TÜRK ŞİİRİ NEREYE? -Makale / Sefa KOYUNCU

19 views
Skip to first unread message

mavizaman

unread,
Nov 27, 2007, 11:05:20 AM11/27/07
to KEAG (Kuantum Edebiyatı Araştırma Grubu)
TÜRK ŞİİRİ NEREYE?

Sefa Koyuncu

Çoktandır, Türk şiirinde bir 'serbest' furyasıdır aldı yürüdü. Bu furya yaygınlaştıkça vezinli, kafiyeli şiir de adeta küstü ve kayıplara karıştı. Bazıları ise serbest, hece ve aruz vezniyle şiir yazıyor, hatta her üç tarzı da bir arada götürüyor. Siz ne dersiniz ama ben işte bu durumu yadırgıyor ve alkışlamıyorum. Zira bu postmodern bir durumdur ve akibeti meçhûldür.

"Seçmecilik çağdaş kültürün sıfır derecesidir" diyen, postmodern gru François Lyotard'ın tespitiyle günümüzde bir insan reggae (Jamaika müziği) dinler, bir kovboy filmi izler, öğle yemeğini McDonalds'tan, akşam yemeğini yerel mutfağından yer. (1) Tokyo'da bir Paris parfümü sürer ve Hong Kong'da ananevi (geleneksel) kıyafetler giyer. Bu ise zevksizliğin, kişiliksizliğin, Batı kültürü ve küreselleşme karşısında pes etmiş, yelkenleri suya indirmiş, emperyalist dayatmalara teslim olmuş, ideallerinden vazgeçip, savaş baltalarını gömmüşlüğün ifadesidir. Çünkü postmodernizmin sloganı, "ne olsa gider" dir.

Elbette ki hâlinden ve bu postmodern gidişattan memnun olanlara söyleyecek sözümüz yok. İsteyen istediğini yazar; hep serbest yazar, ara sıra hece ve aruz kullanır, kullanmaz vesaire… Ancak bu edebiyatçı tipiyle hiçbir yere varılamıyacağı gibi, Türk-İslâm edebiyatı da silinir gider. Çünkü postmodernizmde iyi ile kötü, "at izi ile it izi" karışıktır ve çoğunlukla da zafer kötülerindir. Çünkü bu kargaşada doğruyu iğriden ayrımak zordur. İyiler, iyi işlerinin yanı sıra kötülerin yaptıklarını da yaparak, işlerin bir gün düzeleceği ümidiyle boşuna beklerler. Bu bekleyiş sırasında taşan kötülük seli ise iyi kötü ne varsa götürür. Kurunun yanında yaş da yanar misâli taşan sel, kütükleri de çiçekleri de birlikte götürür. Postmodernizmde işler önce kanunsuz, kaidesiz ve gayri meşru yapılır, sonra da bu usulsüzlükler bir biçimde meşrulaştırılır. Tıpkı, birer düz metinden ibaret olan serbest mısraların, muhteşem Türk-İslâm şiirinin yerine ikame edilmesi gibi. Sonra ve daha sonra ne mi olur? Serbesti şiir diye yutan, özümseyen ve içine sindiren insanlar artık ölçülü şiirden zevk almaz (çünkü algılama biçimi ve zevki değişmiştir) ve –kasıtlı olarak yayılan- birtakım söylentilere kapılarak, hece ve aruzla yazılmış kafiyeli ve şekilli manzumeleri şiir yerine koymaz olur. On beş asırlık İslâm edebiyatı da böylelikle kaybolur gider… Zamanla şiirler de şairleri de ve hele hikmet yüklü muhtevası da unutulur.

REST ÇEKMENİN VAKTİDİR

Hangi açıdan bakarsanız bakın, hangi endazeye vurursanız vurun serbest diye bir tarza Türk-İslâm şiirinde yer bulamazsınız. Bunlara "deneme", "süslü nesir" va bazılarına da "özlü söz" denilebilir ve yine bir edebî kıymeti –şâyet varsa- haiz olurlar; ancak her halükarda nesir, yani düz yazıdırlar. Ölçüsüz, kısa-uzun cümlelerin alt alta sıralanması onları şiir yapmaz. On beş asırlık Türk-İslâm edebiyatında, manzum olmayan yazılar, nesirdir ve bu değişmez. Son sözümüzü söylemeden önce isterseniz şiir vadisinde kısa bir gezinti yapalım:

En büyük edebiyat târihçilerimizden, "Tezkiretüş-şuarâ ve Tabsıratün-nuzemâ" yazarı Latîfî (ölm. 1582), vezinli sözün üstünlüğü ve hikmetli şiirin meziyeti hakkında bilgi verirken, şiir ve şâir hakkındaki genel düşüncelere de işaret etmektedir. Buna göre şiir, mevzun ve mukaffa (ölçülü ve kafiyeli) sözdür. Ancak her mevzun ve mukaffa söz, Latîfî'nin nazarında şiir değildir. Şiir, İlâhî ilham esintileri ve Sübhânî feyz havalarının eseridir. Esasen dili cennetin anahtarı olan şâirlerin içlerindeki denizlerden düşünce kabarcıkları ile kenara çıkan irfan cevherleri ile mârifet ve mânâ incileri, ilâhî sır ve vâridât hazinelerinde toplanarak şiir hâlini alırlar. Şâirler, ezelî ve ebedî yaratıcının övücüleri, en güzel halk edicinin sırlarının methedici ve keşfedicileridir. Dolayısıyla şiir formuna sahip olan her mevzun ve mukaffa söz, bu medh ve keşf vasatında bir yere sahip olduğu oranda şiirdir. Şâirin yegane malzemesi olan söz (dil), iyiler için Allahü teâlânın bir lütfudur. Ancak sözün bir nimet olduğu şuuru ile onu yerli yerinde kullanabilen şâirin, bu vasıfları haiz mevzun ve mukaffa sözü şiir olarak isimlendirilebilir. (2)

Eserini, "Şâirle şâir geçinenin fark edilemez olduğu bir dönemde" kaleme aldığını söyleyen Latîfî'nin bu görüşleri, yetiştiği kültürel çevrenin ve dönemindeki dünya görüşünün süzgecinden geçerek oluşmuştur. Dolayısıyla sadece onun görüşleri, Osmanlı dönemi şâir ve yazarlarının şiire ve şâire bakışlarını tümüyle vermese de ekseriyetin yaklaşımı bu çerçevede olsa gerektir. (3)

(Ahlâk-alâ'î) kitâbında buyuruyor ki, (Şi'r vezinli söze denir). (Eşi'at-ül-leme'at) hadîs kitâbının sâhibi "rahmetullahi teâlâ aleyh", "Beyân ve Şi'r bâbında diyor ki, Âişe "radiyallahü anhâ'nın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Şi'r, iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür) buyuruldu. Ya'nî, vezn ve kâfiye, bir sözü çirkinleşdirmez. Şi'ri çirkin yapan ma'nâsıdır. (4)

Bizim kültürümüzde şiir "mevzun mukaffa" sözdür. "Nazm" olarak ortaya çıkan şiir kültürü, içinde sıra ve düzeni, "ipliğe inci dizmeyi" barındıran bir özellik taşır. Konuşmanın, sözün bir "cânı olduğuna", çok tesirli olduğuna inanılır, "nutkun cânı var" denilirdi. Batının ikna yoluyla güç elde etmeye çalışan retoriği önünde , söze saygıyla yaklaşan, sözün hayat içinde etkili olduğuna, değişebilir, dönüşebilir özellikler taşıdığına inanan Osmanlı, nazma dönüşen şiiri, Aşkî'nin sözleriyle şöyle dile getiriyordu;

