--
- - - - - - - - - - - - - - - -
Uc turlu yalan vardir: Basit yalan, kuyruklu yalan ve istatistik.
~BENJAMIN DISRAELI~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Savas sanatinda stratejinin anlasilmazligi en onemli unsurdur.
Durus belirsiz, hamleler belirsiz ongorulmez olunca, hamleye
hazirlik yapmak imkansizdir. Bir komutani savasta yenilgiden uzak
tutup, zafer kazandiran sey ongorulemeyen akilciligi ile izi
algilanamayan hareket tarzidir.
~Sun Tzu~
- - - - - - - - - - - - - - - -
BABA NASIHATI …
. . . . . .
Gonul verip gonul gecme…
Ekmedigin yeri bicme…
Benden sana bir nasihat…
Tek basina raki icme?…
. . . . . .
Meze mezedir deyip secme…
Kavun peynirden vazgecme…
Benden sana bir nasihat?…
Cok yiyerek raki icme…
. . . . . .
Ickini zevkinle ic…
Baslamadan kahir etme?…
Benden sana bir nasihat?…
Bir sey kurup raki icme…
. . . . . .
Salataya itibar et?…
Meyveleri ihmal etme…
Benden sana bir nasihat…
Kizartmayla raki icme?…
. . . . . .
Aksamciysan beni dinle…
Keraheti geciktirme…
Benden sana bir nasihat…
Baslamadan corba icme?…
. . . . . .
Arkadasini iyice sec?…
Nuktedandan sakin gecme…
Benden sana bir nasihat…
Dertlilerle raki icme…
. . . . . .
Rakici der ki neseli ol…
Muhabbetsiz kisi secme?…
Benden sana bir nasihat…
Seftalisiz raki icme…
~HAYDI SEREFE?~
- - - - - - - - - - - - - - - -
berlin mektubu
…
dört gün sonra Moskova'dayım
Berlin günlük güneşlik,
Moskova'da bahar,
sen söyledin telefonda.
bu ayrılık da, hele şükür, bitiyor, dönüyorum.
ama içimde büyük ayrılığımızın gecesi,
içimde acısı bensizliğinin,
içimde yalnızlığın.
yalnızlık: anıların doyurmayan ekmeği
anıların çağrısı uzaklara: yalnızlık
belki üç ay, belki üç yıl,
yalnızlık gölgen olacak.
dört gün sonra Moskova'dayım
Moskova'da bahar,
sen söyledin telefonda.
~nazım hikmet~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Göze çarpan (belirgin) bir görünümde olma, hasmının ateşine maruz
kalırsın.
~MURPHY KANUNLARINDAN
Murphy kanunları ilk olarak 1949 yılında Captain Ed Murphy
tarafından Anything that can go wrong will go wrong yanlış gitme
olasılığı bulunan bir şey, yanlış gider olarak emrindeki proje
yöneticisi George Nicholsun yarattığı bazı durum ve tersliklerden
mülhem olarak vazedilmiştir.
Zaman içinde pek çok kişi benzer terslikleri Murphy kanunu adı
altında listeye eklemiş, kurallar anonim bir hal almıştır.
1917 doğumlu Edward A.Murphy Jr.ABD Hava Kuvvetlerinde 1949da
roketler üzerine deney yapan mühendislerden biriydi.
İnsan üzerine ivmelenmenin etkilerini inceliyordu (USAF proje
MX981).
Deneylerden biri pilot üzerinde 16 değişik noktaya akselometre
takılması gerekiyordu.
Sensör bir yapıştırıcı ile ancak iki türlü takılabiliyordu ve
birisi 16 sensörün tamamını da yanlış takmayı becerdi.
Bunun üzerine Murphy, daha sonra kanun olarak nitelendirilecek ilk
söylemlerini bir basın toplantısında açıkladı.
Bir kaç ay içinde Murphynin Kanunları mühendislik sahasında
çalışanlar arasında yayıldı ve 1958de de nihayet Websterin
sözlüğüne girdi.~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Ayrı Odalar
Anne beni onayla ve daha çok sev, dersiniz..
Baba, beni önemse ve hep yanımda ol, dersiniz…
Bakın size yazdığım bir şeyi okuyacağım, can kulağıyla dinleyin…
Okulda çok büyük bir başarı kazandım, bunun benim için ne kadar
önemli olduğunu ne olur anlayın, dersiniz…
Hiç eksilmesin, hep artarak sürsün istersiniz…
Ama bir türlü istediğiniz olmaz. Onaylarmış görünürler, ama sadece
görünürler… Sevmiş gibi yaparlar, ama bilirsiniz ki sevgileri
istediğiniz kadar değildir… Önce yüceltir, önemser gibi
görünürler, ama hiç beklemediğiniz da küçümserler. Hem de
kalbinizin en savunmasız bir anında…
Yazdığınızı okurken ilgiliymiş gibi yapmaya çalışsalar da ilgisiz
bakışlarla dinledikleri gözlerinizden kaçmaz…
O sırada akıllarından günlük, sıradan meseleler geçer,
kazandığınız başarının onlar için gerçek bir anlamı olmadığını o
kayıtsız bakışlarından anlarsınız…
Önce öperler, ama hiç ummadığınız bir anda öptükleri yerden
kanatırlar sizi… Sonra yine kanattıkları yerleri öpmeye
çalışırlar, acısı geçsin diye…
Sizi en çok sevdikleriniz yaralar… Hem de en derinden… Bu sızı hiç
gitmez içinizden. Aradan yıllar geçmiş olsa bile sanki birkaç saat
önce olmuş gibidir. Hiç, ama hiç unutamazsınız, silip atamazsınız
içinizdeki o sızıyı…
İşte asıl benliğiniz budur… Hayatınızın geri kalan yıllarında sizi
hiç beklemediğiniz bir anda ortaya çıkıp olmadık yerlere
sürükleyebilecektir. Zamanını kollamaktadır, içten içe bunu çok
iyi bilirsiniz, ama onu unutmaya çalışırsınız…
Bütün derdiniz onu gizleyip susturmaktır aslında. Kimseye
göstermemektir. En derinlere itersiniz onu. Bu sızıyı en ürkütücü
sırrınız gibi saklarsınız. Size en yakın olan insanlardan bile…
Çünkü bilirsiniz ki, o sızı bir kez uyandı mı ne yapsanız onu
dindiremeyeceksinizdir… Bir kere kendisini hatırlattığı zaman, ne
zaman dineceğini asla bilemeyeceksinizdir, unutmak isteseniz de
içten içe bilirsiniz bunu…
Bilirsiniz ki bu sızı ortaya çıkar çıkmaz körleşecek, bildiğiniz
her şeyi unutacak, savunduğunuz her değer anlamını kaybedecek, o
güne dek kazandığınız sandıklarınızın bir hiçten ibaret olduğunu
göreceksinizdir… Ömrünüz sandığınız şey elinizden kaçacak, asıl
yazgınız ortaya çıkacaktır… Yazgınız işte o en derinlerde
sakladığınız yaralı ve sızılarla dolu benliğinizdir. En yasak
bölgenizdir… Onu en alta gizlemek için birçok benlik edinirsiniz.
Bu benlikleri hayranlıklarla, ilgilerle, başarılarla, kazandığınız
imgelerle süsleyip gösterişli hale getirirsiniz ki, sizi tanıyan
en altta yatanı görmesin, hep onlarla ilgilensin, onları gerçek
sansın, onlara hayran olup bağlansın istersiniz…
İlişkiler yaşarsınız, beraberlikleriniz olur, kimseye, ama kimseye
yeterince güvenmez, onu; o altta yatan yaralı benliğinizi
elinizden geldiğince saklamaya çalışırsınız. Yaşadıklarınıza,
ilişkilerinize karıştırmazsınız onu. Ne yaparsanız, ne
söylerseniz, onsuz yaşar, onu hiç hesaba katmadan söylersiniz.
Ondan habersizmiş gibi yaparsınız. İyisinizdir böyle, çok da yara
almadan sürükleyip götürürsünüz hayatınızı… Her ilişki bir
diğerini besler. İlişkilerde çoğu kez hayranlıkla seyrettiğiniz
yüzünüzde o sızı yoktur. Kaybetmemiş kazanmışsınızdır. Hiç
söylemediğiniz güzel ve anlamlı sözleri hayatınıza yeni girecek
insana saklarken aynanızdaki yüzünüz bir bütündür… Ya da siz öyle
görürsünüz…
Sonra hiç ummadığınız anda biri çıkar karşınıza… Ona da
diğerlerine yaptığınız gibi yaparsınız. Süsleyip gösterişli hale
getirdiğiniz benliklerinizle yaşamaya başlarsınız onunla… Çünkü
daha önce kimselere güvenmediğiniz gibi ona da tam anlamıyla
güvenemezsiniz… Başlarda güzeldir onun aynasında gördüğünüz
yüzünüz. Bütündür… Eski ilişkinizden sakladığınız güzel ve anlamlı
sözlerin onu etkilediğini hissettikçe daha da aydınlanır
aynasındaki resminiz. Ona çocukların arkadaşlarına yeni aldıkları
oyuncaklarını gösterir gibi o süslü ve daha önce başkaları
tarafından hep onaylanmış benliklerinizi gösterip durursunuz…
Ama her şey yolunda gibi giderken birgün sizi artık eskisi gibi
onaylamadığını, söylediklerinizi hayranlıkla dinlemediğini
anlamaya başlarsınız. Hatta zaman zaman başlardaki onayının gizli
bir onaysızlığa, hayranlığının sinsi bir küçümsemeye dönüştüğünü
fark etmeye başlarsınız. Birçok insanı etkilediğini sandığınız
oyuncaklarınızın onu etkilemediğini hissedersiniz… Onu büyülemek
için söylediğiniz sözlerin sanki bir duvara çarpıp yine size geri
döndüğünü ve her geri döndüğünde kanatsız ve kanı çekilmiş kuşlar
gibi içinizdeki o çok gizli olan boşluğa birer birer düştüğünü
görürsünüz… Tuhaf bir ürküntüyle sarsılır, ayaklarınızın altındaki
zeminin usulca kaydığını anlarsınız. Aynasındaki fotoğrafınız
çoktan gölgelenmeye başlamıştır. Sanki sizi sizden iyi bilen, ama
sizin çok da tanımadığınız birisinin çocukluğunuzun arka
bahçesinde, yeni alınmış ve o çok sevdiğiniz oyuncaklarınızı teker
teker yaktığını görürsünüz… Oyuncaklarınızdan çıkan yanık kokusu
çok eski ve hiç unutulmayan bir felaketin yaklaştığını
hissettirir… Bu yaklaşan felaket hissi yangının arka bahçenize
doğru ilerlediğini hatırlatır size… Artık aynasındaki yüzünüze bu
yanık kokusu eşlik etmeye başlamıştır… Yüzünüz eskisi gibi tanıdık
gelmemeye başlamıştır… Bir an önce buradan bir çıkış aramak ve bu
ilişkiyi sonlandırmak istersiniz… Ama bir şey tutar sizi…
Basiretiniz bağlanır. Giderayak yüzünüzü onun aynasında bir kez
daha güzel, aydınlık ve bütün olarak görüp öyle çıkıp gitmek
istersiniz bir başka aynaya… Yangın arka bahçeye sıçramadan ona
güzel ve hep hayranlıkla anımsayacağı bir son hazırlamak
istersiniz… Ve artık tek derdiniz onu bu güzel sona ikna etmekten
başka birşey değildir… Ama hazırladığınız hiçbir veda şöleni onu
etkilemez… Yangın içerlere, derinlere doğru hızla ilerlemeye
başlamıştır. Artık ona gösterebileceğiniz hiçbir yeni oyuncağınız
kalmamıştır… Her veda şöleni bir öncekinden daha gösterişsiz, bir
öncekinden daha yoksul ve acınası olmuştur… Savunmalarınız birer
birer onun gözünde anlamını yitirmiştir… Herşeyi öylece bırakıp
gitmek, bırak beni artık, gitmek istiyorum, deseniz de bu ondan
