Konuştuğumuz Dil

1 view
Skip to first unread message

KATMER

unread,
Jun 13, 2020, 2:57:37 AM6/13/20
to MEHMET KATMER
DİL VE VATANDAŞ 1


Temel, o yıl Hac’ca gitmiş. Dönüşünde ziyaretine gelenler sormuşlar: Nasıl, Araplarla iyi anlaşabildin mi? Temel, cevap vermiş: Yahu, Araplar bir acayip millet! Ezan okuyorlar Türkçe, namaz kılıyorlar Türkçe, ne zaman konuşmaya başlıyorlar, cıvıtıyorlar, bir kelime bile anlamıyorsun.
Fıkramız böyle. Temel’in saflığını, açık sözlü oluşunu ve espritüel yönünü ortaya koyan kısa, komik, bir o kadar da anlamlı bir fıkra…
Mutlaka yaşanmış bir olayın fıkralaştırıldığı bu kısa hikâyede vatandaş Temel’in dil gerçeklerine bakışı anlatılıyor. Bu bakış, ilk anda çok yüzeysel ve basit gibi algılansa da gerçekte çok orijinal ve derin bir bakıştır. Vatandaş Temel, günlük konuşmaları ve esprilerinde dile pek fazla önem vermiyor görünmese de onun dil hakkındaki görüşleri her zaman doğru ve tutarlıdır. Bunu anlamak için bazı Temel fıkralarını derinlemesine tahlil etmek gerekecektir. İşte bugünkü sohbetimizde bu gerçeklik üzerinde duracağız.
Temel’in ve diğer bütün vatandaşların dille alakalı düşünceleri bellidir. Vatandaş, dili bir bütün olarak görmez; tek tek kelimeler halinde görür; dili kelime bazında algılar. Bunu ağaçlara bakarken ormanı görmemek şeklinde izah edebiliriz. Vatandaş der ki: Ben bir kelimeyi anlıyor muyum? Eğer anlıyorsam ve konuşurken, yazarken kullanıyorsam o kelime benimdir ve benim dilimin bir parçasıdır. Çünkü Vatandaş Temel, kullandığı bir kelimenin gerçekte hangi dilin kelimesi olduğunu, o kelimenin kökenini, etimolojisini, yapısını bilmez; bilemez. Bunu öğrenmeye ihtiyacı da yoktur. O, sadece kelimenin rahat söylenip söylenemediğine ve meramını kolayca anlatıp anlatamadığına bakar. Kelime herkesçe bilinen ve kullanılan bir kelimeyse kendisi de öğrenir ve yeri geldikçe kullanır.
Vatandaş Temel, konuştuğu dilin kelimelerini, evinde yahut işinde kullandığı alet edevattan biri gibi görür. Mesela bir saatin Rusya yahut İsviçre yapımı olması, o saati kullanan insanın pek fazla önemsediği bir konu değildir. Saat sağlam olsun, geri kalmasın, ileri gitmesin, zamanı doğru göstersin bunlar önemlidir. Yahut bir cep telefonu Japon veya Çin malı da olsa onda aranan özellik iletişimi mükemmel sağlayabilmesidir. Vatandaş, kelimelere de aletlere baktığı gibi yalnızca işini görmek için bakar; bu kelime, benim söylemek istediğimi en güzel şekilde anlatmama yardımcı oluyor, öyleyse ben onu kullanırım diye düşünür. Kelimenin hangi dilden alınmış olduğu vatandaşın umurunda değildir.
Doğru olan ve dilin tabiatına uygun olan davranış da budur. Anlamını bildiğin ve karşındaki insanların da kullandığı, anladığı bir kelimenin kökenine bakmayacaksın. Öyle bir seçicilik sevdasına kapılırsan ve sadece kendi dilimin kelimeleriyle konuşayım diye kurarsan bir süre sonra konuşmak için kelime bulamaz, dut yemiş bülbüle dönersin.
Bu gerçeklikten tekrar Temel’in tespitlerine dönelim. Bizim Temel, saf ve temiz bir Anadolu insanıdır. Özü, sözü birdir. İnandığını söyler, ikiyüzlülük bilmez. Kimseye yaranmak gibi bir küçüklüğe tenezzülü yoktur. Temel ayrıca, son derece zeki ve hazır cevaptır. Her duruma, her olaya kendince bir açıklama getirebilir ve her probleme bir çözüm bulur. Kimse onunla laf yarıştıramaz. Temel’in konuşmaları espri doludur, ancak o, sadece güldürmez, iğneler, çimdik atar, dokundurur veya uyarır. Konuşmaları komik olduğu kadar düşündürücüdür.
Biraz önce anlattığım fıkrada da Temel, saf numarası yaparak ana dilinden çıkardığı manayı çok derin bir anlatımla dile getiriyor. Bu fıkra, yalnızca Karadeniz insanının değil, bütün Anadolu insanının Türkçeye bakışıdır ve bu bakış hiç değişmeyecektir.
Temel, Arapların Türkçe ezan okuduklarını ve Türkçe namaz kıldıklarını düşünüyor. Hatta bundan oldukça emindir. Temel’in bu inancı hangi düşünceye dayanmaktadır?
Benim milletim, bin yılı aşkın bir süredir İslam dinine inanır, bu dinin değerlerini yaşar ve bu dinin emrettiği ibadetleri yerine getirir. İslam dininin peygamberi Arap ve kutsal kitabı da Arapça olduğundan dini ıstılahların tamamı Arapçadır. İlk yıllardan başlayarak Arapça olan terim ve ıstılahların birçoğu Türkçeye çevrilmiş olsa da halkın diline giren ve kullanılarak günümüze kadar gelen kelimelerin büyük bölümü Arapçadan, bazıları ise Farsçadan alınmıştır. Bu konu bir dil gerçeğidir. Ancak Anadolu insanı, bu gerçekliğin farkında değilmiş gibi davranır. O, bu terimlerin hepsini Türkçe sayar. Bu kabulleniş ve benimseyişinde haksız da değildir. Çünkü bin yıldan beri halkın neredeyse tamamı tarafından kullanılan, herkesin manasını bildiği bir kelime zaten, o milletin kendi kelimeleri kadar Türkçedir. İşte Temel, fıkrada bu gerçeği yalın bir ifadeyle dile getiriyor.
Şimdi çok kısa olarak ezandan da bahsedelim. Ezan bir çağrıdır. Müslümanları sadece namaza, inanmayanları ise hem İslam’la kucaklaşıp kurtulmaya hem de namaza çağırır. Ezan metnindeki bütün kelimeler Arapçadır. Ancak bunların tamamı, az da olsa din eğitimi almış bir Müslüman’ın anlayabileceği türden kelimelerdir. Yani her Türk, ezanda kullanılan her kelimenin anlamını az çok bilir. Bu nedenledir ki Temel, ezanın sözlerinin Arapça olduğunu bilmezden geliyor.
Temel’i haklı çıkaran bir başka husus da şudur: Ezan bir çağrı metni olmasının yanı sıra bir musikidir. Belirli makamlarla söylenir. Türk müziğinin değişik makamlarıyla okunan ezanların herhangi bir şarkı veya türküden bir farkı yoktur. Üstelik müziğin etki gücünden yararlanmak için ezan okuyanlar, hep güzel seslilerden ve musiki bilgisi olanlar arasından seçilir. Bu da ezanın ses ve müzik kalitesini artırdığı için ezan çok güzel ve orijinal bir ezgi gibi zevkle ve heyecanla dinlenir.
Aynı zamanda ezanda geçen bütün kelimeler, bizim hançeremizden aldığı yeni ve farklı seslerle Türkçe kelimeler haline dönüştürüldüğü için bunların Arapça olduğu kimsenin aklına gelmez. Her insan, günde beş vakit dinlediği ezanın tamamıyla Türkçe kelimelerden örülü olduğu hissine kapılır. Buna hissine kapılır demeyelim de öyle olduğuna inanır diyelim. Çünkü Temel de öyle düşünüyor. Temel öyle düşünüyorsa Türk halkı da öyle düşünüyordur. Dili yapan halkın bizzat kendisi olduğuna göre bu konuda karar verecek olan da halktır. Bize ise bu düşünceye saygı duymak kalır.

DİL VE VATANDAŞ 2

Bakınız, Türkçede bir baş kelimesi var. Bu kelimenin anlamdaşı olarak kabul edilen, zaman zaman baş ile aynı anlamda kullanılan bir de kafa kelimesi var. Baş Türkçenin kendi kelimesi, kafa ise Türkçeleşmiş bir kelimedir. Baş bütün Türk dillerinde var. Kafa ise sadece Türkiye Türkçesinde kullanılıyor. Diğer Türk dillerinin hiçbirinde yok. Çünkü kafa Rumcadan geçme bir kelime.
Şimdi bu kelime başka bir dilden alınmış ve zaten aynı anlamda kullandığımız bir baş kelimemiz var diye kafayı atalım mı? Onu atmaya kalkışmak kafasızlık olmaz mı? Hem kafa atacak olsak suç işlemiş olmaz mıyız? Kafamıza koyduğumuzu yapmaya kalkışırsak yaptıklarımızdan sorumlu olmayacak mıyız? Kafa sözcüğünü atacak olursak kafa çekmek, kafayı ütülemek, kafaları uymak, kafa kola almak, kafayı sokmak, kafayı karıştırmak, kafa adam, kafalamak, na to mermer na to kafa, kafası almamak, kafadan atmak, kafadar gibi yüzlerce deyim veya mecazlı başka ifadeleri de atmamız gerekmeyecek mi? Bir tek kafa kelimesini atmakla kurtulacak olsak atalım da arkasından içinde kafa geçen yüzlerce kelime grubunu da atmamız gerekecek. Bu işe kalkışırsak yaptığımız işin adı katliam olur. Bir aileyi tamamen yok etmiş oluruz. Buna düpedüz cinayet denir. Dille oynayanlar, bu vebalin altına giremezler. Çünkü bunun hesabını vermek zordur.
Çünkü hiçbir baş, kafanın yerini tutmaz; aralarında mutlaka bir küçük anlam farkı vardır. Başına talih kuşu kondu deriz. Kafaya devlet kuşu kondu demeyiz. Ama saksı düşse insanın kafasına düşer, başına değil. Bir insanın başı sıkışır. Bu bunalma, telaşlanma, panik yapma anlamındadır. Bir işi yapmak için yeterli vakti olmayan insanın başı sıkışmıştır. Ama kafası sıkışmaz. Çünkü kafası sıkışmışsa kafası iki nesne arasına girmiş ve orada o vaziyette sıkışıp kalmış, kıpırdayamaz hale gelmiş demektir. Yolcunun kafası arabanın kapısına sıkıştı deriz. Başkâtip, başrol, başyazı, başköşe vardır; kafa kâtip, kafa rol, kafa yazı, kafa köşe olmaz. Bir işe girmek istesek başvururuz; sadece gol atmak için topa kafa vurulur, baş vurulmaz. Başım ağrıdı deriz, kafa ağrımaz. Başa gelen çekilir, deriz. Kafaya bir şey gelmez. Millete bir baş gerek, deriz; millete bir kafa gerekli olmaz. Bir yola baş konulur, kafa konulmaz. Başımı alıp giderim, deriz. Kimse kafasını alıp gitmeyi düşünmez.
Bir insanın başına iş açılır, kafasına iş açılmaz. Bir geminin baş tarafı vardır, kafa tarafı yoktur. Bu nedenle gemi baştankara edebilir, kafadankara edemez. Mesela başlık vardır, giyeriz. Yazdığımız bir yazıya başlık atarız. Bazen başlık ödeyenler de olur; ancak kafalık yoktur; ne ödenir ne atılır ne başa giyilir. Köylünün iki yüz baş koyunu vardır. İki yüz kafa koyunu olmaz. Bir insan başının çaresine bakabilir, kafasının çaresine bakamaz. Bir iş baştan ayağa yanlış yapılmıştır, kafadan ayağa demeyiz. Yeşilbaş ördek vardır, yeşil kafa ördek yoktur. Kafalı adam vardır, akıllı adam anlamında kullanırız; fakat aynı sözü başlı adam şeklinde kullanamayız. Kafadanbacaklı canlılar vardır, ama baştan bacaklı canlılar yoktur. Başlamak vardır, bir de kafalamak vardır; kafalamak, kandırmak, ikna etmek, inandırmak demektir. Başlamak yerine kafalamak denmez.
Aynı zamanda akılsız birine başsız demeyiz; çünkü o kafasızdır. Bir insan bir başkasına başıyla vurmuşsa baş attı demeyiz; çünkü attığı baş değildir, kafa atmıştır. Baş kâğıdı demeyiz, nüfuz cüzdanımıza kafa kâğıdı deriz. Balığın yanında rakı da olursa kafa çekilir, baş çektik demeyiz. Başı çekmek önde olmak, birinci sırada olmak demektir. Birisi çok konuşursa başımı ütüledi demeyiz, çünkü ütülenen kafamız olmuştur. Sözün kısası baş baştır, kafa da kafadır. Her ikisi de bu dilin kelimeleridir. Her ikisini de bazen aynı, ama çoğu zaman başka başka anlamlarda kullanırız. Bazen akıl yerine, bazen düşünce yerine, bazen fikir yerine, bazen çok daha farklı bir kelimenin yerine kullanırız. İkisi de gerekli ve olmazsa olmaz kelimelerdir. Her ikisi de bizimle birlikte dilimizde yan yana, birlikte sonsuza kadar yaşayacaktır.
Başka dillerden alınma kelimelerin çokluğu dilimize zarar vermez, sadece zenginlik katar. Zaten dilimizdeki Türkçe kelimelerin anlamdaşlarını almıyoruz. Karşılığı bulunmayan yeni kelimeleri alıyor ve bunlarla dilimizdeki bir boşluğu dolduruyoruz. Herşeye rağmen kelime almak, çoğu zaman doğru bir davranış değildir. Doğrusu yabancı kelimelerin yerine Türkçe bir karşılık bulmak ve onu kullanmaktır. Türkçemiz başka dillerden aldığı kelimeleri kendi söz varlığına kazandırma konusunda ne kadar yetenekliyse yeni kelimeler türetme konusunda da o kadar yeteneklidir. Türkçenin mevcut kök ve ekleriyle usulüne uygun olarak milyonlarca kelime türetilebilir.
Dile sonradan girmiş olan sözcüklerle uğraşıp onları dilden atmaya çalışmak dil milliyetçiliği değildir. Bu işin adı olsa olsa ırkçılık olur ki, o da zararlı bir düşüncedir. Asıl milliyetçilik; mevcut olan dili kullanmak, asla ihmal etmemek, işlemek ve güzelleştirmeye gayret etmektir.
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages