titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından
fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak 'İşte
o, buraya da gelmiş, işte o' diye inliyor sonra yine anlamsız garip
sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına
yatırılıyor ama yine fırlayarak 'İşte yine orada, köşede..' diye
haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu." Herman Rausching, "Hitler
Bana Dedi ki" adlı kitabında Hitler'le ilgili bu iddialarda bulunuyor.
Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp
çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On
iki yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, "Çılgınca
milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam" diyordu Hitler için.
Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin
bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi, komünizmin
ülkeyi kaosa sürüklemesi ve daha bir sürü sebep, Hitler'in kitleler
üzerindeki etkisini ve büyüsünü tek başına açıklamaya yetmiyordu.
Dahası I. Dünya Savaşı'nda büyük kayıplar veren Avrupa 2. Dünya
Savaşı'nın kapıda beklediğinin farkında değildi. Savaş birden bire,
Hitler'in bütün dünyaya meydan okumasıyla başladı. Milyonlarca insan
öldü, sınırlar değişti. Savaşın yaraları hâlâ sarılabilmiş değil. II.
Dünya Savaşı bilinen yönleriyle, siyaset bilimciler ve uluslararası
ilişkiler uzmanları tarafından enine boyuna tartışıldı,
üniversitelerde ders olarak okutuldu. Oysa bu büyük savaşın pek
bilinmeyen ve fazlaca da ele alınmayan garip nedenleri bulunuyordu.
Kısa süreli aralıklarla dünyayı kana bulayan savaşların acaba gizemli
sebepleri bulunabilir mi?
Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Hitler'i ve II. Dünya Savaşı'nın
bilinmeyen yönlerini araştırdık.
Büyüsel güçlerle ilgili kitap yazdı
Hitler'in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan
Rausching'in "Hitler Bana Dedi ki" kitabı Hitler'le ilgili başka
tanıklıklarda daha bulunuyor:
"Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve
sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, 'Evrenin Kesin
Dönemeci' sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir
kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için 'ruhun yanlış yolu'
deyimini kullanıyordu. 'Büyüsel görüşe' sahip olmak, insan tekamülünün
amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan
gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor,
ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa
yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler
hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden
kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil'i bir an önce bildirmek
hevesi içindeydi."
Rausching'in bu sözleri eğer doğruysa Hitler'in büyüyle olan ilişkisi
açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier,
"Büyü ve Politika" adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda bir çok
biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor.
Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını
söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş
içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve
acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik
-büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele
etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak
silinmekte ya da kurban edilmektedir."
Rausching'in kitabında, Hitler'le özel olarak görüşen bir yakınının şu
konuşmasına da yer veriliyor:
"Führer'im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü seçerseniz,
artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla çıkmayacaktır.
Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin
vermeyin."
Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü
güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan
ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir kısmını halka
açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili
düşüncelerini Rausching'e ve diğer arkadaşlarına zaman zaman şöyle
ifade ediyordu:
"Hakkımda hiçbirşey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç
bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o
görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller. Dünya bir
dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst
olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır."
Thule Efsanesi'nden etkilenmişti
İddialara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule Efsanesi'nden
etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin
efsanesiydi ve Hitler'in arkasındaki gizli ve büyülü güç de Thule
örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi
profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı.
Karl Haushoffer'ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici.
Haushoffer ile Hitler'i tanıştıran Rudolf Hess'ti. Thule grubunun
yaşayan son üyesi Rudolf Hess, barış görüşmeleri için silahsız bir
uçakla İngiltere'ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde
tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess, Nazi savaş suçlularının
kapatıldığı Spandau Cezaevi'nde ömür boyu tutuldu. Diğer mahkumların
bazıları idam edildiler veya cezalarını çekip tahliye oldular, ancak
Hess Spandau Cezaevi'nin tek mahkumu olarak yıllarca İngiliz, Fransız,
Amerikalı ve Ruslar'dan oluşan bir birliğin gözetimi altında kaldı.
Hakkında bir çok kitap yazıldı. Bunlardan birisi on yıl önce
"Dünya'nın En Yalnız Adamı" ismi ile Türkçe'ye çevrildi.
Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve ötekiler kadar
ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden ölünceye kadar hapiste
tutulmuştu? Hess'i farklı kılan, savaşın farklı sebepleriyle ilgili
olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer'e olan yakınlığıydı. Hitler
iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca,
Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer,
Hindistan ve Uzak Doğu'nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli
olarak bulunmuştu. Japonya'ya gitmiş ve Japonca öğrenmişti. Ona göre
Alman ırkının kökenleri Orta Asya'da idi. Haushoffer, en gizli Budist
örgütlerinden birine alınmış ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması
durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti. 1914 yılında genç bir
generalken olayları önceden isabetle tahmin etmesi ile dikkatleri
üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin
düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri
önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris'e ilk gireceği günü,
çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ve Roosvelt'in
ölüm tarihini önceden doğru tahmin etmişti.
Haushoffer, I. Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden öğretim hayatına döndü.
Çeşitli bilimsel içerikli dergiler yayınladı. Nazi Partisi'nin sembolü
olan Gamalı Haç'ı seçen de oydu. Nitekim "Bilinmeyen Hitler" adlı
kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları doğruluyor:
"Hitler, Landsberg Hapishanesi'ndeyken en düzenli ziyaretçileri Münih
Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer
ile Rudolf Hess'ti. Hitler, 'Kavgam' adlı kitabını bu iki önemli ismin
yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleşilere,
müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer gizli bilimlerin yanısıra Zen
Budizmi'ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama rahiplerinden ders almıştı.
Dietrich Eckart'tan sonra Hitler'i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin'de
Berlin Luminous Locası'nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve
****fizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev'in öğrencisiydi. Gurdyev ve
Haushoffer dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı
bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet
Locası'na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanberg, Himler, Goring ve
Hitler'in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de
aynı zamanda bu Loca'ya üyeydiler." (The Unknown Hitler, Wulf
Schwartzeller, Berkeley Books, 1990)
Nazi Karargahında Tibet rahipleri
Hitler'in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla
büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara
güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları
birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi'ne
dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, "Gizli Sırlar Öğretisi"
adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer
veriyor:
"II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı'na
girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı.
Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu
duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi
içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her
şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin
dikkatini çekmeye başladı:
Nazi Karargahı'nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre
zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir
birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya
başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir
yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar!
Her şey Thule Efsanesi'yle başlıyordu. Thule Efsanesi'nin kökeni ise
kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm'in temelini
oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında
gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi'nin yedi kurucusundan biri olan
Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle
açıklıyordu:
"Thule'un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile
'dış zekalar' arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara
erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı
Almanya'yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin
üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini
sağlayacaktır."
İşte bu sözler özetle Nazizm'in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli
Thule Tarikati'nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer,
Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler
bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler'in büyü çalışmaları da
gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan
yaptığı konuşmalarda kullandığı 'ses büyüsü' denilen bir yöntemdi. Bu
yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon
görmüştü."
Ergun Candan'a göre bir başka ilginç nokta da Naziler'in bayraklarında
kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir
sembol değildi. Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu en eski
sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole
rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan
Gamalı Haç'ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü
olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu
sembolü kullanmışlardı.
Gamalı Haç, Mu kültüründen alınma
Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu
sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile
ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward'ın
kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu'nun gizli bilgilerinin en
önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski
Mısır ve Tibet'teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır
olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili
bir açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden
geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu'ya dayandığı için bu sembol iki
yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala'da bilinen ve kullanılan bir
semboldü. Naziler'in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet'teki gizli
çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden
öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece
sembol Şambala'nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından
dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı.
Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve
soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya'daki buz
çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi.
Kafkasya'ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir
dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad
yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu. "Anlamıyor
musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm
saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler." Hitler
ekliyordu: " Yeterince kayıp verilmedi!"
Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti ve
cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya
sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: "Metroyu sular
altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir,
böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır." Gerçekten çıldırmış
mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?
"Ya Masonlar, ya biz"
Rausching'in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine başka
tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece
önemli ipuçları bulunuyor:
"Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden, Marksistlerden veya
masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler,
esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey, benim de
kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi
oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler kullanıyor ve
ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan. Alıştırarak
simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların en
tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar
ya biz..."
'Zaman Gezmenleri' adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı
ayrıntılar bulunuyor:
"Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi'lerin şefi
Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve hayat
görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması
imkansızdı. Adolf Hitler'in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir
kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi 'Thule Örgütü' idi. Bu örgütün en
önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı.
1923 sonbaharında Münih'te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit
gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, 'İşte benim Hacer-
i Esved'im' dedi. Astronomik bilimin kurucularından Prof. Oberth'e
miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu
Houshoffer'e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi
rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem
dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti."
Thule'n son temsilcileri
D. Eckardt'la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred Rosenberg,
1920'lerde Hitler'i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir eğitime tabi
tutmuşlardı. Adolf Hitler'e Doğu bilgisinin gizemlerini, gizli dilini
ve konuşmayı öğreten Eckardt'tı. Öğretisini iki ayrı planda
yürütmüştü; gizli öğreti ve propaganda planları. Eckardt, 1923 yılının
temmuz ayında kurulan Hitler'in Nasyonel Sosyalist Partisi'nin yedi
kurucu üyesinden biriydi.
Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. Dünyanın
gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğu rivayet
ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel
taşlarını "insan psikolojisinin bilinmeyen yanları" ve "zaman
boyutları" oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları, Thule'un dünyadaki
temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana
getirerek, "üst zekalılarla" diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı.
Thule'un temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum
özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess'i kendi amaçları için
kullanmışlardı.
1926 yılında Berlin'de, Berlin ve Münih'e küçük bir Tibet kolonisi
yerleşti. Ruslar Berlin'e girişleri sırasında cesetler arasında
rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi
hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet'e heyetler gönderilmiş ve bu
1943'e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı
bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi
ve 14 Mart 1946'da Karl Haushoffer, karısı Martha'yı öldürüp, Japon
usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu,
Hitler'e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam
edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu:
"Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı."