Sonra o müddei, yerde yer bulamadığı için gider güneşe. Kalbinden der ki: "Bu çok büyük bir şeydir, belki içinde bir delik bulup, bir yol açarım. Yeri de müsahhar ederim." Güneşe şirk namına ve şeytanlaşmış felsefe lisanıyla, Mecusilerin dedikleri gibi der ki: "Sen bir sultansın, kendi kendine maliksin, istediğin gibi tasarruf edersin." Güneş ise, Hak namına ve hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlahiye diliyle ona der: "Haşa yüz bin defa haşa ve kella!.. Ben müsahhar bir memurum. Seyidimin misafirhanesinde bir mumdarım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakiki malik olamam. Çünki sineğin vücudunda öyle manevi cevherler ve göz, kulak gibi antika san'atlar var ki; benim dükkanımda yok. Daire-i iktidarımın haricindedir." der, müddeiyi tekdir eder.
Sonra o müddei döner, firavunlaşmış felsefe lisanıyla der ki: "Madem kendine malik ve sahib değilsin, bir hizmetkarsın; esbab namına benimsin." der. O vakit güneş, hak ve hakikat namına ve ubudiyet lisanıyla der ki: "Ben öyle birinin olabilirim ki; bütün emsalim olan ulvi yıldızları icad eden ve semavatında kemal-i hikmetle yerleştiren ve kemal-i haşmetle döndüren ve kemal-i zinetle süslendiren bir zat olabilir."
(Bediüzzaman Said Nursi – 32. Sözden)
Lügatler
Antika:değerli Cevher:öz, maden Daire-i iktidar:gücün etkili olduğu alan Emsal:benzerler Esbab:sebepler Firavun:kendini ilah seviyesinde gören kişi Hak:doğru, gerçek Hakikat:gerçeklik Hakiki:gerçek Hâşâ ve kella:asla ve asla, kesinlikle öyle değil Hâşâ:asla Hikmet-i ilahiye: Allah’ın gözettiği fayda ve gaye Hizmetkâr:hizmet eden, hizmetçi İcad:var etme, yaratma Kemal-i hikmet:mükemmel bir hikmet Kemal-i zinet:mükemmel ve kusursuz süs |
Lisan:dil, konuşma Malik:sahip Mecusi:ateşe tapan Mumdar:ışık verici Musahhar:boyun eğen, emre uyan Müddei:iddia sahibi Nam:ad Semavat:gökler Seyyid:efendi Şirk:Allaha ortak koşmak Tasarruf:dilediği gibi kullanma ve yönetme Tekdir:azarlama Ubudiyet:kulluk Ulvi:yüce Zat:kişi, şahıs
|