İşte Abdülhamid'in Kıbrıs notu... (Pazar Zaman - 24.07.2011)

35 views
Skip to first unread message

Mustafa ARMAĞAN | Tarihle Birlikte Düşünmek

unread,
Jul 26, 2011, 3:24:13 AM7/26/11
to Mustafa ARMAGAN
Başbakan Erdoğan Kıbrıs “manifestosu”yla gündemi bir kere daha sarstı.
Özellikle ‘Kıbrıs AB’ye peşkeş çekiliyor’ diyenlerin bu sert çıkıştan
sonra dilleri boğazlarına kaçmış olmalı. Bir kere daha anlatıldı ki,
Kıbrıs, Kıbrıslılara bırakılamayacak kadar önemli bir meseledir.

Kıbrıs’ın 1571′deki fethi, Akdeniz’in büyük bölümünü elinde tutan bir
cihan devletinin önünde kaçınılmaz bir görevdi. Bazı kendini bilmez
Avrupalılar bir hikâye uydurmuşlar, sonra buna kendileri de inanır
olmuşlardır. Güya II. Selim Kıbrıs’ı nefis şarapları için fethetmiş!
Buna Shakespeare bile güler. Zira Othello’sunda “Sanmayın ki Türk,
kendini en çok ilgilendiren şeyi en sona bırakacak kadar
beceriksizdir” diyerek Kıbrıs’ın fethinin Osmanlı için ne denli
gerekli olduğunu söylüyordu. Zira Kıbrıs, Osmanlı’nın Anadolu’nun
etrafına attığı stratejik çemberlerin ilk halkalarından birinde
bulunuyordu ve fethi, askerî bir gereklilikti.

Nitekim Şeyhülislam Ebussuud Efendi de Kıbrıs’ın fetih gerekçesini
şöyle belirtmişti: 1) Önceden Müslüman yönetiminde bulunmuş
toprakların (Ada’da 300 yıldan fazla süren Emevi hakimiyetini
kastediyor) tekrar fethi yerinde olur, 2) Venedikliler Kıbrıs’ta
yuvalanmış olup buradan Osmanlı gemilerini vurarak barışı
bozmaktadırlar.

Halil İnalcık’ın bir makalesinde dediği gibi, biz Kıbrıs’ı Rumlardan
almadık ki! Ada’yı Katolikleştirmeye uğraşan Venediklilerden aldık.
Hatta kuşatma öncesinde Fener Rum Patriği, Ortodoks tebayı,
‘Osmanlılara direnmeyin’ diye uyarmıştı. Nedeni açık: Kıbrıs’ta 1878
yılına kadar 300 yıldan fazla süren Osmanlı yönetimi Ortodoks
Kilisesi’ni ihya ettiği gibi, Venedikliler tarafından gasp edilen
topraklarını da geri vermiş, üstelik toprak kölelerini özgürlüklerine
kavuşturmuştu. Prof. İnalcık’a göre, 1571′de Kıbrıs’ta Osmanlıların
karşısında bir Rum devleti yoktu ve Türkler halk tarafından bir
kurtarıcı gibi karşılanmışlardı. (Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde
Osmanlı, Timaş: 2011, s. 205-6.)

Dolayısıyla bugün Ada’da Ortodoksluk ve Rumlar hâlâ yaşıyorsa bu büyük
ölçüde Osmanlı hoşgörüsü sayesindedir.

Kars’a karşılık Kıbrıs

Geliyoruz 1878′e. Kıbrıs’ta 300 yıldan fazla süren Osmanlı hakimiyeti,
93 Harbi (1877-8) sonunda İngiltere’nin iştahını kabartır. Bu tarihte
Osmanlı Devleti tarifsiz zorluklar içindedir ve İngiliz emperyalizmi
için Akdeniz’de bir üs sahibi olmanın tam zamanıdır. Üs bahane tabii.
Asıl derdi, Osmanlı’nın yaklaşan ölümünde sahneye daha yakın bir
sandalyeye oturabilmek ve parsayı Ruslara kaptırmamaktı.

Bu süreci izninizle biraz açmak istiyorum, zira kitaplarımızda
yuvarlayarak “Abdülhamid Kıbrıs’ı İngilizlere verdi” diye geçiştirilen
olayın bilmediğimiz incelikleri var.

Kıbrıs’ın Müslüman anıtlarından, şimdi Güney Kıbrıs’ta bulunan Hala
Sultan Külliyesi. (Peygamber Efendimiz’in (sav) halası Ümmü Haram’ın
Tuzla’daki türbesi).

***

Sultan Abdülhamid’in el yazısı ve imzasıyla (sol üst başta) Kıbrıs’ı
“Hukuk-ı Şahaneme asla halel gelmemek şartıyla” İngiltere’ye vermeye
razı olduğuna dair belge (Başbakanlık Arşivi).

Bir kere İstanbul’un burnunun ucuna kadar gelmiş olan Ruslarla yapılan
Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması kelimenin tam anlamıyla bir
felaketti. Topraklarının üçte birini kaybetmiş, Balkanlar’daki
topraklarıyla bağlantısı kesilmiş, üstelik 245 milyon altın tazminat
ödemeye mahkûm edilmiş olan Osmanlı Devleti’nin itibarı da, ekonomisi
de yerle bir olmuştu. Devlet, tabir yerindeyse çökmüştü.

İşte bu çöküşten bir çıkış yolu arayan Osmanlı Devleti’ne güya bir
dost eli uzandı. Dışişleri Bakanı Salisbury, Büyükelçi Layard’a mektup
göndererek Rus tehdidine karşı Osmanlı’ya yardım edecekleri, bu
hizmetlerine karşılık olarak da Kıbrıs’ı istedikleri teklifinde
bulunmuştu. Ancak henüz tahtta 2. yılını geçiren Abdülhamid’in, Mabeyn
Müşiri (Genel Sekreteri) Eğinli Said Paşa, bu mektupları önceden
okumuş ve ikna olmuştu. Padişaha gidip konuştu ve ona telkinde
bulundu. İngilizlerle antlaşmanın yapılması için elinden geleni ardına
koymadı. (Eğinli Said Paşa’nın Hatıratı, Bengi: 2011, s. 36.)

Onunla kalsa yine neyse. Sadece 41 gün başbakanlık yapmış olan Kara
Sadık Paşa da İngiliz tekliflerinin kaçırılmaması yolunda Layard
tarafından ikna edilmişti. Hatta etraftan yükselen itirazları da
susturan Sadık Paşa, devletin çıkarının İngilizlerle anlaşmakta
olduğunu açıktan açığa savundu ve 36 yaşındaki Sultan Abdülhamid’i
baskı altına aldı. Böylece bir yandan “İngiliz” Said Paşa’nın, öbür
yandan İbnülemin’in ima ettiği üzere İngilizlerden muhtemelen rüşvet
alan Sadık Paşa’nın gayretleriyle antlaşma imzalanma aşamasına geldi.

“Hukuk-ı Şahane”

Abdülhamid yağmurdan kaçarken tutulduğu dolunun ne olduğunu biliyordu.
İngilizlere hayır dese, Ruslar Yeşilköy’deydi, her an başkente
yürüyebilirlerdi. Evet dese, İstanbul’u kurtarmış oluyordu ama
Kıbrıs’ı kurdun pençesine teslim etmiş oluyordu. Bir şeyler yapmak
için kıvranıyordu genç Sultan. Tuttu, Kraliçe Victoria’ya mektup yazıp
bir şeyler yapmasını rica etti. Sonuç alamadı. Ne yapıp edip hem
tazminatı düşürmeli, hem de Balkanlar’daki topraklarına bir geçit
açmalıydı. Berlin Kongresi’nde Ruslarla yapılan antlaşmanın lehimize
değiştirilmesi ihtimali belirmişti. Bu fırsatı kaçırmak istemiyordu.

İşte o sıkıntılı çırpınış günlerinde işgalin geçici olması ve Rusların
Kars, Ardahan, Batum gibi vilayetlerden çekilmesi halinde
İngiltere’nin de Kıbrıs’tan çıkacağını taahhüt etmesi şartıyla
antlaşmayı imzalamak zorunda kaldı.

Tarihler yine sıcak bir temmuz gününü gösteriyordu: 15 Temmuz. 133 yıl
önceydi. Antlaşma metnini masasına koydu. Bir şart daha eklemek
istediğini söyledi. Bu şart Layard’ı şaşırttı ama Abdülhamid kararlı
görünüyordu. Yazılı bir güvence istiyordu. Kabul ettiler. Bunun
üzerine sol üst köşeye kendi el yazısıyla şunları yazdı ve altına
imzasını attı:

“Hukuk-i Şahaneme asla halel gelmemek şartıyla muahedenameyi tasdik
ederim.”

Altına da büyükelçinin sözleri yazıldı. Bu antlaşmayla Padişahın
haklarına asla halel getirilmeyeceğini beyan etti. Nitekim Berlin
Kongresi’nde borcumuz düşürüldü, Makedonya ve Arnavutluk’a Doğu Rumeli
diye bir geçit açıldı ve devlet nefes aldı. İşte Abdülhamid 30 yıl
devam edecek “kurtlarla dansı”na bu şartlar altında başladı.

İşte o asla ihlal edilemeyeceğini belirttiği “hukuk-i Şahane”, yani
padişahın simgelediği “devletin hakları”, Lozan’da unutmuş olsak bile
şehit Fatin Rüştü Zorlu’nun inanılmaz mücadelesi sayesinde 1958′de
“Garantörlük hakkı”na dönüştü ve 1974′te o haklar sayesinde Kıbrıs’a
müdahale edebildik. Bugün Lozan sayesinde değil, 1878′deki o şart ve
1958′deki Zorlu-Menderes ikilisinin gayretiyle kazanılan hak sayesinde
oradayız.

Ne yazık ki, Abdülhamid öldükten sonra öldürüldü, diğer ikisi idam
edilerek.

24 Temmuz 2011, Pazar

Web Sitesi Linki: http://www.mustafaarmagan.com.tr/iste-abdulhamidin-kibris-notu.html

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages