|
İKİNCİ SEBEP(DEVAMI)
Evet,
Kur’ân-ı Hakîmin envârıyla hasıl olan o inkılâb-ı azîm-i içtimaîde ezdad
birbirinden çıkıp ayrılırken, şerler bütün tevâbiiyle, zulümâtıyla ve
teferruâtıyla; ve hayır ve kemâlât bütün envârıyla ve netâiciyle karşı
karşıya gelip, bir vaziyette, müheyyiç bir zamanda, her zikir ve tesbih,
bütün mânâsının tabakatını turfanda ve taravetli ve taze ve genç bir
surette ifade ettiği gibi, o inkılâb-ı azîmin tarrakası altında olan
insanların bütün hissiyâtını, letâif-i mâneviyesini uyandırmış. Hattâ,
vehim ve hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir surette, o
zikir, o tesbihlerdeki müteaddit mânâları kendi zevklerine göre alır,
emer. İşte, şu hikmete binaen, bütün hissiyatları uyanık ve letâifleri
hüşyar olan Sahâbeler, envâr-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi’ olan kelimât-ı
mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün mânâsıyla söyler ve bütün
letâifiyle hisse alırlardı. Halbuki, o infilâk ve inkılâptan sonra, git
gide letâif uykuya ve havâs o hakaik noktasında gaflete düşüp, o kelimât-ı
mübareke, meyveler gibi, git gide ülfet perdesiyle letafetini ve
taravetini kaybeder. Adeta, sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık
kalıyor ki, kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla ancak evvelki hali iade
edilebilir. İşte, bundandır ki, kırk dakikada bir Sahâbenin kazandığı
fazilete ve makama kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak
yetişebilir.
ÜÇÜNCÜ
SEBEP On İkinci ve Yirmi Dördüncü ve Yirmi Beşinci Sözlerde ispat
edildiği gibi, nübüvvetin velâyete nisbeti, güneşin ayn-ı zâtı ile,
âyinelerde görülen güneşin misali gibidir. İşte, daire-i nübüvvet, daire-i
velâyetten ne kadar yüksek ise, daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin
yıldızları olan Sahâbeler dahi, daire-i velâyetteki sulehaya o derece
tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ, velâyet-i kübrâ olan veraset-i
nübüvvet ve sıddıkıyet ki Sahâbelerin velâyetidir bir velî kazansa, yine
saff-ı evvel olan Sahâbelerin makamına yetişmez. Şu Üçüncü Sebebin
müteaddit vücuhundan Üç Vechini beyan ederiz.
|
Lügatler :
daire-i
nübüvvet : peygamberlik
dairesi daire-i velâyet : velilik dairesi envâr :
nurlar envâr-ı imaniye ve tesbihiye : tesbihat ve imandan
kaynaklanan nurlar ezdad : zıtlar fazilet : manevi
değer ve üstünlük gaflet : umursamazlık, Allah’ın emir ve
yasaklarından habersiz davranma hademe :
hizmetçi hakaik : hakikatler, gerçekler hasıl olan :
ortaya çıkan havâs : hisler, duygular hissiyât :
hisler, duygular hüşyar : uyanık infilâk :
patlama inkılâb : değişim, dönüşüm inkılâb-ı azîm :
büyük değişim inkılâb-ı azîm-i içtimaî : toplum hayatında
meydana gelen büyük değişim kelimât-ı mübareke : mübarek
kelimeler kemâlât : mükemmellikler, kusursuzluklar, üstün
özellikler Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet
ve faydalar bulunan Kur’ân letafet : güzellik,
hoşluk letâif : lâtifeler, insandaki ince
duygular letaif-i mâneviye : mânevî lâtifeler, insandaki mânevî
duygular misal : görüntü, örnek müheyyiç : heyecan
verici müteaddit : çeşitli, birçok müteyakkız :
uyanık, tetikte netâic : sonuçlar nisbet : oran,
kıyas nübüvvet : peygamberlik Sahâbe : Peygamberimizi
(a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden
Müslümanlar sathî : yüzeysel suleha : dinin emir ve
yasaklarına uygun hareket eden sâlih kimseler suret : şekil,
biçim şer : kötülük, fenalık tabakat : tabakalar,
dereceler taravet : tazelik tarraka :
gümbürtü tefekkürî : etraflıca ve derinlemesine düşünmeye
ait teferruât : ayrıntılar tefevvuk :
üstünlük tesbih : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına
layık ifadelerle anma tevâbi : bağlı olanlar,
uyanlar
|