|
İşte,
herbir şahs-ı insanî, mahiyetinin câmiiyetiyle ve küllî şuuruyla ve umumî
tasavvurâtıyla, bir şahıs iken bir nev’ hükmüne geçmiştir. Bir nev’e gelen
ve câri olan kanun, o şahs-ı insanîde dahi câridir.
Madem Fâtır-ı
Zülcelâl, insanı câmi’ bir âyine ve küllî bir ubûdiyetle ve ulvî bir
mahiyetle yaratmıştır. Her fertteki hakikat-i ruhiye, yüz binler suret
değiştirse, izn-i Rabbânî ile ölmeyecek, yaşayarak geldiği gibi gidecek.
Öyle ise, o şahs-ı insanînin hakikat-i zîşuuru ve unsur-u zîhayatı olan
ruhu dahi, Allah’ın emriyle, izniyle ve ibkàsıyla, daima
bâkidir.
DÖRDÜNCÜ MENBA: Ruha bir derece müşabih ve ikisi de
âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibarıyla ruha bir
derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan
kavânîne dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki, eğer o kanun-u
emrî vücud-u hâricî giyseydi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o
kanun daima bâkidir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve
inkılâbat, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz. Meselâ, bir incir
ağacı ölse, dağılsa, onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre
gibi bir çekirdeğinde, ölmeyerek bâki kalır.
İşte, madem en âdi ve
zayıf emrî kanunlar dahi böyle bekà ile, devam ile alâkadardır. Elbette,
ruh-u insanî, değil yalnız bekà ile, belki ebedü’l-âbâd ile alâkadar olmak
lâzım gelir. Çünkü, ruh dahi Kur’ân’ın nassı ile, 1قُلِ
الرُّوحُ
مِنْ
اَمْرِ
رَبِّى ferman-ı
celîli ile, âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zîşuur ve bir namus-u
zîhayattır ki, kudret-i ezeliye ona vücud-u hâricî
giydirmiş.
Demek, nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen
şuursuz kavânin, daima veya ağleben bâki kalıyor. Aynen onların bir nevi
kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellîsi ve âlem-i emirden gelen
ruh, bekàya mazhar olmak daha ziyade kat’îdir, lâyıktır. Çünkü zîvücuttur,
hakikat-i hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavîdir, daha ulvîdir.
Çünkü zîşuurdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymettardır. Çünkü
zîhayattır.
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : “De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.”
İsrâ Sûresi, 17:85.
|
Lügatler :
âdi : basit, sıradan alâkadar : alakalı,
ilgili âlem-i emir : kanunlar âlemi; Cenâb-ı Hakkın emir ve
kudretinin doğrudan hükmettiği âlem âyine : ayna bâki
: devamlı, sürekli, kalıcı, ölümsüz bekà : devamlılık,
süreklilik câmi’ : kapsamlı, birçok şeyi içine
alan câmiiyet : kapsamlılık câri :
geçerli ebedü’l-âbâd : sonsuzların sonsuzu, âhiret emrî
kanun : Cenâb-ı Hakkın doğrudan emrinden gelerek vasıtasız işleyen
kanunu etvâr-ı hayat : hayatın durumları,
tavırları Fâtır-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet sahibi olan ve
herşeyi harika, üstün san’atıyla yaratan Allah hakikat-i ruhiye
: ruh gerçeği hakikat-i sabite : sabit ve değişmez
gerçek hakikat-i zîşuur : bilinç sahibi
hakikat hükümran : hükmü geçen, hükmeden ibkà : sonsuz
ve kalıcı hale getirme inkılâbat : inkılâplar, büyük
değişimler irade : dileme, tercih ve seçim yapma
gücü izn-i Rabbânî : Allah’ın izni kanun-u teşekkülât
: meydana geliş kanunu kavânîn : kanunlar kavânîn-i
emriye : Cenâb-ı Hakkın doğrudan emrinden gelerek vasıtasız işleyen
kanunları küllî : büyük ve kapsamlı mahiyet : nitelik,
özellik maruz-u tagayyür : başkalaşmaya ve değişmeye
maruz masdar : kaynak mazhar : sahip
olma menba : kaynak muvafık : uygun müstemir
: devamlı, yerleşmiş müşabih : benzeyen namus : kanun,
düstur nass : Kur’ân’ın açık ve kesin hükmü nevi :
tür, çeşit ruh-u insanî : insan ruhu sebat :
sabitlik suret : şekil, görüntü şahs-ı insanî : insan
şahsı, ferdi şuur : bilinç, idrak tagayyürat :
başkalaşmalar, değişmeler tasavvurât : düşünceler,
hayaller ubûdiyet : kulluk ulvî : yüce umumî
: genel unsur-u zîhayat : hayat sahibi, canlı
unsur vahdet : birlik vücud-u hâricî : yokluktan veya
ilim dairesinden varlık âlemine çıkmış olan vücud-u hissî
olmayan : beş duyuyla hissedilemeyen; görülüp
işitilemeyen zerre : atom, en küçük madde parçası
|