Her yerimiz ilaç ama her taraf hasta insanlarla dolu. Bu yaman
çelişkiyi konu edinen yeni bir kitap Batı tıbbının bizi iyileştirmek
istemediğini söylüyor. "Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar?"
kitabının yazarı Shane Ellison ...
"Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar?" kitabının yazarı Shane
Ellison ile tıp sisteminin karanlık dehlizlerinde dolaştık. Şaşırmaya
ve sinirlenmeye hazır olun.
İlaçlar hakkındaki düşüncelerinizi değiştirmeye hazır olun. Shane
Ellison, yeni kitabı "Batı Tıbbı Sağlığımızın Altını Nasıl Oyar?" ile
hepimizi çok şaşırtacak. Türkçe baskısını hayykitap'ın yaptığı eser
öyle kolay kolay duyamayacağımız gerçekleri dile getiriyor.
Ellison büyük ilaç şirketleri ve FDA arasındaki çıkar ilişkisinin
hepimizin sağlığına nasıl kastettiğini anlatıyor. Aslında yazar, bu
çarpık ilişkiyi anlatan birçok bilim adamından sadece biri. Tıp
dergilerinde ara sıra gündeme gelen bu konular, genelde dar bir
çevrede hap soluyor. Ellison'un kitabı bu yüzden önemli. Hepimizi
ilgilendiren konular, yalın bir dille, kafa karıştırmadan, herkesin
anlayabileceği şekilde aktarılıyor.
Bu söyleşiyi okuduktan sonra ilaçlara bakışınız değişecek. Sağlığınız
için veya bir sevdiğinizin sağlığı için bir şeyler yapmak
isteyeceksiniz.
Söyleşide ve kitapta sık sık adı geçen "FDA" Amerikan Gıda ve İlaç
Dairesi için kullanılıyor. Bu kurum, tanım olarak, Amerikalılara
sağlıklı yiyecekler yedirmek ve sağlıklı ilaçlar içirmekle yükümlü.
İlaçlar piyasaya çıkmadan önce yıllarca deneyler yapılıyor, sonra
bunların sonuçları FDA'ya sunuluyor. Kurum ilacın güvenli ve etkin
olduğunu onaylarsa piyasaya sürülüyor. FDA'nın verdiği kararlar
aslında tüm dünyayı ilgilendiriyor. Onaylanan ilaçlar diğer ülkelere
de genellikle giriyor.
Şimdi gelelim Shane Ellison ile yaptığımız söyleşiye...
Biraz kendinizden söz eder misiniz? Bildiğim kadarıyla büyük bir ilaç
şirketinde çalışıyordunuz. Şirkette yaşadıklarınız nedeniyle istifa
ettiniz ve gördüklerinizin bir kısmını kitaplarınızda yazdınız.
Ben ilaç üretimi konusunda uzmanlaşmış bir kimyagerim. Biyoloji ve
kimya eğitimi gördüm. Kuzey Arizona Üniversitesi'nde organik kimya
master'ı yaptım.
Mezun olduktan sonra Eli Lilly için Tamoxifen türevleri üretmeye
çalışan Array Biopharma şirketine girdim. Tamoxifen kadınlarda ciddi
yan etkilere neden olduğundan Eli Lilly bu ilacı yeni bir kimyasal
akrabasıyla değiştirmek istiyordu.
Denemelerimizde başarı sağlayamadık. Tehlikesinin çok bariz bir
şekilde bilinmesine rağmen Tamoxifen satışları devam etti. O sırada
fark ettim ki, Eli Lilly Tamoxifen reklâmlarında ilacın kanser
riskini
düşürebileceğini yazıyor. Bu, biyokimyagerlerin laboratuarda
bulduklarının ve raporladıklarının tam tersiydi. Bu çelişki sağlık
efsanelerinin üzerine eğilmeme vesile oldu. Sonuçta, kurumsal ilaç
üretimi işimden istifa ettim.
Sizinle aynı hisleri paylaşan başka mesai arkadaşlarınız var mıydı?
Evet, diğer arkadaşlarım da benzer hisler yaşadılar ve benimle
paylaştılar. Fakat çoğu bilim adamı bu ilaç üretimi tuzağından
kurtulmanın zor olduğunu düşünüyor. Çünkü, ya uzun vadeli ev
borçlarını ödemek zorundalar, ya da eninde sonunda bu sektörle
bağlantılı bir iş yapmak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Bu nedenle
çoğu, fikirlerini kendine saklamayı tercih ediyor.
Ayrıca, ilaç endüstrisinde statükonun zıddına hareket etmek hayatınızı
bayağı zorlaştırabilir. Bu tür bir harekette bulunmak bir bilim
adamının kariyerini ilelebet karartabilir. Buna en iyi örnek olarak
FDA'nın içinde olup bitenleri ifşa eden Dr. David Graham'ı
gösterebiliriz. Graham FDA'yı Vioxx'un tehlikelerine karşı uyardı.
Ardından işyerinde tehditler aldı, düşmanca davranışlarla karşılaştı,
gözdağı vermeye çalıştılar.
Bir ilaç şirketinde çalışıp da belirli bir ilacın güvenli ve etkin
olmadığını söyleyenler de aynı muameleyle karşılaşabilir.
Şu anda özgür konuşabiliyor musunuz?
Kurumsal şirketlerle artık bir bağlantım yok. Gayet özgür bir biçimde
konuşabiliyorum. Bu yüzden kitaplarım diğer sağlık kitaplarıyla
karşılaştırılınca daha içten görünüyor.
FDA ile büyük ilaç şirketleri arasında nasıl bir ilişki var?
FDA bünyesinde çalışan üst düzey bilim adamlarının ilaç şirketleri ile
maddi bağlantıları var, özellikle de inceleyecekleri ilaçlarla ilgili.
Çoğunlukla ilaç şirketlerinin hisse senetlerine sahipler. Bu tür
menfaat ilişkileri toplumdan gizleniyor. Ve maalesef, bu kirli
ilişkilere izin verilince de, ilaç şirketlerinin her dediği oluyor.
Washington Times gazetesinin de yazdığı gibi, birçok bilim adamına
ilacın güvenliği, etkinliği, kalitesi ile ilgili şüpheleri olsa da
ilacı üretmesi veya onaylaması için baskı yapılıyor. Bu, senelerdir
süre giden bir gerçek... Bunun sonuçları feci oldu; olmaya da devam
edecek.
Sizce ilaç şirketlerindeki üst düzey yöneticilerin hastalıkları tedavi
etmek gibi bir gayeleri var mı?
Hayır. İlaç üretimi hastalıkların semptomlarını (belirtilerini)
tanımlamaya ve sonra da bu belirtileri ortadan kaldıracak bir molekül
sentezlemeye dayanıyor. Bu moleküller ise, bitkilerden veya diğer
doğal kaynaklardan elde ediliyor, yani doğa kopyalanıyor. Maalesef
doğal yapıları değiştirilmiş olduğu için kan dolaşımına çok hızlı
girebiliyor ve riskli olabiliyorlar. Bu kopyalar aynı zamanda toksin
çünkü vücudumuz bunlara doğal maddeler gözüyle bakmıyor.
Tekrarlayacak olursak, hastalığın "sebeplerini" umursamıyorlar. İlaç
şirketi iş modeli "sürdürülebilirlik" üzerine kuruludur. Hastalığın
sebebini ve bunun dermanını bulmaktansa, hastaların sadece hayatlarını
sürdürmesi sağlanır. Herhangi bir hastalığa derman olabilecek tek bir
reçeteli ilaç bulamazsanız.
Hastalıkları iyileştirmek, ilaç şirketlerine iş modeli olarak pek
karlı gelmez, sadece hastalıkların belirtilerini yok ederler. İlaç
endüstrisi, sadece "hasta insanlardan" para kazanabilir. Hatta sağlık
sigortası olan hasta insanlardan dersek daha doğru olur.
Bu iş modeli ilaç şirketlerine büyük kâr getirir ve insanların
kendilerine bağımlılığını garanti altına alırlar. İnsanların bu
bağımlılığı sayesinde ilaç reklâmlarının, ilaç deneylerinin,
üniversite araştırmalarının, hükümete yaptıkları lobi faaliyetlerinin
ve "hayalet yazarların" parasını öderler. Bu stratejilerin hepsi
birden hem toplumun, hem de hekimlerin gözünü boyamak için kullanılır.
Ölümcül sağlık efsanelerinin çıktığı noktalar işte bunlar. Bu
efsanelerden bazıları "kolesterolün kalp hastalıklarına sebep olması,
insülinin diyabet için yegâne tedavi olması ve Afrikalı insanların
AİDS'ten ölmeleri".
Sahtekâr bilim ve "hayalet yazarlar" aracılığıyla, hem toplumu, hem de
tıp dünyasından birçok saygın uzmanı bu efsanelerin kurbanı haline
getirdiler (Hayalet yazarlık: İlaç şirketlerinin, ilaçları hakkında
olumlu makaleler hazırlayıp, para karşılığı saygın bilim adamlarının
imzalarıyla yayınlatmaları).
Karlarını daha da artırmak için ilaç şirketleri hastalık da icat eder,
ardından bu yeni hastalığa çare olarak sundukları ilaçlarını
pazarlarlar.
Siz hastalık icat etmek gibi bir şey söyleyince çoğu okuyucumuz "yok,
bu kadar da olmaz artık" diyecektir. Hastalık yoksa şirketler nasıl
icat edebilir ki?
Hastalık icat etme fikri sanki bir komplo teorisiymiş gibi
algılanmasın. Kötü alışkanlıklar nedeniyle zaten oluşan
rahatsızlıkları bulup, bunları bir hastalık olarak etiketlemekten
ibaret bir iş aslında.
Mesela, adet öncesi her kadının yaşadığı sıradan gerginliklere
"premenstrüel sendrom" diye bir isim takarsınız. Bunun bir ruh
hastalığı olduğunu iddia edersiniz. Ve arkasından, bu sözde "ruh
hastalığını" tedavi edecek yeni anti-depresanınızın reklâmını
yaparsınız. Mekanizma bu kadar basit. Veya kellik, menopoz gibi
hayatın doğal akışında gerçekleşen olayları topluma bir hastalıkmış
gibi yansıtırsınız. Hastalık icat etmek derken bunları kastediyorum.
Belki duymuşsunuzdur, yakında köpeklere de anti-depresan yazacaklar!
Aslında, hastalık denen çoğu şey yaşam biçimimizi değiştirerek
düzeltilebilir. Bu nedenle, alışkanlıkların hastalıklara sebep
olabileceğini veya hastalıkları düzeltebileceğini devamlı
vurguluyorum. Bizi ilaçlar değil, kötü alışkanlıklarımızı değiştirmek
iyileştiriyor. Hayatımızdaki en iyi alışkanlık ise, ilaç endüstrisinin
ürettiği tüm ilaçlardan uzak durma olabilir.
Bu ilaçların nelere sebep olduğuna kitabımda da yer verdim. İnsanların
sağlığına en çok zarar veren şeyler ilaçlar ve çocuk-yetişkin herkesi
ilaç bağımlısı olmaya zorlayan doktorlardır.
Ama hastalıkları tedavi eden ilaçlar da var. Mesela antibiyotikler...
Evet, antibiyotikler enfeksiyonları tedavi eder. Bu hemen hemen doğru.
Antibiyotikler kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar. Fakat
antibiyotik kullanımı başka enfeksiyonlara sebep olur. Uzun vadede,
insan eliyle üretilmiş olan antibiyotikler daha güçlü ve daha ölümcül
bakterilerin üreyebileceği bir ortam oluşturur. Bu durumda, buna
tedavi demenin imkânı yoktur. Kaldı ki, geleneksel Çin tıbbı, binlerce
yıldır bakteri ve virüs kaynaklı enfeksiyonları başarıyla ve çok ucuz
yöntemlerle zaten tedavi ediyor.
ALINTI : iyi
bilgi.com