1000 eksi 19 = ? ve/veya Erbakan'dı "Erdoğan" oldu?!

527 views
Skip to first unread message

Hayrullah Mahmud ÖzgürTÜRK

unread,
Mar 3, 2021, 4:48:29 AM3/3/21
to oybi...@googlegroups.com
1000 eksi 19 = ? ve/veya Erbakan'dı "Erdoğan" oldu?!

NEDİR NE DEĞİLDİR
ENSTANTANE X:
MEHMET Y. YILMAZ Erdoğan'ın empati duygusuna ne oldu?
Şiir okuduğu için hapse atılan Erdoğan'ın yönettiği ülkede, Osman Kavala 1218 gündür uydurulmuş suçlarla hapiste mesela!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat "post modern darbesinin" yıl dönümü nedeniyle bir video yayınladı. Orada diyor ki "hukuksuz şekilde hapse atıldım".
Hukuksuz denilemez tabii.
O günün hukuku "öyleydi", tıpkı bugünün hukukunun da "öyle" olması gibi!
Ve sorunumuzun temeli de zaten bu değişmeyen "hukuk" anlayışımız.
Kendimiz için geçerli olmasını istediğimiz hukukun, bizden farklı düşünenler için başka türlü işlemesini istiyor olmamız.
Erdoğan, 21 Nisan 1998 günü yapılan yargılamasında mahkûm edilince, 22 Nisan 1998 tarihinde Genel Yayın Yönetmeni olduğum Radikal'deki yazımın başlığı şöyleydi:
"Düşündüğünü ifade etmek herkesin hakkı."
O yazımın son bölümü şöyleydi:
"Türkiye'de yapılan temel yanlışlardan birisi de, ifade özgürlüğünün sınırlarının belirlenmesinde o görüşün sahibinin kim olduğuna bakılmasıdır.
Bu yüzden herkes kendi canı yanınca sesini yükseltiyor, başkası aynı durumdan ceza aldığı zaman olayı görmezden gelmeyi tercih ediyor.
Recep Tayyip Erdoğan olayında da muhtemelen böyle olacak. Daha önce kendisi için düşünce özgürlüğünün kısıtlanmaması gerektiğini savunan bir kesim susarken, iktidardayken düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi için hiçbir çaba harcamayan, hatta statükonun korunması için direnen bir kesim ise feryat edecek.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün geliştirilmesi için ilk yapmamız gereken şey işte bu davranış biçimini terk etmektir.
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü herkes içindir. Bazı görüşleri beğenmesek ve toplumun geleceği için tehlike olarak görsek de bu durum değişmez."
Gördüğünüz gibi, Türkiye tipik bir Brezilya dizisine benziyor.
Aradan yüzlerce bölüm geçse de olaylar hep aynı, dekor değişmiyor, karakterler yaşlansa da aynı repliklerle konuşmaya devam ediyor.
Hukuksuz şekilde hapse atılmaktan yakınan kişinin tek yetkili Cumhurbaşkanı olduğu ülkede, hapishaneler hukuksuz şekilde hapse atılanlarla dolup taşıyor!
Şiir okuduğu için hapse atılan Erdoğan'ın yönettiği ülkede, Osman Kavala 1218 gündür uydurulmuş suçlarla hapiste mesela!
Gencecik üniversite öğrencilerinin, işlemedikleri bir suç için hapiste olmaları gibi!
İdarenin emriyle yazılmış iddianamelerle dokunulmazlıkları kaldırılıp, hapse atılmak istenen milletvekilleri gibi!
Dahası da var:
Erdoğan, "hukuksuz şekilde" mahkûm edilip, Belediye Başkanlığı görevini bırakmak zorunda kaldığında, yerine yeni Belediye Başkanı, Belediye Meclisi'nde serbestçe yapılan oylamayla, Belediye Meclisi üyeleri arasından seçildi. Kendisiyle aynı partiye mensuptu.
Erdoğan'ın yönettiği ülkede "hukuksuz şekilde" görevden alınan belediye başkanlarının yerine devlet memurları tayin ediliyor!
Erdoğan, hazır "hukuk" meselesini hatırlamışken, bu konuyu tekrar bir düşünse iyi olur.
Kendisi için hukuk arayanlar, başkalarının hukuk arayışlarına empatiyle yaklaşamıyorlarsa zaten boşuna hukuk reformu filan yapmaya da kalkışmasınlar. Beceremezler!
"Şov yapmadan" yattığı hapishane böyleydi
Erdoğan'ın "hukuksuz şekilde atıldığı" hapishane koşullarına ise hiç girmesem diyordum ama bir kez daha hatırlatmakta yarar var.
2016 yılının 4 Kasım günü HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte 9 HDP'li milletvekili tutuklanarak hapse atıldı.
Ertesi gün de sıra Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarındaydı. Genel Yayın Müdürü Murat Sabuncu ve gazeteciler Kadri Gürsel, Musa Kart, Güray Öz, Mustafa Kemal Güngör, Turhan Günay, Bülent Utku, Önder Çelik ve Hakan Kara tutuklandı.
Bu tutuklamalar ile ilgili olarak görüşü sorulan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Kasım 2016 günü şöyle konuştu:
"Hakkımdaki hapis kararı kesinleştiğinde kuzu kuzu Pınarhisar Cezaevi'ne gidip cezamızı çektik. Bağırıp çağırıp şov yapmadık."
Cumhurbaşkanı'nın hapiste nasıl "kuzu kuzu yattığını" biliyoruz.
Hüseyin Besli ve Ömer Özbay'ın yazdığı, "Recep Tayyip Erdoğan: Bir liderin doğuşu" isimli kitapta bu konu ayrıntılı olarak anlatılıyor. Oradan aktarıyorum.
Hasan Yeşildağ'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi kardeşi Zeki Yeşildağ, ağabeyinin "Erdoğan'a hapishanede suikast yapılacak" istihbaratı üzerine kararını veriyor: "Ağabey, sen de onunla beraber hapse gireceksin."
Bunun üzerine Hasan Yeşildağ, bir tanıdığına 370 bin liralık karşılıksız bir çek kesiyor ki yargılanıp hapse mahkûm edilsin.
Nitekim öyle de oluyor. Yeşildağ, kendisini yargılayan hâkime yalvarıyor ve 4 ay hapse mahkûm edilmeyi başarıyor.
Sonra da Erdoğan ile Yeşildağ, hapishaneler içinden hapishane seçiyorlar: Erdek, Karamürsel, Çorlu, Akyazı derken, Pınarhisar Cezaevi'ne karar veriyorlar.
Yeşildağ, önce cezaevini gezmeye gidiyor. Yapılacak işlerin listesini çıkarıyor, kendilerine "tahsis edilecek" koğuşu geziyor.
Koğuş temizletiliyor, duvarlarına kâğıt, zeminine halı kaplanıyor. Elektrik ve sıhhi tesisatı yenileniyor, sıcak su için şofben takılıyor.
Koğuşun bahçeye ve koridora açılan kapılarını boyatıp yalnızca içeriden açılabilen ilave sürgüler yaptırıyor.
Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştiriyor.
Sıra mobilya ve beyaz eşyaya geldiğinde keseye davranmak Erhan Şenol'a düşüyor.
Derin donduruculu büyük boy bir buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, toplantı ve çalışma masaları, deri koltuklar, oturma grupları ve büyük ekran bir televizyonla, kalacakları koğuşu ve cezaevi kütüphanesini, bir yaşam ve çalışma alanına dönüştürüyorlar.
Bu arada mahkûm ve gardiyanlar da unutulmuyor. Herkese pantolon, gömlek, ayakkabı ve eşofman takımı alınıyor.
Erdoğan, hapishaneye Ahmet Ergün ve Hayati Yazıcı ile geliyor. Hapishanenin güvenliğinden sorumlu yüzbaşı, üsteğmen, savcı kendisini karşılıyor.
Sonra koğuşa geçiliyor ve Erdoğan etrafa göz atıp "Güzel olmuş" diyor.
Hasan Yeşildağ anlatıyor:
"Reis'i beklerken, hapishanede bulunan mahkûm ve gardiyanlarla toplantı yapıp, herkesi sıkı sıkı uyarmıştım: Tayyip Bey'in yanında sigara içilmeyecek! Bacak bacak üstüne atılmayacak! Laubali hareketlerden kaçınılacak! Herkes saygılı olacak!"
Hapishanede yattığı sürece Erdoğan'ın televizyondaki Fenerbahçe maçlarını hiç kaçırmamış olması da bir başka ayrıntı.
Allah kimseyi hapishaneye düşürmesin ama "Erdoğan'ın şov yapmadan yattığı" hapishanenin koşulları böyle.
Sanırım şunu söyleyebilirim: 28 Şubat hapishanesi ile Erdoğan dönemi F Tiplerini birbiriyle kıyaslamak en azından ayıp kaçar!
https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/erdogan-in-empati-duygusuna-ne-oldu,30067
(...)
ENSTANTANE X:
SONER YALÇIN CHP’ye okuma kodları
Son siyasi gelişmelerin doğru okunmadığını/analiz edilmediğini düşünüyorum.
Örneğin: Erdoğan- Oğuzhan Asiltürk buluşması.
Öncelikle şunu bilmelisiniz:
Asiltürk, Saadet Partisi'nin genel başkanı değil, lideridir! Rahmetli Erbakan'ın anma toplantısındaki protokol fotoğrafı bunun somut belgesidir. İmzasını “Milli Görüş lideri” diye atmaktadır!
Oğuzhan Asiltürk… Nakşibendi Gümüşhanevi dergahının -Erbakan gibi- İTÜ talebeleri ekolünden. 1950'lerden itibaren Milli Görüş çizgisinin öncü isimlerden.
Dava adamı… İlkelerin politikacısı… Tanımlamayı uzatmadan Erdoğan ilişkisine geleyim:
Asiltürk, Erdoğan'ı daima pragmatist/takiyyeci bildi; dava adamı görmedi.
-Bu nedenle, Erdoğan'ın 1985'teki İstanbul İl Başkanı olmasına karşı çıktı.
-Bu nedenle, Erdoğan'ın 1989'daki Beyoğlu belediye başkanlığı adaylığına karşı çıktı.
-Bu nedenle, Erdoğan'ın 1991'de milletvekili seçilmesini engelledi. (Öyle ki, Erdoğan seçimi kazanıp mazbatasını aldıktan sonra, seçim kuruluna yaptırdığı itirazlar ile -fazla tercihli oy alan- Mustafa Baş'ın milletvekili olmasını sağladı.)
-Bu nedenle, Erdoğan'ın 1994'de İstanbul belediye başkanlığı adaylığına karşı çıktı. (Erdoğan kazanınca yanına hemen Ali Müfit Gürtuna'yı koydu!)
Asiltürk bu tavırlarında Erbakan ile karşı karşıya geldi; kiminde başarılı oldu, kiminde isteği gerçekleştiremedi…
Asiltürk için “ne olursa olsun kazanmak” önemli değildi; önceliği davadan taviz vermemek idi.
Peki… AKP'yi; sağcıların, liberallerin, TÜSİAD-ABD'nin kurdurttuğunu düşünen Asiltürk'ün, bugün Erdoğan ile diyalog kurmasını nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Açayım:
İSTANBUL İL BAŞKANI
Keza: AKP İstanbul İl Başkanlığı seçimi konusunda da hatalı siyasi değerlendirmeler yapıldığını düşünüyorum…
Soru şu:
-Erbakan'ın isteğiyle dört yıl Saadet Partisi gençlik kolları başkanlığı yapan…
-AKP kurulurken bu partiye katılmayıp Saadet Partisi'nde kalan…
-Saadet Partisi'nde İstanbul il yönetim kurulu üyeliği ve genel idare kurulu üyeliği gibi görevlerde bulunan…
-Partisinden belediye başkan adayı olan…
Osman Nuri Kabaktepe kısa süre önce SP'den AKP'ye geçip, İstanbul il başkanlığını niçin kabul etti? (AKP çevrelerinin konuyu hâlâ derinlikli analiz etmediklerini gördüm. Yok “Tevfik Göksu'nun adamıymış”, yok “İstanbul belediye başkanları adaylık tayin sürecine kırgınmış”, yok “Berat Albayrak gitmiş, il başkanı Bayram Şenocak da gitmişti” gibi benzeri sözlerle meseleyi yüzeysel yorumladıklarına tanık oldum!)
Kimileri Erdoğan'ın Saadet Partisi ile yakınlaşmasını “öze yöneliş” olarak yorumladı.
Mesele bundan derin…
Erdoğan'ın ne yapmak istediği henüz anlaşılmış değil…
Ekleme yapayım:
İddia o ki, Erdoğan ile Asiltürk görüşmelerinde İstanbul il başkanlığı pazarlığı yapılmıştı! Hiç ihtimal vermiyorum. Ancak sohbet konusunun İstanbul il seçimine yansıdığını düşünüyorum. Ne demek istediğimi şöyle toparlayayım:
ERDOGAN'IN STRATEJİSİ
Sağda… Daha düne kadar Erdoğan'a ağır eleştiriler yönelten Devlet Bahçeli/MHP bugün niçin Cumhur İttifakı içinde?
Solda… Daha düne kadar Erdoğan'a ağır eleştiriler yönelten Doğu Perinçek/VP bugün niçin Cumhur İttifakı destekçisi?
Aslında… Bu iki sorunun cevabı Oğuzhan Asiltürk'ün Erdoğan ile yakınlaşmasının da yanıtı olduğunu düşünüyorum…
Erdoğan'ın son politik virajı CIA destekli FETÖ darbe girişimiyle oldu. Keza, PKK ve IŞİD saldırıları da aynı dönemde gerçekleşti. Hele o dönem Batı medyasının hakkında sıklıkla “diktatör” tanımlamaları Erdoğan'ın Milli Görüş çizgisini “hatırlamasına” sebep oldu. Böylece –dünyadaki siyasal akıma uygun olarak Erdoğan “millilik gömleğini” tekrar giydi!
Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile anti-Amerikancı kadroların tasfiye edildiğini belirten, 28 Şubat sürecinin ordunun tamamına mâl edilemeyeceğini savunan Asiltürk, Erdoğan'ın son beş yıllık siyasi duruşundan memnun kaldığını sanıyorum…
Erdoğan'ın partiler ittifakıyla 2023'ü kazanamayacağını,  stratejik hedefinin ülke siyasetini ikiye bölmek olduğunu kimse görmüyor mu?
-Milliler…
-Gayri milliler…
Erdoğan “gayri milliler” safına CHP ve HDP merkez yönetimlerini sokmaya çalışarak “milli seçmenleri” yanına almaya çalışacak!
Ki bu nedenle yıllar sonra Kobani olaylarını gündeme getirdi.
Ki bu nedenle HDP milletvekilleri dokunulmazlıklarını gündeme getirdi.
Ki bu nedenle dilinde hep CHP ile HDP'yi yan yana getirdi.
Ki bu nedenle İYİ Parti'yi yanına çekti bile…
Yani:
CHP, Erdoğan'ın bu yeni manevrasını iyi okuyor mu? Şüpheliyim! Millet İttifakı'nı cepte keklik görüyor. Yanılıyor!
https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/chpye-okuma-kodlari-6289336/
(...)
ENSTANTANE X:
Yeniçağ yazarı Uğuroğlu, 28 Şubat'ı yazdı: 10-11 gün sonra brifing yapılırsa darbe mi olur?
Yeniçağ yazarı Orhan Uğuroğlu bugünkü yazısında "28 Şubat Davasının 24. Yılında 21 askere "müebbet hapis" veren Ankara 5. Ağır ceza mahkemesinin binlerce sayfalık gerekçeli kararında okudum, 765 Sayılı eski Türk Ceza Kanunun 147. Maddesine göre askerlere "müebbet hapis" cezası verilmiş" diye yazdı.
Askerlere verilen cezanın gerekçesinin Temel fıkralarına benzediğini söyleyen Uğuroğlu, "Mahkemenin delili: "Erbakan'ın özel danışmanı tanık İlnur Çevik'in, 'Askerler aczimendileri askeri cemselerle götürdü' iddiası."Yalanın kuyruklusu budur. Çünkü polis araçlarıyla götürülmelerinin videosu tüm TV kanallarında yayınlandı" dedi.
Uğuroğlu, eski Başbakan Mesut Yılmaz'ın sözlerini hatırlatarak dönemin anlaşılabileceğini ifade ederek şu sözleri paylaştı: "Muhatap olduğum hiçbir genelkurmay başkanımızın hiçbir komutanımızın hükümeti devirmek için bir örgüt kurmak bir cunta kurmak veya Türk siyasetine yön vermek için uğraş içinde olduğuna tanık olmadım. Hiçbir zaman böyle anti demokratik eğilim içinde görmediğim, her zaman demokrasiye bağlılıklarına şahit olduğum ve ülkeye bu kadar hizmet etmiş değerli komutanların sanık oldukları davada tanıklık yapmaktan hicap duyuyorum."
https://t24.com.tr/haber/yenicag-yazari-uguroglu-28-subat-i-yazdi-10-11-gun-sonra-brifing-yapilirsa-darbe-mi-olur,935934
(...)
ENSTANTANE X:
Emin Çölaşan'dan Tansu Çiller yazısı: Ve günün birinde bir başka bomba patladı!
Sözcü yazarı Emin Çölaşan, bugünkü köşe yazısında eski Başbakan Tansu Çiller'in 28 Şubat ile ilgili Anadolu Ajansı'na konuşmasının ardından eleştirilerde bulundu.
