Çağ'ın ruhu'na hitap eden "stratejik akıl" üzerinden düşman'a diz çöktürmek nedir ne değildir?!

434 views
Skip to first unread message

Hayrullah Mahmud ÖzgürTÜRK

unread,
Oct 17, 2020, 7:00:56 AM10/17/20
to oybi...@googlegroups.com
Çağ'ın ruhu'na hitap eden "stratejik akıl" üzerinden düşman'a diz çöktürmek nedir ne değildir?!

DURUM ANALİZ
YAZI X:
YILMAZ ÖZDİL: Sözcü

Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca hiçbir gazete Sözcü gazetesi kadar sistematik saldırı altında kalmadı.
4.877 gündür yayınlanıyoruz.
Bu süre içinde aleyhimize 800'den fazla tazminat davası açıldı.
Bin'den fazla suç duyurusunda bulunuldu.
300'den fazla ceza davası açıldı.
2 binden fazla tekzip başvurusu yapıldı.
Toplayın bunları…
4 bini geçiyor.
Kardeş gazetemiz Korkusuz'u ilave et.
5 bine yaklaşıyor.
Yani?
Sözcü ailesi, yayın hayatına başladığı günden beri, ortalama her gün adliyeye götürüldü, her gün!
Bırakın Türkiye tarihini, dünya basın tarihinde böylesine sistematik saldırı altında tutulan bir başka gazete yok.
Patronundan muhabirlerine, genel yayın yönetmeninden yazarlarına, internet sitesinden muhasebe görevlilerine kadar, neredeyse yargılanmayan personelimiz yok!
Hapis cezası istenmeyen yazarımız yok!
Asılsız ihbarlarla, kanıtsız iftiralarla, sahte tweetlerle, yalancı tanıklarla, montaj fotoğraflarla, düpedüz kumpaslarla, linç kampanyalarıyla devamlı savcı veya hakim önüne çıkarılıyoruz.
Hukuk servisimiz adeta call center gibi çalışıyor!
Haksız vergi cezaları kesiliyor.
Basın ilanlarımız kesiliyor.
Henüz yayın hayatına başlamayan televizyonumuza bile ceza kesildi.
En son… Emin Çölaşan, Necati Doğru, Metin Yılmaz, Yücel Arı, Mustafa Çetin, Gökmen Ulu ve Yonca Yücekaleli'ye verilen toplam 20 yıl hapis cezası, istinaf mahkemesi tarafından onandı.
Can güvenliğimiz yok
Manşetlerden ekranlardan hedef gösteriliyoruz.
Silahlı korumalarla dolaşıyoruz.
Peki tüm bunlara “nasıl katlanıyorsunuz?” derseniz…
Kendi payıma şöyle izah edeyim.
Henüz üniversite öğrencisiydim.
Gazetecilik okuyorum.
Sokakta tatsız bir hadiseye karıştık, karşımızdaki polisti, o bize, biz ona vurduk, e haliyle kelepçelediler, geceyi karakolda geçirdim.
Sabah olunca adliyeye götüreceklerdi.
“Avukatımla görüşmek istiyorum” dedim.
Komiser şöyle bir yüzüme baktı, “burası Amerika mı lan” dedi!
Meğer, suçüstü yakalandığım için suçüstü mahkemesine çıkarılacaktım, o günkü yasalar gereği suçüstü mahkemesinde avukat mavukat olmuyordu.
Polis aracına bindirdiler, Konak'ta devlet hastanesinin önünde indirdiler, ellerim önden kelepçeliydi, mevsim yaz, tişörtlüydüm, kelepçelerin üstüne kazak filan atarak kamufle edemiyordum.
Emniyet müdürlüğü binasına kadar o vaziyette yürüttüler.
Akıllarınca ibreti alem yaptılar.
Neyse… Parmak izi falan aldılar, mahkemeye çıkardılar.
Sanık bölümünde ayakta duruyorum, bacaklarım titriyor.
Atın içeri dese, en az iki üç ay yatacağız.
Hakim salona geldi.
Şöyle ters ters baktı bana, sonra önündeki dosyaya baktı.
“Sen misin bu eşek herif” dedi!
Ne diyeyim, en şirin ses tonumla “benim efendim” dedim.