çok size inandırıcı gelmez. Ayrılıp gitmeye önce kendinizi ikna
edemez olmuşsunuzdur… Beni bırak, bitsin artık bu ilişki, deseniz
de, bu sözler ona çarpıp; beni böyle bırakma, beni onaylamadan,
bana hayran olmadan, beni sevmeden bırakma, olarak yine size geri
döner…
Bu artık kendinizi onun gözüyle görmeye başladığınızı gösterir ki
kaçıp kurtulmanız için artık çok geçtir… Yıllardır herkesten
sakladığınız o yaralı benliğiniz saklandığı yerden, artık birer
külden ibaret olan benliklerinizin yanık kokuları arasından en
üste çıkmıştır… Artık söz sizden çıkmıştır… Kaderinizin ipleri
elinizden kaçmış yazgınızla savunmasız bir şekilde karşı karşıya
kalmışsınızdır… Aynasındaki yüzünüz paramparçadır… Artık o
aynadaki yüzünüze o çok eski sızılar olmadan bakamaz
olmuşsunuzdur… O çok eski sızılar, sanki birkaç saat önce girmiş
gibidir içinize… Sanki unuttuğunuzu sandığınız o çok eski
zamanlarda değil de henüz şimdi yaralanmış gibisinizdir… Sanki
hayata başladığınız yere sizi geri çağırmıştır o sızılar… O
noktaya nasıl geldiğinizi anlamadan, karşınızdaki insandan tıpkı o
yaralı çocukluğunuzdaki özleminiz gibi, sizi sonuna dek anlayıp
benimsemesini beklersiniz..
Anne beni onayla ve daha çok sev, der gibi… Baba beni önemse ve
hep yanımda ol, der gibi yaparsınız ne yapsanız… Ama ne deseniz,
ne yapsanız hep eksik kalırsınız onun gözünde, hep yetersiz… İşte
bu yüzden sizi birgün bırakıp gidecektir… Asıl bu korkunun altında
yatar bir zamanlar onca korktuğunuz ölüm… Bu korkuyu yaşamamak
için defalarca kendinizi yok etmek geçer aklınızdan… Ama tek
birşey yüzünden kıyamazsınız kendinize, tek birşey: Onu bir daha
göremeyecek olmak korkusu… Bu korku yüzünden her sızıya
katlanırsınız, her acıya, her ayrılık endişesine…
O da tıpkı anneniz gibi yapar, babanız gibi davranır… Onaylamış
gibi görünür, ama istediğiniz gibi onaylamaz. Seviyor gibi yapar,
ama bu beklediğiniz o sevgi değildir. Önce yüceltir, ama hiç
beklemediğiniz bir anda küçümsemeye başlar… Hem de kalbinizin en
savunmasız anında… Söylediğiniz ya da yazdığınız birşeyi
ilgiliymiş gibi dinler, ama içten içe ilgisizliğini hissedersiniz…
Bir başarınızı anlatırken anlarsınız ki, o sırada aklından günlük,
sıradan sorunlar geçer… Önce öper, ama hiç ummadığınız bir anda
öptüğü yerden sizi kanatmaya başlar… Sonra kanattığı yerleri
yeniden öpmeye çalışır, acınızı dindirmek için… İşte böyle anlarda
ona hiç olmadığı kadar bağlanırsınız. Böyle anlarda sizi hiç
beklemediğiniz zamanlarda kanattığı için bile ona minnet duymaya
başlarsınız. Ne yaparsa yapsın, ne dersen desin, ne kadar
incitirse incitsin, ama sonra gelip kanattığı yerleri öpsün, yeter
ki neden olduğu acımı dindirsin, dersiniz…
Onun durmadan değişen yüzlerine, duygularına göre yaşamaya
başlarsınız… Sizi incitip kanattıktan sonraki sarılmasına… Ansızın
niye ve neden olduğunu bilemediğiniz öfkelenmesinden sonraki
gülümseyişine… O dünyanızı karartan küçümsemesinden sonra size
yıllar sonra güneşin doğuşu gibi gelen ilgi ve hayranlığa göre
yaşamaya başlarsınız.. Artık ondan gelecek her şeye razı
olursunuz. Bu yoğunluğun adı köleliktir. Gönüllü kölelik.
Peki, neden bir başkasına değil de ona karşı duyarsınız bu
yoğunluğu, bu gönüllü köleliği… Neden başkaları sizin o süslü ve
gösterişli benliklerinize hayranlıkla inanmış, sizi size
doğrulamıştır da, neden onun aynasında seyrettiğiniz yüzünüz böyle
paramparça, böyle yangınlar içindedir… Neden başkaları değil de o
gelip dokunmuştur yıllardır herkesten sakladığınız o yaralı
benliğinize… İşte bu çoğu kez derin bir sırdır. Çok zordur bu
muammayı çözmek… Yüzü, yüzündeki garip bir ışık…
Bakışlarındakieski bir esrar… Hangisinde, hangisinde saklıdır o
size bile bir sır olan teslimiyetiniz, bilemezsiniz…
Karanlık bir ormandır insan. Ürkütücü ve çözülmez görünür…
Uzaklardan gelen bir ışık gelir, bu ormanın içindeki inleyen bir
hayvanın gözlerindeki acıyı parlatır. Bu kısacık parlayış anında
ayakları kırılmış bir atın gözlerindeki derin acı sezilir. Atın
acıyla inip kalkıyordur göğsü… O koca ormanın içinde bir
başınadır… Sonra ışık kaybolur gider. Ama artık koca ormandan
geriye o ayakları kırık atın gözleri kalır sadece aklınızda…
Acıyla inip kalkan göğsü kalır… Sanki bütün o karanlık ormanın
ruhu ayakları kırık atın acıyla bakan gözlerine doğru akıp durur…
İşte o karanlıktan gözlere doğru akan yoğunluk aşkın ta
kendisidir. Orman ne kadar karanlıksa bu akış o kadar hızlı olur…
Yani siz ne kadar karanlıkta kalmışsanız, o karanlıktan
gözlerinize doğru akan yoğunluk o kadar acı ve o kadar güçlüdür…
İçinizdeki karanlık ormandan gözlerinize doğru akan bu yoğunluğun
adı aşktır… Artık gözleriniz bir köle gibi bakmaya başlar… Bir
efendiniz vardır artık, nereye baksanız onu görürsünüz… Gördüğünüz
herşey ondan bir iz, bir soluk taşır.
O herkesten gizlediğiniz yaralı benliğiniz zincirlerinden kopmuş,
sahip olduğunuz herşeyi ezip geçmiş, gelip gözlerinizi
kaplamıştır… Gördüğünüz, dokunduğunuz, baktığınız herşeye o yaralı
benliğinizin gözleriyle bakmaya, onun gözleriyle görmeye
başlamışsınızdır… Dünya o yaralı benliğinizden ibarettir artık…
O güne dek bildiğiniz herşeyi unutmuşsuzdur… Yaşadığınız bu
yoğunluk o güne dek taşıdığınız değerleri, inatla savunduğunuz
doğruları bir anda unutturmuştur size…
Sahi, siz daha önce kim ve nasıl biriydiniz… Unutmuşsunuzdur…
Başkalarının görmediği, görüp de anlamadığı şeyleri görür ve
hissedersiniz de, sizi asıl ilgilendiren, ilgilendirmesi gereken
şeyleri bir türlü görüp hissedemezsiniz… Kimdir, aslında ne
düşünür sizi bu hale sokan sevgili… Gerçekte sizin için ne
düşünmektedir… Hayatla ve kendiyle ilgili ne hesapları, nasıl
kaygıları vardır… Sizin sevginiz ona ne kadar geçmektedir…
Sevginizin ondaki yansımaları nelerdir… Bunları bilmezsiniz de,
dokunduğunuz ve gördüğünüz herşeyde onu hissettiğinizi,
gördüğünüzü bilirsiniz…
Çünkü sizin için dünya odur… Ama onun dünyası bu dünyanın
neresindedir, işte bunları asla bilemezsiniz… Siz hiçbir eve,
hiçbir odaya, hiçbir yere sığmazsınız, ama onun kaç evi, kaç
odası, sığınıp gizlendiği kaç yeri vardır, bilemezsiniz.
O sizi onaylayıp beğensin, hep yanınızda olsun ve hep sevsin diye
ona içinizden geçen herşeyi eksiksiz anlatırsınız da, o size
sizinle ve kendiyle ilgili düşündüklerini ne kadar anlatır, işte
bunu asla bilemezsiniz…
Sizin onu sevdiğinizi herkes, bütün dünya bilsin istersiniz, onun
sizi sevdiğinizi, o da seviyorsa nerede, hangi odada, kime ve ne
şekilde söylediğini asla bilemezsiniz…
İşte bu eşitsiz bir ilişkidir… Siz köle, o efendidir… O sizin
dünyanıza istediği an girebilir, ama siz onun dünyasına
giremezsiniz… Sizin için onu sevdiğiniz dünya bir bütündür, ama
onun dünyası evlere, odalara, gizlere, bilinmeyen yerlere
bölünmüştür… Siz onu dünyanızda ararken, o kimbilir hangi evde,
hangi odada, sizin hakkınızda kime ne söylemektedir ya da ne
söylememektedir, işte bunu asla bilemezsiniz…
Siz onu öyle çok sevmişsinizdir ki, işte en çok bu yüzden onun
sadece bir yönünü görürsünüz… Çünkü sevginiz o güne dek hayatın
görünmeyen yanları hakkında olan bütün bilgilerinizi unutturmuştur
size… Onu artık bu bilgilerle, bir zamanlar savunduğunuz değerler
ve doğrularla değil, onu artık bu yaralı benliğinizle görürsünüz.
Bu yüzden siz ne kadar haklı olsanız da, durmadan ona karşı suçlu
ve ezik hissedersiniz kendinizi… Ne kadar büyükse onun boşluğu
sevginiz o kadar eksiktir… Büyüdükçe onun boşluğu siz bu yüzden o
kadar çok pişmanlık biriktirirsiniz, keşke onu daha çok sevseydim,
diye…
Aslında kendisine güvenli bir kıyı arayan odur, ama siz onu böyle
görmek istemediğiniz için onun için okyanuslara hep geç
kaldığınızı hissedersiniz… Bu suçu, bu pişmanlığı, bu gecikmişliği
sorgulatmak, biraz olsun temize çıkmak için bir mahkeme ararsanız,
ama kimse böyle bir mahkemenin yerini bilmiyordur…
Siz onun için neleri göze aldıysanız ve alacaksanız, onun da sizin
için aynı şeyleri göze aldığını ve alacağını hissedersiniz… Oysa o
sizin sandığınızdan çok ayrı biridir. Bildiğiniz o yönünden başka
bilmediğiniz birçok yönü, birçok yüzü, birçok odası vardır…
Sizin sevdiğiniz yanından başka bilmediğiniz ve bu sızılar içinde
asla bilemeyeceğiniz yerleri vardır onun… Tamamen körleşmemek onu
bütünüyle görmek için alttan alta bunu hissedersiniz de bu
boşluğun adını tam olarak koyamazsınız… Bu boşluk onun
gerçekliğidir… Ayaklarının yere bastığıdır; sizin gibi bu hayatın
kurallarından hiç kopmayıp, aksine ona sımsıkı sarıldığıdır… Size
istediklerinizi ancak hayatın bütün o bağlarından, bütün bu
parçalanmışlığından, parasal ve gelecekle ilgili korkularından
kurtulmuş biri verebilir, ama öyle biri değildir ki; işte bu
yüzden onun sarıldığı yerlerden sizin o büyük yanılgınız başlar…
Aslında siz bir anlam, bir yüz, bir ışık, bir ruh diye bir boşluğu
seviyorsunuzdur… Dopdolu diye sarıldığınız…
Kurtuluşum, diye sarıldığınız onun ardına gizlendiği, sizin hiç
bilmediğiniz ve belki de hiç bilemeyeceğiniz boşluğudur.
Karanlık ormanınızdan gözlerinize, gözlerinizden dünyaya doğru
akan o yoğunluk işte bu boşluğa doğru akmaktadır… Aşkınız işte
sınırları bilinmeyen bu boşluğun çekimine kapılmıştır… Acınız,
içinizdeki sızıların derinliği, üzerinden koştuğunuz uçurumlarınız
bu boşluğun çekimiyle daha çok büyür… Sizi o yaralı benliğiniz
körleştirmiştir, bu yüzden düştüğünüz yerleri göremezsiniz… Siz o
diye onun bir yanını görürsünüz, ama o sizin için ayırdığı
odalardan birinden sizi seyretmekte ve oradan sizi bütün
yönlerinizle görmektedir… Sadece sizin için ayırdığı o odada bu
halinize üzülmekte, belki de sizi özlemekte ve bu aşk için acı
çekmektedir…
Ama bir diğer odasına geçtiğinde orada bir başkasıyla sizin hiç
bilmediğiniz yönüyle, bu hayatta ayakta nasıl kalırım, nasıl acı
çekmeden, nasıl üzülüp incinmeden yaşarımın hesabını yapmaktadır…
Siz onu bütünüyle bildiğinizi zannederseniz, ama sizin hiç
bilmediğiniz yönlerinden biriyle parasal bir sırrı konuşmaktadır
bir başkasıyla…
O da sizin gibi herşeyini, bütün suçlarını, bütün itiraflarını
bildiğini, ama ona ne kadar güvence vereceğini, ona ne kadar güven
ve rahatlık sağlayacağını bilemediği bir başkasından parasını
nereye gömdüğünü öğrenmeye çalışmaktadır.
O nerede kime ne söylerse söylesin, o hangi odada hangi parasal
sırların hesabını yaparsa yapsın, o hangi evde bilmediğiniz hangi
yönünü yaşarsa yaşasın, sizin ona duyduğunuz aşkı asla eksiltmez
bu… Aksine onu hiç tanıyamadıkça ona duyduğunuz aşk daha da artar…
Sizin için her geçen gün dayanılmaz bir hale gelen çekiciliği onun
birtürlü göremediğiniz o büyük boşluğuyla daha bir artar…
Karanlık ormanınızdan gözlerinize, gözlerinizden dünyaya ve oradan
sevdiğiniz insanın boşluklarına doğru akan yaralı benliğiniz bir
önceki günden daha büyük bir sızıyla kaplanır.
Öyle bir sızıdır ki bu, kendi boşluğunda öylesine büyüyen bir
sevgidir ki, karşınızdaki eğer böyle bir sevgiyle dolu değilse bir
süre sonra geri çekilir… Geri çekilirken bir odalık bile olsa size
duyduğu sevgiyi fazla acı çekmemek için anında zehirleyip geri
çekilir…
Ve birgün gelir size ayırdığı o tek bir odanın bile ışıklarını
söndürüp, kapılarını kapatıp; çekip gider ve sizi aşkınıza terk
eder…
Sizi artık ilgisiz de olsa dinleyen o yoktur…
Artık sizi önemsiyor görünüp de aslında önemsemeyen, yanındayım,
dediği halde aslında çok uzakta olan biri bile yoktur… Önce öpen,
sonra öptüğü yerleri kanatan, ardından kanattığı yerleri çok
acımasın diye öpmeye çalışan o yoktur yanınızda…
Sevdikçe sizi bir o kadar çok yaralayan o bile yoktur artık.
İşte o zaman sevgili diye, dünya diye, hayat diye baktığınız her
boşluğu artık sadece sizin o yaralı benliğiniz doldurur…
Artık nereye, hangi kalabalık şehre gitseniz bile peşinizden o
ıssız,
o karanlık ormanınızı birlikte götürürsünüz… Nereye gitseniz
kendinizi orada kaybolmuş hissedersiniz…
Yollarda kime rastlasanız, çıkartıp onun fotoğrafını
gösterirsiniz… Bu insanı tanıyor musunuz, buralardan geçti mi, onu
gördünüz mü, diye sorarsınız…
~Cezmi Ersöz~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Baskalarini sik sik affet, kendini asla.
~Syrus~
- - - - - - - - - - - - - - - -
İTİRAZIM VAR
https://www.youtube.com/watch?v=Aa11QVuUngA
- - - - - - - - - - - - - - - -
Zor is, zamaninda yapmamiz gerekip de yapmadigimiz kolay seylerin
birikmesiyle olusur.
~HENRY FORD~
- - - - - - - - - - - - - - - -
MANZARA GÜLÜSLÜ KIZ
öpüşmekte güçlük çeken bir kızdı işte
üstelik düşlerimden ödü kopardı
ne zaman farlar geceyi çizse
teni sakallarımda yanardı
soruları rahatlatan bir yanıttı belki
simdi evde olsak
ne güzel
yatıp uyumazdık derdi
ev türkçesi ilişirdi sesinde
dilime dolaıtikça sözcükleri
acıyı andıran bir anı artık
odamın şaşkınlığı bundan
düştutan akşam saatlerine
usul usul damlıyor zaman
gökyüzünde tuhaf bir baş dönmesi
~Enver Ercan, 1995
(Geçtigi Her Seyi Öpüyor Zaman)~
- - - - - - -





- - - - - - -
Diksiyon_dersi.pdf
Kirmizi_Goren_Kedi-Lilian_Jackson.epub
Vladimir_Ilyic_Lenin-Evrensel_Basim_Yayin-Ne_Yapmali.epub
David_Hare-Amy_nin_Bakisi.pdf
Sophokles-Antigone_SabahattinAli_.pdf
Alfonso_Paso-Kirkindan_Sonra.pdf
Kertenkeleler-Max_Von_Der_Grun.epub
Halk_Tiyatrosu_ve_Cagdas_Sentez_Denemeleri.pdf
Esen_Yayinlari-LYS_4_Cozumlu_10_Deneme.pdf
Tekin_Ertug-Fotograf_Ustalari_1.epub
Mehmet_Akif_Ersoy-Siirleri.pdf
Paulo_Coelho-Simyaci.epub
Platon-Devlet_Adami.doc
Nazim_Hikmet-04_Yatar_Bursa_Kalesinde_Adam_Yayinlari.pdf
R._A._Salvatore-Unutulmus_Diyarlar-03-Kara_Elf_Uclemesi-3-Goc.epub
William_Shakespeare-Kral_Lear.epub
MAD_506_NUMARALI_SEMENDIRE_LIVASI_ICMAL_TAHRIR_DEFTERI_937-1530_.pdf
Osho_Cosku.epub
Jean_Paul_Sartre-Varolusculuk.pdf
Osmanli_Devlet_Duzeni-Necdet_Ozturk.pdf
Stefan_Zweig-Uc_Buyuk_Usta_Balzac_Dickens_Dostoyevski_.epub
The_Jesuit_Conspiracy-The_Secret_Plan_of_the_Order.pdf
Balzac-Eugenie_Grandet.epub
Puskin-Bakir_Atli.pdf
ScadaWinCC_Turkce_Kitap.pdf
dostoyevski-ecinniler.epub
SAHIN_ORGEL-YOSUNLAR.doc
Arthur_C_Clarke-Ramayla_Bulusma.epub
Hikayeler_IV-Anton_Cehov.mobi
ASKA_DAIR_Ebu_Abdulmumin_Tekin_Mihci.pdf
- - - - - - -
Your browser does not support the video tag.
">
Your browser does not support the video tag.
">
Your browser does not support the video tag.
">
Your browser does not support the video tag.
">
Your browser does not support the video tag.
">
Your browser does not support the video tag.
">
Your browser does not support the video tag.
">
Your browser does not support the video tag.
">
- - - - - - -
- - - - -
- - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -