KILIÇDAROĞLU
CHP’nin yönetimine küresel baronlar tarafından
getirilmiştir. Bunun nasıl kurgulandığını yazalım;
Johns
Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Amerikan-İsveç merkezli
Silkroad (İpek Yolu) Enstitüsü’nün 2008 tarihli raporunda
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi kariyeri
hakkında senaryoya yer verildi. Silkroad (İpek Yolu)
Enstitüsü tarafından 2008 tarihinde bir rapor hazırlandı.
Raporda 2011 yılında Türkiye’de askeri darbe olacağına
dair vurgu yapıldı. Ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP ile ilgili önemli
bir paragraf yer alıyor. CHP’nin başına Kılıçdaroğlu’nun
geçtiği takdirde süreçlerin pozitif yönde ilerleyeceğini
vurgu yapılan metinde Kılıçdaroğlu için “CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal, istifaya zorlanır, mecbur edilir, onun
yerine Kemal Kılıçdaroğlu gelir” denildi. Svante E.
Cornell ve Hail Magnus Karavelli imzalı 75 sayfalık
rapordaki Türkiye senaryoları dikkat çekti. Raporun
içindeki Türkiye’yi ve CHP’yi ilgilendiren öngörülerden
biri raporun 72.sayfasındaki ifadelerdi:
Kemal
Kılıçdaroğlu’nun yönetiminde CHP’nin nasıl yörüngesinden
saptırılarak YENİ CHP’ye dönüştürüldüğünü ve kuruluş
amaçlarından ters bir yönde AKP’nin politikalarını örtülü
olarak desteklediğini genel başkanlığı sürecinde gördük.
AKP/ ERDOĞAN tarafından CHP ve Yerel yöneticilerine karşı
tezgahlanan kurgu davaların da arkasında CHP içine
Kılıçdaroğlu tarafından yerleştirilmiş TRUVA AT’larının da
Kılıçdaroğlu tarafından örgütlendiği ve kontrol edildiği
her bir gün daha da açığa çıkmaktadır.
Ülkemizde
ana muhalefet partisi dahil demokrasi oyunu oynanıyor. Ne
yazık ki Kılıçdaroğlu döneminde CHP yönetimi de bu oyunun
bir parçası olup, emperyal işgal politikalarını ve AKP’yi
gizlice destekliyor. Bunun üç somut örneği ;
*
Deniz Baykal’ın Erdoğan’a siyaset yapma yolunu açacak olan
anayasa değişikliğini yapmış olması. Bu Erdoğan’ın Yola
çıkış noktasıdır. İlk büyük ihanet Baykal’dan gelmiştir.
*
Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığı için henüz adının
anılmadığı dönemde yazılmış olanSILKROAD
ENSTİTÜSÜNÜN raporu;
Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü’nün, Ekim
2008’de yayımladığı bu rapor, CHP’deki liderlik
değişimiyle ilgili şaşırtıcı bilgiler içeriyor. Enstitü,
Türkiye ile ilgili hazırladığı senaryoda tam iki yıl önce
Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun geleceğini ve CHP’nin
politikalarının değişeceğini öngörmüş. Enstitü, 2008’deki
raporda “Yeni
CHP”yi “Avrupa tarzı sosyal demokrat bir parti”
olarak tanımladı.
Silkroad
Enstitüsü,“Yeni
CHP”yi 2008’de yazmış; “CHP yeniden Avrupa tarzı ve
merkezi bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıktı.
Partinin yeniden düzenlenmesi Avrupalı partiler, Avrupa
Birliği kurumları ve Avrupa sivil toplum kuruluşlarının
verdiği desteğe çok şey borçludur.”
Özetle bu ABD-İsveç düşünce kuruluşu CHP’deki yönetim ve
YCHP adını ve tüzük değişikliğini 2 sene önce öngörmüş!!!
*
Kılıçdaroğlu’nun, Ekmelettin İslamoğlu gibi laiklik ve
cumhuriyet karşıtı, siyasette dini referans alan bir
kişiyi parti yönetiminden dahi habersiz cumhurbaşkanı
adayı göstermesi.
Ülkemizin
çok ağır tehditler altında olduğu bu dönemde ve KOYUNUN
OLMADIĞI YERDE, KEÇİYE ABDURRAHMAN ÇELEBİ derler sözünün
ışığında ve de kerhen CHP’yi desteklemekten başka
demokratik bir yol yok. Türkiye’nin demokrasi ve
parlamenter rejime dönmesi ve CHP’nin iktidara gelebilmesi
için Kılıçdaroğlu ve kadrosunun yönetimden
uzaklaştırılmaları ve yönetime gerçek yurtsever kadronun
gelmesi gerektir. Özetle truva atlarının ayırdına varmak
zorundayız.
Naci
Kaptan – 24.01. 2020 / 26.11.2025
Kılıçdaroğlu’nun
İmralı çıkışı
Erdoğan şimdi de CHP’yi bölmeye çalışıyor.
Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık fiili “Erdoğan’ı iktidarda tutma”
dönemi kapanınca ve Özgür Özel yönetiminde CHP birinci
partiye dönüşünce, saray düğmeye basmıştı; dört koldan
operasyonlar sürüyor. O kollardan biri de Kılıçdaroğlu ne
acı ki. Kılıçdaroğlu henüz kayyım atanamadı gerçi ama
CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı aldığı gün kararı
eleştirerek “CHP İmralı’ya gitmeli” yayını yapması,
misyonunu sürdürdüğüne işaret ediyor. Ki Kılıçdaroğlu daha
önce “İmralı meşru bir organ değil” demişken, “devlet
Öcalan’la görüşmez” demişken, “Öcalan’la masaya oturmam”
demişken!
Mehmet Ali Güller – Cumhuriyet Gazetesi – 24
Kasım 2025
Süleyman
Çelik Kılıçdaroğlu, yanına Ekrem İmamoğlu ve Canan
Kaftancıoğlu’nu da alarak, temel felsefeleri emperyalizm
(AB-D) yandaşlığı ve Atatürk düşmanlığı olan,
2.Cumhuriyetçi, liboş/ dönek solcuların toplandığı T24
yazarlarıyla, yemekli bir toplantıda bir araya gelmiş.
Yanına da Atatürk düşmanlığının şampiyonluğunu kimseye
bırakmayan Murat Belge’yi oturtmuş!..
T24 yazarları, eskiden AKP ile kol kola idiler.
O kadar ki örneğin, Tayyip Erdoğan Hasan Cemal’e “Hasan Abi”
diyordu. Hepsi yandaş medyada bir köşe tutmuş, AKP’nin nasıl
demokrat olduğunu anlatıyor, buna karşı özellikle Atatürk ve
İnönü üzerinden CHP’ye saldırıyor, tek parti
diktatörlüğünden, hatta faşistliğinden söz ediyorlardı.
Uğur Mumcu bunların “Kemalizm Sendromu” hastası
olduklarını söylerdi: “Kemalizm sendromu adını da
verebileceğimiz, Kemalizm’i aşağılayan entel hastalığı,
gerici tarikat yuvaları, Babıâli yokuşu, İkitelli semti,
İstanbul barları ve siyasete meraklı holding çevrelerinde
hızla yayılıyor. Bu entel ve mental hastalık, genellikle
düşünce tembelliğinden kaynaklanıyor.” (Cumhuriyet, 10
Ağustos, 1992,Tembel Savaşçılar…)
Laik Demokratik Cumhuriyet’i yıkmak için,
TSK’yı çökertmek ve ulusalcıları yok etmek gerekiyordu. Bu
amaçla CIA’nın kurguladığı ve FETÖ ile AKP’yi taşeron olarak
kullandığı Ergenekon ve Balyoz gibi kumpasların bunlar
ateşli destekçileri idiler. Bu davalara gerekçe bulmak
amacıyla gene CIA-FETÖ tarafından provokasyon amacıyla
işlenmiş Hırant Dink cinayetini ve Zirve yayınevi katliamını
Ergenekon’a bağlamaya kalkmışlardı. İronik olan, Ergenekon
mağdurlarından Tuncay Özkan’ın da Kılıçdaroğlu’nun heyetinde
yer alması!..
Kumpas davalarında önemli yol alındıktan sonra,
sıra Cumhuriyet’in Anayasal düzenini savunma görevini
yüklenmiş “Bağımsız Yargı”yı yok etmeye gelmişti.
Demokratik-laik Cumhuriyeti yıkmak için bu engelin de
ortadan kaldırılması gerekiyordu. Liboşlar, bu amaçla
yapılan 2010 Referandumunda “yetmez ama evet” diyerek gene
AB-D ve AKP ile omuz omuza çalıştılar.
Kendisinin yerine FETÖ’yü getirmek isteyen
emperyalistlerle AKP’nin arası açılınca emperyalistlerin
safında yer alan liboşların da AKP ile yolları ayrıldı ve
yandaş medyadaki köşelerinden kovulan bunlar T24 Sitesine
sığındılar…
Kılıçdaroğlu, genel başkan olup kadrosunu
oluşturduktan hemen sonra, “biz 1930’ların CHP’si değiliz”
diyerek “reddi miras” beyanında bulunmuştu. Elbette o
zamandan bu yana partide bu doğrultuda düzenlemeler/
temizlikler yaptı. Ancak bu toplantıda muhataplarından özür
dilercesine, tam temizlik yapamamış olduğunu, “partimizin
tabanında ’emekli öğretmen’ diye özetleyebileceğim bir kesim
var; zaman zaman bize çok kızıyor, bize ders veriyorlar”
sözleriyle ifade etmiş.
“Emekli öğretmen” derken, tümcedeki ‘öğretmeni
küçümseyici ifadeyi’ bir kenara korsak, Atatürk İlke ve
Devrimlerini yurdun en ücra köyüne kadar yaymak üzere
Cumhuriyet’in eğitim seferberliğine katılan “İrfan Ordumuzun
Askerleri” örneğinden hareketle, Atatürk’ün CHP’sinin temel
felsefesini savunan Kemalistlerden söz ediyor. Evet, o
ülküde olanların hepsi çoktan emekli oldu. Zamanımızda da
elbette Kemalist öğretmenlerimiz, aydınlarımız var, ama
artık her yerde öğretmenler değil, Kılıçdaroğlu’nu mutlu
edecek mollalar çoğunlukta.
Muhafazakâr dünyanın kanaat önderiyle de
görüştüklerini ve onlara “asıl muhafazakâr biziz, yıllar
yılı değişmemek için direndik” demiş. Ayrıca
“Bizim geçmişte ekonomiyi yönetmede iyi bir
sınav vermediğimiz de bir gerçek” diyerek Eski CHP’ye taş
atmış.
Değişim emperyalizm yandaşları ve özellikle
dönek solcuların sık kullandıkları bir sözcüktür. Bunlar
değişimden “emperyalizmin güdümüne girmeyi” anlamaktadırlar.
Kılıçdaroğlu da onlardan esinlenmiş. Sevgili Uğur Mumcu
bunları şöyle yanıtlıyordu: “İdeolojiler değişiyor,
devletler, sınırlar değişiyor. Değişmeyen bir tek gerçek var
o da emperyalizmin ta kendisi!…” (Cumhuriyet, 11 Ağustos
1992, Değişmeyen Gerçek…)
Altı Ok’tan birinin Devrimcilik olduğunu,
devrimciliğin sürekli değişim demek olduğunu; Atatürk’ün
“ben hiçbir dogma/donmuş ve kalıplaşmış ideoloji
bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır”
dediğini, bilimin de “sürekli gelişim” demek olduğunu
Kılıçdaroğlu’na nasıl anlatmalı?
Devrimci olmasının gereği olarak bu kapsamda
CHP, DP döneminde muhalefette iken kendisini yenilemiş,
ülkede gerçek demokrasinin oluşabilmesi için belirlediği
yeni ilkelerini “İlk Hedefler Beyannamesi” adıyla halka
açıklamış ve bu ilkeler 1961 Anayasasının temelini
oluşturmuştur. Fakat Kılıçdaroğlu bunu bilmez. Çünkü
emperyalistler, halkı uyandıracağı için bizim gibi ülkelerde
gerçek demokrasi istemezler. Nitekim işbirlikçi
politikacılar ve generaller aracılığı ile 12 Mart 1971’de bu
anayasanın kollarının/ kanatlarının kesilmesini, 12 Eylül’de
de tamamen ortadan kaldırılmasını sağladılar.
CHP, 1960’lı yıllarda “Ortanın Solu” hareketi
ile kendisini gene yenilemiş, “Halkçılık” ilkesini yeniden
yorumlayarak kooperatifçilik, Köy-Kent benzeri projeler
geliştirmiş, işçilere “Toplu Sözleşme ve Grev” hakkını
kazandırmıştır. Emperyalisler ve yerli işbirlikçiler
bunlardan hoşlanmadığı için Kılıçdaroğlu bunları değişim
olarak kabul etmemiş olsa gerek!…
Beğenmediği 1930’larda, CHP’nin ekonomiyi nasıl
yönettiğini öğrenmesi için, oğlu şu anda Erdoğan’ın bakanı
olan, sağcı/ muhafazakar bilim insanı ve politikacı Ekrem
Pakdemirli’nin yazmış olduğu “Sayılarla Türk Ekonomisi”
kitabını okusun…
Belki de Ecevit’in 1970’lerdeki Başbakanlığı
döneminde yaşanan yoklukları, kuyruklardan söz eden Tayyip
Erdoğan gibi ekonomik başarısızlık olarak görmektedir.
Yoklukların, Ecevit’in “haşhaş ekim yasağını kaldırması” ve
“Kıbrıs Barış Harekatını yapmış olması” nedeniyle
emperyalistler ve başta TÜSİAD olmak üzere içerideki
işbirlikçiler tarafından yaratılmış olabileceğinin, elbette
ayırdında değildir. Çünkü o bir emperyalist sevicidir. CIA
ajanı Enver Altaylı’nın son dönemde en sık görüştüğü kişinin
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı Rasim
Bölücek olduğu açıklandı.
Aslında Kılıçdaroğlu’nun bu adamlarla
toplantısı önemli bir olay değil. Çünkü, şu anda partinin
üst düzey yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanları
ve örgüt yöneticileri arasında bu adamlarla aynı görüşte
olanlar çoğunlukta. Kılıçdaroğlu, “emekli öğretmen!”
benzerlerini atarken partiyi bunlarla çoktan doldurdu,
zaten…
Bu bakımdan olaya bir aile yemeği olarak bakmak
daha doğru olur…