--
- - - - - - - - - - - - - - - -
İnsan, insan gibi, insan olarak hür olmasını bilmezse, hür
olamazsa, o zaman kurtlar, kuşlar gibi hür sanır kendini.
~Aziz Nesin( 1915 - 1995 )~
- - - - - - - - - - - - - - - -
DOĞA YASALARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER -5-
~Bilimsel determinizm (yasaların belirleyiciliği, zorlayıcılığı)
sadece bilimin değil felsefenin ve teolojinin de ilgisini çeken
bir konudur. Çünkü eğer bu sav doğru ise, ahlak anlayışımız ve
özgür irade gibi konularda ciddi anlamda sorgulamalar yapmamız
gerekecektir. Bilinç ve özgür irade sorunu gerçekten de
anlaşılması, yorumlanması en zor konulardan biridir. İnsan,
davranışlarını kendi benliğinin ve özgür iradenin yönetiminde,
bazı toplum, ahlak ve din yasalarına uyarak mı belirler, yoksa hiç
farkında bile olmadığı doğa mekanizmalarının etkisinde mi
yönlendirilir? Bizler bir şeyleri tercih ettiğimizi zannederken,
gerçekten de bilinçli bir tercih mi yapmaktayız? Dahası, bilinç
nedir? Bu konu günümüzde pek çok bilimin ilgi alanına girmiştir.
Bilgi yönetimi, paralel zeka, genel nöroloji, bilişsel nöroloji,
nöro-psikoloji, genel psikoloji ve bilinçaltı çalışmaları gibi.
Ortada farklı kuramlar ve sorular bulunmaktadır. Örneğin, bilişsel
tayfın fizyolojisi veya fenomenal hislerin nöral temelleri gibi.
Fizik biliminin, yakın uzayda (Newton fiziğinin kullanıldığı
Dünyasal uzay-zaman algılamında) geçerli olan yasalarına göre ise
bilimsel determinizm bir gerçektir. Evrende, geçmişte
gerçekleşmiş, şu anda gerçekleşen ve gelecekte gerçekleşecek
olaylar bilimsel yasalarla belirlenmiştir ve bu olayların
gerçekleşmeleri zorunludur. Bu, çok iddialı bir görüş gibi görünse
de sakın hafife almayın, bu sayede Ay ve Güneş tutulmaları,
kuyruklu yıldız geçiş zamanları vb kesinlikle öngörülebilir.
Fakat, tüm evren söz konusu olduğunda, mesela işin içine atomlar
girmeye başladığında bilimsel determinizmden emin olunamaz veya
farklı yorumlar getirmek gerekebilir. Konuyu fazla dağıtmadan,
kitaptan alıntı ile devam ediyorum.
Bilimsel determinizmi ilk kez ve açık bir biçimde ortaya koyan
ismin Laplace olduğu kabul edilir. Evrenin belirli bir zamandaki
verili durumunda, eksiksiz bir yasalar dizisi onun hem geleceğini,
hem de geçmişini tam olarak belirleyebilir. Bu durum, mucize
olasılığını veya Tanrı’nın oynayacağı etkin bir rolü dışlar.
Laplace’nin formüle ettiği bilimsel determinizm, doğa yasalarında
bir istisna (örneğin mucize) olup olmadığı sorusuna bilim
insanının verdiği yanıttır. Aslında bu, bütün çağdaş bilim için
temel bir dayanak ve bu kitabın başından sonuna kadar önemini
koruyacak bir ilkedir. Bilimsel bir yasa, sadece doğaüstü bir
varlığın müdahale etmemeye karar verdiği durumlarda geçerli
olacaksa, o zaman bir yasa değildir. Bunu fark eden Napoleon,
Laplace’e Tanrı’nın bu resmin neresinde olduğunu sorar.
Laplace’nin yanıtı Efendim, o varsayıma ihtiyacım olmadı
şeklindedir.
Diferansiyel denklemler üzerine çalışmaları ile tanınan
matematikçi ve gökbilimci Pierre Simon Laplace, (1749-1827)
denebilir ki bilimsel determinizmi en uç noktaya taşımış ve
bilimsel kuramlardan Tanrı faktörünü tamamen çıkarmıştır.
İmparatora anlattığı evren modelinde kendisine Tanrı’nın o modelde
nerde olduğu sorulduğunda meşhur cevabını vermiştir: Sire, je
n’avais pas besoin de cette hypothèse-là. (Efendim, böyle bir
hipoteze ihtiyacım olmadı!) Görüldüğü gibi, Tanrı fikri artık bir
hipotez olmaya başlamıştır; üstelik bazılarına göre, gereksiz bir
hipotez. Ben, bilimsel determinizm konusunda Laplace’in çok
genellemeci davrandığını düşünmekteyim. Fakat, bilimsel kuramlara
Tanrı’nın, herhangi bir dini inancın katılmaması gerektiğini kabul
ederim. Hatta, kuramı geliştiren kişi dindar bir insan olsa dahi.
Dini inançların sonu gelmez. Bunları bilimin disiplini ile
harmanlamak acaba ne derece doğrudur? Somut bir örnek vermek
isterim. Çeşitli hastanelerde başhekim olarak da görev yapan
merhum Dr. Haluk Nurbaki kanser ve radyoloji alanındaki
çalışmaları ile ünlenmiştir. Kendisinin meslekî kariyerine ve
bilgisine elbette saygı duyarım. Fakat, bazılarını okuduğum İnsan
Bilinmezi, Tek Nur, Sonsuz Nur gibi çalışmalarında dini inançları
ile bilimi bence çok keyfi olarak karıştırmış ve gereğinden fazla
iddialı konuşmuştur. Mesela bir kitabında, bir insan ölürken, tam
ölüm anında şeytanın ona göründüğünü ve yüzündeki maskeyi
çıkararak insana attığı kazığı açıkladığını yazmıştır. Bunu neye
dayanarak öne sürmektedir? Böyle bir fenomen gerçekten
gözlemlenmiş midir? Farklı dinlerdekilerin durumu ne olacaktır?
Şeytan diye bir şeyin varlığı konusunda somut bulgulara rastlanmış
mıdır? Eğer böyle bir durum yoksa, neye dayanarak bunu bir
gerçeklik olarak okuyucusuna aktarmaktadır?
Bu iddiasını bir bilimsel makale haline getirip meslekdaşları
arasında yayınlayabilir mi? Veya bir uluslararası bilimsel makale
olarak yayınlayabilir mi?
Söylememe gerek yok ki, bu tarz kitaplar iyi para
kazandırmaktadırlar. (Bilim kurguyu hariç tutuyorum. Bilim kurgu
edebiyatın/sinemanın bir dalıdır ve belli gerçekliklere dayanarak
geleceğe yönelik düşünceleri sanat çerçevesi içinde aktarır.)
İnsanlar her zaman bilinmeyeni merak ederler ve bazı insanlar
doğrudan bilimin kendisine müracat etmek yerine, bu tarz kitaplara
rağbet etmektedirler. Aslında, birer düşünce deneyi olarak
hiçbirine itirazım yok. Fakat, bilim ile dinsel inançların keyfî
bir şekilde karıştırıldığı kitaplar piyasada çok iddialı
başlıklarla satılmaktadırlar. Bu kitap tüm hayatınızı
değiştirecek! Evrenin sırlarını öğrenin! Gizli bilimlerin kapısı
size açılacak! gibi. Hemen her tür inançla bilimin bulguları
harman edilebilmektedir. Şöyle bir sıralarsam: Antik Mısırlıların
dinleri, Hindu inançları ve karma felsefeleri, uzaylılardan mesaj
aldıklarını iddia eden seçilmiş kişilerin evrensel duyuruları,
İslam inançları ve Kur’ana dayalı çıkarımlar, tasavvuf ve vahdet-i
vücut görüşlerinin fiziğe uyarlanması, çağdaş Hristiyanların İncil
üzerine görüşleri, Hz İsa’nın gerçek kurtarıcı olduğu şeklindeki
inanışlar, kayıp kıtalar ve bazı esrarengiz yıldızlarla ilgili
senaryolar (örneğin Immanuel Velikovsky’nin Çarpışan Dünyalar
isimli kitabı gibi), Dünya’daki hayatı uzaylıların başlattığını
savunanların görüşleri (Tanrıların Arabaları ve Alternatif Dünya
Tarihi gibi), doğaüstü olaylar ve parapsikolojik fenomenler
(telepati, telekinezi, poltergeist, pirokinezi, astral bedenler,
ESP kuramları, satanizm, çeşitli hayalet öyküleri) … ilk aklıma
gelenler.
Gerçekten, bedenden bağımsız bir ruhumuz var mıdır, yoksa bu,
insanın ölüm gerçeğine karşı geliştirdiği bir hayal midir?
Elbette ki, bu kitaplarda yazılı olanlar bütünü ile saçma
değildirler. Ayrıca, zihnimizi esnek tutmak ve yeni fikirlere açık
olmak son derece önemlidir. Fakat, temkinli olmakta, yazılan her
şeye hemen inanmamakta fayda vardır. Çoğu insanın unuttuğu nokta
şudur ki, bir tez, hipotez veya kuram geliştirmek öylece kafadan
sallamak demek değildir. Bunun hiçbir değeri yoktur. Her insan
sadece hayal gücünü kullanarak akla gelebilecek her tür senaryoyu
geliştirebilir. Oysa bilimsel kuramlar, daha önce var olan bir
bilimsel gelişim tarihçesi ve disiplini üzerine kurulurlar.
Ayrıca, kuramı öne süren kişi, kuramını bilimsel yöntemler ile
desteklemek zorundadır. Albert Einstein, ışığın davranışından
hareketle özel ve genel görelilik kuramlarını geliştirmiştir ama
kuramları Newton fiziğini dışlamamaktadır. Sadece, onu daha uzun
mesafelerin ve ışık hızının önem kazandığı uzay-zaman ölçeklerine
uyacak şekilde revize etmiştir. Konuyu kapatıp, bilimsel
determinizm hakkındaki alıntılara devam ediyorum.
İnsanlar evrende yaşadıkları ve onun içindeki diğer nesnelerle
etkileşim içinde olduklarına göre, bilimsel determinizm insanlar
için de geçerlidir. Pek çok kişi bilimsel determinizmin fiziksel
süreçleri yönettiğini kabul ederken, insan davranışlarını bundan
ayrı tutar, çünkü bizim özgür irademiz olduğuna inanırlar.
Descartes, özgür irade düşüncesini koruyabilmek için insan
zihninin fiziksel dünyadan farklı olduğunu ve onun yasalarına tabi
olmadığını öne sürmüştür. Onun bakış açısına göre, bir insan iki
unsurdan oluşur: Beden ve ruh. Beden sıradan bir makineden başka
bir şey değildir ama ruh bilimsel yasaların hükmü dışındadır.
Descartes anotomi ve fizyoloji ile çok ilgilendi; beynin
merkezinde bulunan ve epifiz bezi denen küçük organı ruhun
bulunduğu yer olarak kabul etti. Onun inanışına göre epifiz bezi
bütün düşüncelerimizin oluştuğu yerdi ve özgür irademizin
kaynağıydı.
İnsanlar özgür iradeye sahip midir? Özgür irademiz varsa, evrim
ağacının neresinde ortaya çıkmıştır? Mavi-yeşil alglerin veya
bakterilerin özgür iradeleri var mıdır, yoksa hareketleri otomatik
olup bilimsel yasalar dahilinde midir? Yalnızca çok hücreli
organizmalar mı özgür iradeye sahip, yoksa yalnızca memeliler mi?
Bir şempanzenin bir muzu hapır hupur yemesi veya bir kedinin
kanepenizi tırmıklaması durumunda, özgür iradelerini
kullandıklarını düşünebiliriz. Peki, yalnızca 959 hücreden oluşan
ve adı Caenorhabditis Elegans olan ipliksi solucan için ne
diyebiliriz? Bu ipliksi solucan bir şeyler yedikten sonra, bu
yediğim acaip lezzetli bir bakteriydi, buraya tekrar geleyim diye
düşünmez; yine de yiyecek konusunda onun da belirli tercihleri
vardır. Tüm bunlar özgür irade anlamına mı gelmektedir?
Böylece derin sulara açılmış bulunuyoruz. Dr Hawking’in sorduğu
sorular son derece zordur ve bilim insanları arasında bu konularda
ciddi görüş ayrılıklarına rastlanmaktadır. Sorular bilimin,
felsefenin ve teolojinin ortaklaşa ilgi alanına girmektedir. Artık
konular sadece felsefe ile ele alınamaz. Fizik, kimya, biyoloji,
nöroloji, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve bu bilimlerin alt
alanları devreye girmektedir. Kesinlikle abartmıyorum; çünkü
konular gerçekten de bu kadar zorludur. Çok kısa değinmem
gerekirse, insan davranışlarında sinir sisteminin ve beynin yeri
araştırılmaktadır. Fakat, insanın sosyal bir varlık olduğunu da
unutmamamız gerekir. İnsanlar sadece bedensel mekanizmalarla
davranmamakta, kendi atalarından ve kültürlerinden devraldıkları
inançlar, adetler, yaşam biçimlerine uygun olarak da hükümler
vermektedirler. Protestan bir Hollandalı ile Sünni Müslüman bir
Mısırlının fizyonomileri ortaktır. Birine kalp ameliyatı
yapılabiliyorsa, diğerine de yapılabilir. Ama bu iki insanın
inançları, davranış biçimleri, olaylara verdikleri tepkiler taban
tabana zıt olabilir. Bu durumun tersi de geçerlidir. Aynı
coğrafyada, aynı dinsel davranış biçimlerinin, aynı kültürün
olduğu bir toplumda yaşayan iki insan arasında büyük karakter
farklılıkları olabilir. Birisi geleneksel ataerkil değerlere
bağlı, muhafazakar, dindar bir kişilik sergilerken; diğeri
eşcinsel, tanrıtanımaz veya reform yanlısı olabilir.
Devam ediyorum.
Yapmak istediğimiz şeyi seçebileceğimizi düşünüyor olsak da,
moleküler biyolojiden anladığımıza göre biyolojik süreçler fizik
ve kimya yasaları tarafından yönetiliyor ve bu yüzden gezegenlerin
yörüngeleri kadar belirlenmiş süreçler. Nörolojik bilimlerde
yapılan son araştırmalar, eylemlerimizin fizik yasalarına riayet
eden beynimiz tarafından belirlendiği görüşünü destekliyor; bu
yasalardan bağımsız bir unsur tarafından değil.Örneğin, uyanık
hastalara yapılan beyin ameliyatlarına ilişkin bir araştırma,
beynin bazı bölgeleri elektriksel olarak uyarıldığında hastada
elini, kolunu, ayağını oynatma, dudaklarını kımıldatma, ve konuşma
arzusu uyandırılabildiğini ortaya çıkardı. Eğer davranışlarımız
fiziksel yasalar tarafından belirleniyorsa özgür iradenin nasıl iş
görebildiğini anlamak oldukça zor. Öyle görünüyor ki biz yalnızca
biyolojik makineleriz ve özgür irade bir yanılsamadan ibaret.
Dr Hawking gibi bir insanın yazdıklarına itiraz getirmeye
çalışmamı ukalalık olarak kabul edebilirsiniz. Kesinlikle iddialı
olmadan, yukarda yazdıkları konusundaki bazı çekincelerimi yazmak
isterim. Burda, kilit kelime davranış kelimesi. İyi ama hangi
davranış? İnsan davranışlarının bir bölümünün belli doğa
yasalarına bağlı ve otomatik davranışlar olduğu aslında 17.
yüzyıldan bu yana bilinmekte. (Hatta çok daha önceden…) Sinir
sistemine veya beyne yapılan elektriksel uyarıların sadece
insanlarda değil, mesela kurbağalarda da oto refleksler doğurduğu
deneylerle görüldü.
Hatta, fizyolojik davranışlarımızın büyük bir bölümünün istem dışı
hareketler olduğu da çok iyi bilinmekte. Kalbin atışı, midenin
sindirim süreci, böbreklerin çalışması ve daha pek çok yaşamsal
faaliyetlerimiz istem dışıdır. Ayrıca vücudumuzda oluşacak
herhangi bir hastalık bizi tamamen yatağa mahkum edebilir ve
davranışlarımızı kısıtlayabilir. Alzheimer gibi hastalıklar
doğrudan beynimizi etkileyebilir. Bu durumda, bedenden bağımsız
bir ruh inancı ile ilgili tartışmalar doğmaktadır. Diğer yandan,
insan davranışları sadece bu tür hareketlerden ibaret değildir.
İnsanlar çok farklı kişilik özellikleri sergilerler. Bazıları
depresif, bazıları agresif, bazıları hayalci vb olabilir. Sanırım,
yakın zamanlarda çok büyük önem kazanmaya başlayan sanal zeka,
nöro-bilişim gibi çalışmalara göz atmakta fayda var. Zaten Dr
Hawkin de bu durumun farkında, bu yüzden şunları da eklemiş.
İnsan davranışının gerçekte doğa yasaları tarafından belirlendiği
düşüncesine teslim olduğumuzda, sonuçların karmaşık bir yolla ve
çok fazla değişkenle belirlenmesinin, onları öngörmeyi pratikte
olanaksız kıldığı yargısına varmak da akla uygun olacaktır. Bu
nedenle, bir öngörüde bulunabilmek için insan bedenindeki
trilyonlarca molekülün herbirinin başlangıç koşullarının bilinmesi
ve bir o kadar denklemin çözülmesi gerekirdi. Bu da birkaç milyar
yıl alırdı ki karşımızdaki kişinin atacağı yumruktan kaçmak için
epey geç kalabilirdik!
Aslında insanlar ve hayvanlar, her ân her saniye karmaşık
denklemleri istem dışı olarak çözerler. Meyve yarasaları dillerini
bir saniye içinde onlarca defa şaklatararak sonar dalgaları
üretirler. Sonra kendilerine geri gelen dalgalar, bir dizi
karmaşık karşılaştırma ve navigasyon işleminden geçirilip
yarasanın zihninde o an nerde olduğuna dair bir algı oluşur.
İnsanlar ise, görme süreci içinde buna benzer işlemleri yaparlar.
Gözün ölü bölgesi tarafından karanlıkta kalan noktaya ait
bilgiler, bir tür tamamlama yöntemi ile birleştirilir ve böylece
bütüne dair bir görüntü algılarız. Hareket süreci içinde ise göz
ile beyin arasında karmaşık bir sinyalizasyon süreci devreye
girer. Bilgisayar dilinde göreli adresleme (relative addressing)
denen sürece uygun biçimde, nesnelerin hareketleri biz onların
bilincine varmadan önce hesaplanır ve buna göre navigasyon
oluşturulur. Aslında süreçler burda özetlediğimden çok daha
karmaşıktır. Konuya ilgi duyanlar göz ve beyin ilişkilerini
inceleyen çalışmalara müracat edebilirler.
İnsan davranışını öngörmek için fizik yasalarını kullanmak
pratikte mümkün olmadığı için etkin kuram dediğimiz bir yol
geliştirdik. Fizikte bir etkin kuram, gözlemlenmiş belirli bir
fenomeni, altta yatan tüm süreçleri ayrıntılı olarak tanımlamadan
modellemek için yaratılmış bir çerçevedir. Örneğin, bir insanın
bedenindeki her atomla yeryüzündeki her atom arasındaki çekimsel
etkileşimi yöneten denklemleri tam olarak çözmemiz mümkün
değildir. Ancak tüm pratik nedenlerden ötürü, bir insanla yeryüzü
arasındaki çekimsel gücü, insanın toplam kütlesi gibi birkaç sayı
ile tanımlayabiliriz. Aynı şekilde, karmaşık atom ve moleküllerin
hareketlerini yöneten denklemleri çözemiyoruz; ama adına kimya
denen etkin bir bilim geliştirdik ve etkileşimlerin tüm
ayrıntılarına açıklama getirmeden kimyasal tepkimelerde atomların
ve moleküllerin nasıl hareket ettiğini uygun bir şekilde ortaya
koyabiliyoruz. insanlar söz konusu olduğunda, davranışlarımızı
belirleyen denklemleri çözemediğimiz için, özgür iradeyi etkin bir
kuram olarak kullanıyoruz. Ekonomide özgür irade düşüncesi,
insanların olası eylem rotalarını değerlendirip en iyisini
seçtikleri varsayımına dayanan etkin bir kuramdır. Bu etkin kuram
davranış öngörüsünde sadece kısmen başarılı, çünkü hepimizin
bildiği gibi, verilen kararlar genellikle akılcı değil ya da
seçimlerin sonuçlarına ilişkin kusurlu çözümlemelere dayanıyorlar.
Dünyanın böyle bir karmaşa içinde olmasının sebebi budur.
Bu noktada Dr.Hawking’e ve L.Mlodinow’a katılıyorum. İnsan
davranışlarının büyük bir çoğunluğu rasyonel değildir. Hatta,
insanlar, kararlarını çoğunlukla cinsel, duygusal, ekonomik,
dinsel, kültürel, ideolojik pek çok faktörün etkisi ile alırlar ve
daha sonra bu davranışları akla uydururlar; yani rasyonalize
ederler. Fizik yasaları söz konusu olduğunda, trilyonlarca
partikülün tek tek tüm davranışları kestirilemese de bütüne
yönelik akılcı ve doğru tahminler geliştirmek mümkündür ve zaten
bu yapılmaktadır. Kuantum teorisi bir parçacığın yönünü ve hızını
tam olarak bilmenin neden mümkün olamadığını açıklar. Buna rağmen
o parçacıklar fizikte, elektronikte kesin sonuçlar verebilecek
şekilde kullanılmaktadırlar. Ama insan davranışları tam olarak
akılcı temeller üzerine kurulmaz, dahası akılcı davranışın ne
olması gerektiği konusunda insanlar arasında görüş ayrılıkları
ortaya çıkmaktadır. Gelenekçi bir dindara göre, akılcı bir
davranış Tanrı’nın emrine uygun olarak yaşamaktır. Böylece korkunç
bir cezadan kurtulmak veya Tanrı katında yükselmek mümkündür.
Diğer yandan ateist düşünceli bir insan için ise dinsel davranış
tamamen bir zaman kaybı olabilir.
Gerçekte, farkında bile olmadığımız yasaların birbirleri ile
karmaşık ilişkisinden doğan bir sistem içinde yuvarlanan canlılar
mıyız, yoksa, derinlerde bir yerde kendimize ait bir şeyler
bulabilmemiz mümkün mü?
Hawking’in yasalar hakkında üçüncü sorusu Sadece bir dizi olası
yasa mı vardır? şeklindeydi. Bunu açmış:
Hem Aristotales hem de Platon, Descartes ve daha sonra Einstein
gibileri doğanın ilkelerinin ihtiyaç nedeniyle varolduklarına
inanmışlardı; çünkü sadece bu kuralların mantıkî bir anlamı vardı.
Doğa yasalarının kaynağının mantığın içinde olduğuna inanan
Aristotales ve takipçileri, bu yasaların doğanın gerçekte nasıl
işlediğini çok dikkate almadan türetilebileceğini düşünüyorlardı.
Bu düşünce ve yasaların ne olduğu yerine nesnelerin neden yasaları
izlediği konusuna odaklanması, Aristotales’i çoğunlukla nitel,
sıklıkla yanlış ve pek de kullanışlı olmayan yasalara yöneltti ve
bu yasalar bilimsel düşünceye asırlarca hükmetti. Epeyce sonra
Galileo gibi insanlar Aristotales’in otoritesine karşı çıkma
cesaretini gösterdiler ve saf aklın olması gerektiğini söylediği
şeyleri izlemek yerine, doğanın gerçekte nasıl işlediğini
gözlemeye başladılar.
Çok doğru ve yerinde tesbitler bunlar. Aristotales yüzyıllar
boyunca Hristiyan, Yahudi ve İslam alimlerinin bir kısmını
derinden etkilemiştir. Onun adına cilt cilt kitaplar yazılmış,
sayısız yorumlar yapılmıştır. Bu uzun tarih süreci içinde, bence
bir başka düşünürün hakkı yenmiştir: Demokritos. (Yak.M.Ö.460-370)
Sokrates öncesinin doğa filozofu olan Demokritos evrende tüm
yasaları türeten üstün bir akıl aramak yerine, atom düşüncesini
maddenin temeline getirmiş ve hareket yasalarının burdan doğduğunu
savunmuştur. Elbette, Demokritos’un o zamanlar atomdan anladığı
şey ile, çağdaş bilimin atom anlayışı artık aynı değildir; ama
yine de milattan önce yaşamış bir insanın bu öngörüleri takdire
değer. Nesnelerin nasıl değil de neden o şekilde hareket
ettiklerine odaklanıldığında, ortaya bir sürü soyut, anlaşılması
zor inançların çıkması kaçınılmazdır. Ayrıca, doğadan bütünü ile
bağımsız bir saf aklın olup olmadığı ise ayrı bir tartışma
konusudur.
Bu kitap, bilimsel determinizmi temel alır. Yasaların nasıl ortaya
çıktığına ve onlardan başka yasa olup olmadığı konularına
ayrıntılarıyla değineceğiz. Ancak öncelikle, doğa yasalarının neyi
açıkladığını göreceğiz. Çoğu bilim insanı yasaların, kendisini
gözlemleyenden bağımsız olarak varolan dışsal gerçekliğin
matematik yansımaları olduklarını söyleyecektir. Bu konuları
tartışırken tosladığımız bir başka soru daha var: Nesnel bir
gerçekliğin varolduğuna inanmak için gerçekten bir nedenimiz var
mı?
Evet, ontolojik felsefenin ve yakın zamanlarda bilinci inceleyen
bilimin en zor konularından birine geldik. Gerçeklik nedir?
-devam edecek-
Levent ERTÜRK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Abbas
~Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı Tarancı~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Bir insanin akilli olmasina birsey dedigimiz yok.
Yeter ki; aklini baskalarina kabul ettirmeye calismasin.
~Eflatun~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Dilsiz ol, yalanci olma.
~Hz.Ali~
- - - - - - - - - - - - - - - -
İnsan olmak rezil bir şeydi; öyle çok şey vardı ki olup biten.
~Charles Bukowski Sözleri / Heinrich Karl Bukowski / Bilge
Sözleri~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Yıkılmasın diye dağlar, Ah çekmiyorum.
Kendimi yıkıyorum, Dünyayı yıkmıyorum…
~Aziz Nesin( 1915 - 1995 )~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Hiç kimsenin kendisini başkaları için feda etmesi gerekmez.
Aynı şekilde hiç kimse başkalarını kendi için feda etmemelidir.
~John Hospers~
- - - - -
- - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -