Peygamber Efendimiz (sav) ve Ebû Bekir (ra)’ın müşterek yardımcısı, dayanağı, sığınağı ve barınağı, Hak Teâlâ idi. Bunun için mağaranın önüne gelen bedbahtlar, bir güvercin yuvası ile örümcek ağından başka bir şey görememişlerdi. Ancak bütün bunlar olurken, mağaranın içinde Hz. Ebû Bekir (ra) nâzik anlar yaşamıştı. Korkmuştu; kendisi için değil, Allâh Rasûlü (sav) Efendimiz için… Zîrâ müşrikler azıcık eğilip baksalar, onları hemen görebileceklerdi. Onlar mağaranın sağını solunu dolaşıyor ve: “–Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercinlerin yumurtası kırılır, örümcek ağı da bozulurdu.” diyorlardı. Bâzıları: “–Mağaranın içine girip bakalım!” dedikleri zaman, Ümeyye bin Halef: “–Sizin hiç aklınız yok mu? Mağarada ne işiniz var?! Üzerinde üst üste, kat kat örümcek ağı bulunan şu mağaraya mı gireceksiniz?! Vallâhi kanaatime göre şu örümcek ağı, Muhammed doğmadan öncesine âittir!” dedi. Ebû Cehil ise: “–Vallâhi, öyle zannediyorum ki, O yakınımızdadır! Fakat sihri ile gözlerimizi bağladı, görmez etti!” dedi. Bu esnâda endişeye kapılan Hz. Ebû Bekir Sıddîk, Rasûlullâh (sav)’e hitâben: “–Ben öldürülürsem, nihâyet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat Sana bir şey olursa, o zaman bir ümmet helâk olur.” diyordu. Peygamberimiz ayakta namaz kılıyor, Hz. Ebû Bekir de gözcülük yapıyordu. Efendimiz’e: “–Şu kavmin Sen’i arayıp duruyorlar. Vallâhi ben kendim için endişelenmiyorum. Fakat sana zarar vermelerinden korkuyorum.” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz Yâr-ı Gâr’ına: “–Ey Ebû Bekir, korkma! Hiç şüphesiz Allâh bizimledir!” buyurdu. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 223-224; Diyarbekrî, I, 328-329) |