye özel
değilse açıklasınlar. Biz de cevap verme hakkına sahibiz.
- Bir de size "darbeci" demişti o günlerdi.
- Evet. Onu izah edeyim. Ben Sayın Cumhurbaşkanı'na da vedada anlattım.
Dedim ki bana böyle
söylüyorlar. Türkiye'de 100 bin subay astsubay varsa ihtilal yapacak,
ben 100 bininciden sonra
gelirim derdim. Yani Türkiye'de herkesin aklında olabilir veya
olmayabilir tenzih ederim. Ben
demokrasi aşığı, hukuka saygılı bir insanım. Gayri hukuki hiçbir
faaliyette de bulunmamışımdır.
- Neydi Doğan Güreş'le aranızdaki temel mesele?
- Ben akademide üstteğmenken Doğan Güreş benim talebemdi. O benden
büyüktür; ama. Doğan
Güreş'le 63 yılından 93 yılına kadar çok iyi münasebetlerimiz oldu.
Tabii benden ileri olduğu için.
Harp Akademisi'nde ben komutan yardımcısıydım. Komutanımdı o benim. Ben
kuvvet
komutanıydım, o Genelkurmay Başkanı'ydı. Dolayısıyla bir astlık üstlük
münasebetleri
çerçevesinde çok iyi diyaloğumuz vardı. Vakta ki Turgut Özal öldü.
Menfaatler karşı karşıya geldi.
Onun Genelkurmay Başkanlığı'nın uzaması söz konusu oldu. Buna rağmen
biz onunla çatışmadık.
- Bu konuyu hiç karşılıklı konuştunuz mu?
- Hayır. Her şey olup bitti veda ettik ayrıldık.
- Küs müsünüz şu anda?
- Evet. Ama ben Genelkurmay Başkanı olamadım diye değil. Bana şantaj
mektubu yazmalarından
dolayı. Gerçeği size söylüyorum. Doğan Güreş, Karadayı, Halis Burhan ve
de Vural Beyazıt'a
dargınım. Bu şantaj mektubunu hepsi ortak imzayla yazmışlar. O zaman
bir dergi bana sualler sordu
ve kötü bir cevap da yoktu. Ben silahlı kuvvetlerin içinden gelmiş bir
insanım. 50 yıl değil 100 yıl
da yaşasam içinden çıktığım müesseseye ihanet etmem. Dolayısıyla
içindekine de saygılıyımdır.
Terörle ilgili sordular. Bu 3-5 aylık iş değil. Bu uzun vadelidir
dedim.
- Şimdi bunu onlar da söylüyor.
- Ama o zamanki düşünce 3 ayda bitirilir düşüncesiydi. Belki oradan
bana kızdılar. Sonra ben sivil
bir insanım. Düşüncemi yansıtmakta hürüm. Bu Silahlı Kuvvetler'in
aleyhine olsa da hürüm; ama
aleyhine ben konuşmam. Ama bu 4 imzalı mektup geldi. İşte bir daha
konuşursan şöyle olur böyle
olur falan gibi. Ben de cevap verdim. Bu cevap ve onların yazdığı yazı
5-6 ay sonra bir gazetede
çıktı. Eğer bir yanlış düşünceye sahip olduğum kanaati varsa,
Genelkurmay Başkanı bana yazsa,
telefon etse, "Ya Fisunoğlu böyle şeyler yapma biz de üzülüyoruz" filan
dese saygıyla karşılarım.
Onun için ben bunları bir ömür affetmem. Vural Beyazıt, Halis Burhan,
Karadayı ki emrimde
çalışmış insanlardır veya talebemdir akademiden, Doğan Güreş'le beraber
çalışmış, beraber
eğlenmiş, beraber üzülmüş insanlarız. Bunların bana böyle bir
tehditvari mektup yazmalarını
affedemiyorum ve son derece kırgınım. Vasiyet ediyorum, sakın cenazeme
de gelmesinler. Bu
derecede kırgınım. Antiparantez bir şey söyleyeceğim. 2-3 ay evvel,
Karadayı, bir yakınına gidip
diyor ki, "Bu mektuba imza attığımdan dolayı son derece üzgünüm.
Komutandan özür dilerim." diyor.
- Siz ne dediniz?
- Ben de dedim ki, hayır basın kanalıyla bu iş ortaya çıktı. Basın
kanalıyla özür dilerse, onu
affedebilirim. Aksi takdirde bu ebedi devam eder.
Nuriye Akman
Sabah, 30 Aralık 1997
14 Haziran 1997'de bir darbe oldu olacakti. Allah cuntacilari birbirine
dusurunce kIClari uzerine tosladilar. Hem kendi aralarinda birbirine girdiler,
hem de askeriye icinde namuslu generallerin itirazlariyla karsilastilar,
cesaret edemeyip avuclarini yalamaktan baska bir sey kalmadi garibanlar icin.
Bundan sonra darbeciler sanslarina kussunler, kus uctu. Sansiniza kusun
darbecileri alkislayan darbeci zihniyetliler.
Fusunoglu'nun basindan gecen olay, bugun bircogunun basindan gecmektedir. Biz
saniyoruz ki generallerimiz vatani korumaktan uyku uyumuyorlar, heyhat,
birbirlerinin kuyusunu kazmaktan hizmete vakitleri kalmiyormus (hepsini
kasdetmiyoruz, cuntacilari kasdediyoruz)
S.M.Muftuoglu
>Bakin beyler, generalleriniz ne islerle ugrasiyorlar... Tehdit
>mektuplari bile yaziyorlar! ------------------
>Emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu: "Cenazeme de
>gelmesinler"
>
>...................................
>..................................
> Nuriye Akman
> Sabah, 30 Aralık 1997
Hey abdurrahman celebi
su yazida tek katkin , yazinin referansi , onu bile dogru durust
yazamamisin...neyse lakabina bakip affettik...
zaten , birak sen hangi gunde yasadigini , hangi ASIR da yasadigini
bile bilmiyorsun..
lutfu.