Vasf-ı dendânınla dürr-î nazma deryâdır gönül

Nutk sâhil akıl gavvâs u dürr-î şehvâr şi'r

Yârin dişinin öyle bir özelliği var ki gönül, nazm incisini taşıyan deniz oluyor. İnsanın gönlüne, nazm incisi olarak düşmüştür. Öyle bir denizdir ki o, sahili söz, dalgıcı akıl, iri taneli incisi ise şiirdir. Sahili söz, dalgıcı akıl olan gönül denizinin incisi şiirdir, "nazm"dır! Şiir incisi gönül denizinde oluşur. Bu inciyi ise akıl, dalar çıkarır!

Aklın, sözün, gönlün ve şiirin bu çarpıcı birlikteliği Batının pragmatik yararcı retoriğinden oldukça farklıdır. Şiir, tutunma kültürü içinde yok olup gitmez, insanların gönlündedir! Gönlü olanın ise, Divân-ı Lügât-it Türk'de dendiği gibi dilinden iyi sözler çıkar.

Tılda çıkar edgü söz

Hikmet, bizim kültürümüzde Allah'tan başkasına muhtaç olmayan, kâmil insanların oluşumunu öngörür. Meselâ, şu sözler, hat sanatının incelikleriyle yazılarak duvarlarımızı süsler:

Yâ Rab, beni muhtacına muhtac itme,

Muhtac isem ancak sana muhtac olayım.

Peki, bu kemâle ermeye çalışan insanın çabasında şiir nerede durur?

Öl ve ol: Gerçek bu al!

Ya bil sen bunu ya da

Zavallı bir konuk kal,

Bu karanlık dünyada.

Goethe, Doğu'nun sesini duymanın heyecanıyla tavrını almıştır: Öl ve ol! Şiirin belki ırmağında duruş, yola düşme, dönüşüm ve geçiş evrelerini bu dörtlüğün içinde çarpıcı biçimde görüyoruz. Hikmet şiiri, şiir hikmeti yoğuruyor. Duruşu olan şiir, bir ölümdür, bir boşluktur, bir hiçliktir çünkü. Bu dünyanın vıdı vıdısına, pılı pırtısına sahip çıkma tavrını yok ederek, ölerek, ırmağa düşebilir, yolculuğa başlayabilirim. Tasavvufun odağını oluşturduğu hikmetimizin, başka bir kültürdeki şiir tarafından şiir ırmağına konularak, şiir yolculuğuna çıkılması ilginçtir.

Şiir duruşu, yalnız bugün edebiyat türü olan şiire değil, diğer edebiyat türlerine de, hikâyeye, romana, denemeye etkisini duyurmaktadır. Şâirler, dilde şiire dönüşümün izlerini arayıp bulan, bunu yazan; bir anlamda sahneye koyan, sahnede oynayan aktörlerdir. Şâir hakîkatin örtülerini kaldıran, hakîkat perdecisidir. (Perdeci, perde yapan anlamına da gelebilir!)

Bu perdeyi kaldıracak şâirin sıcak kanlı, ateşli, coşkulu olması gerekir. Goethe'nin Doğu-Batı Divânından dinleyelim.

Şiir yazmak coşkudur hem de nasıl coşku

Bu konuda ulaşamaz hiçbir azar bana!

Sıcak kanlı kişi, yoksa içinde korku

Şendir, özgürdür, her şeyiyle benzer bana

Şen ve özgür şâir, hakîkate yaklaşan yolculuğa çıkabilir. Yalnız onlar mı, tâze olanlar, kanlı canlı olanlar, şiir kapısından içeri girebilir. Yine aynı şiirde, Goethe konuşuyor:

Şiir yazmak coşkudur hem de nasıl coşku!

Sürükler savurur dalgalandırır yapısı.

Dostlar, hanımlar, tâze olanlar, yok hiçbir kuşku,

Buyrun yalnız size açık şiir kapısı!

İçi kurumamış her insan, Goethe'nin anlattığı coşkulu biri değildir, iç sıkıntısını (ennui!) yoğun biçimde yaşayan da perdecidir. Bu sıkıntıyı yaşamıyormuş gibi yapan okur da, şâir de, içtenlikten uzaktır, iki yüzlüdür. İç sıkıntısı da şiir kapısını açar. Baudelaire'in, Okura adlı şiirinin son dörtlüğünde dinleyelim:

İç sıkıntısı!- Gözü yaşlı istemeden,

Darağaçları düşler, yakıp çubuğunu.

Kibar canavar o, okur tanırsın onu

-

İki yüzlü okur,- benzerim, - kardeşim sen.

Coşku ve can sıkıntısı, iki karşıt uçta birleşir. Coşku ve iç sıkıntısı savurur şâiri. Hakîkat yolculuğunda başlangıç ve son birleşir, yolun bitmeyişi başlayamamaya yol açar.

Büyüklüğündür bitiremeyişin,

Hiç başlayamayışınsa kaderin.

Şiirin sanki yıldızlı gökkubbe

Başıyla sonu aynı, hep dönmekte,

Ortanın getirdiğiyse âşikâr


Sonda olan herneyse başta da var.

Goethe bu şiiri Hâfız'a adamış. Hakîkat'e duruşunda şâirin tutumu burada: Başlayamama ve bitirememe.

Başlayamama ve bitirememenin dünyası, bir su dünyasıdır, belki. Âlem-i âb'ın, su dünyası içinde bir gemidedir şâir. Kadeh alır, "sefine-i şiir" verir, şiir gemisi. Şiir mecmuası! Şeyh Gâlib'in su dünyasında, işi, kârı budur, belki de kazancı! Bir kadehe, bir gemi dolusu şiir vermek, şiir dolu bir defter vermek. Burada, "zevrak" da, sefine de, gemi, kayık anlamına gelebilir. Şâirin kadehi de şiiridir belki, aldığı da verdiği de şiir. Başı da sonu da.

Seyr eyle kârın âlem-i âb içre Gâlib'in

Zevrak alır sefine-i şi'r ü gazel verir

Zevrak gönül kadehidir; şiir gemisi, gönül kadehidir. "Zevrak-ı derûn", iç kadeh, içimizdeki kadeh, "derd-i derûn"umuzdur, yürek yanıklığımızdır. "Derûn-i hâne"mizde, ev içinde, hakîkat dolanır; şâirizdir, nasıl yakalayacağımızı bilemeyiz, düşüverir gönlümüzden kadeh, taşlı yola düşer; taşlı yol, şâire, şiiri dar eden hayattır. Şeyh Gâlib'den dinleyelim:

Yine zevrak-ı derûnûm kırılıp kenâre düştü

Dayanır mı şîşedir bu reh-î seng-sâre düştü

Şâir, "reh-î seng-sâr"da dolanır, taşlıklı yolda. Sırça yüreğini, gönül kadehini düşürür durur, gönül kırılıverir, kâğıtlara paramparça şiirler olarak yayılır.

Sonra o paramparça kadeh kırıntılarında hakîkat yansır; ışıldar bir ok olarak, şâirin yüreğine gelir saplanır. Bu ışıltılarda aşk, kanlı canlı bir varlık olarak ortaya çıkar, şiir şâire taşıdığı hakîkatle görünür.

Nefis şiirlerden, saf hakîkatle
Bir oktur, gelir saplanır gönlüme!
Aşk bu, ete kemiğe bürünüp de
Çıkar şiir kıyafetiyle önüme


Hacı Bayram Velî, "nazm evliyanın keramatındandır. Zorla değil, hâlle söylenir, buyuruyor."

Kültürümüzde şiir, hikmeti taşıyan önemli bir vasıta olarak görülmektedir. Nâbî şöyle diyor:

Hikmetâmîz gerektir eş'ar
Ki meâli ola irşâda medâr

Mevlânâ ise Nefahat'ında şöyle diyor:

Şiir de nedir ki ondan laf edeyim
Şâirlerin hünerlerinden başka bir hünerim var benim

Şiir hikmetin hizmetçisidir, hikmet şiirden fazladır; Mevlânâ'ya göre şiir, cilâlı boş sözlerden oluşmuşsa, bir söz yığını ise, zâten şiir değildir. Bundan dolayı Divân-ı Lügât-it-Türk'de şöyle deniyor:

Bulmaduk neng-ke sevinmeng

Bilgeler anı yirer

Şiir, boş söz olamaz; olursa hikmet sahibi kişiler bunu beğenmezler. Bilgeler, şiirin hikmet, hikmetin şiir olmasını ister. Elbette, Mevlânâ'nın buyurduğu gibi hikmet şiirden fazladır; hikmet, şiir dışında da kendini ortaya koyabilir; meselâ din ve fenle.

Bizde söz, Batılının kaygılı, mücadeleci dünyasının anlayamayacağı biçimde, gönül denizinin kıyılarını oluşturur. Şiir, kültürel dönüşüm içinde, onu duyan gönüllerin denizinde inci oluşturmuştur. Şimdi onu çıkaracak akıl aranmaktadır. Bu "vasıftaki" akıl ise, tutunma kültürünün tutsağı olduğu için ortaya çıkamamaktır.

Öyleyse ne yapılmalıdır? Nietzsche, İnsanca Pek İnsanca adlı eserinin sonundaki şiirde bunu çarpıcı biçimde cevaplamaktadır.

Güzeldir karşılıklı susuşmak

Daha güzeli de gülüşmek

Akla yardım, susmakla olur, karşılıklı susuşmayı başararak akılla, tutunma kültürünün sürekli konuşturup iş yaptırdığı akılla karşılıklı susuşmayı öğrenmek gerek: Susuşarak sonradan birlikte gülüşeceğiz. Şiir, belki şâirin gönül denizinde aklın dalgıçlığına kendini hazırlayabilecek!

İmâm-ı Nakşibendî Buhârî hazretleri, "Sükutumuzdan bir şey anlamayan, sözümüzden faydalanamaz" buyururlar.

Şiir ateşlidir. Yârin ateşidir. Öteki'nin ateşi! Batı kültürünün öteki'si, Levinas'da zirvesine varan şekliyle, bizim dilimizdeki şiir, kürede yâre dönüşür! Belki de boşlukta duyduğu ayak seslerinden dolayı şâir budaladır:

Kolla düşlerini:

Bilgeler budalalar kadar güzel düş göremezler.

Yüreğimizin bağ bozumu şiirle sürekli olarak gerçekleştiği için, gönlümüzün sürekli hasadı alındığı için, biz şâirlere hasta derler:

Kalbimiz bir kez bağ bozumuna uğradı mı

Sayrıdır gayri hayat. Bilsin herkes bu gizi.

Sayrı olan, sağlıksız olan bu vıdı vıdı dünyadır. Gönlümüzden hasat alınmasına, şiir devşirilmesine dayanamaz.

Bu denli güçlü olan şâir ruhu, şiirin oyuncak olmadığını bilir. Şâirlik zordur, şâiri susturmak zordur çünkü. Şâiri susturamazlar, onun anası sütsüzdür. Sütü olmayan bir anadan, boşluktan, hiçlikten emen şâiri hiçbir ninni susturamaz. Mehmed Hasib Dûrrî (1844-1915) söylüyor:

Şâirin şi'rine eyler kuberâ istihzâ
Lu'b-i sıbyan mı sanırlar acabâ bu fenni

Mâderi sütsüz olan tıflı avutmak müşkil
Sesi kesmez ne kadar dense de neni neni

Muallim Nâci, "Erbâb-ı teşaür çoğalıp, şâir azaldı" der. Teşaür, şâirlik iddiasında bulunan, şiir kurnazı, zorluğu yaşamadan şiir tavrını gerçekleştirmeden şâir olmaya kalkandır.

Şâirlik zordur, şiir zor.
Boşluktan söz devşirmek.
Her şey zor! Acı öyleyse,
Sen herkesten çok şâire

Amacı coşkudur çünki,
Çünki en zor iş onunki.
Affet şâiri, şiiri! (5)

BATIYA MECBUR DEĞİLİZ!

Tanzimat aydını Batıcılık kompleksiyle hareket etti; şair ve yazarlar Avrupa'yı taklid ederek yazdılar. Olaya bugünden bakınca, büyük bir yanlışlık yaptıklarını ve felâketimizi hazırladıklarını gayet net görebiliyoruz. Osmanlı sultanları Batıdan sadece teknoloji almayı istedi ancak koca mason Reşid Paşa, Batı hâkimiyetini eğitim, kültür ve edebiyata da sirayet ettirmek için özel bir gayret sarfetti. İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya, Osmanlıdaki kültür dejenerasyonunu destekledi; edebiyatımızı şirazesinden çıkaranları pohpohladı. Böylece imparatorluğumuzu içten çökerttiler. Cumhuriyet döneminde de bu hareketi komünist Rusya (SSCB) devam ettirdi. Tarihçi Yılmaz Öztuna'nın tespitiyle SSCB, vezinli kafiyeli şiir yerine ne idüğü belirsiz laf yığınları yazdırmak için her mihraka para dağıttı. (6) Soğuk savaş döneminde içerideki destekçileri vasıtasıyla komünist ihtilâl yapıp Türkiye'yi ele geçirmeye çalışan (birkaç deneme de yapan) SSCB, Türk edebiyat çevrelerinde kendi güdümünde (sosyalist-sol) bir dil ve edebiyat terminolojisi oluşturdu. Uyduruk dil ve serbes akım işte bu faaliyetin ürünüdür; komünist, sol ve sosyalistlere has suni bir kültürdür.

İşte biz –ne kadar benimsense, yaygınlaşsa da- bu akıntıya (serbest modasına) kürek çekmemekte kararlıyız. Hıristiyan Batı ve Rus oyununa mecbur değiliz. "Kuvantum Edebiyatı Araştırma Grubu (KEAG) olarak, Yesevilerin, Yunusların, Mevlanaların, Karacaoğlanların, Baki, Nedim ve Nabilerin şiir tarzını tavizsiz devam ettirmekte kararlıyız.

Lâf ola beri gele kabilinden, "Biz de böyle düşünüyoruz, elbette ki biz de Türk-İslâm şiirini devam ettiriyoruz" diyenleri de bu sözlerinde samimi olmaya; serbest, hem serbest, hem hece ve hem de aruzla yazmak gibi şöhret budalalığını ve postmodern ikiyüzlülüğü bırakıp Müslüman Türk'ün şiir tarzını devam ettirmeye, bu üsluba uymayan mevsimlik yabancı moda akımları da behemehal bırakmaya çağırıyoruz!

Hülasa:
Değerler, şiirin yitimi sonucunda kokuşmaya başlamıştır! (Nietzsche)

KAYNAKLAR:
1) Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak-Sefa Koyuncu- http://www.netpano.com/newsdetail.asp?NewsID=308
2)Latîfî Tezkiresi, Mustafa İsen, Ankara 1990
3) Beşir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, 84-85, 94.
4) Tam İlmihâl Se'âdeti Ebediyye, (s.730)
5) Prof.Dr.Ahmet İnam-Şiir şiir- http://www.metu.edu.tr/home/www41/ahmet-inam/siirsiir.htm
6) Brejnev Doktrini ve Dilimiz-Sefa Koyuncu- Türk dili-http://www.mavizaman.com/mavizaman/

07.02.2006
Kaynak : Mavi Zaman
 
Kaynak:


--
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages