ULU TATAR DEVRİMCİSİ-BÜYÜK TÜRKÇÜ MİRSEYİT SULTANGALİYEV’İN
120. DOĞUM YILDÖNÜMÜ
Sultangaliyev, Başkurdistan Sterlitamak bölgesi, Kırmıskalı kasabasına
bağlı Elimbetova köyünde 13 Temmuz 1892 günü dünyaya gelir, 28 Ocak 1940
günü Stalin’in emriyle öldürülür. Onun 48 yıllık ömrüne sığdırıp,
geride bıraktığı savaşım izlerini, unutulmaz ideallerini, kurtuluşu
arayan aydınlar-devrimciler , her zaman bir yol gösterici olarak
algılamışlardır.
Stalin’in aydınlara yönelik soykırımı, 1937 yılının ikinci
yarısı ile 1938 yılına denk gelmektedir. Stalin Devri kurbanlarının
listesi incelendiğinde, Tatarların kendi nüfusuna oranla en çok kayıp
veren ulus olduğu anlaşılmaktadır. Bu yıllarda öldürülen Tatar
aydınlarının sayısı 3799 kişi olup, sadece Sultangaliyevci olarak
öldürülenlerin sayısı 77 kişidir. Tatar ulusunun yüzyıllar boyunca
benliğinde biriktirip-yoğurup-geliştirip doğurduğu ulusal cevheri olan
bu kişilerin suç damgası ise “Pantürkist”tir.
Tatarların Mişer boyuna mensup yoksul bir çiftçi ailesinin
çocuğu olan Mirseyit, daha onbir yaşındayken, “Baba söylesene, Tatarlar
da padişaha karşı ayaklanabilir mi?” sorusu ile babası Haydargali
ağabeyi korkutmuştur.
Yıl 1907, Mirseyit Kazan şehrinde, oradaki öğretmen okuluna
girer. Mirseyit’in öğrenme zevki çok yüksek olmuştur. O, Rus edebiyatı,
sosyoloji ve psikoloji bilimlerine sarılır. Etkili ve iyi konuşmanın
usullerini öğrenir. Okulda tüm eylemlere katılır. Bu sırada 1905 Rus
Devrimine katılanlar ile tanışır ve yavaş yavaş ilmi sosyalizm
fikirlerinin derinliklerine dalar. Ama O aynı zamanda Tatar milliyetçi
fikir akımları ile de iç içe yaşar.
Milliyetçi Şair Segıyt Sünçeley, Mirseyit’in sınıf arkadaşıdır.
Segıyt’in ise bilmediği yoktur. O, Mirseyit’e Tatar milliyetçi ve
edipleri olan Gayaz İshakıy ve Fatih Emirhan hakkında bilgi verir.
Kazan’daki ulusal toplantıların birinde Mirseyit, ünlü şair Gabdulla
Tukay ile görüşür. Onun şiirlerini zevkle okumaya devam eder. Tarihçi
Zeki Velidi Togan ve Hadi Atlasi ile tanışır.
Yıl 1911, Mirseyit okulunu tamamlayıp, Kazan’dan Ufa’ya döner.
Ufa’da Rus dili ve edebiyatı öğretmeni olarak çalışır. O, sadece
hükümetin emrini yerine getiren bir memur olarak çalışsa-yaşasaydı,
elbette Sultangaliyev- Sultangaliyev olamazdı. O kendi evinde Marks,
Engels, Lenin, Plehanov gibi şahısların kitaplarını da içeren geniş bir
kitaplık tesis eder. Durmadan okuyarak kendini geliştirmeye çalışır.
Kazan’daki Tatar edip ve milliyetçileri ile olan ilişkisi de kesintisiz
devam eder. Fakat O yine de kabına sığmaz, sıkılır. “Serin, uzun
gecelerde ayağına keçe çizme, başına börük giyip sakin bahçeye çıkar,
mavi göğü ve parlayan yıldızları seyreder-düşünür: Alem ne kadar güzel….
Tabiat ne kadar mükemmel…. Şu alem, şu tabiat koynunda yaşayan insan
toplumu ve insanlar neden mükemmel olmasın?! Ömür dedikleri hiç kimseye
iki defa verilmez ve sonsuz da değil. Evet
ömür dedikleri çok kısa…”
Yıl 1914, Birinci Dünya Savaşının başlandığı günler. Mirseyit
kendisiyle beraber öğretmenlik yapan Ravza adlı bir Tatar kızı ile
evlenir. Ravza Hanım bir kız doğurur, Ona Reside adını verirler. Fakat,
aile bahtıyla sınırlı kalmayı kendisi için ar bilen Mirseyit, arayış
içindedir. O günlerin birinde devrim işlerini devam ettirmek için
ailesiyle beraber Bakü’ye gider. O yıllarda Bakü devrim dalgaları ile
çalkalanıyordu. O burada Bakü Gazetesi’nde çalışmaya başlar, Azerice
öğrenir, kabiliyetli bir gazeteci olarak kendini kanıtlar. Kafkasya’daki
Bolşevik Partisine girmeyi de başarır.
Yıl 1917, Mayısın 1–11 günleri arasında Moskova’da açılan Bütün
Rusya Müslümanları Birinci Kurultayına Mirseyit de katılır. O, Şubat
Devriminden sonra, ailesini Moskova’ya yerleştirip, kendisi Kazan’daki
Müslüman Sosyalistlerinin teşkilatçısı olan Mollanur Vahitov’un yanına
gider, beraber çalışır. Aynı cephede Aklara karşı çarpışır. Bu arada
Lenin ve Stalin ile görüşür. Komünist liderler Ona, devrimin galibiyeti
sonucunda, “ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı”
ilkesine göre, “Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin kurulacağını söylerler;
girişkenliği ve başarılı eylemlerinden dolayı Onu takdir ederler. Evet,
“Tatar-Başkurt Cumhuriyeti” için O, tüm fedakârlıklara, hatta gerekirse
canını bile feda etmeye hazırdır. Onun damarlarında kaynayan bu ulusal
heyecanı, O daha onbir yaşındayken, “Tatarlar da padişaha karşı
ayaklanabilir mi?” sorusu
ile
Onun kafasını meşgul etmemiş midir?
Vahitov Kazan’da cereyan eden Aklara karşı savaşta 19.08.1918
günü vurularak öldürülür (şu anda Kazan’da Vahitov’un dev heykeli
bulunmaktadır) . Vahitov’un görevini Mirseyit üstlenir. Tatar-Başkurt
Milliyetçi ve aydınlarından olan ve padişaha karşı devrim sırasında
belli bir çevreye, belli bir güce sahip duruma gelen İlyas Aklin ile
Zeki Velidi Togan, Mirseyit’e Bolşeviklere çok güvenmenin sakıncalarını
anlatır. Fakat Mirseyit inandığı prensiplerinden vazgeçmez. İnançlarına
bağlılığından dolayı komünizmin sapık bir “izm” olduğunu anlayamaz.
Moskova’da bulunan ailesinden uzaklarda, hep devrim işleriyle
uğraşan Mirseyit, eşi Ravza’nın ihanetine uğrar ve ayrılır. Ekim 1918’de
Moskova’daki eski Tatar zenginlerinden olan İrzin ailesinin Fatima adlı
kız ile evlenir. Düğüne Stalin de gelir. O zaman İrzin ailesi
Bolşevikler tarafından tamamen yağmalanmış durumdadır. Kızın annesi,
“Bolşevik’e verecek kızım yok” diye, bu evliliğe inatla karşı çıkar.
Fakat iki gencin saf ve samimi sevgisi, daha nice zorluklara rağmen bu
evliliği temiz bir şekilde yürütür. Gülnar adlı kız, Murat adlı erkek
çocukları olacaktır.
Yıl 1918’in sonları, Mirseyit, Stalin tarafından Moskova’ya
çağırılır, Troçki’nin yardımcısı mevkiindeki, Merkezi Müslüman Askeri
Birliğinin başkanlık görevini verir. Bir de Stalin Ona özel ilgiyle:
“Dostlarını, yakınlarını sevindirirsin” diye, Ekim Devriminin yıl dönümü
için mahsus hazırlanmış 10 tane altın saat hediye eder. “Evet Stalin
cömert de olabiliyor… Fakat kaderin cilvesi, Mirseyit’ten şu altın
saatleri alan Doğu illerinin devrimcilerini, geleceğin 15–20 yılı içinde
aynı kader beklemektedir: Hapis ve ölüm. Sanki adları yazılmış saatleri
geri almak gerekiyormuş gibi…”
Oyun başlamıştır… Çok geçmeden Stalin ve Troçki imzası ile
başında Sultangaliyev’in bulunduğu Merkezi Müslüman Askeri Birliği
“ihtiyaç yok” gerekçesiyle dağıtılır. Bu demektir ki, “Tatar-Başkurt
Cumhuriyeti”nin kuruluşunu ve yaşamını temin eden siyasi ve askeri güç
dağıtılıyor. Mirseyit için soğuk duş etkisi yaratan bu haber, Ona Ufa’da
iken duyurulur. İsteyerek Mirseyit’in Moskova’da bulunmadığı bir
zamanda alınan bu karara karşı, O hemen telgrafla tepki gösterir.
Yıl 1919, 3 Kasım, Moskova’da açılan Doğu Halkları Komünist
Birliği İkinci Bütün Rusya Kurultayında ilk olarak kürsüye çıkan
Sultangaliyev, konuşmasını “Yaşasın Tatar-Başkurt Cumhuriyeti!” sloganı
ile bitirir. Kurultay oy çokluğuyla “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti”nin
kurulmasını onaylar. Fakat, Bolşevikler Partisi Merkez Komitesi
Politbürosunun 13.11.1919 günkü Lenin’in başkanlığında açılan
toplantıda, kendileri tarafından kasıtlı olarak önceden hazırlanmış
kişiler ağzı ile söylenmiş karşı görüşleri bahane ederek, kurultayın
kararı reddedilir. Politbüronun bu kararını Mirseyit yine, Moskova’dan
uzakta, Doğu cephesine giderken yolda-Samara’da duyar. O, bu haberi
duyunca son derece üzülür ve hemen Moskova’ya döner. Kararın geri
alınmasını ister. Fakat ne yazık ki, Sultangaliyev girişimlerinde
başarılı olamaz. Lenin ile Stalin bu işin sorumluluğunu hep
kurultaydaki karşı görüşlü kişilerin üzerine atar. Politbüro, yalnız
kararı geri almamakla kalmaz, Mirseyit’in girişimlerine karşı sinsi
tedbirler almaya başlar. Mirseyit’in üzerinde yavaş yavaş kara bulutlar
yoğunlaşır. O bütün Doğu illeri vekilleri tarafından merkezi büronun
başkanı olarak seçilmesine rağmen, Bakü Kurultayına gönderilmez.
Yıl 1922, Mirseyit’i başkentten uzaklaştırmak amacıyla Tiflis’e
gönderirler. Fakat, Mirseyit, taraftarlarını n yoğun isteği üzerine çok
geçmeden tekrar Moskova’ya çağırılır.
Yıl 1922, 26 Aralık, Moskova Sovyetlerin 10. Bütün Rusya
Kurultayının 4. günü. İlk konuşmayı, kendisini ulusal sorunların uzmanı
olarak tanımlayan Stalin yapar. Sonra Mirseyit kürsüye çıkıp, Stalin’in
ulusal siyasetini “göz boyamacılık” ifadesiyle ağır bir şekilde
eleştirir ve sözünü, “Yeter, yoldaş Stalin, cumhuriyetlerin bağımsızlığı
ile oynamayın!” cümlesiyle tamamlar.
Stalin’in sağ eli rolünü oynayan Kuybeşev, Sultangaliyev ile
tartıştığı bir konuşmasında Ona: “Bolşevik olacaksan, Bolşevik ol, yoksa
serbestsin, İstanbul’a, dostun Zeki Velidi Togan’ın arkasından git!”
demiştir. Git gide Mirseyit’in üzerindeki şüphe yoğunlaşır. Onun
mektupları açılıp okunur. Tatarca yazdığı mektupları, sırlı, gizli
casusluk belgeleri olarak tanımlanır. Kısacası Mirseyit, GPU (Devlet
Politik İdaresi)’nin bir numaralı düşmanı olarak takip altına alınır.
Yıl 1923, 25 Nisan, Onikinci Kurultayın ulusal soruna ait
toplantısında Mirseyit, yine Stalin’e karşı konuşmaktan çekinmez:
“Ulusal sorunlarda ben, yoldaş Stalin’in görüşlerine temelden karşıyım”
der. Bu karşı çıkıştan sonra Stalin, Mirseyit’i baş başa konuşmak için
odasına çağırır ve Ona, “Yoldaş Sultangaliyev, sizi Türkiye’ye kaçacak
diyorlar, bu doğru mu?” der. Mirseyit, “Benim kendi vatanım var, hiçbir
tarafa gitmem” yanıtını verir.
Yıl 1923, 4 Mayıs, öğleden sonra, Mirseyit iş odasından
telefonla Merkezi Kontrol İdaresine çağırılır. Odada Kuybeşev tarafından
Onun partiden çıkarıldığına ve GPU tarafından yakalandığına dair belge
okunur.
Mirseyit:
-Yoldaş Kuybeşev, bunun gerçek olduğunu kanıtlayabilir misiniz?
Kuybeşev:
-Kanıtlarım, parti ve Sovyetlere karşı olduğunuz için yakalandınız.
Mirseyit eline kelepçe salınmış halde, Moskova’nın ünlü
Libiyonka hapishanesine götürülür. Bu olay kısa bir zaman içinde dünya
basınında yansır. Sovyet devletinin içinde ve dışında Mirseyit
taraftarlarını n gösterdiği sert tepki, Stalin’i düşündürür. Üstelik
Mirseyit’in GPU’ya yazan mektubunda yer alan bazı ifadeler Stalin’in
dikkatini çeker: “Parti liderleri ve bazı Sovyet yetkililerinin Doğu
halklarına özgü siyasetlerini kabullenemediğim için, kendime ülküdaşlar
aradım.” Sonuçta Stalin, Sultangaliyev’i lakmus kağıdı olarak kullanmayı
yani Onun yaşamı hesabına kendi düşmanlarını bulmaya karar verir.
19.06.1923 günü, Sultangaliyev hapishaneden salıverilir.
Mirseyit hapishaneden çıktıktan sonra, Kremlin yakınındaki
yüksek dereceli hükümet memurları için yaptırılan bloklardaki evine
gelir. Fakat evinde kimseyi bulamaz. O yakalandıktan sonra, ailesini
buradan kovmuşlar. “Halk düşmanının eşi” diye, okumakta olduğu
Şarkşunaslık Bilimgahı’ndan da kovulan Fatima, küçük çocuklarıyla
beraber, “Bolşevik ile evlendin” diye, kendisine beddua eden annesinin
evine gidip sığınır. Mirseyit de çaresiz oraya gider. Sevgili eşi
Fatima, Onu hem sevinç hem üzüntüsünün yarattığı gözyaşları ile
karşılar.
Karanlık zindandaki 45 günlük yalnızlık, Sultangaliyev’e birçok
şeyleri düşünmeye, birçok şeyleri anlamaya da belki iyi fırsat
olmuştur. O bundan sonraki yaşamında kurtuluşu sosyalizmde yani sınıf
nazariyesinde, sınıf birliğinde değil, Türk birliğinde aramaya başlar.
