|
İKİNCİ MEDAR:
Hilkat-i kâinatta bir hikmet-i tâmme görünüyor. Evet, inâyet-i ezeliyenin
timsali olan hikmet-i İlâhiye, kâinatın umumunda gösterdiği maslahatların
riayeti ve hikmetlerin iltizamı lisanıyla, saadet-i ebediyeyi ilân
eder.
Çünkü, saadet-i ebediye olmazsa, şu kâinatta bilbedâhe sabit
olan hikmetleri, faideleri mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir. Onuncu
Sözün Onuncu Hakikati bu hakikati güneş gibi gösterdiğinden, ona iktifâen
burada ihtisar ederiz.
ÜÇÜNCÜ MEDAR: Akıl ve hikmet ve
istikrâ ve tecrübenin şehadetleriyle sabit olan hilkat-i mevcudattaki
adem-i abesiyet ve adem-i israf, saadet-i ebediyeye işaret
eder.
Fıtratta israf ve hilkatte abesiyet olmadığına delil, Sâni-i
Zülcelâlin, herşeyin hilkatinde en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en
hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtiyar ve intihap etmesidir ve bazan
birşeyi yüz vazifeyle tavzif etmesidir ve bir ince şeye bin meyve ve
gayeleri takmasıdır.
Madem israf yok ve abesiyet olmaz. Elbette
saadet-i ebediye olacaktır. Çünkü, dönmemek üzere adem, herşeyi abes eder,
herşey israf olur.
Umum fıtratta, ezcümle insanda, fenn-i
menâfiü’l-âzâ şehadetiyle sabit olan adem-i israf gösteriyor ki, insanda
olan hadsiz istidâdât-ı mâneviye ve nihayetsiz âmâl ve efkâr ve müyûlât
dahi israf edilmeyecektir.
Öyle ise, insandaki o esaslı meyl-i
tekemmül, bir kemâlin vücudunu gösterir ve o meyl-i saadet, saadet-i
ebediyeye namzet olduğunu kat’î olarak ilân eder.
Öyle olmazsa,
insanın mahiyet-i hakikiyesini teşkil eden o esaslı mâneviyat, o ulvî
âmâl, hikmetli mevcudatın hilâfına olarak, israf ve abes olur, kurur,
hebâen gider. Şu hakikat, Onuncu Sözün On Birinci Hakikatinde ispat
edildiğinden, kısa kesiyoruz.
|
Lügatler :
abes : faydasız, gayesiz, boş abesiyet :
faydasızlık ve gayesizlik adem : hiçlik, yokluk adem-i
abesiyet : boş ve anlamsız olmama adem-i israf :
israfsızlık bilbedâhe : ap açık bir şekilde cihet :
taraf, yön ezcümle : örneğin, mesela fenn-i
menâfiü’l-âzâ : insan organlarının neye yaradığını araştıran
ilim fıtrat : yaratılış hadsiz :
sayısız hakikat : gerçek, doğru hebâ olmak : boşa
gitmek hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak,
mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olduğunu gösteren ilim hikmet-i
İlâhiye : Allah’ın herşeyi bir sebep ve gayeye yönelik olarak, anlamlı
ve yerli yerinde yapması hikmet-i tâmme : tam ve mükemmel
hikmet; eksiksiz ve yerli yerinde iş hilkat :
yaratılış hilkat-i kâinat : kâinatın, evrenin
yaratılışı hilkat-i mevcudat : varlıkların
yaratılışı ihtisar : kısaltma, sınırlama ihtiyar :
seçme, tercih etme iktifâen : yeterli görerek iltizam
: gerekli görme inayet-i ezeliye : ezelî olan Allah’ın inayeti,
düzeni, nizamı inkâr : kabul etmeme, inanmama intihap
: seçme intizam : düzenlilik israf :
savurganlık istidâdât-ı mâneviye : manevi istidatlar,
kabiliyetler istikrâ : etraflı bilgilerden umumî bir netice
çıkarmak kâinat : evren, yaratılmış herşey keyfiyet :
özellik, nitelik lem’a-i ihtiyar : irade ve dileme
parıltısı lisan : dil mâneviyat : mânevî âleme ait
olan şeyler maslahat : fayda, gaye medar :
kaynak mükâbere : büyüklük taslayarak doğruyu kabul
etmeme nazar-ı dikkat : dikkatli bakış niseb :
bağlar nizam : düzen nizam-ı âlem : âlemin
düzeni saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk Sâni-i
Zülcelâl : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz büyüklük ve
haşmet sahibi Allah semerât : meyveler,
neticeler suret : şekil, biçim suret-i zaife-i vâhiye
: zayıf ve esassız görüntü
|