Evet, bu
dünyayı san’atlarıyla ziynetlendiren bir San’atkârın, san’atını istihsan
eden insanla konuşmaması muhaldir. Mademki yapar ve bilir; elbette
konuşur. Madem konuşur; elbette konuşmasına yakışan Kur’ân’dır. Bir
çiçeğin tanziminden lâkayt kalmayan bir Mâlikü’l-Mülk, bütün mülkünü
velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayt kalır? Hiç başkasına mal
edip hiçe indirir mi?
BEŞİNCİ
LEM’A
Kur’ân’ın
üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık
var.
BİRİNCİ IŞIK
Üslûb-u
Kur’ân’ın o kadar acip bir cem’iyeti var ki, birtek sûre, kâinatı içine
alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır. Birtek âyet, o sûrenin
hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sûre;
sûrelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’ân’dır. İşte şu i’cazkârâne
îcazdan, büyük bir lütf-u irşaddır ve güzel bir teshildir. Çünkü herkes,
her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba
binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat
bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük
Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer.
Hattâ Kur’ân Fâtiha’da, Fâtiha dahi Besmelede münderiç olduğuna ehl-i
keşif müttefiktirler. Şu hakikate burhan ise, ehl-i tahkikin
icmâıdır.
İKİNCİ IŞIK
Âyât-ı
Kur’âniye, emir ve nehiy, vaad ve vaîd, tergib ve terhib, zecir ve irşad,
kasas ve emsal, ahkâm ve maarif-i İlâhiye ve ulûm-u kevniye ve kavânin ve
şerâit-i hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı kalbiye ve
hayat-ı mâneviye ve hayat-ı uhreviye gibi umum tabakat-ı kelâmiye ve
maarif-i hakikiye ve hâcât-ı beşeriyeye delâlâtıyla, işârâtıyla câmi’
olmakla beraber خُذْ
مَا
شِئْتَ
لِمَا
شِئْتَ yani, “İstediğin herşey için, Kur’ân’dan her ne istersen al”
ifade ettiği mânâ, o derece doğruluğuyla makbul olmuş ki, ehl-i hakikat
mabeyninde durub-u emsal sırasına geçmiştir. Âyât-ı Kur’âniyede
öyle bir câmiiyet var ki, her derde deva, her hacete gıda olabilir. Evet,
öyle olmak lâzım gelir. Çünkü, daima terakkiyatta kat’-ı merâtip eden
bütün tabakat-ı ehl-i kemâlin rehber-i mutlakı, elbette şu hâsiyete mâlik
olması elzemdir.
|
Lügatler :
acip : şaşırtıcı, hayret verici ahkâm :
hükümler âyât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın âyetleri bahr-i
muhit-i Kur’ânî : büyük Kur’ân denizi binaen :
dayanarak burhan : mantıkî, güçlü delil câmi’ : içine
alan, kapsayan delâlât : deliller emsal :
misaller esbab : sebepler gabavet : ahmaklık,
anlayışsızlık hâcât-ı beşeriye : insanın
ihtiyaçları hakikat : gerçek hayat-ı içtimaiye :
toplum hayatı hayat-ı kalbiye : kalbî, manevî
hayat hayat-ı mâneviye : mânevî hayat hayat-ı uhreviye
: âhiret hayatı i’cazkârane : mu’cizeli bir
şekilde îcâz : az sözle çok mânâlar anlatma, özlü
söz icmâ : fikir birliği irşad : doğru yolu
gösterme istihsan etmek : beğenmek, güzel
bulmak işârât : işaretler kâinat : evren, yaratılmış
herşey kasas : kıssalar
kat’-ı merâtip etmek : mertebeler katetmek,
aşmak kavânin : kanunlar kelâm :
söz lâkayt : kayıtsız, ilgisiz lütf-u irşad : doğru
yola eriştirme nimeti maarif-i hakikiye : gerçek
bilgiler maarif-i İlâhiye : İlâhî
bilgiler Mâlikü’l-Mülk : bütün mülkün gerçek sahibi
Allah muhal : imkânsız mülk : sahip olunan ve
hükmedilen şey münderic : yerleştirilmiş müttefik :
birleşmiş nehiy : yasaklama şerâit-i hayat-ı şahsiye :
şahsî hayat şartları tabakat-ı kelâmiye : söz tabakaları,
alanları tanzim : düzenleme tergib : isteklendirme,
şevklendirme terhib : korkutma teshil :
kolaylaştırma ulûm-u kevniye : kâinat ve dünya ile ilgili
ilimler umum : bütün üslub-u Kur’ân : Kur’ân’ın ifade
tarzı üslûp : ifade tarzı vaad : söz
verme vaîd : tehdit etme velvele :
coşku zecir : sakındırma ziynetlendirmek :
süslemek
|