Siyasi baskı, işsizlik, yoksulluk Mirseyit’i yıldıramaz. O azimle eskisi
gibi yaşam savaşını sürdürür. Onun bu zor günlerinde, Türkiye’nin
Sovyetlerdeki Büyükelçisi Muhtar Bey, Ona Türkiye’ye gitmesini teklif
eder. Mirseyit bu teklifi kabul etmez. Onun önünde üç yol vardı:
Birinci yol, kendi dünya görüşünden vazgeçip, kendi ulusunun
kaderine özgü sorumlulukları unutup, ulusu ve ülküdaşlarına ihanet
etmek. Bu yolu Mirseyit’in düşünmesi bile mümkün değildir. Bu yolu
seçmektense, ölmek Onun için daha iyidir.
İkinci yol, fazla gecikmeden yabancı bir ülkeye gitmek, savaşı
orada sürdürmek. O bu yol ile kendini ve ailesini iyi bir yaşama da
kavuşturabilir. Fakat, burada kalan ulusu ve ülküdaşları ne olacak?
İnsan doğup büyüdüğü topraklarıyla, çevresiyle değerlidir-güçlüdür.
Sultangaliyev’i yücelten değerlerin başında bu anlayış gelmektedir.
Yaşadığı toprağı yani “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti” ve o Tatar ulusu
Mirseyit için her şeydir. O bunları canı pahasına olsa bile terk edemez.
Üçüncü yol, kendi vatanında-kendi inancıyla yaşamak ve orada
ölmek. Ülküdaşlarıyla kendi ulusuyla aynı kaderi paylaşmak. Yaşamı
pahasına olsa bile gayesini gerçekleştirmeye çalışmak. Mirseyit, kendi
yaşamı-ailesi için de son derece tehlikeli-ağır olan bu üçüncü yolu
seçecektir-yolun sonuna kadar gidecektir. Yani, Sırat Köprüsü üzerine
hiç irkilmeden adımını atacaktır.
Mirseyit, günden güne yoksullaşan ailesinin geçimini temin
etmek için günlükçü olarak taşıma işi ile uğraşır. Yaşam koşulları ne
kadar zor olursa olsun O, Kazan-Türkistan- Kırım’daki dostları,
ülküdaşları ile olan bağlarını koparmaz-kurtuluş ümidine gölge düşürmez.
Ağır iş koşullarının etkisiyle akciğer hastalığına yakalanan
Mirseyit, arkadaşlarının tavsiyesi ve yardımıyla 1925 yılının yazında
dinlenmek için Kırım’a gider. Orada eski dostlarından edip Fatih Emirhan
ile görüşür. Yaşı, bilimi ve tecrübesiyle de Mirseyit’e oranla yüksek
olan ünlü edip, geçici de olsa Onun Türkiye’ye gitmesinin yararlı
olacağını şu ifadelerle anlatmaya çalışır: “Hiçbir yırtıcı hayvan bile
kendi neslini yakalayıp yemez. Fakat, Bolşevikler senin başını her an
yiyebilirler, bu gerçeği anlaman gerekir.” Mirseyit’in yanıtı-eylemi,
“düşüneyim”den öteye gitmez.
Yıl 1926, sonbahar. Uzun bir işsizlik ve sıkıntılı günlerden
sonra Mirseyit, Bütün Rusya Avcılık Derneğinin İdil-Ural Şubesine başkan
olarak tayin edilir. İlk günlerde doğal olarak bu iş Onu sevindirir. Bu
işin arkasında neler neler gizlendiğini anlayamaz. Gerçekteyse bu iş,
Onun için hazırlanmış bir tuzaktır. Stalin, Mirseyit’i bir kez daha
aldatır. Mirseyit İdil-Ural sahasında gezerken, dostları ile ilişki
kurarken, O devamlı takip edilir. Onun kaldığı evler gizlice dinlenir.
