Hem
Kur’ân gösterdiği o hakaik-ı İlâhiye ve o hakaik-ı kevniyeyi beyandan
sonra ve safa-yı kalb ve tezkiye-i nefisten sonra ve ruhun terakkiyatından
ve aklın tekemmülünden sonra beşerin ukulü “Sadakte” deyip o hakaikı kabul
eder, Kur’ân’a “Bârekâllah” der. Bu kısmın, kısmen On Birinci Sözde izah
ve ispatı geçmiştir; tekrara hacet kalmamıştır.
Amma ahvâl-i
uhreviye ve berzahiye ise, çendan akl-ı beşer kendi başıyla yetişemiyor,
göremiyor. Fakat, Kur’ân’ın gösterdiği yollarla, onları görmek derecesinde
ispat ediyor. Onuncu Sözde, Kur’ân’ın şu ihbârât-ı gaybiyesi ne derece
doğru ve hak olduğu izah ve ispat edilmiştir. Ona müracaat
et.
İKİNCİ
CİLVE
Kur’ân’ın
şebâbetidir. Her asırda taze nazil oluyor gibi, tazeliğini, gençliğini
muhafaza ediyor. Evet, Kur’ân, bir hutbe-i ezeliye olarak, umum
asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için, öyle daimî
bir şebâbeti bulunmak lâzımdır. Hem de öyle görülmüş ve görünüyor. Hattâ,
efkârca muhtelif ve istidatça mütebayin asırlardan, her asra göre, güya o
asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir.
Beşerin âsâr ve
kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat
Kur’ân’ın hükümleri ve kanunları o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar
geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyade kendine güvenen
ve Kur’ân’ın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın
ehl-i kitap insanları, Kur’ân’ın يَاۤ
اَهْلَ
الْكِتَابِ -
يَاۤ
اَهْلَ
الْكِتَابِ 1 hitab-ı mürşidânesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitap
doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve يَاۤ
اَهْلَ
الْكِتَابِ lâfzı, “Yâ ehle’l-mekteb“ mânâsını dahi tazammun eder; bütün
şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebâbetiyle, يَاۤ
اَهْلَ
الْكِتَابِ
تَعَالَوْا
اِلٰى
كَلِمَةٍ
سَوَاۤءٍ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَكُمْ 2 sayhasını âlemin aktârına savuruyor.
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : “Ey kitap ehli! Ey kitap ehli!” Âl-i
İmrân Sûresi, 3:64. 2
: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze
gelin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:64.
|
Lügatler :
âciz : güçsüz, zayıf ahvâl-i uhreviye ve
berzahiye : kabir ve âhiret halleri akl-ı beşer : insan
aklı aktâr : her taraf, her yan âlem :
dünya âsâr : eserler asr-ı hazır : şimdiki
asır Bârekâllah : Allah ne mübarek yaratmış beşer :
insan cemaat : topluluk, grup cilve : yansıma,
görünüm cinnî : cinlerden olan çendan :
gerçi efkârca : fikirler bakımından ehle’l-mekteb :
mektepli, okumuş, bilgili ehl-i kitap : kitap ehli; Allah’ın
gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler hacet :
ihtiyaç hakaik : gerçekler hitab-ı mürşidâne : doğru
yolu gösterici hitap hutbe-i ezeliye : ezelî
hutbe ihbârât-ı gaybiye : gaybdan verilen
haberler istidatça : kabiliyetçe izah :
açıklama lâfz : kelime, ifade medeniyet-i hazıra :
günümüz medeniyeti muâraza : karşı koyma,
muhalefet muhafaza : koruma muhtelif : çeşitli,
değişik mütebayin : ayrı ayrı müteveccih :
yönelik nazil olmak : inmek netice-i efkâr :
fikirlerin sonucu nev-i beşer : insanlık rasih :
sağlam sadakte : “doğrudur” safa-yı kalb : kalbin
safiliği, temizliği sayha : sesleniş şebâbet :
gençlik, tazelik tabakat-ı beşeriye : insan tabakaları,
sınıfları tazammun etme : içine alma, kapsama tebdil
edilmek : değiştirilmek tekemmül :
mükemmelleşme terakkiyat : ilerlemeler,
yükselmeler tezkiye-i nefis : nefsi terbiye edip
temizleme ukul : akıllar
|