"Sevgili okurlarım, uzun süredir istirahatli olan hanımefendi iki gün önce yine karşımıza çıktı. Vallahi özlemiştik yani! Bir süre ortalıktan kayboluyor, sonra özellikle 28 Şubat'ın yıl dönümlerinde devreye girip konuşmaya başlıyor" dedi.
Çölaşan, Çiller'in geçmişte yaptılarına dikkat çektiği yazısında şunları kaydetti:
Bu hanımın DYP'nin başına nasıl geçtiğini, nasıl başbakan olduğunu bugüne kadar anlayabilmiş değilim.
Bunu yarım yamalak bile olsa anlayabilmek için kendisinin ve ailesinin ‘yapısına' biraz olsun bakmak gerek!
Eşinin nüfusta şimdiki adı Özer Çiller…
Evlenmeden önce orijinali ise Özer Uçuran.
Hanımefendi eşine baskı yapıyor:
“Evleniriz ama benim soyadımı alacaksın…”
Ve 40 yıllık Özer Uçuran bu baskıya dayanamayıp Özer Çiller oluyor.
Tansu henüz siyasete girmemiş, başbakan olmamıştı. Özer başında bulunduğu İstanbul Bankası'nı batırdı.
Bugünkü değerlerle devletin ve milletin milyarları uçtu, buharlaştı, kül olup gitti…
Ve hiç kimse o paraların hesabını kendisinden sormadı.
Ne zaman ki karısı başbakan oldu, devleti birlikte yönetmeye başladılar. Hiç unutmam, günün birinde Bekir Coşkun'la ikimizi Başbakanlık konutuna (ayrı ayrı) çağırmıştı. Beni kabul ettiği makam odasında terlikleriyle oturuyordu. Devlette hiçbir görevi yoktu ama konuşuyordu.
“Bizi çok fazla eleştiriyorsun, biraz dikkat et” diye o gün bana baba nasihatleri vermişti!
Tansu deyince ister istemez onların inanılmaz mal varlığı ve serveti akla gelir.
Boğaz'da muhteşem bir yalı, Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanında değerli araziler, arsalar, konutlar, apartmanlar, çiftlikler ve başı sonu olmayan korkunç bir para…
Bu servet zamanla ortaya çıkmaya başladı.
Aile zor durumda kalmıştı.
Tansu kendini savunuyordu:
“Ne var bunda canım, ben uzun yıllar üniversitede görev aldım, firmalara danışmanlık yaptım, eşim bankacılık yaptı. Tabii ki servetimiz olacak.”
Ama iş o kadar basit değildi…
Örneğin günün birinde Kuşadası'ndaki muhteşem çiftliği ortaya çıktı. Fakat gelin görün ki, bu çiftliği kendi mal beyanlarında gizlemişlerdi.
Çiftlik, yanlarında çalışan Suna Pelister isimli bir kadının üzerine kayıtlı idi!..
Ve günün birinde bir başka bomba patladı!
Ailenin ABD'de inanılmaz bir mal varlığı ortaya çıktı.
Oteller, apartmanlar, AVM'ler vesaire…
Çıktıkça çıkıyordu!
Bunları da gizlediği belgelenmişti.
Tansu zor durumda kalmıştı. Bir süre sonra kameraların karşısına geçip mal varlığının nereden geldiğini açıkladı:
“Annem vefat ettiğinde evde bir çıkın bulduk. İçinde para vardı. Servet artışımız bu çıkındaki paralardır!”
Tansu sadece bu konularda değil, örneğin yakın tarihimiz konusunda da çok ciddi bir birikime sahipti!
Günün birinde Ermeni olayları tartışılıyordu. Gündeme, işgal altındaki Türkiye'de Ermeni tehciri ile suçlanan ve hain İstanbul hükümeti tarafından 1919'da idam edilen şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey geldi.
Aradan bir süre geçti, Tansu bu konuda nutuk atıyordu:
“Boğazlanan kaymakam Kemal Bey…”
Başbakanlığı döneminde çıkmakta olan bir gazete vardı:
Öncü.
Başında Özer!
İki bin satışlı bu gazete, kendilerinden yana olmayan herkese resmen ana avrat söverdi.
Ne anamız kaldı ne avradımız, ne hırsızlığımız kaldı ne de eşcinselliğimiz.
Başbakan Tansu'yu günün birinde sıkıştırdım, yüz yüze geldiğimiz bir ortamda sordum:
“Hanımefendi, eşinizin çıkardığı Öncü gazetesi her gün yalanlar savuruyor, sizden yana olmayanlara belden aşağı hakaretlerle sövüyor. Acaba siz bu yayınları görmüyor musunuz?”
Ne dese beğenirsiniz…
“Aaaa, ciddi mi söylüyorsunuz!”
Aklınca alay ediyordu.
Kısa bir gerçeği de yazının sonuna eklemek istiyorum.
Tansu, devletin örtülü ödenek parasını dolandırıcılara kaptıran ilk ve tek başbakandır.
Bunu başaran kişinin adı Selçuk Parsadan.
Orgeneral Necdet Öztorun adına örgütlenen dolandırıcı Parsadan, örtülü ödenekten Tansu'nun emriyle tam 500 milyon götürmüş, sonrasında bana yaptığı açıklamada “Ben aynı zamanda kumarbazım. Tansu'dan götürdüğüm parayı kumarda yedim. Hakkını helal etsin” demişti.
Aradan uzun yıllar geçti ve Tansu dönemi de unutuldu.
Cumhurbaşkanı Demirel tarafından şutlandı gitti.
Sonra Recep Bey'e yanaştı, onun parti mitinglerinde boy göstermeye başladı.
Asıl araştırılması ve irdelenmesi gereken geçmişteki olaylar zinciri ve servet patlaması da böylece belleklerden silindi.
Onu birkaç günden beri yeniden medyanın önünde görünce aklıma bunlar geldi…
Şimdi yine bütün gücüyle Recep Bey'e destek veriyormuş!
Verse kaç yazar, vermese kaç yazar…
Evet, burada onun dönemine çok kısaca değinmek istedim…
Ama biraz da dedikodu niyetine doğruyu söylemek gerekirse hanımefendi bu süre içerisinde güzelleşmiş. İyice bir rektifiyeden geçmiş olduğu anlaşılıyor.
Maşallah.
Türkiye'de Tansu dönemi, üzerinde ciltler dolusu kitap yazılması gereken bir süreçtir.
Yazık oldu, fırsatı kaçırdık!
2 Mart 2021 09:20
(...)
ENSTANTANE X:
Hürriyet yazarı Fırat: Hem AK Parti yönetiminde hem de kabinede bazı değişiklikler olması bekleniyor
Hürriyet gazetesi yazarı Hande Fırat, "Mart ayına girdik, önemli gelişmelerin yaşanacağı, dikkat çekici başlangıçların yapılacağı bir ay. Hem AK Parti yönetiminde hem de kabinede bazı değişiklikler olması bekleniyor"  görüşünü savundu.
Fırat yazısında, "Reformların açıklanması ve hayata geçirilmesi: Ekonomi ve yargıda yapılacak reformlar bugünden itibaren açıklanmaya başlayacak. Dinamik bir süreç işletilecek. İhtiyaca göre yeni reformlar da yapılacak. Ekonomide toparlanma süreci: İlk talimatlarından birini, kamu bankalarına “Usulüne uygun kredi verin” diyerek veren yeni ekonomi yönetimi, faiz kararlarının arkasında durmasıyla ilk dönemeci atlattı. Şimdi reformlarla ve uygulama ile birlikte güven vererek, hızla toparlama sürecine girilmesi hedefleniyor." düşüncesini dile getirdi.
Fırat şu ifadeleri kullandı:
"24 Mart kongre süreci: AK Parti içindeki kongre süreci ile hem parti yönetiminde hem de kabinede bazı değişiklikler olması bekleniyor. Ekonomi yönetiminde bir değişiklik olmayacağı söyleniyor. Bununla birlikte yükü fazla bazı bakanlıkların yapısının gözden geçirilebileceği belirtiliyor. Sorunları çözme, yönetme ya da konuşma süreci: Dış politikada kritik maddelerden biri. İkili ilişkilerde sorunların çözülmesi, çözülmeyecek sorunların ise yönetilmesi hedefleniyor. Bu nedenle de kopan, yürümeyen ya da sorunlu olan ilişkilerin normalleşme süreçlerine evrilmesine hazırlık yapılıyor."
https://t24.com.tr/haber/hurriyet-yazari-firat-hem-ak-parti-yonetiminde-hem-de-kabinede-bazi-degisiklikler-olmasi-bekleniyor,936338
(...)
ENSTANTANE X:
Yeniçağ yazarı: Bu davaya başlanırsa işin arkası çorap söküğü gibi gelecek, Gökçek’ler yargılanırken başka siyasetçiler için "Neden onlar da yargılanmıyor" denilecek
Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, kaleme aldığı kitabı Parsel Parsel ile Melih Gökçek ve çevresindeki yakınçağ siyasal tarihin rezilliklerini açığa çıkardığını ifade etti.
“Dün FETÖ ile iş tutanlar, onların kilometre taşlarını döşeyenler, belediye kaynaklarını bilerek ve isteyerek onlara aktaranlar bugün elini kolunu sallayarak dolaşıyor, yüzleri kızarmadan da yaptıklarını perdeleyebilmek için herkese türlü iftiralar atıyorlar” diyen Ağırel, “Bütün herkes biliyor ki ‘parsel parsel’ davasına başlanırsa işin arkası çorap söküğü gibi gelecek. ‘Kontrol edilemez’ bir adaletsizlik ortaya çıkacak. Gökçekler yargılanırken başka siyasetçiler için ‘neden onlar da yargılanmıyor’ denilecek” ifadelerini kullandı.
“Elleri çalışmaktan nasır tutmamış, çatlamamış emeğin değerini bilmeyen ya FETÖ kucağında ya da baba kucağında büyümüş insanlar, çıktıkları gökdelenlerden aşağıya tükürüyor” diyerek sözlerine devam eden Ağırel şunları kaydetti:
“Evet, çok küçük bir kesim o tükürüğe "yarabbi şükür" diyecektir.  Peki ya devlet? Devlet, hiçbir zaman böyle bir mantığa sahip olmadı. "Parsel Parsel" kitabını okuduğunuzda gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkma huyunu apaçık göreceksiniz.”
https://t24.com.tr/haber/yenicag-yazari-bu-davaya-baslanirsa-isin-arkasi-corap-sokugu-gibi-gelecek-gokcek-ler-yargilanirken-baska-siyasetciler-icin-neden-onlar-da-yargilanmiyor-denilecek,935731
(...)
ENSTANTANE X:
Capital Economics: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Berat Albayrak’ı savunması yatırımcıları ürküttü
Capital Economics’in raporunda, “Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski Hazine ve Maliye Bakanı (ve damadı) Berat Albayrak’ı savunması yatırımcıları ürküttü” ifadelerine yer verildi.
Uluslararası araştırma kuruluşu Capital Economics, TL’nin geçen hafta dolar karşısında yüzde 6 değer kaybederek bu yıl elde ettiği kazanımları geri verdiğini belirterek, bunun bir oranda küresel tahvil ve hisse satışı dalgasından, bir oranda da iç faktörlerden kaynaklandığını belirtti.  
Raporda Merkez Bankası’nın zorunlu karşılık oranlarını yükseltmesine de şu sözlerle vurgu yapıldı: “Yatırımcılar, bankaların zorunlu karşılık oranlarını yükseltilmesinin, Merkez Bankası’nın eski huyuna geri dönmesine yönelik bir işaret olması ihtimalinden de ürktüler. Yöneticiler bunu parasal aktarım mekanizmasını iyileştirmeye yönelik bir çaba olarak tanımladı ama bazıları, enflasyondaki yükselişin gerektirdiği faiz artırımını yapmamasına yönelik politik bir baskıyla karşı olabileceğine yordu.”
"Kredibilite çok kırılgan"
Capital Economics uzmanları, şu aşamada çok endişeli olmadıklarını, ABD tahvillerinin getirlerindeki duracağını belirterek, riskli varlıklar üzerindeki baskının hafifleyeceği yorumu yaptı.
Raporda Albayrak ekonomi yönetiminde yer almadıkça Türkiye’nin ortodoks politikalara dönüşünün süreceği öngörüsü de yer aldı.
Capital Economics’in analizinde, “Bununla birlikte son gelişmeler Merkez Bankası’nın kredibilitesinin hala çok kırılgan olduğunu ve TL önümüzdeki haftalarda baskı altında kalmaya devam ederse yöneticilerin yatırımcılara güvence vermek için faizi artırma baskısıyla karşı karşıya kalabileceğini gösterdi” denildi.
https://www.patronlardunyasi.com/haber/Capital-Economics-Cumhurbaskani-Erdogan-in%C2%A0Berat-Albayrak-i-savunmasi-yatirimcilari-urkuttu/247345
(...)
ENSTANTANE X:
Murat Yetkin: Hitler son nutkunda ‘zafer bizim’ diyordu; fena yanılıyordu
"Diktatörler kendilerince hep haklıydı"
Gazeteci-yazar Murat Yetkin, "Hitler son nutkunda ‘zafer bizim’ diyordu; fena yanılıyordu. Diktatörler kendilerince hep haklıydı" değerlendirmesini yaptı.
Yetkin yazısında, "Yetmiş altı yıl önce geçen hafta, 24 Şubat 1945’te Alman diktatörü Adolf Hitler, Alman Nasyonal Sosyalist Parti, yani Nazi Partisinin 25’inci kuruluş yıldönümü dolayısıyla bir konuşma yaptı. Konuşmasında Nazi Partisi iktidara gelene kadar Almanların nasıl geçmişlerinden ve kimliklerinden kopartıldığını, kendilerinin Alman halkını yeniden yücelttiğinden söz ettikten sonra nutkunu şöyle bitirmişti: 'Yirmi beş yıl önce size hareketimizin zaferini öngörmüştüm. Bugünse, halkımıza her zamanki tam güvenimle, Alman ırkının nihai zaferini öngörüyorum.' Seçimle iş başına geldikten sonra türlü komplolarla parlamentodan geçirdiği yetki kanunlarıyla bütün yürütme gücünü elinde toplayıp kendisini İmparator ilan eden Hitler, aynı zamanda Nazi Partisi lideri olarak bu son nutkunu Berlin yakınlarındaki yeraltı sığınağından yayınlamıştı." ifadesini kullandı.
Yetkin şunları kaydetti:
"Hitler Alman ırkına nihai zafer vaat ederken ABD orduları batıdan, Sovyet orduları doğudan hızla başkent Berlin’e ilerliyordu. Hitler’in Nazi Partisine hitaben son nutkunu yayınlamasından tam iki ay sonra, 23 Nisan’da önce Sovyet, sonra Amerikan orduları Berlin’e girdi. Hitler 30 Nisan’da o sığınakta intihar etti. Şah Cihan 1628’de Hindistan’daki Türk kökenli Babür İmparatorluğunun başına geçti. 1632’de ölen baş kadını Mümtaz Mahal’in hatırasına, başkent Agra’da bir türbe yaptırmaya başladı. Türbe projesi giderek cami ve medreseyi de içeren 42 dönüme yayılmış bir saraya dönüştü. Cihan’ın rüya projesiydi.
Taç Mahal, tamamen beyaz mermerden inşa edildi. Allah’ın Kuran’daki 99 isminin kazındığı muhteşem yapının taş süslemeleri için Tibet’ten turkuaz, Afganistan’dan lapis lazuri, Sri Lanka’dan safir, Arabistan’dan akik ithal edildi. 2020 fiyatlarıyla 956 milyon dolara mal oldu. İnşaatı tamamlamak için yeni vergiler salındı. Bu sırada İngiltere, Doğu Hint Şirketi üzerinden Hindistan’a girmiş ve Babür İmparatorluğuna tehdit eder hale gelmişti. Şah Cihan, Taç Mahal’in yapıldığı Yamuna nehrinin karşı kıyısına siyah mermerden aynısını (simetri hastalığı vardı) yaptırmaya kalktığında, tehlikeyi fark eden oğlu Evrengzeb tarafından devrildi. Hapsedildiği Agra Kalesinde 22 Ocak 1666’da öldü.
Cihan da kendince haklıydı; görenin hayran kalacağı, adıyla anılacak bir güç gösterisine ihtiyacı vardı. Bugün bir Pazar yazısına konu oldu."
https://t24.com.tr/haber/murat-yetkin-hitler-son-nutkunda-zafer-bizim-diyordu-fena-yaniliyordu,935888
(...)
ENSTANTANE X:
28 Şubat için kim ne dedi: "28 Şubat hâlâ anlaşılmadı, bence de bin yıl sürebilir"
İktidara yakın köşe yazarları 28 Şubat'ı yazdı
Post modern darbe olarak nitelendirilen, Refah Partisi'nin kapatılmasına neden olan 28 Şubat'ın 24'üncü yıl dönümünde iktidara yakın gazetelerdeki köşe yazarlarından Yusuf Kaplan "28 Şubat’ın üç büyük ihaneti " başlıklı yazısında "iki asırdır, bu ülkede 'ipler', bu ülkenin has çocuklarının elinde değil-hâlâ" diye yazdı.
Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde Kaplan'ın değerlendirmesi şöyle:
"Türkiye, iki asırdır çok büyük travmalar yaşıyor...
İki asırdır, bu ülkede “ipler”, bu ülkenin has çocuklarının elinde değil -hâlâ!
Türkiye, Fırat Kalkanı’yla birlikte bağımsızlığına kavuşma yolunda ilk tarihî adımı attı. Ama yolun başındayız henüz...
Tanzimat’tan 28 Şubat’a kadar bu toplum, dışardan dayatılan, içerde celladına âşık elitler tarafından uygulanan travmatik ameliyatlarla hizaya getirilmeye, “adam edilmeye”, ehlileştirilmeye, mankurtlaştırılmaya çalışılıyor.
28 Şubat, yeniden mazlumlara, İslâm dünyasına öncülük edecek Müslüman Türkiye’nin gelişinin durdurulması girişiminin son ürpertici perdelerinden biridir.
28 Şubat, üç büyük ihanetin adıdır:
Birincisi, “irtica tehdidi” palavrasıyla, toplumun İslâmî kimliğinin yok edilmesi ihanetidir.
İkincisi, 28 Şubat, Türkiye’nin parçalanmasının zihnî, sosyo-kültürel temellerinin atıldığı bir ihanetin adıdır.
Üçüncüsü, İslâm’ın protestanlaştırılması ihanetinin dönüm noktasıdır."
Star gazetesinden Nuh Albayrak da 28 Şubat döneminin Kara Kuvvetleri Komutanı olan ve ardından Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun "28 Şubat bin yıl sürecek" sözlerine atfen "28 Şubat hâlâ anlaşılmadı, bence de bin yıl sürebilir" başlıklı bir yazı yazdı.
Albayrak şöyle dedi:
"Muhafazakâr iktidarın rehavetine kapılan mağdur kesim ise genellikle; "Artık o günler gerilerde kaldı" diye düşünüyor. Oysa 28 Şubat zihniyeti; 19 yıllık AK Parti iktidarına rağmen istim üzerinde fırsat kolluyor, intikam ateşiyle yanıp tutuşuyor. En "makul" zannedilenlerin bile zaman zaman ağzından kaçırdığı "türban" düşmanlığı, bu öfkeyi ihbar ediyor.
Bu yüzden, Müslümanları ferahlatan inanç ve ibadet hürriyeti kazanımları, hukukî düzenlemelerle sabitlenmelidir. Bugünkü siyasî iradenin gücüyle devam eden fiilî uygulamalar "yok" demektir. Çünkü ilk fırsatta yok edilecektir. Satın aldığınız evin tapusu yoksa, bir gün sokağa atılmanız mukadderdir.
Çevik Bir'in "Etkisi bin yıl sürecek" öngörüsü, biraz erken alaya alındı. Çünkü bu darbe, öncekilerin yaptığı gibi milletin kollarını budamadı, köklerine zehir sıkarak; yavaş yavaş ölüme bıraktı.
Bu darbe, birkaç komutanın laiklik hassasiyetinden kaynaklanan bir kalkışma değil, Kemalistler ve FETÖ üzerinden yürütülen bir Haçlı saldırısıdır."
Takvim gazetesinden Ekrem Kızıltaş da 'Kaybetmemeliyiz!'  başlıklı yazısında "28 Şubat'tan çıkarılacak dersler çok. Bizi asıl ilgilendiren tarafı ise, sahip olduklarımızın kıymetini bilebilmek" dedi.
Kızıltaş şöyle yazdı:
"Muhit Kitap'tan çıkan ve 'başörtüsü yasağının kadınları psikolojik açıdan nasıl etkilediğini' ele alan '28 Şubat'ın Psikolojik Etkileri' isimli Deniz Işıker Bedir imzalı kitap, sürecin yeterince ve hakkıyla konuşulmayan yönlerine ışık tutuyor.
Özellikle de 'böyle şeyler yaşanmış olamaz' diye düşünen genç neslin okuması gereken kitaptaki alıntılar, üzerinden geçen yıllara rağmen bazı aktör ve senaristlerin hala doğru yaptıkları kanaatinde olduklarını gösteriyor.
İdeolojiden çok rant hesaplarının ağır bastığı bir süreçte milyonların mağduriyetine ve hayata küsmelerine sebebiyet verenlerin rahatlığı, şaşırtıcı.
Bunun ideolojik körlükle mi yoksa mahalle baskısıyla mı alakalı olduğuna da, okuyunca karar verebilirsiniz.
28 Şubat'tan çıkarılacak dersler çok. Bizi asıl ilgilendiren tarafı ise, sahip olduklarımızın kıymetini bilebilmek…"
https://t24.com.tr/haber/28-subat-icin-kim-ne-dedi-28-subat-hala-anlasilmadi-bence-de-bin-yil-surebilir,935867
(...)
ENSTANTANE X:
"Beş yüz ve bin liralık yeni banknotlara hazırlık yapılıyor"
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, “500 ya da bin liralık yeni banknotlara hazırlık yapılıyor” dedi...
CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Başdanışmanı Erdoğan Toprak, dikkat çeken bir açıklama yaptı.
Toprak, bankalara gönderilen ATM'lere küçük kupürlü banknot yerleştirme talimatının telaş ve çaresizliği gösterdiğini savunarak, “500 ya da bin liralık yeni banknotlara hazırlık yapılıyor” dedi.
Toprak, markette ve pazarda filenin 200 liraya bile dolmadığını, küçük kupürlü banknotlarla yapılan ödemelerde de tomarla para ödendiğini dile getirerek, “Yükselen enflasyonla pula dönüşen en yüksek kupürlü banknot da yetersiz hale geldi. 500 ya da bin liralık yeni banknotlara hazırlık yapılıyor” ifadelerini kullandı.
Sözcü'den Başak Kaya'nın haberine göre, liradan altı sıfır atmakla övünen iktidarın uyguladığı yanlış ekonomi politikaları ve enflasyonun çift hanede olmasının, en yüksek değerdeki 200 liralık banknotu da pula dönüştürdüğünü vurgulayan Toprak, “Daha yüksek kupürlü banknot basma ihtiyacı doğdu” diye konuştu.
Erdoğan Toprak şunları söyledi:
“Nakit alışverişlerde artık file 250 liradan aşağı dolmuyor. Bu hayat pahalılığında küçük kupürlü banknotlar, cüzdanlarda değersiz kağıt para kalabalığına dönüştü. Değeri kalmayan 100 veya 200 liralık banknotların kullanımı da arttı. Piyasada tedavüldeki banknotların yüzde 50'yi aşan bölümü bu banknotlardan oluşuyor. Yükseliş hızı bu şekilde sürdüğü takdirde yakında 500 hatta 1.000 liralık banknotların tedavüle sokulması kaçınılmazdır."
Odatv.com 02.03.2021 08:37
https://odatv4.com/bes-yuz-ve-bin-liralik-yeni-banknotlara-hazirlik-yapiliyor-02032137.html
(...)
ENSTANTANE X:
AK Parti'den Hürriyet'in o manşetine 23 yıl sonra sert tepki!
Hürriyet gazetesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından onanmasının ardından, 'Siyasi hayatı bitti' sürmanşetiyle çıktı.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinde iken Yargıtay'ın kararı sonrasında Hürriyet gazetesinin attığı "siyasi hayatı bitti" manşetini paylaşarak, "Millete dayanan yenilmez. Millet bitti demeden bitmez." dedi.
Ömer Çelik, Twitter'dan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken Siirt'te yaptığı konuşma nedeniyle aldığı 10 aylık mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından onandığına ilişkin haberi içeren ve "Siyasi hayatı bitti" sürmanşeti ile yayımlanan 24 Eylül 1998 tarihli gazete kupürünü paylaştı.
Ömer Çelik paylaşımına, "Millet ne derse o olur. Millete dayanan yenilmez. Millet bitti demeden bitmez." ifadelerini ekledi.
https://www.medyaradar.com/ak-partiden-hurriyetin-o-mansetine-23-yil-sonra-sert-tepki-haberi-2041812
(...)
ENSTANTANE X:
Tansu Çiller: Millet, AK Parti iktidarına şans verdi ve onlar da darbeleri bitirdi
"28 Şubat'ın ardından batan bankalar, Türkiye'yi büyük krize soktu"
Eski Başbakan Tansu Çiller, 28 Şubat'ın yıl dönümünde, "28 Şubat'ın ardından batan bankalar, Türkiye'yi büyük krize soktu. Millet, AK Parti iktidarına şans verdi ve onlar da darbeleri bitirdi " açıklamasını yaptı.
Çiller, "28 Şubat'ın ardından batan bankalar, Türkiye'yi büyük krize soktu. Bu krizin maliyeti 291 milyar dolar. Bunları, gençlerimiz darbelerin maliyetini anlasın diye anlatıyorum. Bugün gençliğin en önemli sorunu işsizlik. Bu 291 milyar dolar ile gençlerimizin işsizlik sorununu çok büyük ölçüde çözebilirdik. Mağdur edenler ve mağdur olanlar hepimiz aynı platformda buluşup, demokrasinin evrensel değerleri üzerinde anlaşabilirsek, ülkemizi sadece muasır medeniyetler seviyesine çıkaramayız aynı zamanda bu ülkeyi büyük bir aşamadan geçiririz. Nihayet millet ne yaptı? Bizleri tasfiye etti ve AK Parti iktidarına şans verdi ve onlar da darbeleri bitirdiler. Vesayet dönemini bitirdiler. Şimdi bize düşen yine demokrasinin yüksek platformunda birleşmek burada, herkese yer var. Darbeleri, vesayet dönemini bitirdik ama henüz birleşmedik, topyekun birleşmeyi yine burada yapabiliriz. Çünkü hepimiz için tek bir Türkiye var." dedi.
https://t24.com.tr/haber/tansu-ciller-millet-ak-parti-iktidarina-sans-verdi-ve-onlar-da-darbeleri-bitirdi,935926
(...)
ENSTANTANE X:
ABDURRAHMAN DİLİPAK Geçmiş zaman olur ki!
28 Şubat 1997’den bugüne, nerede ise çeyrek asır olmuş. Ne hayallerimiz vardı ve sonunda neyle karşılaştık. Bu işler böyledir. Peygamberimizin hayatından çeyrek asır ne anlama geliyor, bir ona bakalım: 25 yaşında iken, 40 yaşında bir dul olan Hz. Hatice ile evlendi. Bu evlilik Hz. Hatice‘nin vefatına kadar, 25 yıl sürdü. 609’da 40 yaşında peygamber oldu. Risalet’in 13 yılı Mekke, 10 yılı Medine’de geçti. 8 Haziran 632’de vefat etti. Kerbelâ Olayı Resulullah’ın vefatından 48 yıl sonra 10 Ekim 680’de gerçekleşti.  Biz 28 Şubat’a geri dönelim.
İnşallah bu süreçte Resulullah’ın hayatı, yaşayışı ve haksızlıklar karşısındaki duruşu bize örnek olur. Bu vesile ile Onu anmış olalım. Ona selat ve selam olsun..
Neydi o günler. REFAHYOL hükümeti ile bir anda ümitlenmiştik. MÜSİAD Anadolu sermayesini örgütlüyordu, yurtdışından işçi tasarrufları ülkeye geliyordu ve holdingler kuruluyordu. Faizsiz Finans Kuruluşları kurulmaya başlamıştı.  Hükümetin, BM, AB, ABD’de lobisini yapmak gerekiyordu. Biz SPAG’ı kurduk. “Stratejik Planlama, Araştırma Geliştirme AŞ”! Ardından 28 Şubat geldi, bahar kışa döndü.
Erdoğan Silivri’ye giderken, İBB’den ayrılmadan hemen önce 10 dakikalık bir görüşmem oldu. Bütün gece çalışmıştım, neler yapılmalı onların listesini çıkarmıştım. Bir de o süreçte ben ne yapacağım, onları listelemiştim. Ne o gün Silivri’ye gittim, ne de o günden sonra, dönüşünde karşılamaya. Çünkü çok işim vardı. Şanar’la birlikte bir sivil itaatsizlik eylemi başlatmıştık. 70.000 kişi, o şiiri yazıp, altına imza atıp savcılığa kendini ihbar ediyordu. Esnaf vitrinine o şiiri yapıştırıyordu. Hasan Celal Güzel’le, stadyumlarda, meydanlarda, kapalı spor salonlarında on binlerce insanla hep birlikte o şiiri okuyorduk.
AK Parti’nin kuruluş sürecinde, Erdoğan İstanbul’da, Gül ve Arınç Ankara’da çalışıyordu. Erdoğan Anadolu’yu örgütlemeye çalışıyordu. Gül dış ilişkileri örgütlemeye çalışıyordu, Arınç Milli Görüş’ün ağır abileri, sermaye ve bürokrasi ile dirsek teması kuruyordu.
Ben sivildim ve sivil olarak devam edecektim, ama güçlü bir iktidar olsun istiyorduk. Bir grub arkadaşla konuştuk, ne yapabiliriz diye. Madem bir dış desteğe ihtiyaç var. Madem REFAHYOL tecrübesi önemliydi, geçmişte bir de ANAP tecrübesi yaşanmıştı. O zaman yeni oluşum bu anlamda hem içeriye ve hem de dışa karşı bir güç merkezi olmalı idi. Mesela ben ve bazı arkadaşlar (Mesela isim de vereyim: Cevat Özkaya) bazı isimlerle görüştük. O zaman MÜSİAD’ın danışmanı olduğum için o çevreden arkadaşlar da bunu önemsiyordu. Madem dışarıdan birtakım isimler olacak, dürüst, akıllı ve temsil kabiliyeti yüksek isimlerin bu harekete katılmasını sağlamak gerekiyordu. Tabii ilk aklımıza gelen isim, Numan Kurtulmuş oldu. Defalarca İlhan Kesici ile konuştum. DP, AP, DYP çizgisinden önemli bir isim. Vefat edenlerden, ANAP çizgisinden Hasan Celal Güzel’le konuştuk. BBP’den Muhsin Yazıcıoğlu ile konuştum. Aslında kimse hayır demedi. CHP kesiminden Ertuğrul Günay ile o dönemde yakın temasım vardı,  Erdal Kalkan vardı. Onlarla görüşmelerimiz vardı.
Mutfakta çalışanlar genelde ortalıkta gözükmezler. O gün daha güçlü bir AK Parti için çalışanların hiç biri öne çıkıp, siyasi rant talebinde bulunmadı. O kişilerin çabaları “Hafi” bir “fiili dua” idi. “Hasbi” kişilerdi. Her hafta 3-5 kişi toplanıp, kardeşlerimiz için ne yapabiliriz diye konuşuyorduk.
“The Cemaat” bu konuda daha becerikli idi. “Kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyor”lardı. Damardan, nabza göre şerbet vermeyi bizden daha iyi biliyorlardı. Hesabi’lere göre biz “devri geçmiş” insanlardık. Para her kapıyı açıyordu. Bir de o zamanki Media’nın parlattığı isimler vardı. Söz konusu olan siyaset olunca, madem “Camiye imam aramıyorlardı”, dünyevi işler için dünyevi adamlara açtılar kapıları. Önce bunu “vitrin dekoru” zannettik, ama vitrindekiler kısa sürede “mülkün sahibi” rolü üstlenmeye kalkıştılar. 15 Temmuz’a giden yolda FETÖ böyle çıktı ortaya. O günden bugünlere de böyle geldik işte. Böyle oldu, dava arkadaşlarının birbirinden davacı olması. Bunun böyle olacağı belli idi. O ilk günlerin Hesabi adamları, sessizce Hasbileri etkisizleştirdi. Ardından kendi aralarında Milletvekili, Belediye Başkanlığı, Belediye Meclisi üyeliği, (Mesela ille de imar komisyonu olmalı, bir de alım-satım işleri, akçeli işler yani. FETÖ de hep oralardaydı, İK, haberleşme, ulaşım vs) Teşkilatlarda görev, bürokratik atamalar ve ihalelerde birbirlerine karşı acımasız bir rekabete girdiler.
Bugün İstanbul sözleşmesi, ya da CoVID skandalı, yolsuzluk tartışmaları ve daha birçok konu bu süreçte yaşanan olumsuzlukların gölgesinde, için için yanan bir ateş gibiyken, sonunda bir anda alev almaya başladı. Gençlik, Aile, Eğitim, hepsi ihale tartışmalarının gölgesinde kaldı.
Benim yazılarımda, hep bu tehlikeli gidişle ilgili uyarılar vardı ve birileri bundan rahatsız oluyordu. Kimlerin ayağına bastığımı biliyorum. Önce, teşkilatlar, ardından üniversiteler ve diğer kamu kuruluşları ile temas noktaları kopartıldı. Derken  STK’larla alakamı kesmeye çalıştılar. En sonunda Media ile bağımı koparmayı denediler. Son bir darbeyi, 81 ilde suç duyurusu ve tazminat davası ile indirmeyi denediler. Ama bu oyunları geri tepti. Kötü bir şekilde deşifre oldular ve halk bu oyunu gördü. Kim olduklarını gördük ve onları bu yüzleri ile de tanımış olduk!
Ben yarım asırdır, oldu-bitti şeklinde, Müslümanların atanmamış ve seçilmemiş sözcüsüyüm. Onlardan bir şey istemedim. Ve hep onların, daha doğru Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi oldum, elhamdülillah!
Bana haddimi bildirmek isteyenlere Hak ve Hakkın dostları haddini bildirdi hep. Hep bu yolda yürüyen, Allah’ın ipine tutunanların yardımcısıdır Allah. Kimi fedakarlıklarının karşılığını bu dünyada görür, kimi ahirette çok daha fazlası ile görür. Allah bizlere dünyada da ahirette de afiyet versin inşallah!.
Bu işlerin tekrar yoluna girmesi için, hepimizin, kınayanların kınamalarından korkmadan, daha akıllı, dürüst ve cesaretle, Allah’a dayanıp, sa’ye sarılıp, hikmete ram olarak daha çok çalışması gerek.
Bütün darbeleri gördüm. Kaderimde bugünleri de görmek varmış. Bakalım, bundan sonra daha neler göreceğiz. İnşallah “emri bil maruf ve nehyi anil münker”den vazgeçmeyiz, “sırat-ı müstakim”den sapmayız. Duanıza muhtaç bir kul olarak duacınızım.
Selâm ve dua ile.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/gecmis-zaman-olur-ki-35122.html
(...)
ENSTANTANE X:
İsmail Saymaz 'Hatay'ın kara kutusu'nu yazdı: 'Susuzluk kazasını andırıyor'
İsmail Saymaz, Heysem Topalca'nın trafik kazasında hayatını kaybetmesi hakkında "Topalca'nın öldüğü trafik kazası 25 yıl önceki Susurluk kazasını andırıyor." ifadelerini kullandı.
Sözcü Gazetesi yazarı İsmail Saymaz, Suriye iç savaşında ismi karmaşık ilişkileri nedeniyle sık sık gündeme gelen, Reyhanlı Katliamı ile IŞİD’iın Niğde saldırısında adı geçen 54 yaşındaki Heysem Topalca'nın, trafik kazasında öldüğünün ortaya çıkmasına köşesine taşıdı.
İsmail Saymaz, "Topalca, Suriye'de 2011'de başlayan iç savaşın Türkiye sınırındaki kara kutusu olarak biliniyordu. AK Parti'nin Esad'ın devrilmesini önceleyen hatalı dış politikasından ötürü eleğe çevrilmiş olan bu sınırın cihatçı otobanı gibi kullanılmasında ve Suriye'deki şeriatçı militanların yasa dışı şekilde Türkiye'ye geçmesinde kilit rol aldı." ifadelerini kullandı.
İsmail Saymaz'ın haberi şöyle oldu:
Hatay'da, sekiz Suriyelinin içinde bulunduğu araç 10 Şubat akşamı Karapınar-Konya yolunda hızla seyrederken, önündeki TIR'a çarptı. Çarpışmanın etkisiyle hurdaya dönen araç savrulup takla attı. Aracı kullanan dahil üç kişi can verdi.
Sürücü, Lazkiyeli bir Türkmen olan Heitem Topaljeh'di.
Türkiye'de cc diye biliniyordu.
Topalca, 2012'de babası, beş kardeşi ve onların ailelerini Yayladağ'a yerleştirmişti.
Bir ayağı Hatay'da, diğeri Suriye'deydi.
Sınırın kara kutusuydu.
IŞİD'in Türkiye'de gerçekleştirdiği ilk terör eyleminden bu yana aranıyordu.
NİĞDE SALDIRISI
Niğde'nin Ulukışla ilçesinden geçen Adana-Ankara otoyolunda, 20 Mart 2014 sabahı jandarmanın yol çevirmesi vardı. Hatay'dan İstanbul'a giden bir taksi durduruldu. Takside, İstanbul'da bir bombalı eylem gerçekleştirmek üzere Suriye'den Türkiye'ye geçen, ağır silahlar ve bombalarla yüklü çantalarla seyahat eden üç IŞİD'çi vardı.
Adları; Benyamin Xu, Çendrim Ramadani ve Mohammad Zakiri'ydi.
Üç IŞİD'çi araçtan inerek Kalaşnikof marka silahlarını çekti ve jandarmaların üzerine el bombası attı. Bir çavuş, bir polis ve bir sivil şehit düştü.
Üç IŞİD'çi sağ yakalandı.
SAVAŞTAN ÖNCE MAZOT, SONRA İNSAN
Türkiye-Suriye sınırının cihatçı otobanına döndüğünün en açık kanıtı, Xu'daki bir not parçasında yazılı cep telefonu numarasıydı. Bu numara, Topalca'ya aitti.
Topalca, savaştan önce bir ülkeden diğerine hayvan, mazot ve çay kaçakçılığı yapıyordu. Savaştan sonra aynı güzergahta cihatçı, silah ve malzeme taşıdı.
Cihatçılar arasında Niğde'de yakalanan üç IŞİD'çi de vardı. Onları Reyhanlı'da karşılayıp özel araçla sınırdan geçiren, Topalca'ydı.
Benyamin Xu, “Sınırda Topalca'nın görevlilerle samimi ve ilişkilerinin iyi olduğunu” düşünmüştü.
SİLAH KAÇAKÇILIĞI
Topalca, Suriye ordusunun müdahalesi nedeniyle ülke içinde taşınamayan silahları ilk önce Hatay'a sokup bir başka sınır noktasından yeniden Suriye'ye gönderiyordu.
Örneğin, Yayladağ'ın Güveççi Jandarma Sınır Karakolu'nun ilerisinde 100'er tüfekten oluşan 8-10 kasalık silahı Suriyelilerin yardımıyla araca yükleyip Nişrin Köyü'ne geldiler. Silahları indirmeden jandarma yetişti. Gözaltına alınmalarına rağmen, nasıl olduysa Topalca bırakıldı. Topalca, Adana'da 2013'te araçta yakalanan füze başlıklarından da sorumlu tutuluyordu.
IŞİD'e esir düştüğü de oldu.
Suriye'ye haber için giden gazeteci Bünyamin Aygün ile Kasım 2013'te IŞİD tarafından alıkonulup serbest bırakıldı.
TÜRKMEN TUGAYI
Topalca, kurduğu Türkmen Tugayı ile Suriye ordusuna karşı savaştı.
Yayladağ ayağında ‘Ömer' adını kullanan kardeşi Ghassam Topaljeh ile bir başka Suriyeli Türkmen olan Ayhan Orli vardı.
Ulukışla saldırısı sonrası Niğde Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararıyla yapılan telefon dinlemelerine göre Orli, zaman zaman Suriye'ye geçerek, savaşıyordu. Ayhan Orli, yereldeki görevlilerin göz yumması ile Ahrar'u Şam adlı örgütün sorumlusunu ve daha nicesini Türkiye'ye geçirdi.
HATAY'IN SUSURLUK'U
Topalca'nın öldüğü trafik kazası 25 yıl önceki Susurluk kazasını andırıyor. DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat  Bucak, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ ve devlet tarafından aranan Abdullah Çatlı'nın içinde bulunduğu araç, 3 Kasım 1996'da bir kamyona çarpmıştı. Kocadağ ve Çatlı'nın öldüğü bu kaza, derin devletin sırlarına da mezar olmuştu.
Topalca, Suriye'de 2011'de başlayan iç savaşın Türkiye sınırındaki kara kutusu olarak biliniyordu. AK Parti'nin Esad'ın devrilmesini önceleyen hatalı dış politikasından ötürü eleğe çevrilmiş olan bu sınırın cihatçı otobanı gibi kullanılmasında ve Suriye'deki şeriatçı militanların yasa dışı şekilde Türkiye'ye geçmesinde kilit rol aldı.
Silah geçirdi, cihatçı götürdü.
Çatlı gibi, arandığı ve aranırken Türkiye'de olduğu halde yakalanmadı.
Öldüğü kazada bile yanında yedi Suriyeli vardı. Kim bilir Türkiye'ye ne şekilde gelmişlerdi.
Topalca, hesap vermeden ve sırlarını anlatmadan gitti.
https://www.medyaradar.com/ismail-saymaz-hatayin-kara-kutusunu-yazdi-susuzluk-kazasini-andiriyor-haberi-2041784
(...)
ENSTANTANE X:
Asiltürk’ün Erbakan mesajında dikkat çeken sözler
Milli Görüş'ün merhum lideri Necmettin Erbakan'ın vefatının 10'uncu yılında, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ün yayımladığı mesaj dikkat çekti.
Açıklamada, Oğuzhan Asiltürk için “Milli Görüş Lideri” ifadesi kullanıldı.
Asiltürk’ün açıklamasını haber yapan Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete’de ise “Milli Görüş Lideri” ifadesi yerine “Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu ve Millî Görüş Başkanı Oğuzhan Asiltürk” denildi. Haberde, “Milli Görüş Lideri” sıfatı sadece Erbakan için kullanıldı.
Bir süre önce Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la görüşen Oğuzhan Asiltürk’ün mesajındaki şu bölüm de dikkat çekti:
“Erbakan Hoca’mız Millî Görüşçüleri, müminlerin, birbirlerinin kardeşi olduklarına inanan bir topluluk olarak eğitiyordu. Bundan dolayı bizler, kardeşler arasında iyi ilişkiler olmasını arzu ederiz. Siyasi çekişmelerin, toplumda oluşturduğu, olumsuz etkilerden uzak durarak, aramızda, kardeşliğin sağlanmasına ve gelişmesine önem veririz.”
Erbakan’ın etrafındaki insanlar ile çatışmak ve çekişmek yerine onları Hakk’a çağırdığını ifade eden Asiltürk, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Bizler de bu yolda yürüyerek, Erbakan Hoca’mızın bizlere emanet olarak bıraktığı, ‘Yaşanabilir Bir Türkiye’nin, arkasından ‘Yeniden Büyük Türkiye’nin ve sonra da ‘Yeni Bir Dünya’nın kurulması çalışmalarına, Allah’ın izni ve yardımıyla devam edeceğiz. Erbakan Hoca’mızın 1969 yılında başladığı ve her türlü engele rağmen hiç taviz vermeden yürüttüğü, 50 yıllık mücadelesi, önümüzde güzel bir örnek olarak durmaktadır. Yolumuz çok sağlam, düzgün ve doğrudur. Millî Görüşçüler olarak, bu çizgide mücadeleyi, inançla devam ettirmekte kararlıyız.”
Odatv.com 28.02.2021 12:50  
https://odatv4.com/asilturkun-erbakan-mesajindadikkat-ceken-sozler-28022152.html
(...)
ENSTANTANE X:
Serdar Usta / 28 Şubat Paz /Sosyal Medya Din Âlimlerinin Ahkâmına dair Fetvâ(!)
"Bu İslam'da yok!"
"Onlar gerçek Müslüman değil!"
"İslâm'ı yanlış anlamışlar!"
Hayır muhterem, o İslam'da var ama sen orada yoksun. O İslam'da var olalı bin yıl oldu dininden haberin olmadığı için sen bilmiyorsun.
Bu yüzden de "yok" diyorsun. Sen Sosyal medyada "bu İslam'da yok! Uydurma, çarpıtma!" masalını anlatırken, bin yıldır insanlar o konuyu içsellestirip iman etmişler senin haberin yok.
Sen cumadan cumaya namaz kılıp lise de din derslerinde geyik yaparken, bin yıl önceki âlimler o konuyu delillendirmiş, içtihadını yazıyordu.
Şer'i meselelerde Âlimleri mi beğenmedin?
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin." (Nisâ 59)
"Hâlbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı."
(Nisâ 83)
Okudun mu ne yazıyor Kur'ân'da! Okuyamadıysan   bir daha yazayım.
Kur'ân "Yok öyle bir dünya" diyor sana!
Kur'ân'ın kesin hükmü var. "Yetki" senin MEB müfredatından kopya destekli sınıf geçtiğin, kerameti kendinden menkul din bilgilerinde değil. Kur'ân adına hüküm yetkisi Naslardan ahkâm çıkarabilecek yetkinliğe ulaşan Kur'ân İlimlerinde en üst noktaya ulaşmış âlimler de.
Arapça hakkında tek bildiği, Arap müziği eşliğinde kıvıran dansözü izlemekten ibaret olan Sen, postmoderncik meallere, sitelere bakarak dansöz eşliğinde kıvırtmalık eğlenceli İslâm güzellemeleri yaptığın yazılarınla Sosyal Medyada İslâmîyeti kurtardığını zannederken, Kur'ân hükmüne karşı gelmektesin de haberin yok! Dininden haberin olmadığı gibi!
İslâmiyette bu yetkinin en üst derecesi, Kahire'de bulunan El Ezher Üniversitesi'nin Fetva Meclisidir.
İslamiyet'in Anayasa Mahkemesidir. Senin ülkendeki dinî otorite de yereldir.
Sen Sosyal Medyada ahkâmcılık oynarken, tek bir yorumun dâhi Fetva Meclisinden kafanı kesme kararı çıkartır da sen "ama dur, ne oldu ya!" demeye kalmadan, celladın kılıcıyla uçmuş kafanın, yerde yatan gövdene on saniye bakıp ahirete uçarken ne olduğunu anca fark edersin.
Artık ahkâmını cehennemde kavrulmuş derilerini taze derilerle değiştiren zebanilere anlatırsın!
Korkma canım! Şimdilik laik bir ülkede yaşıyorsun da özlemini pek duyduğun şeriat gelince ne olacağını hatırlatayım dedim.
Senin var olduğunu ve çok güzel olduğunu zannettiğin Allâh'ın hükmü şeriatın ne olduğunu bil istedim.
Sen şimdilik laik bir ülkede Sosyal Medyada şirin şirin İslâm hakkında lise din bilgisi kıvamında ahkâm kesiyorsun ya! Hah, ahkâmını kestiğin din, aynı zamanda idari bir sistem!
Yani senin güzellemesini yaptığın İslâmiyet sadece din değil, aynı zamanda siyasi bir idare şekli.
"Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir."(Mâide 44)
Sen zannediyormusun Allah'ın inzal ettiği ahkamla idare edecekler işbaşına geldiğinde senin o beğenmediğin;
"Bu İslam'da yok!"
"Onlar gerçek Müslüman değil!"
"İslâm'ı yanlış anlamışlar!"
Dediğin, aşağıladığın, beğenmediğin adamlar değil de, sen ve senin gibi saftiriklerin Sosyal Medyada helva yaptığı ve beğenmediği yerlerini kesip yediği İslâmiyet güzellemesi yapanlar işbaşına gelecek!
Ben yazayım kimin geleceğini.
Atam dediğin Osmanlı'da devleti, siyaseti, hangi düşünce yapısı idare ediyorsa, onlar gelecek.
Ehl-i Sünnet Akaidine göre eğitim almış ilmiye sınıfı belirleyici olacak. Bunlar da en iyi ihtimalle, Gazali'nin doktrinini yazdığı İslâmiyet,  Meşşâîye filozoflarından Gazali'nin cevaz verdiği bazı görüşler, Kelamcı ve Tasavvufçular doğrultusunda hareket edecekler.
Kötü ihtimalle olanın detaylarını ise hiç yazmayayım ki beterin de beteri vardır!
Artık sen de tarihselcilik mi, oynarsın!
19'culuk mu, oynarsın!
Postmoderncilik mi, oynarsın!
Bu uydurma, bu çarpıtmacılık mı, oynarsın!
Yaşar Nuri Öztürk'çülük mü, oynarsın!
Mehmet Okuyan'cılık mı, oynarsın!
O kadarını bilemem de, sen bu oyunları oynarsan o adamlar gövdenden ayırdıkları kafanla top oynarlar onu bilirim!
Çünkü senin yıllarca "gerçek Müslüman değil!" zannettiğin ictihad derecesine yükselmiş El Ezher'den  icazet yetkisi olan adamlar başa gelirse, senin kafa kesme hükmünü de şirin şirin o adamlar verecek. Sen Sosyal Medya da İslâm güzellemesi yapıp ahkâm keserken, o adamlar yıllarca El Ezher'de Ulûmü’l-Kur’ân (Kur'an ilimleri) eğitimi gördü. Ya da Türkiye'de medrese çıkışlı icazet-i ilmiye, sahibi oldular. Sen onları beğenmedin, aşağıladın ama onlar
Kur'ân'a göre ictihad derecesine yükselmiş âlimler olup, ahkâm çıkarabilecek duruma geldiler.
Yani sen yetkiyi bile isteye kendi yazdığın güzellemeler ile onlara verdin.
Hayır mı diyorsun?
Yetkiyi vermem mi diyorsun?
Mümkün değil mi diyorsun?
Bak bakayım bir çevrene mahalle kahvesindeki arkadaşların, cuma çıkışlarında geyik yaptığın arkadaşların kimin peşinde gidecek? Kimi dinleyecekler?
Ebubekir Sifil'i mi?
Cübbeli Ahmet'i mi?
Nureddin Yıldız'ı mı?
Abdülbaki Erol'u mu?
Seyyid şeyh Hacı Tevfik'i mi?
Yoksa seni mi?
Yerde yatan kafanı gördüler mi ilk tekmeyi onlar atar da sen, o sırada ahirete intikal edeceğinden haberin dâhi olmaz.
Ya da kafayı kurtarırsan artık, sen de Allah'ın seriati ile şereflenmiş ülkelerinden akın akın kâfir Batı Ülkelerine kaçan Müslümanların arasına katılır gitmeyi de becerebilirsen sığındığın kâfir ülkenin sana verdiği haklardan yararlanıp Şeriat isteriz diye pankart açıp gösteri bile yapabilir hatta mahallede şeriat mahkemesi bile kurabilirsin.
Anlamadın mı?
İngiltere Birmingham'a gidersen görürsün.
Ya da bu sefer de gittiğin ülkede Sosyal Medya da İslâm hakkında ahkâm kesip güzelleme yapmaya da devam edebilirsin. Şirin şirin postmoderncik yazılarla İslam'da "bu yok, gerçek İslâm bu değil" yazılarına devam edip "ah, bir zamanlar memleket'te kahvede buluşup cumaya gidiyorduk ne güzel, İslâmî tam kurtarıyorduk" tadında güzellemelerine devam edersin.
Olmaz mı diyorsun!
Şeriat, iki türlü gelir.
Birincisi İran gibi olanı, bir gecede.
Yanlarına, senin gibi modernist saftirikleri de alır yola düşerler.
Komünistlere, İslâmiyet'te kölelik olmadığı masalını senin saftirik yazıların eşliğinde anlatırlar.
Feministlere, İslamiyet'in kadınlara ne kadar çok değer verdiği masalını senin saftirik yazılarınla anlatırlar.
Akademisyenlere, İslâmîyetin bilime ne kadar çok önem verdiğini senin saftirik yazıların eşliğinde anlatırlar.
Gerçek gazetecilere, yazarlara, aydınlara İslâmîyetin özgürlüğe ne kadar çok önem verdiğini, Kur'ân'da yazanların o dönemle ilgili olduğunu senin saftirik yazılarınla anlatırlar.
Toplumun çoğunluğu, senin mahalle arkadaşların dahil, zaten, onların tarafındadır. Azınlığı da senin saftirik masallarınla kendi taraflarına çektiler mi, bir gecede devrim yaparlar.
Ertesi gün komünistlerin kafasını keserler.
İkinci gün feministlerin kafasını keserler.
Üçüncü gün akademisyenlerin kafasını keserler.
Dördüncü gün gerçek gazetecilerin yazarların, aydınların kafasını keserler.
Sen de artık o hengame de saftirik masallarını alır kaçar mısın, kafayı mı kaptırırsın  bilemem.
İnanmadın mı?
Aç İran İslâm Devrimini oku.
İkincisi Haşlanan Kurbağa  Sendromu şeklinde gelir. Ilık suya kurbağayı atarsın kaçmaya yeltenmez. Suyun da altında yanan ateşi de yavaş yavaş odunla beslersin kurbağa yavaş yavaş haşlanır  ve durumu hiçbir şekilde anlamaz.
Hah işte sen, burada hem kurbağa hem de ateşe odun atanlardan biri oluyorsun!
Haşlandığını da birgün sabah saatlerinde kapın çalındığında kapıyı açtığında anlıyorsun. Kapında duran takkeli sakallı şirin vatandaşlar sabah namazına gelmediğin için seni şeriat mahkemesine götürürken, haşlandığın kazanı da mahkemenin kestiği kırbaç cezasını çekeceğin meydan da görebilirsin.
Olmaz mı diyorsun?
Aç, İslâm Tarihi oku. Filozof demek neden dinsiz demekle eşdeğer kabul edilir belki öğrenirsin.  Hani pek övündüğün ama hayatlarını, neler yazdıklarını hiç bilmediğin internette çarşaf çarşaf liste hâlinde yayınlanan İslâm Bilim Adamları, Filozofları başlığı altında isimleri yazanların bir çoğunun başlarına neler gelmiş İslâm kazanında nasıl haşlanmışlar, nasıl kaçmışlar, sürgün edilmişler, öldürülmüşler, kâfir ilân edilmişler, İslâm, Kur'an, Peygamber hakkında üstü örtülü, üstü açık neler yazmışlar?
Akıl dedikleri için başlarına neler gelmiş? Haberin dâhi yok, belki öğrenirsin.
Farabi, İbn-i Sina, Kındi, Cahız, Ebu Sehl el-Mesihi, Hallacı Mansur, Suhreverdi, Biruni, Abdüssamed, Harezmi, İbnu Heysem, İbn Rüşd, ibn Haldun, Ebû Ca‘fer ez-Zehebî gibi çok övündüğün bu âlimlerin başına neler geldi hiç okudun mu?
Ne yapacaksın?
Filozoflara "kâfir" diyen, "dinsiz" diyenlerin peşinden mi gideceksin?
Ya da 600 yıl dünyayı idare ettiğini zannettiğin, ama tek başarısı Balkanlardaki küçük Devletleri ve Ortadoğu'da Moğollardan sonra kabile devleti haline gelmiş İslâm Devletlerini askeri gücüyle ezip geçmek olan, ama 600 yıllık Tarihînde tek bir Filozofu, tek bir Felsefî eseri dâhi olmayan Osmanlı'nın peşinden mi gideceksin?
Bunlar beni ilgilendirmez diyemezsin, sen, Budist değilsin, bireysel bir inancın yok. Sen, ümmet dinî mensubusun. Senin dininin tek bir gerçeği var.
Okumadığın, görmezden geldiğin, başını kuma gömdüğün tek gerçek.
Bin yıllık Tarihînde o gerçekler satır satır yazılı.
Sen o gerçeklerden azade değilsin.
O gerçek nedir mi?
"Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır."(Mâide 33)
Bu âyet, Hallac-ı Mansur'un gerçeğidir. Bu âyet yüzüne okunup katledilmiştir. Bu âyet, senin de gerçeğindir.
Kur'ân'ın emrettiği dışında, âlimlerin görüşleri dışında her görüş, her yorum suç olup, fesat çıkarma, bozgunculuk yapmaktır.
Senin de gerçeğin, nihayetinde karşılaşacağın budur.
Tarih tekerrürden ibarettir...
Not, görseldeki resim;
Kamus-i Osmani Felasife maddesi.
Felsefe ile uğraşanlar, filozoflar, âlimler, bilginler, akıllı kimseler.
Düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar.
Dinsizler.
Ahmed Korkmaz
(...)
ENSTANTANE X:
FEHMİ KORU Sorgulama en tepeden başladı: AK Parti ne idi, maalesef ne oldu?
AK Parti genel başkanı sıfatı da bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan önceki gün partisinin İstanbul il kongresinde konuşurken ilginç bir cümle sarf etti.
O cümle şu: “Yola çıkarken yanımızda kimler vardı; bir de şimdi bakın maalesef kimler var.”
Erdoğan bu sözleri her zamanki gibi önceden yazılmış bir metinden mi okudu acaba?
Bu merakla araştırırken daha ilginç bir durumla karşılaştım: Cumhurbaşkanı ve AK Parti genel başkanının bu sözü, takip eden gün ve sonrasında, AK Parti’nin muteber saydığı gazetelerde haber yapılmadığı gibi aynı gazetelerin itibarlı yazarlarının köşelerinde yoruma değer de bulunmamış…
AK Parti genel başkanının sözü muhalif sayılabilecek basın tarafından değerlendirildi.
Cumhuriyet gazetesi “Erdoğan’dan MHP’yi kızdıracak sözler” diye verdi cümleyi, T24 sitesi de “Erdoğan’ın dili sürçtü” başlığıyla…
Dili neden sürçsün; belli ki, zihni o cümlede ifadesini bulan düşünceyle meşgul.
[Tayyip Erdoğan’ı iyi tanıyanlardan Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak son günlerde köşesinde ‘eski-yeni’ karşılaştırması yapıyor. 28 Şubat günlerinde baskılara karşı birlikte mücadele verdikleri kişileri hatırlatıp bugünün kadrolarında onları ve benzerlerini arıyor ve bulamıyor. Eskiden yaşadıkları ile bugün kendisine yaşatılanlar arasında benzerlikler görüyor.]
En tepeler hayıflanma yeridir de
Siyasetin bir özelliği de savrulma alanı olmasıdır. Sabit kademliğe pek rastlanmaz siyasette. Öyle olması için yola çıkılır bazen, yol boyunca trene inen-binenler de itilip atılanlar da olur.
En tepelerde bu gerçek daha fazla hissedilir.
Örnek Turgut Özal.
Turgut Özal da, cumhurbaşkanı olduktan bir süre sonra, bulunduğu yerde uzun süreli kalma hesabının sonucu olarak, geride bıraktığı partisini Mesut Yılmaz’a emanet etmişti. Partisini yeniden dizayn ederken yola birlikte çıktığı en yakın arkadaşlarını gözden çıkarmıştı Özal.
Milli savunma bakanlığı koltuğunda oturan halasının oğlu Hüsnü Doğan’ı azil yoluyla görevden almaya kadar vardırmıştı işi…
Vefatından kısa süre önce ise, artık kendi çizgisiyle hiçbir ortak özelliği kalmamış Mesut Yılmaz’ın başında olduğu ANAP’ın karşısına çıkacak yeni bir parti kurma hazırlığına girdiği biliniyor.
Eski kadroyu yeniden etrafına toplayarak bunu yapmak niyetindeydi Özal…
O da, herhalde, Çankaya Köşkü’nde bulduğu her boş anda, zihninden “Yola çıkarken yanımızda kimler vardı. Bir de şimdi bakın maalesef kimler var” düşüncesini geçirmiştir.
“Herhalde” diyorum ama aslında öyle düşündüğünü hem o günlerdeki sohbetlerimizden, hem de yeni partiyi kurmak için görüştüğü kişilerin anlattıklarından biliyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan o cümleyi önlerinde ifade ettiği İstanbul ilinin partili delegelerine 1994’ten esintiler de sundu. Yalnız sunmakla kalmadı, onlara bir de sürpriz yaptı: İl başkanlığına 1994 özelliğine sahip, yakın zamanlara kadar Saadet Partisi’nde bulunmuş bir ismi aday gösterip seçilmesini sağladı.
Erdoğan’ın bu tercihi, muteber gazeteler ve itibarlı yazarlar-yorumcular tarafından kendi varlıklarına yönelik bir tehdit olarak algılanmış olabilir.
“Nereden çıkardın?” diye soracaklara, bugünden başlayarak köşelerinde yazdıklarına göz atın derim.
Tehdit algılaması yapmışlarsa kendilerine hak veririm.
Acaba MHP ve Vatan Partisi yönetimlerinde yer alanlar da içinde ‘maalesef’ geçen o cümleden alınmışlar mıdır?
Ya da, AK Parti’nin il başkanlığına 1994 milli görüşçüsü, uzun yılların Saadet Partilisi birinin getirilmesinden?
Milli Görüş çizgisinin banisi Prof. Necmettin Erbakan’ı anmak için düzenlenen toplantıya katılmasa bile, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzunca bir mesaj göndermesi de onları rahatsız etmiş olabilir mi?
O toplantıya iştirak eden siyasi simaların çokluğu ve orada ifade edilen görüşler ilk yapılacak seçim için tehlikeli bir sinyal olarak görülmüş müdür?
Erbakan’ın vefatından sonra bile toplayıcı bir muhalif saygın figür olması bütün bu soruları akla getiriyor.
Siyasetin AK Parti odasındaki aynalar
Daha öncesi de var, ama AK Parti’yi bir milat sayarsak onun kuruluş günlerinde ve sonrasındaki içte ve dışta başarılı sayılan icraatların yapıldığı dönemlerinde ön saflarda yer alanlardan bugün pek az kişi kaldı.
Bazıları küstü, bir kenarda gelişmeleri izlemeyi yeğliyor; bir bölümü yeni kurulan partilere lider ve yönetici oldu, geçmişle bugün arasında mukayeselerde ayna işlevi görüyorlar.
Öyle bir ayna var artık kamuoyunun önünde; hatta AK Parti’de varlıklarını azalarak sürdüren eski kadro mensuplarının da o aynaya bakarak hayıflandıklarını görür gibi oluyorum.
“Ne idik ne olduk?” sorusu İstanbul il kongresi sonrasında daha fazla soruluyor olmalı.
Cumhurbaşkanı, AK Parti lideri, onu iyi tanıyanlardan Dilipak soruyor, köklü AK Partililer sormaz mı?
Soruyorlardır.
Okuma parçası
Bugün bir okuma parçamız olacak.
“CHP’nin reklamcısı” diye de anılan Ateş İlyas Başsoy, AK Parti’nin İstanbul il başkanlığına getirilen eski Saadet Partili Osman Nuri Kabaktepe’yi yakından tanıyormuş. “AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder?” adını taşıyan bir kitabı da bulunan Başsoy T24 sitesinde yeni AK Partili Kabaktepe’yle ilgili bir değerlendirme yayımladı.
Okumaya değer. Size nümune kabilinden bir bölümünü şimdi sunacağım, ama siz bir zahmet yazının bütününü okuyun:
“AKP’nin neden kaybettiğini anlattığım sayfalara İbn-i Rüşd’ün altın değerinde bir sözünü eklemiştim: ‘Yumurta içten kırılırsa hayat başlar, dıştan kırılırsa hayat biter’
(Osman Nuri) Kabaktepe, AKP yumurtasını içten kıracak civciv olabilir. 2013’ten beri hiç görüşmediğim için ‘olabilir’ diyorum, 2013 öncesi halini koruduysa kesin olarak ‘olur’ derim.
“Eğer değişmediyse AKP’nin en önemli görevlerinden birine, olabilecek en doğru kişi geldi. ONK AKP yumurtasını içten kırıp, yeni bir hayat başlatabilir; Erdoğan ve Gül’ün yirmi yıl önce yaptığı gibi…”
https://fehmikoru.com/sorgulama-en-tepeden-basladi-ak-parti-ne-idi-maalesef-ne-oldu/
(...)
ENSTANTANE X:
SAYGI ÖZTÜRK Onlar ölüyor, dava bitmiyor
8 saat süren 28 Şubat 1997'de MGK kararlarından 14 yıl sonra soruşturma başlatıldı.  Kamuoyunda 28 Şubat Davası olarak bilinen, 10 yıldır devam eden soruşturma ve kovuşturma, İstinaf aşamasından sonra şimdi de Yargıtay aşamasında. Bu süreçte, davanın bir numaralı sanığı Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile birlikte 11 kişi davanın sonucunu göremeden vefat etti. Karadayı'nın avukatı değerli arkadaşım Erol Aras da bu süreçte hayatını kaybetti.  Adım adım dava sürecini izleyelim:
Soruşturma, Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın 27 Şubat 2011'de vefatından sonra başlatıldı.
Önceki davalarda olduğu gibi “Fetullah Gülen Nur Tarikatı üyeliği” gerekçesiyle 1997 yılında TSK'nden atılan eski Binbaşı Tamer Tatar'a gönderilen belge, DVD ve bir CD'nin 22 Aralık 2011'de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na ulaştırılmasıyla derinleştirildi.
Soruşturmayı başlatan, yürüten ve iddianamesini hazırlayan Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, aynı zamanda Kozmik Oda soruşturmasını yaptı. 15 Temmuz darbe girişiminden 4 ay sonra sahte kimlikle yakalandı ve 17 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
İlk gözaltılar 12 Nisan 2012'de aralarında eski Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir ile birlikte 30 askerle başladı.
TEK SİVİL SANIK
12 Nisan 2012 – 6 Mart 2013 tarihleri arasında 12 dalga halinde 103 sanık soruşturmaya dahil edildi, bunlardan 76'sı tutuklandı. Soruşturmanın tek sivili ise eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz oldu. Gürüz de tutuklu yargılandı.
Sanıklardan emekli Orgeneraller Çetin Doğan, Şükrü Sarıışık, emekli korgeneraller Engin Alan, Metin Yavuz Yalçın, Doğan Temel, Tevfik Özkılıç aynı zamanda Balyoz kumpasında da yargılandı.
Aralarında Kuvvet Komutanlığı yapmış ve yaşı 80'i geçmiş orgenerallerin de bulunduğu toplam 102 asker sanığın son rütbelerine göre dağılımı şöyleydi: 14 orgeneral/ oramiral, 17 korgenaral/ koramiral, 15 tümgeneral / tümamiral, 15 tuğgeneral / tuğamiral, 37 albay, 1 binbaşı, 3 astsubay.
Dava kapsamında tutuklanan 76 sanıktan 65'i Sincan 1 No'lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde, muvazzaf olan 11'i Mamak Askeri Cezaevinde tutuldu.
Davanın iddianamesi ilk tutuklamalardan yaklaşık 13.5 ay sonra (Mayıs 2013 sonunda) hazırlandı. Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili imzasıyla yayınlanan ve “BÇG – 28 ŞUBAT” adını taşıyan iddianame 1309 sayfa ve 355 ek klasörden oluştu.
21 AY TUTUKLU KALDI
Tüm sanıklar aynı suçla “T.C. Hükümetini cebren devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek” suçuyla itham edildi ve hepsi için “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” istendi.
Duruşmalar 2 Eylül 2013 tarihinde Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı.
Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık 2013'teki duruşmalarda verilen tahliye kararları ile tüm sanıklar peyderpey serbest kaldı. 28 Şubat soruşturması kapsamında ilk dalgada gözaltına alınan ve en son tahliye edilen emekli generaller Çevik Bir ve İdris Koralp yaklaşık 21 ayla en uzun süre tutuklu kaldı.
Duruşmalar sürecinde 3 kez mahkeme başkanı, 3 kez de savcı değiştirildi. Dava önce Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. 66'ncı duruşmada 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ne devredildi.
Yaklaşık 5 yıl süren duruşmalar sonunda 13 Nisan 2018 tarihinde mahkeme 68 sanığın beraatına, 10 sanık için zaman aşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verildi. 1'i sivil 20'si asker kökenli toplam 21 sanık hakkında önce “ağırlaştırılmış müebbet” cezası verildi. Sonra iyi halli tutumlarından ceza “müebbet”e çevrildi. Karar kesinleşinceye kadar adli kontrol tedbirleriyle salıverildiler. Bu arada, kararı veren mahkeme başkanı 87'nci celsede atandı. Yani 19 celseye katıldı. Karardan sonra hem başkan hem de üye hakim Yargıtay üyeliğine getirildi.
SUÇLAMA: ALGI YARATTILAR
Karardan sonra dosya istinaf aşamasında Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi'ne taşındı. Mahkeme, 22 Haziran 2020 tarihinde ilk derece mahkemesinin verdiği kararı aynen onadı.
Davadaki usulsüzlükler, hukuksuzluklar, tahrif edilmiş belgeler vs. konusunda bir kısım sanık ve avukatları yaklaşık 1750 sayfalık kapsamlı bir “Ortak Savunma – Temyiz Dilekçesi” hazırlayıp Yargıtay'a sundu. Dosya, halen Yargıtay'da.
Bölge Adliye Mahkemesi'nin kararından sonra medyada sanki “sanıkların mahkumiyeti kesinleşmiş” gibi bir algı oluşturuldu. Bu tamamen yanlış ve kasıtlıdır.
Haklarında ceza talebinde bulunan 21 sanıktan 3'ü istinaf sürecinde yaşamını yitirdi, böylece geriye 18 sanık kaldı. Bütün soruşturma ve dava sürecinde yaşamını yitiren toplam sanık sayısı ise 11'dir.
Askerlerin durumunu anladık ama eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, hükümete karşı nasıl bir darbe yapacaktı? Önümüzdeki çarşamba günü saat 20.30'da, KRT'de “Sisler Bulvarı” programında,  bu davada yargılanan emekli Albay Alican Türk'ün önemli açıklamaları olacağını da hatırlatmış olalım.
https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/saygi-ozturk/onlar-oluyor-dava-bitmiyor-6286346/
(...)
ENSTANTANE X:
TSK'nın adı kaldı yadigâr
Müyesser Yıldız yazdı: Dediklerimizi hatırlatmakla yetinip, şöyle bitirelim: TSK'nın adı kaldı yadigâr!..
12.02.2021 14:33  
İktidarı destekleyen Yeni Şafak Gazetesi, “FETÖ”cü olduğunu ve teğmen rütbesini Fetullah Gülen'in taktığını itiraf eden Serdar Atasoy'un 2020 YAŞ'ında generalliğe terfi ettirilip, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı'na atanmasının sorumlusunu buldu.
Dün yayınlanan “Atasoy böyle gizlendi” başlıklı haberde, “Atasoy'un serüveni, FETÖ'nün TSK'ya sızma faaliyetlerini özetliyor” denildikten sonra, sorumlular şöyle ifşa edildi:
- 28 Şubat sürecinde Refahyol hükümeti post modern darbeyle meşgûl olurken Gülen, Atasoy’a teğmen rütbesi takıyordu...
- 2003 yılında ise askerler, laiklik ve irtica yürüyüşleri düzenleyip bu kez AK Parti hükümetini devirmenin hesaplarını yaparken, Atasoy kritik bir eşiği daha aşıyordu. FETÖ’nün önceden verdiği sorularla Atasoy kurmaylık sınavını kazanıyor ve terfilerin önü açılıyordu...
Haberde, ne ilgisi varsa, 27 Nisan 2007'deki “e-muhtıra” ile 28 Şubat'ta “başörtüsüne vurulan darbelere” de atıf yapıldı.
Varsayalım ki hepsi doğru; iyi de, “Serdar Atasoy'u kim general yaptı ve İstihbarat Başkanlığı'na atadı?” sorusunun cevabı var mı? Aman iktidara, YAŞ üyelerine bir zeval gelmesin kaygısının sonucu olsa gerek; yok!..
Dünden ikinci bir haber.
Sözcü'den Aytunç Erkin'e konuşan emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok, 6 Şubat'ta yayınlanan 70 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yapılan bir düzenlemeye dikkat çekerek, özetle şunları söyledi:
“Bu kararnamenin 15'inci maddesine göre, bundan sonra Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı sadece Uzman Çavuşların ve Uzman Er/Erbaşların tayin ve atamasını yapabilecekler. Subay ve astsubayların tayinleri bundan böyle Milli Savunma Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak. Biliyorsunuz general/amiral atamaları zaten Cumhurbaşkanı tarafından yapılıyordu. Genelkurmay'a kala kala bir tek uzman çavuşlar kaldı... TSK emrinde çalışan subay astsubayların atamaları, Milli Savunma Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü'ne geçti. Bundan sonra tayin isteyen subay ve astsubaylar Milli Savunma Bakanlığı'na gidecekler. Tıpkı Milli Eğitim, Sağlık ve benzeri bakanlıklarda olduğu gibi tayin için siyasi parti yetkililerinden torpil isteyecekler. Siz komutan olarak yarın belki de ölüme göndereceğiniz bir yüzbaşının ya da başçavuşun tayinini bile yapamayacaksınız. O zaman ben bir subay ya da astsubay olarak niçin size değer vereyim, gider bir partili bulur tayinimi yaptırırım.”
2 YILDAN BERİ BÖYLE
Hemen şunu belirtelim. Üçok'un gündeme getirdiği bu konu çok önemli; ancak farkında bile değiliz, o düzenleme 2 yıldır yürürlükte.
Nasıl mı?
Yeni sistemden sonra MSB/TSK ile ilgili 3 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayınlandı.
Bunlardan ilki 10 Temmuz 2018 tarihli 1 No’lu kararname.
Ardından 18 Nisan 2019'da 32 No’lu Kararname çıktı.
Son olarak da Zeki Üçok'un söz ettiği 6 Şubat'taki 70 No’lu ve maalesef içeriği ile değil,  “Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” şeklindeki başlığı ile gündeme gelen kararname.
Oysa 18 Nisan 2019'daki 32 No’lu kararnamenin başlığı da hemen hemen aynıydı: “Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”.
KOMUTANLIKLARIN ADI YOKTU
Üçok'un gündeme getirmesiyle birlikte tartışılan değişikliğin 2 yıl önce yapıldığını aktarmıştık; açalım.
18 Nisan 2019'daki 32 No’lu Kararname'de MSB Personel Genel Müdürlüğü'nün görev ve yetkileri belirlendi ve şöyle denildi:
“TSK mensubu subay ve astsubay atama faaliyetlerini ilgili birimlerle koordineli olarak yürütmek.”
6 Şubat'taki Kararname ile yapılan değişiklik ise şu oldu:
MSB Personel Genel Müdürlüğü'nün, “TSK mensubu subay ve astsubayların atama işlemlerini ilgili kuvvet komutanlıkları ile koordineli olarak yürütmesi” kararlaştırıldı.
Diyeceğimiz; 2 yıldır Genelkurmay veya kuvvet komutanlıklarının adı bile yoktu, şimdi “sorumluluğu paylaşma” adına olsa gerek, “ilgili kuvvet komutanlıkları” ibaresi eklendi.
Aytunç Erkin'e açıklamasında Zeki Üçok, 2019 YAŞ'ında yaşanan bir olayı hatırlattı: Deniz Kuvvetleri Komutanı, kendi Personel Başkanı Tuğamiral Şafak Duruer'in emekli edildiğini, YAŞ toplantısında, duvardaki yansıda görüp öğrenmişti.
Bunun, 2020 Şurası'nda Serdar Atasoy'un terfisinin veya bir kalemde 700 albayın emekli edilebilmesinin sebebi anlaşılabiliyor, değil mi?
Kaldı ki, 2019 Şurası sonrasında, TSK kulislerinde konuşulan şu iddiaları yazdığımız hatırlanacaktır:
“Toplantı öncesi tüm kuvvet komutanlıklarında çalışmalar yapılmış, kimlerin terfi edip, etmeyeceği belirlenmiş ve bunlar Milli Savunma Bakanlığı'na sunulmuş. Ancak toplantıdan 1 gece önce Bakanlık'a çağrılan Kuvvet Komutanları öyle bir listeyle karşılaşmış ki, herkesin morali bozulmuş. Zira, 'Terfi etmeli, şu göreve getirilmeli.' denilenlerin neredeyse tamamının emekliliğine, terfisi öngörülmeyen ve yetersiz bulunanların ise terfisine karar verildiği görülmüş.”
MSB YURTDIŞINDA NE ŞUBESİ AÇACAK
6 Şubat'taki 70 No’lu Kararname'de dikkat çekmesi gereken başka bazı çok önemli düzenlemeler daha var.
Örneğin; halen sadece merkez ve taşra teşkilâtı bulunan Milli Savunma Bakanlığı'nın yurtdışında teşkilat kurması öngörülüyor.
Bu, büyükelçilikler bünyesinde faaliyette bulunan askeri ataşeliklerin bağımsız birimler haline gelmesi midir, yoksa MSB'nin çeşitli ülkelerde “şube” açması mıdır; bilinmiyor.
Bildiğimiz; merkez ve taşra teşkilatının yanısıra “yurtdışı teşkilatı ile bağlı, ilgili kurum ve kuruluşlarında görevli TSK personelinin atama, nakil, terfi, emeklilik ve benzeri özlük işlemlerini”, ayrıca “yurtdışı teşkilatındaki sivil personele ilişkin işlemleri” MSB Personel Genel Müdürlüğü'nün yürüteceği.
MSB ÜNİVERSİTESİNE ALINACAK ÖĞRENCİLER
Bir diğer önemli düzenleme şu:
18 Nisan 2019'daki 32 No’lu Kararname'de MSB Personel Genel Müdürlüğü'ne şöyle bir yetki verilmişti:
“Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı, Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarının personel ve askeri öğrenci temin faaliyetlerini yürütmek.”
Son Kararname ile bu listeye, “yurtdışı teşkilatı” dışında “MSB Üniversitesi ve Harita Genel Müdürlüğü'nün personel ve askeri öğrenci temin faaliyetleri yürütmek” de eklendi.
TSK'NIN KURULUŞU YETKİSİ DE VAR
Dahası var; Personel Genel Müdürlüğü'ne, “Bakanlığın merkez, taşra ve yurtdışı teşkilâtı, Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları ile MSB Üniversitesi ve Harita Genel Müdürlüğünün kuruluş, teşkilat ve kadro konularındaki çalışmalarını yürütme” yetkisi de verildi.
TÜM SAVUNMA POLİTİKALARINI AKAR BELİRLEYECEK
Bitmedi; MSB Savunma ve Güvenlik Genel Müdürlüğü'nün görev ve yetkilerinde de değişikliğe gidildi.
Madde madde anlatalım.
18 Nisan 2019'daki 32 No’lu Kararname'de, “Milli savunma politikanının oluşturulması ve geliştirilmesi için gerekli değerlendirmelerde bulunma” yetkisi vardı.
6 Şubat'taki 70 No’lu Kararname ile bu yetki, “Milli savunma politikanın oluşturulması ve geliştirilmesi için gerekli çalışmaları yürütmek” şeklinde değiştirildi.
32 No’lu Kararname'de, “yurtdışı ikili resmi ziyaretler ile yurtdışından gelen ziyaretçilere ilişkin bilgi dosyası ve konuşma notlarını hazırlamak” denmişti.
70 No’lu Kararname ile bu fıkra, “yurtdışı ikili resmi ziyaretler ile yurtdışından gelen ziyaretçilere ilişkin işlemleri yürütme” olarak düzenlendi.
32 No’lu Kararname'de yer alan, “ikili ve/veya çok taraflı uluslararası anlaşmaların yapılması çalışmalarına gerekli katkı ve tavsiyelerde bulunma” görevi, 70 No’lu Kararname ile “ikili ve/veya çok taraflı uluslararası anlaşmaların yapılması çalışmalarını yürütmeye” dönüştürüldü.
Ayrıca, “NATO bünyesindeki tüm çalışmaların değerlendirme ve takibi”, “çok taraflı güvenlik toplantıları ve konferanslar” ile “AB, AGİT, BM, Bölgesel Silahların Kontrolü Doğrulama ve Uygulama Yardım Merkezi (RACVIAC) ve Güneydoğu Avrupa Savunma Bakanları (SEDM) süreci gibi uluslararası kuruluşları kapsayan siyasi/askeri faaliyetlere ilişin işlemlerin yürütülmesi” yetkisi tümüyle MSB'ye verildi.
VE DE İHALELER
Daha daha mı?
6 Şubat'ta, gerek 1 gerekse 32 No’lu Kararnamelerde olmayan yepyeni bir madde kondu.
Bu maddeyle de MSB'de “Teknik Hizmetler Genel Müdürlüğü” kurulup, sözkonusu birime şöyle bazı görev ve yetkiler verildi:
·    İlgili mevzuat uyarıca savunma sanayi güvenliği faaliyetlerini yürütmek.
·    TSK envanterine giren ikmal maddelerinin kodlandırma faaliyetlerini yürütmek.
·    Araştırma-Geliştirme ve teknoloji yönetim faaliyetlerini gerçekleştirmek.
·    TSK'nın ihtiyacını karşılamak amacıyla sözleşmeye bağlanan; silah, mühimmat, roket, füze, araç, makine ve teçhizata ait teknik süreçleri yönetmek, ürün ve üretim hattı kalifikasyonu yapmak.
·    TSK'nın ihtiyacı çerçevesinde tedarik edilecek olan ortak ihtiyaç malzemeleri ile modernizasyon projelerine ait teknik şartname faaliyetlerini yürütmek.
·    Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı, Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları ile bağlı, ilgili kurum ve kuruluşlara ait atış alanı, test ekipmanları tahsisi ve personel görevlendirilmesi ile test ve değerlendirme faaliyetlerini yürütmek.
·    NATO Ulusal Silahlanma Yöneticileri Konferansı (CNAD) kapsamında Ulusal Silahlanma Direktörlüğü sekretaryasını yapmak.
·    10 Yıllık Temin ve Tedarik Programını (OYTEP) ilgili birimlerle koordine ederek hazırlamak ve bu kapsamdaki faaliyetleri yürütmek.
15 Ocak'ta “TSK'daki yolsuzluk soruşturmasında hangi generaller hedefte” başlıklı yazımızın sonunda, “TSK'da gerçekleştirilen bu yolsuzluk operasyonlarına şüpheyle yaklaşanlar da var. Söz konusu kesimler, TSK'daki tüm ihalelerin Milli Savunma Bakanlığı veya Savunma Sanayi Başkanlığı'nca yapılmasının altyapısının hazırlandığı görüşünde” dediğimizi hatırlatmakla yetinip, şöyle bitirelim:
TSK'nın adı kaldı yadigâr!..
Müyesser Yıldız Odatv.com
https://odatv4.com/tsknin-adi-kaldi-yadigr-12022139.html
(...)
ENSTANTANE X:
FETÖ’nün ürettiği 28 Şubat belgesi
28 Şubat, 1997’de yaşandı. 103 sanıklı dava, AKP’nin yargıyı FETÖ’ye teslim ettiği yıllarda açıldı. Davanın sanıklarından emekli Orgeneral Çetin Doğan konuştu...
28 Şubat, 1997’de yaşandı. 103 sanıklı dava, AKP’nin yargıyı FETÖ’ye teslim ettiği yıllarda açıldı. Davanın sanıklarından emekli Orgeneral Çetin Doğan, “Son günlerde yandaş medyada 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması Yargıtay safhasındaki davanın incelemeye alındığının işaretidir” dedi, FETÖ’nün 28 Şubat davasında da sahte belge ürettiğini söyledi.
Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e konuşan emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın açıklamaları şöyle…
- “Genelkurmay Başkanlığı, ‘Gizli’ gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren ‘evrak güvenlik numarası’ uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak ‘numaratör’ ile kaşelenmeye başlanmıştır.”
- “Kumpasçıların 1997 tarihini taşıyan, ürettikleri ve amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’ bulunmakta. 28 Şubat davasının ek klasörlerinde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’nın bulunması, bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor.”
- Sayın Doğan, Türkiye bir ara yargı reformunu tartışıyordu, şimdi de yeni anayasayı.. “Amaç, gündem değiştirmek” diyenler de var... Siz ne düşünüyorsunuz?
Amaç, gündem değiştirmekse “uzay muhabbeti” türünden konuların ortaya sürülmesinin kamuoyunda çok daha fazla ses getirdiğini birileri “Encümen-i Daniş”e fısıldasa iyi olur. Bu tür muhabbetlerle ahali kasvetli karantina günlerinde Nasreddin Hoca’nın torunlarının ürettikleri gülmeceler ile nasipleniyorlar. “Bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedeldir” diye bir atasözümüz bile var, unutulmasın. Yeni anayasa tartışmasını gündeme taşımak bizim sadece içimizi acıtıyor. Uygulanmayan bir anayasa ve usul hukuku varken, yargı erkinin ahaliye çektirdiği çile ortadayken, yeni anayasa ve yargı reformu tartışması açmak ahalinin ne işine yarıyor? Havanda su dövmenin zamanı olmadığını belirtmek için, bazı hatırlatmalar yapmak uygun olacaktır. Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur. Şimdiye kadar “Özgürlük, bağımsız ve tarafsız yargı” ve de “Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, etkin yürütme sistemi” sloganları ile gündeme taşınan, kabul gören iki referandumun ardından ulaştığımız nokta ortadadır. Hafıza tazelemesi amacıyla konuyu biraz daha açıklığa kavuşturalım.
AMAÇ CUMHURİYET KURUMLARINI TESLİM ALMAK
- Az önce bir ifadeniz oldu, onu açalım diyorum: “Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur.”
Evet, öyle dedim. Bakınız, FETÖ ile kol kola başarı ile tamamlanan 12 Eylül 2010 referandumunun amacı, siyasi İslam ve keyfi yönetime karşı direnç gösteren Cumhuriyet kurumlarını teslim almaya yönelik olmuştur. Bu amaç için referandumda hiç kimsenin itirazı olamayacak “Tam bağımsız ve tarafsız yargı” sloganı başarıyla kullanılmıştır. Bu başarıda, “kullanılmaya elverişli liberal (!) aptal” kesimlerin katkıları da elbette yadsınamaz. Sonuçta adaletin simgesi Themis’in giysisi hoyratça yırtılmış, elindeki kitap parçalanmış, ayağının altındaki yılan serbest kalmış ve de elindeki kılıç yobaz ellerde laik, demokratik, Atatürkçü yurtsever güçlere karşı acımasızca kullanılmıştır.
- 16 Nisan 2017 referandumu için de aynısı söylenebilir mi?
15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin ardından devlet yönetiminde tek hâkim güç olarak cumhurbaşkanı “zuhur” etmiştir. Cumhurbaşkanı’nın anayasaya aykırı fiili uygulamalarını yasal bir zemine kavuşturmak acil bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda yeniden referanduma yeşil ışık yakan Sayın Bahçeli’nin sözleri hatırlanacaktır. 16 Nisan 2017 referandumunda AKP’nin kullandığı “Kararımız evettir... Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, Türkiye’nin sorunlarını aşacağı etkin bir yürütme sisteminin kurulabilmesi için evettir” sloganını hatırlayalım. Referandum sonucunda fiilen demokratik parlamenter sistem sonlandırılmış, ülkemize özgü, II. Meşrutiyet dönemi padişahlarından daha yetkili, buna karşılık icraatından sorumsuz, ülkemize özgü bir “başkanlık sistemi” hayata geçirilmiştir.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ERKEN GENEL SEÇİMLE İLGİLİ
- Yargı reformu ve yeni anayasa tartışmasının niçin gündeme taşındığını konuşmaya devam edelim. Bu istemin ardında nasıl bir akıl var?
“Yargı Reform Paketi” ve de anayasa değişikliği için başlatılan süreç, kaçınılmaz görünen erken genel seçimle ilişkilidir. Yaşam tutkusu, geleceğini güvenceye alma, hesap verme kaygısı, insanoğlunun doğal içgüdüleridir. Cinci hocalar, “sevap işleyerek” ahrette hesap vermekten kurtulmanın bin bir yolunu gösterseler de yaşadığımız bilgi çağında kul hakkı yiyenler için “Sap döner, keser döner; gün gelir, hesap döner” söylemi daha geçerlidir. Bu nedenle iktidar sahiplerinin kamuoyunda kuşku verici iddialarının gelecekte yasal zeminde sorgulanmasını önlemeye yönelik metinleri şu veya bu şekilde reform paketine sıkıştırmak isteyecekleri bilinmelidir. Özetle: Baskın bir erken seçime, Millet İttifakı’nın toparlanmasına fırsat vermeden takviyeli bir Cumhur İttifakı ile gidilmesini sağlamak, bu arada hazırlanacak metinlerde cumhurbaşkanın üçüncü defa seçimi, eski hesapların kapatılması, cumhurbaşkanın yemin metni ile uygulamadaki çelişkinin giderilmesi gibi mevcut pürüzleri gidermek ve yanı sıra inisiyatifin kamuoyunca genel kabulünü sağlayıcı kozmetik nitelikte tatlı/ekşi sosların metinlerde yer alacağından kuşku duyulmasın.
- Röportaj yaptığım tüm hukukçular aynı noktaya dikkat çekerek “Türkiye’de yasalarda sorun yok... Sorun uygulamada” diyor. Öyleyse biz niye sürekli reform yapıyoruz?
Tabii. Ülkemizde “adaletin” acınası hali bütün eksikliklerine rağmen anayasa ve yasa metinlerinin uygulanmasından değil, daha çok, uygulanmamasından kaynaklanıyor. Yargıdan duyulan şikâyetin kaynağı yargı erkinin siyasetin tasallutunda bulunması ve yargı içine siyaset simsarlarının çöreklenmiş olmasıdır. Yargıyı siyasetten arındırmadıkça, çağdaş demokratik bir toplum için vazgeçilmez demokratik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması olanaksızdır. Bu nedenle, önce anayasa ve yasa metinlerinde görülen eksikliklerin tartışmaya açılması, arabayı atın önüne koşmaktan başka bir şey değildir. Silah arkadaşlarımla birlikte 10 seneyi aşkın süredir yargı girdabında çektiğimiz ve hâlâ da çekmeye devam ettiğimiz çilenin kaynağı, ülkemizde “yargı erk”inin tepen tırnağa büyük ölçüde siyasallaşmış olmasıdır. Yaşadığımız Balyoz ve 28 Şubat davaları sürecinde hâkim ve savcıların gözlerinin, adaletin terazisine değil, daima iktidarın işaretine, söylem ve eylemlerine odaklı olduğunu gördük. Her iki davanın bizce hâlâ devam eden sürecinde iktidar sahiplerinin davaya müdahale niteliğinde onlarca demeci tazeliğini korumaktadır. Siyasi davalarda hâkim ve savcıların yönlendirilmesinde “yandaş medyanın” da önemli işlevi olmaktadır. Ne zaman bizim “yandaş medyanın” silahşorları Bremen mızıkacıları gibi hep bir ağızdan Balyoz ve 28 Şubat davalarını gündeme getirseler, bilirim ki “yargı” ve “yönetime” bir hizmet yarışı başlamıştır. Son günlerde “yandaş medyada” 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması Yargıtay safhasındaki bizim davanın incelemeye alındığının işaretidir.
3 BİN 500 SAYFALIK GEREKÇELİ KARAR ÇÖPTEN İBARET
- İlginç. Bu sonuca nereden vardınız?
Önce 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu özetlemek isterim. Avukatımız Sayın Aykanat Kaçmaz, bütün sanıklar ve sanık avukatları adına, 8.7.2020 tarihinde 1734 sayfa, 18 ek, 1 CD ve 1 DVD’den oluşan bir bavul dolusu belgeyi “ortak savunma dilekçesi” olarak Yargıtay’a teslim etmiştir. Dilekçede sunulan belgeler 28 Şubat davasının gerek davayı kotaranlar gerek davayı sürdüren hâkim ve savcılar ve gerekçeli karara esas alınan sahte dijital kanıtlar, bilirkişi raporları açısından, Balyoz ve türevi davalarının karbon kopyası olduğunu kanıtlamıştır. Bu bilgiler, çok ayrıntılı olarak 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekte hiçbir ayrıntıya girmeye gerek kalmadan Genelkurmay Başkanlığı’na ait güncel tek bir resmi belge ile Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararının çöpten ibaret olduğunu ortaya koymaya yeterlidir.
- Nasıl bir belge! “Çöpten ibaret” ifadesi çok iddialı... Sahte mi?
Söz konusu belge, Ankara 21. İstinaf Bölge Mahkemesi ve Yargıtay’a sunulan dosyada yer almaktadır. Madde başlıkları halinde açıklayalım: 28 Şubat davasının 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararında “Mahkeme heyetinin suçun sübutuna ilişkin kanaate ulaşmasında esas alınan deliller” yer almaktadır. Bu delillerin tamamının üzerinde sahte olduklarını kanıtlayan rakamsal damgalar bulunmaktadır.
- Damgaları vuran kim(ler)?
“Kusursuz cinayet olmaz” söyleminin doğruluğunu kanıtlayan bu damgalar, sahte delilleri üretenler tarafından vurulmuştur. Genelkurmay Başkanlığı, “Gizli” gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren “evrak güvenlik numarası” uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak “numaratör” ile kaşelenmeye başlanmıştır. Gel gör ki kumpasçıların 1997 yılı tarihini taşıyan ürettikleri ve de amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde evrak güvenlik numarası bulunmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki bütün gerçek belgelerde ise 2002 yılı öncesinde yayımlanmış hiçbir belgede doğal olarak evrak güvenlik numarası bulunmamaktadır.
BELGE İÇERİKLERİNİN TAHRİF EDİLMİŞ OLDUĞUNUN KANITI
- Tüm bu olup bitenler bize neyi gösteriyor?
28 Şubat davasının ek klasörlerde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde evrak güvenlik numarasının bulunması bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın evrak güvenlik numarası uygulamasına ilişkin resmi yazısının başlık kısmı ile ilgili maddesini içeren fotoğraf alıntısını da size vereceğim. Belgenin aslı, Ankara 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne ve Yargıtay’a sunulan dava dosyasındadır. 28 Şubat davasının gerekçeli kararında “Suçun sübutuna ilişkin kanaatin oluşmasına esas alınan delillerden” olduğu nitelendirilerek yüzlerce defa atıfta bulunulan ilk üç sahte belgenin tarih sırasına göre fotoğraf alıntıları görülmektedir. Fotoğraf alıntılarının üzerinde “evrak güvenlik numarası” belirgin olarak görülmesi için kırmızı kalemle işaretlenmiştir. Sahte belgelerin tamamı Genelkurmay amblemli 5 No’lu CD’ye kayıtlı olup çıktıları alınarak dava dosyasına konmuştur. Söz konusu CD’yi FETÖ savcısına teslim eden ise TSK’den “Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi nedeniyle” 1997 yılında ilişiği kesilen bir tabip yüzbaşıdır.
- Belgeden ne zaman haberdar oldunuz?
“Evrak güvenlik numarası” uygulanmasına Genelkurmay Başkanlığı’nca ben emekli olmadan bir yıl önce başlanmıştır. Dava dosyasındaki 1997 tarihli belgelerde “evrak güvenlik numarası”nın vurulmuş olmasını, evrakların soruşturma evresinde Genelkurmay Karargâhı’ndan 2012 yılı itibari ile gönderilmiş olmasından dolayı hiç yadırgamamıştık. Söz konusu evrakı çok ayrıntılı bir şekilde inceleyen davanın sanıklarından Sayın E. Alb. Erkan Yaykır, Ankara Bölge 21. İstinaf Mahkemesi’ne sunulmak üzere “Ortak Çatı Savunmasını” hazırlama aşamasında dikkatimizi çeken bir tespitini paylaşmıştır. Sahte ve tahrifata uğramış 1997 tarihli gerçek belgelerin tamamı “evrak güvenlik numarası” ile taranmış olarak Tamer Tatar tarafından savcılığa teslim edilen CD’nin içeriğinde bulunmaktadır. Bu suretle Genelkurmay Karargâhı’ndan cumhuriyet savcılığına gönderilen belgelerin aslında CD’den çıktı alınarak Genelkurmay Başkanlığı’ndaki işbirlikçilere gönderilen belgeler olduğu belirlenmiştir. Sahte ve tahrifata uğratılmış belgelerin orijinal kaynağı olan CD’de taranmış olarak “evrak güvenlik numarası” taşıması, kurulan kumpasın tartışmasız kanıtıdır. Bu kanıt Genelkurmay Karargâhı’nda “evrak güvenlik numarası” uygulamasının tarihçesi hakkında bilgi sahibi olmayan kumpasçıların “olay mahallinde” farkına varmadan bıraktıkları izleridir.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NIN TEYİDİNDE SORUN YAŞADIK
- Nasıl ele geçirildi?
Evrak güvenlik numarasına ilişkin söz konusu Genelkurmay belgesinin ele geçirilişi biraz “pehlivan hikâyesine” benziyor. Uzatmadan özetleyeyim: Sayın Yaykır’ın önerisi üzerine ortak çatı savunmasının hazırlanmasında görev alan avukat Sayın Ömer Çelikkese, 22 Temmuz 2019 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na “Bilgi Edinme Hakkı” kapsamında bazı bilgi ve belgeleri talep eden bir dilekçe göndermiştir. Talep edilen bilgiler arasında “evrak güvenlik numarası” uygulamasının Genelkurmay Başkanlığı’nda ne zaman başladığı hususu da yer almaktadır. Yapılan resmi yazışmalardan anladığımız kadarı ile Genelkurmay Başkanlığı’nca 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne 30 Temmuz 2019 tarihinde bir yazı göndererek söz konusu dilekçeye cevap verilip verilmeyeceği hususunda bilgi talebinde bulunmuştur. 21. Ankara Bölge İstinaf Mahkemesi 12 Eylül 2019 tarihli cevabi yazısında “Talep edilen bilgi ve belgelerin verilmesi hususunda bir değerlendirme yapılmasının uygun olmadığı” şeklinde yanıt vermiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Karargâhı’nda başkanlıklar düzeyinde bir toplantı yapılarak durum değerlendirmesi yapılmış ve nihayet evrak güvenlik numarası uygulamasına Genelkurmay Karargâhı’nda 5 Kasım 2002 tarihinde başlandığına ilişkin emrin tarih ve sayısı dilekçe sahibine resmen bildirilmiştir. Bu noktada dava sürecinde ortaya çıkardığımız sahtekârlıkların Genelkurmay Başkanlığı’nca teyidinde neden sorun yaşadığımıza açıklık kazandırayım.
- Lütfen...
Adli Müşavirliğin koordinesinde, Genelkurmay Genel Sekreterliği ve Personel Başkanlığı’nda görevli bir kısım subayların 28 Şubat davasının kotarılması ve davanın devamı sürecinde eski savcı Mustafa Bilgili ile yakın işbirliği içerisinde olduğu duruşmalarda kanıtlanmıştır. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminden sonra açılan davalarda, iddianameyi hazırlayan Mustafa Bilgili 17 yıl, eski Genelkurmay Adli Müşaviri Alb. Muharrem Köse ve işbirlikçi arkadaşları ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmuşlardır. Bu konuya mahkemenin dikkatini çekerek 15 Temmuz darbe girişiminden sonra davaya ilişkin soruşturmanın genişletilmesi yolunda defalarca yapılan talepler kabul görmemiştir.
İŞTE O BELGE
Bu belgeye gerekçeli kararda 209 kere atıfta bulunulmakta. Kararın 163. sayfasında yer alan “6 sayfadan oluşan belgenin aslının emanetin 2013/10 sırasında kayıtlı olduğu, belgenin onaylı suretinin Genelkurmay Başkanlığı’nın 30 Ocak 2013 tarihli cevabi yazı ekinde başsavcılığa gönderildiği” şeklindeki ifade de ilk bakışta ıslak imza olmayan belgenin Genelkurmay Başkanlığı’nca onaylandığı izlenimi yaratılmıştır. Söz konusu dijital sahte belgenin 28 Şubat davasının soruşturma evresinde kitlesel tutuklamaların gerçekleşmesinden başlayarak bütün süreçlerinde TSK mensuplarına kurulan kumpasın temel dayanaklarından birisi olmuştur. Gerekçeli Kararın 396. sayfasında sahte belgenin içeriğinden atılı suça dayanak yapılan aşağıdaki ifadeler yer almaktadır: “Refahyol Hükümetini takip ve düşürmek için faaliyet göstermek üzere Batı Çalışma Grubu oluşturulmasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığı’nda Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir’in başkanlığında 7 Nisan 1997 tarihinde yapılan ve hükümete muhtıra verilmesi, sıkıyönetim ilan edilmesi, hükümetin değişimi, hükümetin devamını önleyecek tedbirler, gelecek hükümetin oluşumu, kriz yönetimi oluşturulması, eylem planı yapılması, yargı ve kamu yöneticilerine destek/tehdit. Üniversite, sendika ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılması, cesaret verilmesi. Basın ve medyaya hâkimiyet sağlanması, yanlarına alınması. Batı Çalışma Grubu’nun kurulması. İki kez yapılan YAŞ toplantıları ile personelin atılmasının yeterli olmadığı. Halkın yanlarına değil, önlerine alınması; taarruzi psikolojik harekât icra edilmesi. Polise havuç ve sopanın gösterilmesi. Bilgi toplayan, eyleme dönüştüren psikolojik harekât yapan bir grup oluşturulması ve buna benzer konuların gündeme geldiği…” 28 Şubat kumpas davasını kotaranlar ürettikleri 1997 yılının tarihini taşıyan sahte belgelerin üzerine, “evrak güvenlik numarası” kaşesini vurarak kendilerini ele vermişlerdir.
NEDEN ÇETİN DOĞAN?
Hukuk ve siyaset tarihine kara bir leke olarak geçecek kumpas davalarında 10 yılı geride bıraktık. AKP’li Binali Yıldırım, “Balyoz’lar, Ergenekon’lar yalan mıydı” deyince ortam gerilmiş, büyük tartışmalar yaşanmıştı. Başbakanlık görevinde bulunmuş bir isim bunları hâlâ nasıl söyleyebiliyordu? Batı Çalışma Grubu’nun başkanlığını yapmış, 2003’te 1. Ordu komutanıyken Balyoz darbe planlarını hazırladığı iddia edilen ve 1 numaralı sanık olarak 2010-2014 arası hapis yatan Orgeneral Çetin Doğan, bir sohbetimizde yeni anayasadan ve Balyoz davalarının hukuki süreçlerinden konuşurken 28 Şubat davasına ilişkin öyle bir belgeden söz etti ki bize de ayrıntılarını sormak kaldı.
https://odatv4.com/fetonun-urettigi-28-subat-belgesi-22022131.html
(...)
ENSTANTANE X:
YAVUZ DONAT Dünü unutma
Yarından sonra 28 Şubat. Bilen var, bilmeyen var... Bilip de unutan var. 28 Şubat... Nedir?... Ne değildir?
1. Düne... Geçmişe takılıp kalmayalım.
2. Ama... Daha aydınlık yarınlar için dünü unutmayalım... Ders alalım.
Bugün... Zaman tünelinde bir gezinti.
Ve 28 Şubat sürecinden manzaralar.
Çocuklar okumasın
Generalin biri... Başbakan Erbakan'a, "Pezevenk" dedi.
TV'ler... "Bu görüntüyü" tekrar tekrar verdi.
Gazeteciler... Kara Kuvvetleri Komutanı'na sordular:
- Ne diyorsunuz?
Komutanın yanıtı:
- Kimsenin ağzına kilit vuramam ki.
Üslup
Başbakan... Necmettin Erbakan.
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı... Tansu Çiller.
İçişleri Bakanı... Meral Akşener.
Dönem... 28 Şubat öncesi.
CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin'in sözleri... Çiller ve Akşener için:
- Yalı bülbülü ile yaban gülü.
Hepsi gerçek
Tansu Çiller'den Mesut Yılmaz'a:
- Haçlı ordusu komutanı... Korkak... Çamur adam... İcraatsız Başbakan.
Mesut Yılmaz'dan Tansu Çiller'e:
- Part-time Dışişleri Bakanı... Zavallı... Koltuk dilencisi... Milli felaket.
Sesleniş
Deniz Baykal... Çiller'e seslendi:
- Pişkin.
Bülent Ecevit'in Çiller'e seslenmesi ise... Aynen şöyle:
- Marcos Ailesi.
Eleştiri
Hüsamettin Cindoruk...
Tansu Çiller'i eleştirdi. Söyledikleri... Kelimesi kelimesine:
 Siyasi Fadime.
 New Hampshire düşesi.
 İktidar delisi.
 Devşirme.
 Şeftali güzeli.
Sincan
28 Şubat denilince... Akla ilk gelen şey... Sincan'da tankların yürümesi.
1. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, "Demokrasiye balans ayarı yapıldı" dedi.
2. Eski Genelkurmay Başkanı... Emekli Orgeneral... Kilis Milletvekili Doğan Güreş'in, "Balans ayarı" konusundaki sözleri:
- Şahsen bu konuşmanın altına imzamı atarım.
Brifing
Genelkurmay, "Yargıyı" davet etti... Brifing vermek için.
Adalet Bakanı Şevket Kazan... Yargıya... "Gitmeyin" dedi... Ve ekledi:
- Giderseniz suç işlemiş olursunuz.
1. Brifinge... 400 hâkim ve savcı katıldı.
2. Brifing bitince... Herkes ayakta alkışladı.
Uzatmadan
Esat Kıratlıoğlu... Doğruyol Partisi Milletvekili.
Mesut Yılmaz için dedi ki:
- Dedikodu kumkumasının organizatörü ve rejisörü.
Bu sözlerin devamı da var... Ama... Bu kadarı yeter... Uzatmayalım.
Söz
Söyleyen... Yaşar Okuyan.
Sözlerin muhatabı Tansu Çiller.
Söz:
- Humeyni rejiminin dişi militanı.
Füze
Anavatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı İbrahim Yaşar Dedelek'ten Tansu Çiller'e:
- İmelda Marcos gibi... Tomahawk füzesinden daha tehlikeli.
Müteahhit
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal konuşuyor:
- Hokkabaz Erbakan... Çarpık düzenin son müteahhidi.
+18
Mesut Yılmaz'dan... Necmettin Erbakan'a:
 Kaddafi'nin emir eri.
 İkiyüzlü.
 Baş münafık.
Okey
Adnan Keskin... CHP Genel Sekreteri... İşte, İçişleri Bakanı Meral Akşener için söyledikleri:
 Teslime Hanım'ın beslemesi.
 Okey Kraliçesi.
Protesto
İstanbul... 7 Nisan 1997... Türk Kalp Haftası toplantısı.
Toplantıda Erbakan Hükümeti, alkışlarla protesto edildi.
Alkışlayanlar içinde Erbakan Hükümeti'nin bir bakanı da vardı:
Dr. Yıldırım Aktuna... Sağlık Bakanı.
Fırça
Süreç... Gerilim... Tanklar... Yüksek tansiyon... Ve Başbakan Necmettin Erbakan istifa etti.
Yeni Başbakan... Mesut Yılmaz.
Mesut Bey, Anavatan Partisi'nin Meclis Grup Toplantısı'nda konuştu... Televizyonlar canlı yayın yaptılar.
Yılmaz dedi ki:
 İrtica ile mücadele etme görevi hükümetindir.
 Hükümet, her şeyin başıdır.
 Başbakan olarak ben orduya irtica ile mücadele görevi vermedim.
 Batı Çalışma Grubu'nun da lağvedilmesini istedim.
Başbakan Mesut Yılmaz'ın bu konuşması üzerine... Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları ortak bir açıklama yaptılar.
Açıklama... TV'lerde yayınlandı... Kelimesi kelimesine:
- Makamı, görevi ve konumu ne olursa olsun hiç kimse TSK'yı yasal görevi olan ülke güvenliğine yönelik bölücü ve irticai gelişmelere karşı mücadele azminden vazgeçirecek, zayıflatacak, tereddüde düşürecek veya kararlılığını gölgeleyecek hiçbir tavır, tutum, beyan ve telkinde bulunamaz.
28 Şubat... Dünü unutma.
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/donat/2021/02/26/dunu-unutma
(...)
ENSTANTANE X:
Türkiye dışlandı... "İsrail-Arap NATO'su" kuruluyor
Kayahan Uygur yazdı...
https://odatv4.com/israil-arap-natosu-kuruluyor-28022104.html
(...)
ENSTANTANE X:
Türkiye'den bu kez nereyi kopardılar
Haritadaki skandal ortaya çıktı. Bu kez Türkiye'deki oraya göz koydular...
Skandal fotoğraf Amerika’nın İsrail Büyükelçisi Jonathan Shrier ve İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz’in hafta başında yaptıkları toplantı öncesi verdikleri pozla ortaya çıktı. Amerikan Diplomatı ve İsrail Enerji Bakanı’nın hemen arkalarında Bozcaada ve Gökçeada’nın Türk toprağı dışında yeşil renk ile gösterilmesi dikkat çekti.
İsrail Enerji Bakanlığı’nda gerçekleşen görüşmenin ardından Amerikan Büyükelçisi Shrier, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, İsrail Enerji Bakanı ile çektirdiği fotoğrafı paylaştı. Shrier ve İsrailli Bakan’ın bir araya gelmesinin nedeni temiz enerji ve ABD İsrail ilişkileriydi.
Son dönemde Türk-Yunan ilişkilerinin iyice gerildiği Ege ve Doğu Akdeniz’i gösteren haritanın, ikilinin arka planında yer alması Yunanistan basınının da ilgi odağı oldu. Amerikan Büyükelçisi Shrier yapılan görüşme için Twitter hesabından, “Temiz Enerji Finansman Gücü ve diğer önemli enerji güvenliği konularında ABD-İsrail işbirliğinin açısından verimli bir toplantıydı” mesajını verdi.
Yunanistan basını Lozan Anlaşmasıyla birlikte Türkiye sınırlarına dahil edilen iki adanın, Lozan Anlaşmasıyla Yunanistan tarafından kaybedilen adalar olarak tanımladı.
YUNAN BASINI “TÜRKİYE LOZAN’I İHLAL ETTİ”
Gökçeada ve Bozcaada’nın Türkiye sınırları dışında gösterilen haritanın İsrail Enerji Bakanlığı’nda bulunması üzerine, Yunanistan basınında yer alan haberlerde, Türkiye’nin bu iki ada için Lozan Anlaşması’nı ihlal ettiğini iddia etti. Greekcityyimes internet sitesi Lozan Anlaşmasına göre adalarda çoğunluğu Yunan nüfusunu barındıracak şekilde özerk olmasını gerektiğini iddia etti. Habere göre 1927 çıkarılan Mahalli İdareler Kanunu ile bu kuralın ve Yunanlıların haklarının iptal edildiği belirtildi.
Odatv.com 02.03.2021 12:41
https://odatv4.com/turkiyeden-bu-kez-nereyi-kopardilar-02032142.html
(...)
ENSTANTANE X:
İran'dan AB Yüksek Temsilcisi Borrell'in teklifine yanıt: Yaptırımlar kalkmadan nükleer görüşme olmayacak
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Tahran'ın İran'a bütün yaptırımlar kaldırılmadığı sürece ABD ve Avrupa ülkeleriyle nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak için herhangi bir gayrı resmi toplantıya katılmayacağını söyledi.
BBC'de yer alan habere göre, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Avrupa Birliği'nin teklif ettiği nükleer anlaşma görüşmeleri için "uygun zamanda" olmadıklarını söyledi. İran, görüşmelerin yapılması için ABD'nin yaptırımları kaldırması şartını niteledi.
İran'ın açıklamaları AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borell'in görüşme teklifinden sonra geldi. Sözcü Saeed Hatibzade, "ABD ve üç Avrupa gücünün son adımları ve açıklamaları göz önünde bulundurularak, İran bu ülkelerle gayrı resmi bir toplantı için uygun zaman olmadığı kararına vardı." dedi. Hatibzade "Tüm tarafların nükleer anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesi müzakere konusu değildir. Bu yöndeki tüm al-ver görüşmeleri 5 sene önce yapıldı. Yapılması gereken yeterince açıktır; ABD tüm yaptırımlarını sona erdirmeli ve nükleer anlaşmadaki taahhütlerine dönmelidir. Bu iş ne müzakereye ihtiyaç duyuyor ne de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu kararına." ifadelerini kullandı.
ABD, İran'dan gelen açıklamaların "hayal kırıklığı" yarattığını söyledi ancak "diplomasiye dönmeye" hazır olduğunu belirtti.
İran, Washington'un 2015 nükleer anlaşmasından çekilip tekrar yaptırım kararı almasından bu yana kademeli olarak anlaşmanın taahhütlerini ihlal ediyordu. Yüzde 20 saflıkta uranyum zenginleştirilmesi geçen yıl İran nükleer programının mimarı olarak nitelendirilen bir fizikçinin öldürülmesinden sonra parlamentodan geçirilen tasarıda yer alan adımlardan biriydi.
İran, 2015 anlaşmasından önce yüzde 20 saflığa ulaşmıştı. Anlaşma saflık limitini %3.67'ye düşürmüştü. Tahran, taahhütleri ihlal etmeye başladıktan sonra saflığı  yüzde 4.5'e kadar çıkardıklarını duyurmuştu.
https://t24.com.tr/haber/iran-dan-ab-yuksek-temsilcisi-borrell-in-teklifine-yanit-yaptirimlar-kalkmadan-nukleer-gorusme-olmayacak,936014
(...)
ENSTANTANE X:
Arap dünyasında geçen hafta: Erbil'deki saldırı ne anlatıyor?
Arap basının gündeminde bu hafta IKBY'nin başkenti Erbil'deki saldırı vardı. Saldırının zamanlaması ve hedefi ile ilgili yorumlar yapılırken Rai el Youm gazetesi "Saldırı ile İran’ın ABD’ye nükleer anlaşmadan tam çekilme konusunda tanıdığı süre olan 21 Şubat’ın yaklaşmasından kaynaklı gerilimi birbirinden ayrı tutmamak lazım" ifadesini kullandı.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil Havaalanı’ndaki Amerikan askeri üssüne yönelik füze saldırısı bu hafta Arap dünyasının en çok konuşulan konulardan biri oldu.
Daha önce adı pek bilinmeyen “Saraya Evliya El Dam” adlı örgütün üstlendiği saldırıda bir sivil hayatını kaybetti. Amerikan yönetimi ise karşılık verme hakkını saklı tuttuklarını açıkladı.
Saldırı Arap gazetelerinde ABD-İran geriliminin bir parçası olarak değerlendirilirken, İran’ın ABD’ye nükleer anlaşma ve yaptırımların kaldırılması için verdiği mühlet olan 21 Şubat’tan birkaç gün önce gerçekleşmesine dikkat çekildi.
“Arap Baharı” adı verilen ayaklanma silsilesinin önemli bir durağı olan Libya’da, ayaklanmanın 10. yıldönümü kutlamaları oldukça sönük geçti. Muammer Kaddafi’nin NATO müdahalesiyle devrilmesine varan süreçte ilk gösterilerin olduğu 17 Şubat günü Libya’da “devrim”in yıldönümü olarak kutlanıyor.
Ülkede kutlamaların sönük geçmesinin, halkın iç savaş, dış müdahaleler ve iktidar çekişmelerinden dolayı “devrime” olan inancının kaybolmasından kaynaklandığı düşüncesi hakim.
Filistin’de 22 Mayıs’ta milletvekilliği ve 21 Temmuz’da devlet başkanlığı seçimlerinin yapılması kararının ardından başlayan tartışmalar bütün hızıyla devam ediyor. Başkanlık seçimleri için öne çıkan isimler şimdilik, mevcut devlet başkanı Mahmut Abbas, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır ile güçlü bağları olan Muhammed Dahlan ve yıllardır İsrail cezaevlerinde esir olan Mervan Barguti.
Arap medyasında Mahmut Abbas yönetiminin özellikle de halk arasında büyük bir desteğe sahip olan ve İsrail’e karşı “koşulsuz direnişi” temsil eden Mervan Barguti’den çekindiği ve Barguti’ye aday olmaması için baskı yapıldığı yönünde haberler yer alıyor.
https://www.gazeteduvar.com.tr/arap-dunyasinda-gecen-hafta-erbildeki-saldiri-ne-anlatiyor-haber-
(...)
ENSTANTANE X:
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı: İran yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum üretti
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı raporuna göre İran 17,6 kilogram yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum üretti. Zenginleştirilmiş uranyum stokunu yaklaşık 3 tona yükselten İran, nükleer anlaşmada izin verilen oranın yaklaşık 15 kat üzerine çıktı. Ajans, İran'ın bildirmediği nükleer materyaller olabileceğinden de endişeli.
https://www.gazeteduvar.com.tr/uluslararasi-atom-enerjisi-ajansi-iran-yuzde- HYPERLINK "https://www.gazeteduvar.com.tr/uluslararasi-atom-enerjisi-ajansi-iran-yuzde-20-oraninda-zenginlestirilmis-uranyum-uretti-haber-1514267"20 HYPERLINK "https://www.gazeteduvar.com.tr/uluslararasi-atom-enerjisi-ajansi-iran-yuzde-20-oraninda-zenginlestirilmis-uranyum-uretti-haber-1514267"-oraninda-zenginlestirilmis-uranyum-uretti-haber- HYPERLINK "https://www.gazeteduvar.com.tr/uluslararasi-atom-enerjisi-ajansi-iran-yuzde-20-oraninda-zenginlestirilmis-uranyum-uretti-haber-1514267"1514267
(...)
ENSTANTANE X:
İran, Rusya ve Türkiye’den ortak Suriye bildirisinde İsrail'e uyarı
İran, Rusya ve Türkiye ortak Suriye bildirisinde İsrail'e Suriye'ye yönelik saldırıları durdurma çağrısı yapıldı.
İran, Rusya ve Türkiye temsilcileri tarafından, 15'inci Astana formatındaki Suriye konulu toplantının ardından ortak açıklama yapıldı. Açıklamada, İsrail'e Suriye'ye yönelik saldırıları durdurma çağrısı yapıldı.
Rusya'nın Soçi kentinde 16-17 Şubat'ta düzenlenen toplantıya ilişkin İran, Rusya ve Türkiye tarafından ortak açıklama yapıldı.
17 maddeden oluşan ortak açıklamada, Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğüne ve BM Şartı'nın amaç ve ilkelerine olan güçlü bağlılıklarının vurgulandığı belirtilerek, bu ilkelere tüm taraflarca saygı gösterilmesi gerekliliğinin altının çizildiği kaydedildi.
Soçi'deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi kararlarının uygulanması sonucunda oluşturulan Cenevre'deki Anayasa Komitesi'nin önemli rolünün vurgulandığı kaydedilen açıklamada, Suriye içinde aşılamaya öncelik verilmesi çağrısında bulunuldu.
DW Türkçe'de yer alan habere göre açıklamada İsrail'in saldırılarının bölgede güvenlik ve istikrarı tehdit ettiği belirtilerek uluslararası hukuka aykırı olduğu kaydedildi. 3 ülke "İsrail'in, uluslararası hukukun ve uluslararası insancıl hukukun ihlalini teşkil eden ve Suriye ile komşu ülkelerin egemenliğine halel getirmenin yanı sıra bölgedeki istikrar ve güvenliği tehlikeye atan Suriye'deki süregelen askeri saldırılarını kınamışlar ve bu saldırıların durdurulması çağrısında bulunmuşlardır" denildi.
Astana formatında Suriye konulu 16'ncı Uluslararası Toplantı 2021 yılının ortasında Nur-Sultan’da gerçekleştirecek. (DIŞ HABERLER)
https://www.evrensel.net/haber/426174/iran-rusya-ve-turkiyeden-ortak-suriye-bildirisinde-israile-uyari?
(...)
Yorum şu:
3 Kasım 2002'de açılan perde, 3 Kasım 2020 seçimleri çerçevesinde kapanıyor.
Nüans?!
Erbakan'dı, Erdoğan oldu.
Hasılı:
Meteo 28 Şubat.
1000 eksi 19 = ?!
Ezcümle:
Tezekle yapılan...
Vs vs.
Nokta.

3 Mart 2021
Hayrullah Mahmud
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages