Dünya Diktatörlüğüne giydirilmiş kılıf; Uluslararası Hukuk

9 views
Skip to first unread message

Eray Akgün

unread,
Oct 17, 2012, 11:57:54 AM10/17/12
to iyte-dusun...@googlegroups.com

Suriye hızla katliamlara doğru sürükleniyor. Sorumluluğunu kimsenin üstlenmediği katliamlar bilinçli bir yönlendirmeyle tek tarafa yığılarak kamuoyu savaşa hazırlatılıyor. Türk uçağının düşürülmesiyle kırılan milli gurur bir dış müdahaleyle kotarılmaya çalışılıyor. Türkiye Suriye’nin içine yaptığı sızmalarla iç savaşı körüklüyor ve yapılan katliamlardaki payını demokrasi, özgürlük vb gibi kimsenin karşı çıkamayacağı söylemlerle örtmeye çalışıyor. Ellerine yüzlerine bulaştırdıkları bu demokrasi ihracı şimdi büyük bir kaos olarak kendilerine dönmüş durumda.

Dış mihrak edebiyatıyla yıllarca milliyetçiliği, düşmanlığı körükleyerek devlet yönetenlerin ikiyüzlülüğü, şimdi kendilerinin bir dış mihrak haline gelmesiyle gün yüzüne çıkıyor. Suriye’nin özgür ordusuna (ki başına “özgür” konmayan hiçbir şey kutsaliyet kazanmıyor) silah ve askeri eğitim vererek Suriye’de iç savaşı örgütleyenler, “biz taşeron değiliz” derken yaptıkları işin “taşeron” denilerek küçümsenmesine kızıyorlar. Uluslararası hukuk teranesine kene gibi yapışarak kendi çıkarları için halkların kanını emenler, insan hak ve özgürlüklerini her müdahalenin bahanesi haline getirmekten, bunun üzerine savaş demagojisi üretmekten hiçbir zaman vazgeçmediler. Libya’ya özgürlük götürdüler! Kaddafi’yi sokak ortasında aşağılık bir linç ve tecavüzle öldürenlerin vaat ettiği demokrasiyi hep hatırlamalıyız.

Irak’a “iyi ramazanlar” bombaları atanları çabuk unutmuş gözüküyor Müslümanlarımız. O günlerde bu derece göbek atmıyorlardı savaş için. Kızgındılar, öfkeliydiler ve “büyük şeytan” dedikleri devleti protesto etmek için bir nebze de olsa sokaktaydılar. İktidar olmanın ve onun nimetlerinin paylaştırılmasıyla “gâvur”a olan alerjileri birden sempatiye dönüşüverdi.

Şimdi Suriye’de iç savaşı örgütlüyor Türkiye. Amerika’nın bölgedeki jandarmalığına soyunarak “büyük devlet” vurgusunu eline oyuncak verilmiş çocuk mutluluğuyla sahipleniyor. Ne büyük, ne ulu bir rol! Suriye’nin özgürlük ordusu denen işbirlikçilerini tasmalayıp, birbirlerini katletmelerini seyrediyor. Suriye halkına hiçbir zaman kendi iç dönüşümlerini sağlamaları için zaman vermediler. Bilinçli olarak süreci tırmandırıp içinden çıkılamaz bir noktaya getirdiler. Mısır’a farklı, Bahreyn’e farklı bir hukuk, Suriye’ye, Libya’ya başka bir hukuk, işbirlikçilik durumlarına göre uygulandı. “Arap Baharı” adı verilen tablo gerici güçlerin, halkların istem ve tepkilerini örgütleyerek uluslararası hukuk adı altında müdahale etmelerine en iyi örnektir. Çürümeye ve yozlaşmaya duyulan öfke patlamasını yönetecek yerel güçler zayıf olduğundan, gerici güçler süreci kendi çıkarları doğrultusunda yönetebilmişlerdir.

Adı konmalıdır… Suriye’nin Özgürlük Ordusu denen güç, gerici ve işbirlikçi bir oluşumdur. Tıpkı Libya da kurulan işbirlikçi çeteler gibi… Türkiye eliyle silahlandırılan, Suud’lar eliyle parasal kaynağı sağlanan, emperyalizmin kucağında büyütülen bir oluşumdur. “Allahuekber” sloganları attıkları görüntülerin ara ara basında verilmesi Müslüman halklara yönelik propagandif bir görüntüden ibarettir.

Efendim müdahaleye karşı çıkmak diktatörleri savunmak demek-miş, katliamlara göz yummak demek-miş gibi mışlı, muşlu cümleler kimi sol görünümlü aday adayı entelektüellerin düşünsel anlamda yenidünya düzenine dair gönüllü bağımlılıklarını ve güce tapan hallerini yansıtmaktadır maalesef.

Uluslararası hukukun sadece emperyalist müdahale söz konusu olduğunda gündeme gelmesi gibi. Kimi zaman bu hukuk’un bile hiçe sayılarak yapılan müdahalelere tanıklık ettik. NATO’nun 1998'de Kosava’ya müdahaleyi BM’den karar çıkmasını beklemeden yapması gibi. “Hukuk dışı ama etik ve meşru” tartışmaları arasında yuvarlanıp gitti. Emperyal devletlerin istedikleri zaman bir bahane üretip başka ülkelerin haklarını yok sayarak toprakları bombalamasına dair keyfiyetin sadece üfürükten kınamalarla geçiştirilmesi bu işin gücü elinde bulunduranların çıkarları doğrultusunda işletildiğini gösterir bize.

“Uluslararası barışın bozulması tehdidi” başlığı altına sokulmamış bahane kalmamıştır.

-İsrail 1985 yılında Larnaka’da öldürülen üç askerin öldürülmesi üzerine Tunus’ta FKÖ’nün kampını bombalayarak 100 kişiyi öldürmüş olması, BM tarafından sadece kınanması…

-1986 yılında Amerika’nın Libya’ya karşı yaptığı hava harekâtının Güvenlik Konseyi tarafından sadece tenkit edilmesi…

-1993 yılında Başkan Bush’un Kuveyt ziyareti sırasında suikast planladığı bahanesiyle Irak’a hava saldırısı düzenlemesi…

-Amerika’nın 1998 yılında Doğu Afrika’da bulunan elçiliklerinin bombalanmasına yönelik Afganistan ve Sudan’a hava saldırısı düzenlemesi… Sudan’ın başkenti Hartum’da kimyasal silah üretildiği iddiasıyla bombalanan fabrikanın sadece ilaç fabrikası olduğu gerçeğinin açığa çıkmasına rağmen, yeterli delil etmeden acele hareket ettiği eleştirisi dışında başka hiçbir şey olmayışı…

Bu vb örnekler çoğaltılabilinir. Hukukun kimin çıkarlarına göre organize edildiği ve uygulandığı önemlidir. Dünya diktatörlüğüne giydirilmiş bir kılıf var karşımızda.

 

Sonuç olarak Suriye’nin Türk uçağını düşürmesi meselesine 1837 Coraline vakası üzerinden bile bakılsa çözülebilecek bir sorundur. Mesele bir çözüm istenip, istenmediğidir. Türkiye bir çözüm istemiyor aksine bu süreci tırmandırıp dış güçlere üzerinde oynayabilecekleri yeni bir alan açıyor.

 
Milliyet gazetesi “dünyayı sarsan elli gerçek” adı altında birçok veriyi aktarmıştı. Bu verilere göre; Her gün 800 milyon insan aç kalıyor, 155 ülkede işkence var, Afrika da 30 milyon AİDS’li yaşıyor, Dünya’nın üçte birinde savaş var, Dünya'da 300 bin düşünce suçlusu var, her yıl 2 milyon kadın ve genç kız sünnet ediliyor, silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor, Dünya'da 27 milyon köle var, her yıl 120 bin kadın ve genç kız Batı ülkelerine satılıyor, Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var…  Ve bu sorunlar sadece veriye düşmüş bazıları…

Bu sorunlar Uluslararası Hukuk'un alanına girmiyor mu? Yoksa müdahale edilecek kadar önemli gözükmüyor mu? Resmin büyük parçasını görmediğimiz sürece belirlenen gündemler içinde teslim olduğumuz yalanların kendisi olmaya devam edeceğiz.

Türkiye Ortadoğu için saldırgan bir model olarak görülüyor artık. Bu modeli Ortadoğu’nun ve Afrika’nın ılımlı İslam modelinden daha çok sahipleneceği kesin…

Tunuslu bir gencin sohbetimizde söylediği “Türkiye bize model olamaz çünkü biz diktatör severiz ama hırsız olmayanı” deyişinin altında yatan gerçeğe dair bir veriyi bize sunması gibi…

 

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages