DİSK ve Türk-İş, Türkiye’de işçi hareketinin bilinen iki ana “damar”ına, “akım”ına denk düşen iki büyük örgüttür. Ama Türkiye’de bir de kimsenin bilmediği, görmediği, görmek istemediği bir üçüncü “damar”, bir “dip akıntısı”, bir “gelenek” daha vardır.
Bu damarı bilinmezlikten çıkarmak, bu geleneği sürdürmek ve unutulmasına direnmek demokrasi ve sosyalizm için mücadele edenlerin görevlerinden biridir.
İsmet Demir, Necmettin Giritlioğlu, Kenan Budak gibi işçi hareketi önderleri ve sendikacılar bu üçüncü damarın izi sürülmeden ve bilinmeden anlaşılamaz.
Hiçbir şey gökten zembille inmez, hiçbir hareket bulutsuz gökte bir şimşek gibi çakmaz. Öyle gibi görülse de, olayların görünen yüzünün altına biraz inilince, derinden derine işleyen hiç umulmadık zamanlarda birden bire ortaya çıkan dip akıntılarının varlığı görülür.
“Damar”, “Gelenek” veya “Dip Akıntısı” gibi kavramları seçmemizin elbette bir nedeni var. Bu özellik elle tutulur gözle görülür değildir. Örneğin bir parti veya örgüt veya onun sürekliliği anlamına gelmez. Ama yine de örgütlere, kişilere, tavırlara, tutumlara yansıyan bir sürekliliğin, bir farkın, izi görülebilir.
Sanırım Alevilikteki “yol bir, sürek bin bir” deyişindeki “Sürek” kavramı, burada “damar” ile ifade etmeye çalıştığımız olguya yakın bir anlam taşıyor.
Benzer şekilde, Michael Löwy’nin Yahudilikteki Mesihçi ve Kurtuluşçu damarın izini sürerken kullandığı “Gönül Yakınlıkları” (“Wahlvervandtschaft”) kavramı da kastedilen olguya yakın; onunla akraba bir ilişkiyi tanımlıyor denebilir.
İşte bu yazıda bu izleri sürerek, üçüncü ve bilinmeyen bir damarın varlığı gösterilmeye ve unutulmaktan kurtarmaya ve ilerde bu konu üzerine çalışacaklara bir ipucu, bir varsayım sunmaya çalışılacaktır.
Bu damarlardan biri ve en bilineni, işçilerin haklarını korumanın, savunmanın ve geliştirmenin değil; işçileri devletin ve işverenlerin kontrolü altında tutmanın aracı olan “Devlet Sendikacılığı”, “Sarı Sendikacılık”, “Gangster Sendikacılık”, “Korporatizm”, “Gompersizm” denilen damardır.
Bu damarın esas olarak yirminci yüzyılda ortaya çıktığı söylenebilir. Türkiye’de Türk-İş bu damarın dolaysız temsilcisi ve dışa vuruşudur.
Diğer damar, işçilerin haklarını koruma, savunma ve geliştirmeyi hedefleyen, kendiliğinden işçi mücadelesinin ve bilincinin bir ifadesi olan, “Sendikalizm”, “Kendiliğinde İşçi Hareketi”, “Sınıf Sendikacılığı” olarak bilinen damardır. Türkiye’de DİSK bur damarın örgütsel ifadesi ve dışa vurumu olarak tanımlanabilir.
Bu damar aynı zamanda reformist sosyalist partilerin ve işçi partilerinin politik damarıyla iç içe geçtiği için “İşçi Hareketi” ve “Sosyalist Hareket” ile adeta özdeş de görülür. Kendiliğinden işçi bilincinin ve hareketinin ifadesi olan bu damar esas olarak 19. Yüzyılda İşçi hareketine egemen damardı. 20. Yüzyılda da ana akım olarak işçi hareketinde varlığını sürdürdü.
Ama bir de, hem işçi hareketinde, hem de sosyalist hareket içinde neredeyse hiç bilinmeyen, hiç dikkati çekmeyen, hep susuşa getirilmiş ama varlığı inkâr edilemeyecek bir üçüncü damar daha vardır.
Bu damarın varlığı görülmediği gibi ve biraz da tam bu nedenle, yani görülmediği veya görülmek istenmediği için bir adı bile yoktur.
Bu damara, işçi sınıfının genel ve tarihsel çıkar ve görevlerini öne alan; günlük mücadelesini bu genel hedef bağlamında yürüten damar diyebiliriz. Bu damar, yaratıcı, eleştirel ve devrimci Marksizm’le her zaman doğrudan bir bağlılık, bir ilişki, bir karşılıklı etkilenme ve kader ortaklığı içinde olmuştur. Biz buna devrimci ve sosyalist damar diyelim.
*
Sanayi devrimi ve Fransız devrimi neredeyse eş zamanlı olarak, 18. yüzyılın sonunda gerçekleşti, koca bir on dokuzuncu yüzyıl, Avrupa ve Amerika’da modern bir işçi sınıfının ve işçi hareketinin ortaya çıkışına sahne oldu.
Bütün bu 19. Yüzyıl boyunca işçi hareketine esas olarak ikinci damarın, yani kendiliğinden işçi bilinci ve mücadelesinin egemen olduğu bir dönem olarak bakılabilir.
Diğer iki damarın kökleri bu damardadır ve ikisi de bu damardan çıkmıştır.
Yirminci Yüzyıl’da Amerika’da ve neredeyse bütün Üçüncü Dünya’da egemen olacak olan birinci damar, yani sarı sendikacıların; devlet sendikacılarının damarı, 19. Yüzyılda henüz çok cılızdır, yok mertebesindedir veya görülmemektedir.
Bu yokluk, hem işçi hareketinin 19. Yüzyıl boyunca, henüz Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika gibi, klasik Uygarlıklara pek bulaşmamış; komünal geleneklerin güçlü olduğu dolayısıyla güçlü bir devlet geleneğinin bulunmadığı ülkelerde yayılıyor olmasıyla; hem de aynı zamanda kapitalizmin henüz emperyalizm aşamasına geçmemiş olmasıyla ilgilidir.
Bu dönemde, işçi örgütleri neredeyse tamamen yarı legal veya illegaldirler, işçi hareketi içinde bir bürokrasinin oluşmasına mümkün kılacak koşullar yoktur. İşçi hareketi, militan ve genellikle sosyalist görüş ve düşüncelerle iç içe geçmiş işçi önderlerinin çabalarıyla var olabilmektedir.
Burjuva devletler henüz işçi hareketini kontrol için devletin aracı olarak sendikalar örgütleyecek noktaya gelmemiştir. Diğer yandan devlet geleneği olan eski medeniyet beşiklerinde ise henüz kapitalizm gelişmemiştir ve işçi hareketi yoktur; dolayısıyla devletlerin de böyle bir ihtiyacı.
Böyle bir ortamda, devletin işçileri kontrol altına alabilmek için örgütlemesinin, yapılar ve ideolojiler oluşturmasının var oluş koşulları yoktur. Bu nedenle henüz Türk-İş gibi yapılar veya Gompersizm 19 Yüzyıl boyunca neredeyse yok mertebesindedir. Yirminci yüzyılla birlikte; emperyalizm çağına geçişle birlikte ortaya çıkar.
Bu akımın da kökleri sendikalist gelenektedir. Örneğin bu akıma adını veren Amerikalı Samuel Gompers, bir zamanlar İkinci Enternasyonal toplantılarına katılan; 1 Mayıs’ın işçilerin mücadele günü olması için karar tasarıları sunan bir tipik bir sosyalist eğilimli işçi önderi ve sendikacı iken; yirminci yüzyılla birlikte giderek bir devlet sendikacısına dönüşür.
Bu damar özellikle ikinci dünya savaşından sonda, Soğuk Savaş yıllarında CIA desteğiyle üçüncü dünya ülkelerinde de örgütlenmiştir.
Bir de, bugün neredeyse bilinmez ve yok sayılan üçüncü damar vardır. Bu damar, 19. Yüzyıl boyunca, sosyalist hareketin ve işçi hareketinin iç içe geçmişliğine de bağlı olarak, ikinci damarla bir arada ve iç içe ortaya çıkar ve 19. Yüzyılın ortasında, 1848’de ayrı bir damar olarak şekillenir ve yüzyılın sonuna kadar bu iç içeliği sürdürdüğü söylenebilir.
Bu damarın özelliği devrimci ve eleştirel Marksizm ve Marksistlerle iç içe, etkileşim halinde olmasıdır. Hem onlardan beslenir, hem onları besler. Marks-Engels’i besleyen ve ortaya çıkaran bu damardır; ama onlar da bu damarın işçi hareketi içinde şekillenmesini sağlamışlar; onu beslemişlerdir.
Bu damar bugün neredeyse dünya çapında yok olmuş gibidir.
Burada şunu ekleyelim ki, bu üç damar içinde de birbirine yatay geçişler ve bağlantılar vardır. Sendikalist damardan devrimci ve sosyalist damara geçişler olduğu gibi, devrimci ve sosyalist damardan da sendikalist damara geçişler olur.
Benzer şekilde, sendikalist damardan devlet sendikacılığına; çok nadir de olsa devlet sendikacılığından sendikalist damara geçişler olur.
*
Bu üç damarın izi Türkiye’de de sürülebilir.
En eski damar, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendiliğinden işçi hareketi damarı veya sendikalist damardır. Bu damar, ta Osmanlı dönemindeki ilk işçi örgütlenmelerine ve sosyalist örgütlere kadar gider.
Daha sonra Cumhuriyet döneminde, Üzeyir Kuran’lar, Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun Sosyalist Parti’si, Orhan Arsal’ın Demokrat İşçi Partisi, İbrahim Güzelce, Türkiye İşçi Partisi, Aybar, Boran Aren, DİSK gibi örgütler biçiminde varlığını ve sürekliliğini sürdürür.
Örneğin sendikalist Sorel’in kitaplarını Esat Adil çevirir ve yayınlar. Esat Adil’in yeğeni olan Orhan Müstecaplı, Kıvılcımlı’ya karşı, sürekli olarak Genel Grev ve Genel Direniş konusunu işler. Aynı çevrelerden ve eğilimlerden beslenen Kemal Türkler ve Kemal Sülker DİSK’in yöneticileri olurlar. İbrahim Güzelce 1974 sonrasında TKP’nin sendikalar içinde etkin oluşunun kilit isimlerindendir.
Diğer devlet sendikacılığı damarı, ta İttihat ve Terakki dönemine kadar gider. Bu damar Numan Usta gibi tek parti döneminin “İşçi Vekilleri” ile sürer.
1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ ve sendikalar kapatılınca, CHP’nin İşçi Bürosu’nda çalışan, daha sonra İnönü’nün hatıralarını anlatıp yazdıracağı ve MİT görevlisi Sabahattin Selek kapatılan sendikaların yerine devletin kontrolündeki sendikalar kurmak ile görevlendirilir. Sabahattin Selek Hürbilek diye bir gazete çıkarır. Yarı lümpen işçileri örgütleyerek sendikalar kurar. Bu kişiler daha sonra Amerikan sendikacılık okulundan geçerek Türk-İş’in başına geleceklerdir.
Bugün Türkiye'de neredeyse bütün işçi örgütlerine bu damarın çeşitli versiyonları egemendir. Bir zamanlar DİSK’in temsil ettiği, kendiliğinden işçi hareketi damarı iyice zayıflamış; kimi sendikalar içindeki muhalif hareketlerden veya küçük bazı sendikalardan ibaret kalmıştır.
Üçüncü damar ise artık neredeyse yoktur.
*
Üçüncü Damar her zaman Marksist kökenli partilerle ve bu parti ve hareketler içinde de eleştirel ve devrimci geleneği sürdüren Marksistlerle ilişkili olmuştur.
Bu damar Türkiye’de Hikmet Kıvılcımlı’nın ayak izleri üzerinden izlenebilir.
TKP esas olarak bir aydılar ve küçük burjuvalar hareketi olarak kalmıştır. TKP’nin “işçilerini oluşturanlar esas olarak Osmanlı döneminde Balkanlar’da radikalleşmiş ve sosyalistleşmiş Çingenelerdir. Cumhuriyetin ilk çeyreği boyunca, 1950’lerde gecekondular ve köyden şehre göç başlayıncaya kadar, TKP’nin işçi tabanını Çingene kökenli bu işçilerin oluşturduğu söylenirse pek mübalağa yapılmış olmaz.
TKP içinde ise Hikmet Kıvılcımlı işçilerle esas ilişkisi olan kişidir. Bu kişinin aynı zamanda neredeyse tek teorisyen olması; Marksizm'in eleştirel ve devrimci geleneğini sürdürmesi bir rastlantı değildir.
Tıpkı Marks-Engels’lerin işçiler ve işçi hareketinin kendiliğinden damarıyla da yakın bir iş ve güç birliği içinde bulunmaları ama aynı zamanda kendi farklı çizgilerini de vurgulamaları gibi; Hikmet Kıvılcımlı da hem kendiliğinden işçi hareketiyle sürekli bir ilişki içinde olmuş; hem de onun içinde devrimci ve sosyalist bir eğilimin sürdürücüsü olmuştur.
1960’lar öncesinden TKP’nin işçileri, Kerim Korcan, Osman Sercan gibiler hep bu damar bağlamında anılabilirler.
1960’dan sonra yükselen işçi hareketi içinde sendikalizmin sınırlarını zorlayan; giderek radikalleşen ve Hikmet Kıvılcımlı ile tanışıp ondan etkilenen İsmet Demir ve yine İsmet demir ile bağlantılı, ikisi de bu devlet tarafından öldürülmüş, Necmettin Giritlioğlu ve Kenan Budak yine bu damardan sayılabilirler
Kenan Budak belki de bu damarın son halkalarından biriydi. Onun öldürülmesinden sonra, bu damarın işçi hareketi içindeki etkisi neredeyse tükenmiş bulunmaktadır.
Etkisinin tükenmesi yok olduğu anlamına gelmez.
Muhtemelen ilerde işçi hareketinin yeni yükseliş ve radikalleşmelerinde bu damarın tekrar ortaya çıktığı görülecektir.
Bugünün dünyasında klasik sendikalist damarın giderek eridiği ve yok olma eğilimi gösterdiği; bütün sendikaların birer devlet kurumuna veya devletin uzantılarına dönüştüğü görülmektedir.
Bugünkü globalleşmiş dünyada ulusal devletler çapında işçi hareketi ve örgütleri ister istemez ulus ilkesine göre örgütlenmiş devletlerin işçileri kontrol altına alma aparatlarına dönüşmüş; devletin bir parçası ve uzantısı olmuş bir işçi örgütleri anlamına gelmektedir.
Sendikalist işçi hareketinin ayaklarının alındaki toprak kaymaktadır.
Artık işçi hareketi ya gerçekten devrimci ve uluslara karşı olmak; ya da ulus ilkesine göre örgütlendiği takdirde bir tür post modern Gompersizme veya Devlet sendikacılığına dönüşmek alternatifleriyle karşı karşıyadır.
Öte yandan bilgisayar ve internet tekniğindeki ilerlemeler, sendika bürokrasisine gerek duymadan örgütlenmeyi ve böylece sendikalizmin maddi temelinin ortadan kalkışını mümkün kılmaktadır.
Bu genel eğilimlere bakarak, gelecekteki işçi hareketinin artık uluslara karşı bir hareket biçiminde ortaya çıkacağını ve aynı zamanda bürokrasisiz ve doğrudan bir işçi örgütlenmesi biçiminde ortaya çıkabileceğini öngörebiliriz.
Bu şu anlama da gelir: artık ya devletin basit bir eklentisine dönüşmüş sendikalar ya da var olan devletlere karşı mücadelenin aracı olan işçi örgütleri ve hareketi.
Bu hareket geleceğe yöneldikçe geçmişe bakacaktır. Geçmişe baktığında ise kendisinin bu isimsiz damarın devamı ve mirasçısı olduğunu görecektir.
10 Temmuz 2014 Perşembe
Demir Küçükaydın
![]() |
Bu e-posta virüs ve zararlı yazılım içermez, çünkü avast! Antivirüs koruması devrede. |