“Polise vurmuşsun” dedi.
“Efendim vurdum ama ben haklıyım” dedim.
“Evladım, burası hukuk devleti, başına böyle bir iş geldiğinde karakola gideceksin, o işin hesabını bizler, savcılar hakimler soracağız, öyle değil mi?” dedi.
“Haklısınız efendim” dedim.
“O halde tekrar soruyorum, polise vurdun mu?” dedi.
“Efendim vurdum ama” dememe kalmadı, “dur” manasında elini kaldırdı.
“Oğğğlumm, böyle bir şey olduğunda karakola gideceksin, o işin hesabını bizler, hakimler savcılar soracağız, anladın mı?” dedi.
Nihayet anlamıştım!
“Tekrar soruyorum, polise vurdun mu?” dedi.
“Vurmadım efendim” dedim.
Daktilonun başındaki memureye seslendi, “yaz kızım…”
Yırtmıştım.
Serbest bırakıldım.
Tutuksuz yargılanmaya devam ettim ama, hakim sayesinde kazanılan zaman sorunları tamir etmeye yetti, yumrukladığım polisin siniri geçti, yumuşadı, avukatlar devreye girdi, paçayı kurtardım.
Birkaç yıl sonra, gazeteciler cemiyetinden Hasan Tahsin Ödülü aldım.
İlk ödülümdü.
O hakime gittim.
“Efendim ben geldim” dedim.
Gene ters ters baktı.
“Sen o eşek herifsin değil mi?” dedi.
“Benim efendim, ödülümü getirdim” dedim.
“Artık yazarak mı dövüyorsun” dedi.
“Sayenizde” dedim.
“Otur” dedi, çay söyledi.
35 yıl geçti…
Ne o çayın tadını unuttum, ne de kulağıma küpe nasihatlarını.
O babacan hakim olmasaydı, hayatım kaymıştı.
12 Eylül'ün hemen üstüydü, sıradan bir gençlik öfkesi yüzünden sabıkalı olacak, muhtemelen üniversiteden atılacak, gazetecilik falan yapamayacak, kimbilir nereye savrulacaktım.
“Hukuk” denilen kavramın kanunlardan ibaret olmadığını, cezalardan ibaret olmadığını düşünen tecrübeli bir hakim, hayatımı kurtarmıştı.
Nasıl başlarsan öyle gider…
Gazeteciliğe bir hakim sayesinde başlayabilmiştim, 35 yıldır onun gibi hakimler, onun gibi savcılar sayesinde devam edebiliyorum.
Başıma gelen onca iftiraya, onca linç kampanyasına, onca tehdide, onca suç duyurusuna, onca davaya rağmen, sırf o rahmetli hakim sayesinde adalete olan inancımı asla yitirmedim.
Hayatımızı mahvetme gayretlerine rağmen, kalemimizi kırma gayretlerine rağmen, talimatlı hukuk facialarına rağmen, çektiğim maddi/manevi acılara rağmen, yüreğimdeki cam kırıklarına rağmen, namuslu savcılara namuslu hakimlere olan inancımı asla yitirmedim.
Sözcü ailesinin, patronumuz Burak Akbay'dan tüm çalışanlarına kadar, istisnasız hepsinin benzer bir yaşanmış hukuk öyküsü var.
İşte bu sayede katlanabiliyoruz…
Başımıza gelen/getirilen onca felakete rağmen, hakikatin topallayarak da olsa hedefine ulaşacağına, namuslu savcıların namuslu hakimlerin illa ki varolduğuna güveniyoruz.
Adalete olan inancımızı asla yitirmiyoruz.
Çünkü eminiz ve müsterihiz…
Namuslu gazetecilik suç değildir!
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/sozcu-6-6083228/
(...)
YAZI X:
Yılmaz Özdil: Milli İstihbarat Teşkilatımız, Sakız'ı avucunun içi gibi bilir.
Sakız'a değil asker, göçmen kuş bile gelse, MİT'in haberi olur.
E hal böyleyken, sayın hükümetimizin Sakız'a asker yığdıklarını sanki ilk defa duymuş gibi navtex yayınlaması, bunun “son dakika haberi” olarak sunulması… Hazindir desem olmaz, komiktir desem hiç olmaz, en iyisi susayım, Sakız'a karşı kahvemi yudumlamaya devam edeyim bari.
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/navtex-6041398/
(...)
YAZI X:
TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)
Sahte içki ölümleri!
Ülkenin her yanından “sahte ve kaçak içkiyi içtiler, öldüler” haberleri geliyor. Günde 40-50'ye çıktı ölümler. Sahte içki, kaçak rakı yapımı TEKEL fabrikalarının özele satışı ile hızlandı. Son 10 yılda rakı üzerindeki ÖTV yüzde 443 ve bira üzerindeki ÖTV ise yüzde 365 arttı ve yüksek fiyat artışı “içeni öldüren sahte içki yapmayı” cazip kıldı. TEKEL'in 17 fabrikası, içinde 100 milyon dolarlık stoku, 30 milyon dolar değerinde satışa hazır şişelenmiş, etiketlenmiş kolileri, kıdem tazminatı yükü sıfırlanmış kalifiye işçileriyle sadece 292 milyon dolara “LİMAK-ÖZALTIN-ÇARMIKLI-TÜTSAB” adlı “DÖRTLÜ” ye satıldı. DÖRTLÜ, 292 milyon dolara aldıkları 17 fabrikayı, bir çivi bile ilave etmeden, 820 milyon dolara Amerikan şirketi Texas Pasific Group'a sattılar. O da 17 fabrikayı ve hazır iç pazarı İngiliz şirketi Diageo ‘ya 2.5 milyar dolara devretti. Yerli ve milli TEKEL özelleşmedi, yabancılaştı ve bugün ithal methil alkolle yapılan kaçak içkileri içerek ölenlerin ülkesi Türkiye oldu!
TEKEL yabancılaştırıldı.
Unutma!
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/necati-dogru/adaletin-celladi-6083124/
(...)
YORUM ŞU:
Soru:
Matruşka BOP'ta, kimler neden mağdur!?
Silivri kumpası neden, niçin, niye kuruldu?!
Ek soru:
Matruşka BOP'ta kimler, kriz'i fısat'a çevirip "tüccar" oldu, Atatürk ticareti yaptı, vb.
Birilerini yermek ya da övmek için değil bu satırlar.
Nüans?!
"Atatürk" kitabı yazarak ya da "Nutuk" okuyarak "Gordion düğümü"nü çözmek mümkün değil ise nedir şeytan'ın gör dediği enstantane!
Çanakkale'de kullanılan harita Sarıkamış'ta işe yarasaydı, tarih farklı yazılırdı, değil mi?!
Günde beş v'akit namaz kılan, ibadet şehveti üzerinden "en büyük müslüman biz'iz" PR'ı yapanlar, BOP'çuların oyuncağı olmuş ise so what?!
Hayaller ve gerçekler!
Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, "Namık Kemal" kitabı yazarak, büyük savaş'ı kazanmadı.
Ya da şöyle ifade edelim:
O çok zor şartlar altında, bir avuç inanmış adam, dünya'yı yenmedi, çağ'ın ruhuna hitap eden "Önder Mustafa Kemal"in iz'inden giderek, Türkiye'yi yok olmaktan kurtardı.
Dinozorlar da büyük canlılardı, Osmanlı gibi, çağ'ın ruhu'na hitap edemedikleri için yani değişen doğa koşullarına uyum sağlayamadıkları için yok oldular.
Bu çerçeve'de, Laik, Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti de sonsuza kadar diri kalacak ise niyet bu ise çağ'ın ruhuna hitap eden "stratejik akıl" hayat memat mesele.
Bir başka nüans?!
"TSK sanık, pkk tanık"ken, bugün istihbarat'a övgü düzenler, o gün neredelermiş?!
Dokunulmazlığı nasıl elde etmişler?!
Ya da TSK'ya "terör örgütü" muamelesi yapılırken, Sakız'ı avuç'unun içi gibi bildiğinin altı çizilen MİT, o günlerde "üç maymun" ise her daim real politik!?
Yılmaz Özdil, gaz aldığı için BOP'ta hep korundu, işsiz bırakılmadı!
Kurtlar Vadisi'nin Polat'ı da, sırf 'alfa stratejist'e benziyor diye "başrol" kaptı, çok para kazandı, sonrası malum.
Başarılı reklamcı Nail Keçili'nin, hapis'e düşmeden önceki hikayesi ve sözleri malum.
Özel uçağında, "Kim var benden daha büyük" derken, kendini bir süre sonra hapis'te bulan o hikaye.
Demem o ki:
Şöhret, para vb şeyler ise "anahtar kelime", konjonktür'e uygun ses veren herkes kazandı.
Erdoğan dedi ya "ne istediniz de vermedik!"
Sadece FETÖ'cüler için mi söylendi o söz!
Ya da "Beraber yürüdük o yollarda" derken, hangi sermaye'lerin kastedildiği malum.
Sözcü davasında verilen hüküm kapsamında, "3 Y"nin "Yasaklar" başlığının altı koyultuluyor.
Demem şu ki:
Usta kalem Necati Doğru'nun nitelikli satır'ları ortada!
TEKEL (yağmalaması) üzerinden ip çekilmeye kalkışılır ise kim ya da kimler altında kalır?!
Ya da "velut (doğurgan, birçok eser ortaya koyan)" esprili kalem Cüneyt Zapsu'dan yazmaya başlasın okuyalım, bugün'ün hikaye'sini.
Patronaj'ın bağlantıları her daim önemli.
Kaldı ki, geçmişte birlikte çalıştığımız Mustafa Çetin de, hüküm giyenlerden, ne var ki, dava'da sanık olmamış olsaydı, bugün Sözcü'den kovulan gazeteciler arasındaydı.
Real politik, edebiyat'ın bir kol'u değildir.
Hasılı:
Ekran'da maske'yi düzgün ya da eksik taktığı için para kesilen vatandaş haber'i yapan medya'cılardan farkı var mı?!
Bir kamera yerleştirilse sözde büyük medya'ların içine, cadde kenarında, sigara içerken ya da telefonla konuşurken, sosyal mesafeye dikkat ettiği halde "ceza" alan vatandaş'a karşılık, kaç medya çalışanı ceza'sız kalır?!
İğne / çuvaldız!
Ezcümle:
Samsun'a çıkıldığında, işgal altında bir başkent (payitaht) vardı, şartlar bugünkünden ne kadar farklı?!
Osmanlı'nın son demlerinde olduğu gibi her cephe'de savaş'tayız!
İstanbul'da corana partileri, kısır siyaset buluşmaları vb.
BOP'un final'inde işgal altında bir Türkiye tablosu var!
İstihbarat'ı da bu gerçeklik'in dışında tutmak pek akıl karı değil!
Delirten su, zehirli su, kafa yapan su derken, sarhoş eden her şey "şuur"u parçalar diye not düştük mü, düştük.
Kaldı ki, "algıda seçicilik" zenginleşme, krizi fırsata çevirip "kendine yontma" diye şekillenmiş ise Polat Alemdar da, bir dönem'in kahramanı idi, çok kazanan.
Silivri'de biz'ler yargılanırken, o'nlar yüksek kaşe'li dizilerde vatan kurtarıp algı ile oynuyordu.
Sonra, küresel aks'ta bir şey değişti, her şey değişti.
"Önder" Muıstafa Kemal Atatürk, Dünya'yı yendiği için değil, çağ'ın ruhu'na hitap eden 'yüksek matematik'in içinden geçtiği için başardı; düşman'a diz çöktürdü, çaresiz bıraktı, laik, çağdaş cumhuriyet'i ihdas etti, ölmeden önce de genç'lere emanet etti.
Dünya'yı yenmiş olsaydık, Osmanlı tarih olmazdı.
Kaldı ki, Osmanlı'nın parçalanmaması için cephe'den cephe'ye koşmuş, savaşmış bir "Osmanlı (genç) Subayı" Mustafa Kemal realitesi orta yerde dururken, hiçbir şey "hayal politik" değil, her şey "real politik".
Cüret ettirmemek esas ise "Son Cüret" kapsamında, Atatürk Türkiye'sini ters ayak'a almaya çalışan baş'lar A'dan Z'ye ortada.
Vs vs.
Nokta.

17 Ekim 2020
Hayrullah Mahmud
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages