İşte,
medeniyet, bütün cem’iyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedit
inzibat ve nizâmâtıyla beşerin o iki tabakasını musalâha edemediği gibi,
hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedavi edememiştir. Kur’ân, birinci
kelimeyi, esasından “vücub-u zekât” ile kal’ eder, tedavi eder. İkinci
kelimenin esasını “hurmet-i ribâ” ile kal’ edip tedavi eder. Evet, âyet-i
Kur’âniye âlem kapısında durup ribâya “Yasaktır” der. “Kavga kapısını
kapamak için banka (ribâ) kapısını kapayınız” diyerek insanlara ferman
eder, şakirtlerine “Girmeyiniz” emreder.
İkinci esas:
Medeniyet, taaddüd-ü ezvâcı kabul etmiyor; Kur’ân’ın o hükmünü, kendine
muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münâfi telâkki
eder.
Evet, eğer izdivaçtaki hikmet, yalnız kazâ-yı şehvet olsa,
taaddüt bilâkis, olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvânâtın şehadetiyle ve
izdivac eden nebâtâtın tasdikiyle sabittir ki, izdivacın hikmeti ve
gayesi, tenasüldür. Kazâ-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için
rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten,
hakikaten, izdivaç nesil içindir, nev’in bekàsı içindir. Elbette, bir
senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i
telâkkuh olan ve elli senede ye’se düşen bir kadın, ekserî vakitte tâ yüz
seneye kadar kabil-i telkih bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek
çok fahişehâneleri kabul etmeye mecburdur.
Üçüncü esas:
Muhakemesiz medeniyet, Kur’ân kadına sülüs verdiği için âyeti
1 tenkit eder.
Hâlbuki hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm ekseriyet itibarıyla olduğundan,
ekseriyet itibarıyla bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur.
Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i
mesai etmeye mecbur olur. İşte, bu surette, bir kadın pederinden yarısını
alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek pederinden iki parça alsa,
bir parçasını tezevvüç ettiği kadının idaresine verecek; kızkardeşine
müsavi gelir. İşte adalet-i Kur’âniye böyle iktiza eder, böyle
hükmetmiştir.
HAŞİYE
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : bk. “Erkeğe iki kız hissesi vardır.”
Nisâ Sûresi, 4:11. HAŞİYE
: Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan lâyiha-i temyizin
müdafaatından bir parçadır; bu makama haşiye olmuş: “Ben de adliyenin
mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli
milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikatli bir
düstur-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına
istinaden ve bin üç yüz elli sene zarfında geçmiş ecdadımızın itikadlarına
iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette
rû-yi zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü
nakzedecektir.”
|
Lügatler :
ahkâm : hükümler âlem : dünya âyet-i
Kur’âniye : Kur’an’ın âyeti bekà :
devamlılık beşer : insan bilâkis :
tersine cem’iyât-ı hayriye : hayır cemiyetleri ekser :
pekçok ekseriyet : çoğunluk fahişehâne : fuhuş yapılan
yer ferman etmek : buyurmak, emretmek hâdisât-ı azîme
: büyük olaylar hakikaten : hakikat gereği hayat-ı
beşer : insanlık hayatı hayat-ı içtimaiye : toplum
hayatı hayvânât : hayvanlar hikmet : gaye,
fayda hikmeten : hikmet gereği himaye :
koruma hurmet-i ribâ : fâizin haramlığı inzibat :
âsayiş, düzen izdivaç : evlilik kabil :
kabiliyetli kabil-i telâkkuh : gebeliği mümkün olan,
döllenebilen kabil-i telkih : dölleme kabiliyeti
olan kâfi : yeterli kal’ etmek :
kaldırmak kazâ-yı şehvet : şehvet ihtiyacını
giderme malûm : bilinen maslahat-ı beşeriye :
insanlığın yararı muhakemesiz : akıl yürütemeyen,
düşüncesiz muhalif-i hikmet : hikmete zıt musalahâ :
barıştırma mübareze : mücadele, çatışma münâfi :
aykırı müthiş : dehşet veren nafaka : geçim için
gerekli olan şey nebâtât : bitkiler nev’ :
tür nizâmât : kanunlar peder : baba rahmet :
İlâhî şefkat, merhamet ribâ : faiz sa’y :
çalışma suret : şekil, biçim sülüs : (mirasta) üçte
bir şakirt : talebe, öğrenci şedit :
şiddetli şehadet : şahitlik taaddüd-ü ezvâc : çok
evlilik taaddüt : birden fazla olma tasdik :
doğruluğunu kabul etme telâkki : kabul etme tenasül :
üreme, nesil yetiştirme teşrik-i mesai : birlikte çalışma,
işbirliği tevellüd : doğum ücret-i cüz’iye : küçük
ücret vücub-u zekât : zekâtın farz oluşu ye’s :
ümitsizlik
|