Çevresindeki kişilerin arasına sokulan gizli ajanlar, kendi aralarında
“suç bulma” yarışına girerler. Evet, Mirseyit’in devlet hesabına
İdil-Ural sahasını rahatça gezmesinin bir bedeli vardır. Stalin kendi
avını daha olgun hale getirerek vurmayı planlıyordu.
Yıl 1928, 8 Aralık. OGPU (Birleşik Devlet Politik İdaresi)
Mirseyit’in yakalanması emrini verir. Bu emir verilmeden önce, Mirseyit
kasıtlı olarak Moskova’nın dışına gönderilir. 09 Aralık günü, Mirseyit
ailesinden uzakta, yolculuk üstündeyken, Onun evi aranır. 11 Aralık günü
kendisi yakalanıp, Moskova’ya gönderilir; 13 Aralık günü Moskova’daki
tek kişilik hapishaneye getirilir. İşte o gün Mirseyit’in kendi eliyle
yazmış olduğu kimlik belgesi:
Ulusu: Tatar-Başkurt (Mirseyit Tatar ve Başkurtları aynı ulus
olarak bildiği için hep bu ifadeyi kullanmıştır). 36 yaşında, Temmuz
1892 doğumlu.
Eşi: Fatima, Ahmet kızı, 28 yaşında.
Çocukları: Oğlu Murat 4,5 yaşında.
Kızları: Gülnar 9 yaşında, Reside (ilk eşi Ravza’dan olan kızı) 13 yaşında.
Hapishanede gece ve gündüz demeden aylarca-yıllarca sorgu devam
eder. Dayanılmaz işkenceler sürer. Hatta dişlerinin kelepçeyle birer
birer sökülmesi hesabına Ondan yanıt almaya, ülküdaşlarının adlarını
öğrenmeye çalışılır. Fakat Mirseyit hayatta olan hiçbir arkadaşının
adını söylemez. Gayesi uğruna yaptığı tüm eylemlerinin sorumluluğunu
kendisi üstlenir.
Yıl 1930, 06 Haziran, Sultangaliyev ölüme mahkûm edilir. Fakat
Stalin, kendisinin en büyük düşmanı olan bu müstesna şahsiyetten bir
şeyler öğrenmek veya biraz daha Onunla oynamak ister. Ölüm 10 yıllık
sürgüne çevrilir.
Yıl 1931, 31 Ocak, Mirseyit ve Segıyt Sünçeley başta olmak
üzere Doğu illerine mensup 20 siyasi tutuklu yük treniyle Beyaz Deniz
kıyısındaki liman şehri Arhangelsk’e gönderilir. Oradan Beyaz Deniz
içindeki adalara sürgün edilir. Öldürücü soğuk ve açlık içinde kıvranan
Mirseyit, yine de yaşamaya devam eder. Mirseyit hakkında sürgün
adasından Moskova’ya-OGPU’ya gönderilmiş olan bir belge:
“Siyasi suçlu Sultangaliyev daima gözetim altındadır. Etrafında
bizimkiler. Troçkicilerden Marçenko, Elsin ve Zalkind’ler ile
selamlaşıyor. Azerbeycan Müsavatçısı Gadjinskiy ile görüşür. Kendisinin
ülküdaşlarından Canbayev, Ormançi, Bakiyev ve Tilevbirdin’ler ile ilişki
kurması için imkân yarattık. Fakat, sonuç yok. Siyasi konuşmalardan
uzaklaşıyor. Geleceğe dönük ne yapmamızı önerirsiniz. … 20 Ocak 1934.
N.A.Frenkel.”
Akciğer hastalığından halsiz düşen Mirseyit, 1934 yılının
ortalarında Stalin’e bir mektup yazar. O yaşamak ister… Stalin, “Siyasi
düşmanı öldürmek güçlülük değil, asıl güçlülük, Onun savunduğu fikirleri
kökünden yok etmekle kanıtlanır” mantığına dayanarak, Mirseyit’in
sürgünden salıverilmesini emreder.
Yıl 1934’ün sonları. Mirseyit belli bir koşullara bağlı olarak
Sarıtav şehrine gelir ve hükümetin önceden belirlediği küçük, karanlık
bir odaya yerleşir. Devlet iş vermez, kendin iş bul, der. Ailesinin
yanına gitmek yasaktır. O hasta olmasına rağmen, şehir içindeki günlük
ağır işlerle uğraşıp, yaşamını sürdürmeye çalışır. Gizli halde ailesine
haber gönderir. Eşi Fatima gizli halde Onun yanına üç kez gelir. Fakat
karı-kocanın bütün eylemleri hükümet tarafından günü gününe takip
edilir.
Yıl 1937, Martın 19.günü. Mirseyit yine yakalanıp Sarıtav
hapishanesine götürülür. Daha sonra Kazan’daki özel ceza evine
gönderilir. Sorgu ve işkence…
Yıl 1939, Haziranın 16.günü, Sultangaliyev Moskova’daki Lefort cezaevine nakledilir.
Yıl 1940, Ocak ayının 28. günü, Stalin’in emriyle, Beriya,
Lefort cezaevine gelir. O, ölüm sandalyesine oturtulmuş Sultangaliyev’e,
-Son sözün var mı? der.
Sultangaliyev:
-Amaca ulaşılmadı… Stalin ulusu saptırdı, der.
Beriya’nın kapı önüne çıkmasından hemen sonra, kurşun sesi duyulur…
Yıl 1937’nin sonları, rüzgârlı bir gecede, Fatima’yi iki
çocuğundan ayırarak, götürürler. Nereye götürüldü, nerede öldürüldü
kimse bilmiyor.
Yıl 1943, 19 yaşındaki Murat, sinir hastalıkları hastanesine götürülür ve orada kaybolur.
Yıl 1949, Gülnar, babasının da yattığı Lybiyanka cezaevine götürülür ve orada intihara zorlanır.
Yıl 1948, Reside Sibirya’ya sürgün edilir.
Yıl 1975, Reside kötü bir hastalıktan ölür.
Mirseyit Sultangaliyev’in hem hayal gücünü hem mantık gücünü yansıtan aşağıdaki seslenişine hayran olmamak elde değildir:
“Panrusçular, Sovyetler Birliği’ni kurup, gerçekten birliğe getirilmiş
parçalanmaz Rusya’yı, yani büyük Rusçuların başka uluslar üzerindeki
egemenliğini yaratmayı doğal olarak isterler… Oysa Rusya’daki son devrim
tecrübelerinden biz şu sonuca vardık ki, Rusya’da egemenlik ne gibi bir
sınıfın elinde olursa olsun, onların hiçbiri bu ülkeyi geçmişteki
“büyüklüğü”ne ve gücüne kavuşturamayacaktı r. Rusya’nın ulusal
devletlere ve Ruslar devletine dağılması ve bölünmesi kaçınılmazdır. Bu
katmaktan ayrılmaya giden tarihi zorunluluk sürecidir. Şimdiki SSCB
şekline bürünen önceki Rusya’nın ömrü uzun değil, geçicidir. Bu ölüm
öncesindeki son nefes, son çırpınıştır.” ( Gasırlar Avazı Dergisi, Mayıs
1995, KGB arşivinden).
Kaynakça:
1.Kurban, İklil, Gerçekler ve Yalanlar (Anılar-Yansılamalar: 1943–2007), 2007 Ankara.
2.Kurban, İklil, Mirseyit Sultangaliyev (1892–1940), Türk Yurdu Dergisi, 67.sayı, 1993 Ankara.
3.Kurban, İklil, Yaşlı Tarihin Yankısı: Bulgar-Tatar Tarihi ve Medeniyeti, 1998 İstanbul.
4.Möxemmediyev, Rinat, Sirat Kürepe (Sırat Köprüsü), 1992 Kazan.
5. Gasırlar Avazı Dergisi, Mayıs 1995, KGB Arşivi.
İklil KURBAN.
--
Tatar PressSagit Hayri