Rahmet Ayından Bereketler: 10-ORUCU ANCAK ALLAH SORAR |

| Oruçla İlgili Osmanlılardan Bir Nükte.
Osmanlılar zamanında Haşmet Baba adında haramdan sakınan, sözünü sakınmayan, hikmet ehli bir zat yaşardı.
Koca Ragıp Paşa, Haşmet Baba’yı da yanına alarak, tebaasındakilerin çarşı-pazar defterlerini kontrole gider.Paşa’nın her ramazan yaptığı bu gizli işini sadece Haşmet Baba bilirdi. Ragıp Paşa bir manava girip: “Selamün Aleyküm. Veresiye defteriniz var mı?” diye sorar.
“Vardır” cevabını alınca, o defterde ne kadar borç varsa öder. Esnaf da, Paşa’nın huyunu bilip, gizlilik tembihine uyar. Borcu ödenenler, Allah’a hamdü senâ ederler. Nüktedan Ragıp Paşa işi bitince Haşmet Baba’ya takılmadan edemez.
“Bre Haşmet ölümü düşünürüm. Kabir taşıma ne yazdırayım?” Haşmet Baba: “Dün altımda olanlar, bugün üstümde”diye yazdır Paşam! der. “Hoş bir cevap verdin, Haşmet. Söyle bakalım senin de borcun var mı?” der, Ragıp Paşa.
“Vardır elbet. Mahalle bakkalına beş yüz kuruş. Kasaba bin kuruş...” “Sana kul borcunu değil, orucu sordum yahu!...” Haşmet Baba cevap verir: “Siz sadece kul borcunu sorarsınız. ORUCU ANCAK YÜCE ALLAH SORAR.” |
Rahmet Ayından Bereketler: 11-İLK ORUÇ |

| Unutulmayan Bir İlk Oruç Hikâyesi...
Hemen hemen her mevsimin Ramazan’ını yaşamış biri olarak, çocukluğumun “oruç ayları” hâtıra kutumda müstesna bir yer tutar…
Zihnimdeki en eski Ramazanı, iftar vakitleri yağan lapa lapa karla hatırlıyorum… Az ışıklı odalarda sofralar kurulurdu… Yemekten bir süre sonra teravih namazına giderdik. Kaymaklar da beş kuruştu… Şimdi güzeller güzeli iki yeğenime annelik yapan tek kız kardeşimin doğumu, bir Ramazan gecesi, teravih sonrasına denk gelmişti. Babamın bana bu güzel haberi muştulamasından sonra, o güne kadar çok az gördüğüm iki buçuk lirayı avucuma sıkıştırmasını hatırlıyorum… Sonra o paranın, sokaktaki diğer çocuklarla birlikte nasıl da tozunu attırdığımızı, birer büyülü evlermiş gibi o eski dükkânların çocuk ruhumuza, işleyen varlıklarını bugün bile onlardan geriye kalanların önünden geçerken hissederim…
Koca Halam o gün beni iftara çağırmıştı. Hem de özel olarak… Osman Enişte de, en sevdiğim tatlıyı yani ekmek kadayıfını yapacaktı… Bu benim ilk iftarımdı. O gün ilk kez oruç tutuyordum… Oruç, ilk günlerde biraz zor gelse de; sonradan alıştığım ve sevdiğim bir ibadet oldu. Şimdi bu yazıyı okuyanlar arasında oruçlu olanlar varsa kusuruma bakmasınlar, şu ekmek kadayıfından bahsetmeden geçemeyeceğim…
Osman Enişte çok mahir bir adamdı. Her iş gelirdi elinden… Koca tepsinin ortasında minnacık gibi duran ekmek kadayıfı üzerine, hafif hafif dökülen şerbetin tesiri ile şişer kabarır ve tepsiyi silme doldururdu. Doğrusu bu şerbet dökme işlemi sırasında içimden “Böyle minnacık kalırsa kime yeter?” diye geçirdiğim olurdu… Tatlı, kaynar şerbetin etkisiyle şişer, kabarırdı. O demde yanık bir şerbet kokusu burun deliklerimden içeriye girer, âdeta ciğerime işlerdi… Sonra bütün tepsiyi silme dolduran yumuşacık kadayıf, biraz soğuması için korunaklı serince bir yere bırakılırdı.
Ramazan’da vakit, bir türlü geçmek bilmez. Zaman, dolu dolu yaşanır. Bizi bekleyen ve bizim beklediğimiz vakitlere bir sahur ve bir de iftar ilave olunur… Gecesiyle gündüzüyle, Ramazan günleri, yudum yudum, nefes nefes, adım adım yaşanır… Büyük Hala’da iftar edeceğim o ilk oruç günü de, zaman bir hayli ağır geçmişti. Belimdeki kemeri, her saat başı bir delik öteye çekiştiriyordum. Sonunda delikler tükendi. Belim mi incelmişti yoksa açlıktan midem sırtıma yapışmıştı da böyle mi olmuştu anlayamadım…
Oruç çetin ibadettir. Ama zorluk artıkça kul olmanın tadı da kalplerde artar.
Hala’nın evine vardığımda beni ilk bahçedeki meyve ağaçları karşıladı. Mevsim kış demiştim ya, kala kala, bir mübarek armut kalmıştı… Niye mübarek demeyin. İftara bu kadar yaklaşmışken, cümle nimetler, insanın gözünde mübarek olur… Yani, yenilip yutulacak bir şeyden çok, bir nimet bir ikram gibi… İster ekmek kadayıfı, ister bir acı soğan olsun, o günden bu güne dek, ben hiçbir sofrada iftar sofralarındakinden daha tatlı bir lokma yemedim…
“Eee tabi o kadar acıktıktan sonra ne yersen tatlı gelir” diyerek işin içinden sıyrılamayız… Diğer zamanlarda da çok acıkıp, çok mükellef sofralara oturmuşluğumuz vardır… Ama yok! İftar sofrasındaki tad, başka sofralarda bulunmaz. Çünkü Allah için aç kalanlar, yine Allah için doyurulur… Nimetler, hiçbir sofrada, iftar sofrasındaki kadar, onları veren Nimet Sahibi’nin adı anılarak yenemez… Çünkü O’nun emriyle aç kaldığımız gibi, yineO’nun emriyle oturmuşuzdur, iftar sofralarına…
Öğleye kadar tutup, öğleden sonra, bir liraya Babaanneme sattığım, o çocuk oruçlarından sonra, Koca Halam’da açtığım bu ilk gerçek oruç, benim için çocukluğun geride bırakıldığını gösteren, işaret taşlarından biri olmuştu…
Şu hafızanın cömertliğine bakın. Onca yıl sonra bu satırları yazarken, iftar sofrasındaki pidenin, çorbanın ekmek kadayıfının kokusunu duyar gibi oluyorum… Vakit geldi. Sofranın başına on dakika kadar önceden dizilmiştik.
Su, aziz su… Gözüm ondan başkasını görmüyor. Dakikalar art, arda dizilip geçti… Top gümbürtüsüyle birlikte Ezan-ı Muhammedî bir kış akşamının, bir Ramazan iftarının haberini, çisil çisil yağan yağmurlar gibi üzerimize saçtı.
BİSMİLLAH SU… BİSMİLLAH PİDE… BİSMİLLAH EKMEK KADAYIFI... |
Rahmet Ayından Bereketler: 12-ÇOCUKLUKTAKİ ORUCUN ZEVKİ |

| “Hep Birlikte, Çocukluğunuzdaki Ramazanlara Dönmek İster Misiniz?
Çocukluk bir başkadır… Teravih, sahur, iftar hatıraları ise bambaşka…
Siz hiç, kıyamadıklarından dolayı oruç tutmanıza izin vermeyen büyüklerinize küsüp, sessiz sessiz ağladınız mı?… Bu küskünlüğünüz; “Hadi kerata bu gün oruç tutabilirsin” dediğinde, dünyalar sizin olmuş gibi sevindiniz mi?… Sizin de pehlivan gibi, Tahir Dayınız var mıydı?.. İki koltuk altınızdan tutup; “Vay benim aslan yeğenim büyümüş de oruç tutmuş” diyerek, tavana fırlatıp, sonra yakalayarak candan sarıldı mı?...
Sahi, sizin Bakkal Veysel dedeniz var mıydı?... Hani o pamuk gibi sakallı, hep gülen gözleri olan dedeniz… “Senin benzin solmuş... Anlaşılan oruçsun… Al şu kırmızı lokumlar benden sana iftarlık... Yiyince yine yanakların al al olur” diyen o hep güzel kokular sürünmüş, gül kokan dedeniz?...
Ya Avucunuza, kendi el yapımı pestili tutuşturup, bir iki de ceviz bırakan, “Cevizle pestil iftardan sonra iyi gider”diyen, Zarife yengeniz...
Hep, kandil günlerinde, bayramlarda buruşuk ama yumuşak elini öptüğünüz Cahide ninenizi hatırlıyor musunuz?... Hani siz elini öptükten sonra, para cüzdanını çıkarıp, fermuarını titreyen elleriyle açıp size yirmi beş kuruşlar, bir liralar veren nineniz?...
Size sırf oruçlu olduğunuz için kaymaklı kadayıf yapanNahide ablanız, kuşlu pantolonu bayrama yetiştirmeye çabalayan Nadire ablanız…
Ve eline her geçeni, canı istediği halde kendisi yemeyip size veren Fatma ablanız var mıydı?...
Mahalle caminizin minaresinden, Müezzin Fahri Amca, size el sallayıp, “Bak işte minareye çıktım... Topa beş dakika var” müjdesini verir miydi?...
Kapınızın önünden boz eşeğine binip giderken duran, “Topu böyle sabırsızlıkla beklediğine göre, sen oruç olmalısın... Eşekler, oruçlu olanları taşımaktan zevk alır” diyen yüz yirmi kiloluk Mahmut Amcanız, kendisi eşekten inip de, sizi bindirdi mi hiç?...
Öğleden sonraları evinize gelen nur yüzlü komşularınızın, annenizin okuduğu mukabeleyi ve sohbetini takip ettikleri huzur iklimini içinize çektiniz mi hiç?...
Hüseyin Amcanız yanınıza gelip, “Bizim için dua et… Oruçlu çocukların bütün duası kabul olur...” diye sizden yardım istedi mi?...
O zaman Allah’ın gönlünüze sığdığını, size çok yakın olduğunu, sizi çok sevdiğini hissettiniz mi?... İçinizden;“Ben de Seni seviyorum, Güzel Allah’ım” diyerek haykırmak geçti mi?...
Karşıda ki kaleden top atılır atılmaz eve doğru koşarken ayağınız bir taşa takılıp, dizinizi acıttınız mı?... Bütün bir aile başınıza birikip, acıyan yerinizi öptüler mi?... Bütün suçu, sizi görmemek olan, ayağınıza takılan taşa olmadık sözleri söylemediler mi?... Siz sevilmenin ne kadar güzel bir duygu olduğunu; sevginin, bir gün boyu suya hasretken ona kavuşmaktan bile güzel olduğunu öğrendiniz mi?... Sevgi tohumu içinize bire, milyon verecek berekette ekildi mi?...
Bütün bir aile bekleyip, önce senin orucunu açmanı seyretti mi?...
Ekmeğin ne kadar güzel koktuğunu, zeytinin ne kadar lezzetli geldiğini, suyun ne kadar değerli olduğunu fark ettiniz mi?...
Ve bir an hüzünlenip, sofrasında bol nimet bulamayanları düşünüp, boğazınızda lokmalar düğümlenirken; niçin durgunlaştığını soran annenize;…
“Ali’ler’in sofrasında bunlardan yok” dediğinizde; "Var yavrum... Aynısından onlara da verdik" cevabını aldınız mı?... Sevinçten uçup, merhametini yalnızca size verip tüketmeyen, komşularınızı da gözeten annenize sarıldınız mı?...
Ve siz hiç, çocukken oruç tutmanın zevkini tattınız mı?... Mutlaka tatmışsınızdır... Benim çocukluğumun ilk orucu o kadar güzeldi ki?...
Ben yine çocuk olmak istiyorum... BEN O İLK ORUCUMU İSTİYORUM... |
|
| |
|
| Sunumlarımız hakkındaki görüş ve önerileriniz bizim için çok önemli. Lütfen bize yazınız. Hata ve eksiklerimizi bildiriniz. Hatalarımızı düzelterek tekrar yayınlayalım. Dualarınızı esirgemeyiniz... Selam Ve Dua İle...
--- Biz; kendimizi bıraktığımız zaman, Sen; bizi bırakma yâ Rab... ---
Salih TEKİN
Ankara İlahiyat 1981 Denizli DKAB Platformu
|
|