Aynen
öyle de, 1 وَ
ِللهِ
الْمَثَلُ
اْلاَعْلٰى Ezel-Ebed Sultanı olan Sâni-i Zülcelâl, nihayetsiz
kemâlâtını ve nihayetsiz cemâlini görmek ve göstermek istemiştir ki, şu
âlem sarayını öyle bir tarzda yapmıştır ki, herbir mevcut pek çok dillerle
Onun kemâlâtını zikreder, pek çok işaretlerle cemâlini
gösterir.
Esmâ-i Hüsnâsının herbir isminde ne kadar gizli mânevî
defineler ve herbir ünvan-ı mukaddesesinde ne kadar mahfî letâif
bulunduğunu, şu kâinat bütün mevcudatıyla gösterir. Ve öyle bir tarzda
gösterir ki, bütün fünun, bütün desâtiriyle, şu kitab-ı kâinatı zaman-ı
Âdem’den beri mütalâa ediyor. Halbuki o kitap esmâ ve kemâlât-ı İlâhiyeye
dair ifade ettiği mânâların ve gösterdiği âyetlerin öşr-ü mişarını daha
okuyamamış.
İşte şöyle bir saray-ı âlemi, kendi kemâlât ve cemâl-i
mânevîsini görmek ve göstermek için bir meşher hükmünde açan Celîl-i
Zülcemâl, Cemîl-i Zülcelâl, Sâni-i Zülkemâlin hikmeti iktiza ediyor ki, şu
âlem-i arzdaki zîşuurlara nisbeten abes ve faidesiz olmamak için, o
sarayın âyetlerinin mânâsını birisine bildirsin.
O saraydaki
acaibin menbalarını ve netâicinin mahzenleri olan avâlim-i ulviyede
birisini gezdirsin ve bütün onların fevkine çıkarsın ve kurb-u huzuruna
müşerref etsin ve âhiret âlemlerinde gezdirsin. Umum ibâdına bir muallim
ve saltanat-ı rububiyetine bir dellâl ve marziyât-ı İlâhiyesine bir
mübelliğ ve saray-ı âlemindeki âyât-ı tekvîniyesine bir müfessir gibi, çok
vazifelerle tavzif etsin. Mu’cizat nişanlarıyla imtiyazını göstersin.
Kur’ân gibi bir fermanla o şahsı, Zât-ı Zülcelâlin has ve sadık bir
tercümanı olduğunu bildirsin.
İşte, Miracın pek çok hikmetlerinden,
şu temsil dürbünüyle bir ikisini nümune olarak gösterdik. Sairlerini kıyas
edebilirsin.
Dipnotlar
- Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl
Sûresi, 16:60.
|
Lügatler
:
abes : anlamsız, gayesiz acaib : şaşırtıcı
ve garip şeyler âhiret : öteki dünya âlem : dünya,
kâinat âlem-i arz : dünya âlemi avâlim-i ulviye : yüce
âlemler âyât-ı tekvîniye : yaratılışa ait
deliller âyet : delil Celîl-i Zülcemâl : sınırsız
güzelliğiyle beraber, sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan
Allah cemâl : güzellik cemâl-i mânevî : mânevî
güzellik Cemîl-i Zülcelâl : sınırsız yücelik ve heybetiyle
beraber, sonsuz güzellik sahibi Allah dellâl : ilan edici,
duyurucu desâtir : düsturlar, prensipler esmâ ve kemâlât-ı
İlâhiye : Cenâb-ı Allah’ın isimleri ve Ona ait
mükemmellikler Esmâ-i Hüsnâ : Cenâb-ı Hakkın güzel
isimleri Ezel ve Ebed Sultanı : başlangıç ve sonu olmaksızın,
hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan ferman :
buyruk fevkine : üstüne fünun : fenler,
ilimler has : özel hikmet : herşeyin belirli gayelere
yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ibâd
: kullar iktiza : gerektirme imtiyaz : farklılık,
ayrıcalık kâinat : evren, yaratılmış herşey kemâlât :
mükemmellikler, üstün özellikler kitab-ı kâinat : kâinat kitabı,
evren kurb-u huzur : Allah’ın yüce huzuruna
yakınlık letâif : güzellikler, incelikler mahfî :
gizli mahzen : depo marziyât-ı İlâhiye : Allah’ın razı
olduğu şeyler menba : kaynak meşher :
sergi müfessir : yorumlayıcı müşerref etmek :
şereflendirmek mütalâa : etraflıca inceleyip
düşünme netâic : neticeler nihayetsiz :
sonsuz nisbeten : oranla, kıyasla nişan : alâmet,
işaret öşr-ü mişar : yüzde bir sadık : doğru
sözlü saray-ı âlem : dünya sarayı tavzif :
görevlendirme umum : bütün zikretmek :
anmak zîşuur : şuur sahibi, bilinçli
|