"TÜRBANLA MÜRBANLA BİR YERE VARILMAZ, HERKES AKLINI BAŞINA TOPLASIN..."

3 views
Skip to first unread message

kontraergenekon.tr.cx

unread,
Oct 1, 2010, 3:51:57 AM10/1/10
to

...:::Ajans Medya Takip:::... Günün Manşetleri

Link to Ajans Medya Takip

“TÜRBANLA MÜRBANLA BİR YERE VARILMAZ, HERKES AKLINI BAŞINA TOPLASIN…”

Posted: 30 Sep 2010 12:20 PM PDT

CHP’yi ve genel Başkanını eleştirmeye devam edeceğim.

Önce şunu belirteyim, benim bu eleştirilerimden rahatsız olan bir kesim var. Ama genelde destekleyenler çoğunlukta. Bunu yorumlardan ve bana gelen yüzlerce iletiden anlıyorum.

Rahatsız olan kesime şimdi bir de şu açıklamayı yapma gereğini duydum. Böyle bir girişimle bizim amacımız, ne CHP’yi etkisiz bir duruma getirmek ne de onu AKP karşısında zayıflatıp, güçsüz düşürmektir.

Tam tersine doğru hedefleri savunan, doğru yolda ilerleyen ve kitleleri kazanmaya çalışan nitelikli bir partinin oluşumuna karınca kararınca katkıda bulunmaktır.

Eleştiri, özeleştiri devrimci harekette en güçlü silahtır. Partinin, parti yönetimlerinin yanlış uygulamalarını ve görüşlerini düzeltmesinde en geçerli yöntemdir.

İşte bunun için yüce Atatürk sabahlara kadar sofralarda tartışmalar yapar, görüşler alırdı. Savcı adının önüne “cumhuriyet” sözcüğünü ekleyebilmek için bile onlarca kişinin düşüncesine başvurmuş, sonunda “cumhuriyet savcısı”nın isim babası olan Esat Mahmut Bozkurt’un kanıtlarını uygun bularak onu kabul etmişti.

Bir partinin yığınlara öncülük yapabilmesi, onları doğru hedeflere yönlendirebilmesi ve hepsinden önemlisi iktidar olabilmesi için bu yöntemi kullanması şarttır.

Çünkü aslolan iktidar mücadelesidir.

CHP’nin yıllardan beri yaptığı gibi, muhalefette kalmak, muhalefete mahkûm olmak, devrimci mücadeleyi dört duvar arasına hapsetmek, direnişlerden ve eylemlerden uzak, her şeyi laf kalabalığı ile sadece konuşarak, eleştirerek çözümlemeye çalışmak, yani kısaca “sözde muhalefet”le yetinmek, vakit öldürmekten başka bir şey değildir. Bu ülkeyi Cumhuriyet yıkıcılarından, vatan satıcılarından kurtarmak istiyorsak eğer, iktidar olma mücadelesine halkımızla birlikte omuz vermek ve doğru hedefler saptamak zorundayız. Ancak bu yolla “sözde muhalefet”in yerine “gerçek muhalefeti” geçirebiliriz.

Mustafa Kemal’ler, Castro’lar, Chavez’ler önce düşünce planında ideolojilerini, hedeflerini belirlediler, sonra uygulama aşamasına geçtiler. Daha öğrencilik yıllarında Mustafa Kemal “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” demişti. Elbette sosyalist değildi o. Ama araştırıyordu. Yolunu yönünü bulmaya çalışıyordu.

Atatürk ideolojisini “tam bağımsızlık” ilkesi üzerine kurmuştu. Hedefinde emperyalist güçler vardı. Daha Samsun’a çıkmadan önce, düşman donanmaları için söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü, onun bu konudaki kararlılığını ortaya koyması açısından çok önemli bir ipucudur. Gerçekleştirmek istediği ikinci değişim ise saltanat ve hilafetin yerine Cumhuriyeti kurmaktı. Ne yaptığını, ne yapacağını çok iyi biliyordu.

Gideceği yeri çok iyi saptamıştı. Devrimin adresi belliydi. Bu düşüncelerini eylem alanına aktarabilmek için Anadolu’ya geçmesi gerekiyordu. Çünkü o bir eylem adamıydı. Gerektiğinde tüm resmi sıfatlarını, görevlerini, giysilerini fırlatıp atabilecek bir yapıya sahipti. Nitekim Samsun’a çıktıktan sonra da öyle yapmıştı. Hayatının her döneminde amacına ulaşabilmek için bu ilkeyi asla terk etmedi. “Hatay krizi” yıllarında Hasan Rıza Soyak’a söylediği şu sözler de onun bir eylem adamı olduğunu kanıtlıyordu:

“Eğer diplomatik yolla halledemezsem, yapacağım şey Cumhurbaşkanlığından hatta milletvekilliğinden istifa etmektir. O zaman resmi görevim kalmaz, sivil bir fert olarak Hatay’a gider tıpkı Samsun’a gittiğimde olduğu gibi milis kuvvetlerin başına geçerim ve bu uğurda savaşırım ama sonunda mutlaka başarırım…”

İşte Mustafa Kemal Atatürk’ü, Mustafa Kemal Atatürk yapan bu devrimci pratik, eylem anlayışıdır.

Onun ölümünden sonra CHP’yi ve bazı solcu kadroları devrimden koparan, emperyalizme ve gerici çevrelere yaklaştıran, ülkenin adım adım yarı bağımlı bir yapıya geçmesine duyarsız kalmasına neden olan bu Kemalist özelliklerin onlarda bulunmayışıdır…

Şimdi bir de günümüzün CHP’sine bir bakalım. Deniz Baykal’ın koltuğunu bırakmasından sonra bileğinin hakkıyla Genel Başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu olumlu bir rüzgâr yakalayarak ve halk desteğini arkasına alarak referanduma katıldı ama yaptığı bir dizi hata ve söylemle en az yüzde 4 – 5 oranında oy kaybına neden oldu. Yanlışlarını sürdürmeye devam ediyor.

Peki, bugün ne var gündeminde? “Türban, genel af, cemaate saygılı olmak…”

Varsayalım, öğrencileri türbanla okullara soktuk. Okumalarını sağladık. “Hayır, duası” aldık ve görevimizi yerine getirdik. Peki, tüm Türkiye’deki bayanların özgürlüğünü nasıl sağlayacağız? Kadınları köpekle bir tutan şeriatçı anlayışını nasıl yok edeceğiz? Üç karılı, dört karılı milletvekillerini ne yapacağız? Sen ondan haber ver bize… Sanki Türkiye’nin başka sorunu kalmamış gibi türbanla, cemaatle, genel afla yatıp, onlarla kalkmak bir çözüm müdür. Üstelik İktidarın ve halkın bu sorunları gündemden kaldırdığı bir sırada…

“Türbanla mürbanla bir yere varılmaz, genel afla, menel afla, cemaatlere, Fethullah Gülen’e saygılı olmakla bir yere varılmaz. Herkes aklını başına toplasın…”

Bu ülke yedi düvele karşı kanla, canla, başla savaşarak bağımsızlığını kazanan ve 1923 Cumhuriyet devrimini gerçekleştirerek, Türkiye Cumhuriyetini kuran bir ülkedir. Yüce Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesidir.

Ne diyor o büyük adam, ‘Efendiler ve ey millet, iyi biliniz kiTürkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, sayfa 217)

“Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyidlerin, çelebilerin, babaların, dervişlerin arkasında sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara, talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan oluşan bir kitleye, uygar bir millet gözüyle bakılabilir mi? (Nutuk II, 15–20 Ekim 1927)

Ey Kılıçdaroğlu vatan elden gidiyor, vatan! Hükümet barzani’lerle, Talabani’lerle, bebek katilleriyle, yani iki paralık adamlarla ülkeyi bölme çalışmaları yapıyor. Federasyon gündemde. ABD, AB ülkeyi parçalamak, Sevr’i tarihin tozlu raflarından çıkarmak için kolları sıvamış. Neden bu konuda tek laf etmiyorsun?

Emniyet müdürleri tutuklanıyor, gazeteciler, sendikacılar, generaller, bilim adamları hâlâ suçunu bilmeden zindanlarda yatıyor. Neden bu konuların peşini bıraktın. Neden milletvekillerin artık duruşmalara katılmıyor?

İnsanlar aç, işsiz… Önce bu konuları konuşalım. Bu sorunlara bir çözüm bulmaya çalışalım.

Ne anayasa, ne babayasa ne de AB’ye girmek kimsenin umurunda değil.

CHP’nin görevi Türkiye’nin acil sorunlarını bir yana bırakıp Avrupa’lara koşmak mıdır?

Aklımızı başımıza toplayalım…


Ali ERALP


Cemaatleşme!

Posted: 30 Sep 2010 12:09 PM PDT

Cemaatleşme deyince ilk akla gelen, dini cemaatler oluyor.
Ve bunların siyaset ile devlet içindeki uzantıları...
Ancak, ülkemizdeki cemaatleşme bununla sınırlı değil.
Hemen her alanda, en az dini cemaatler kadar yaygın bir cemaatleşme söz konusu.
Nedense bunlar hiç gündeme gelmiyor ve bu yüzden faaliyetlerini, amaçlarını gerçekleştirerek sürdürüyorlar.
“Medya cemaati”

Dün, öğleden önce bir haber kanalında eski bir genel yayın yönetmenini (GYY) izlerken düşündüm.
Bu eski ve ünlü GYY, morali bozuk biçimde konuşuyor, neredeyse kıvranıyordu.
Güya, topluma egemen olan hoşgörüsüzlük, hukuk dışılık, mahalle baskıları ve siyasi egemenlerin bireysel özgürlükler üzerindeki baskısından yakınıyordu!
Bilmesek, vaktiyle birlikte çalışmamış olsak ya da akıp giden yaşamdan kopuk olsak inanacaktık!
Oysa, kendisi bile, güçlü olduğu dönemlerde hem gazete içinde bir “iç cemaat”, hem de Babıâli’de “dış cemaat” oluşturmuştu.
Kendisine biat eden gazetecileri koruyup kolluyor, meslekle ilgisi olmayanları parlatmak için olmadık numaralar icat edip, uyguluyordu.
Şimdi çıkmış, haktan hukuktan ve özgürlüklerden söz ederek, ağlıyor.
Benden taraf ol, bitaraf olma!
Bu “medya cemaatleri” yalnızca adını anmadığım bu eski GYY’nin çevresinde değildi.
Bizim basın çevremizde, medyanın merkezi İstanbul’da çok yaygındır.
Gazetelerde yazan köşe yazarlarına, televizyonlarda program yapanlara dönüp bir bakınız.
Büyük bir çoğunluğu “kendi adamları” dır. (Değerli meslektaşlarımı muaf tutuyorum.)
Parayı (ya da pastayı) kendi aralarında paylaşmaktan, birlikte seyahat etmekten, birlikte aynı fıkralara gülmekten çok hoşlanırlar!
Onlar için “iyi gazetecilik” değil, “bizden gazeteci” olmak önemlidir.
Onlardan biri işinden olursa ağlarlar, onlardan biri gak derse manşet yaparlar, onlardan biri kitap yazarsa övgüler düzerler, birbirlerini yağlayıp ve zamanı gelince de ağlayıp dururlar.
Ama canını dişine takıp gazetecilik yapanlar onlar için  “görülmemesi gereken”  gazetecilerdir. Milyon dolar (şimdiki yeni TL ile 700-800 bin TL) almayan gazeteciler onların cemaatine giremez!..  Onlar bir kere atılır, cemaat dışındakiler bin kere. Ama bunu da görmezler.
Şimdi bu noktadan yine o eski GYY’ne gelelim.
Vaktiyle, bugün yakındıkları iktidarın ekmeğine yağ sürerler, patronun gözüne girip, post kapabilmek için “İktidarı en çok ben yağlarım. Patron bak, başbakana en yakın benim” diye birbirleri ile yarışa girerler.
Sonra da sıkıntıya girince, çıkıp, bizim gibi cemaat dışındaki gazeteciler için âdeta sözcü kesilmeye kalkarlar.
Çünkü, kendi yalnızlık labirentlerinde aradıkları manevi desteği, bu kez bizleri kandırarak bulacaklarına inanmak isterler.
Haydi başka kapıya. Ya da alışkın olduğunuz kapıya...
Bu “din dışı cemaatleşme” sadece medyada değil, diğer pek çok alanda da var. Reklam dünyasında, sanat dünyasında, iş dünyasında v.s.
Hepsi önemli birer incelemeyi ve hatta araştırılmayı hak ediyor doğrusu.
Orgeneraller Şahinkaya ve Bitlis..
Geçen yazımda, Turgut Özal’a yapıldığı iddia edilen Kartal Demirağ suikastına değinmiş ve ardından sözü Orgeneraller Tahsin Şahinkaya ile Eşref Bitlis’e getirmiştim.
Gazeteler manşet atıyor, televizyonlar  “ilk biz konuştuk”  diye caka satıyor.
Yalan ve eksik.
Habertürk Televizyonu  “Şahinkaya’yı 30 yıl sonra ilk biz konuşturduk”  dedi. Oysa, 1986 yılı yazında Şahinkaya ilk kez bana konuşmuş, bu Hürriyet Gazetesi’nde sürmanşet olmuş ve ben o haberle hem yılın gazetecisi ödülünü, hem de gazete içindeki en yüksek para ödülünü kazanmıştım.
Eşref Bitlis’in öldürülmesi konusunda ise,  “Olay yeri savcısının ilk kez konuştuğunu”  yazan gazeteler var.
Bu da yanlış.
Ceviz Kabuğu’nun sürekli izleyicileri, bu konuda benim kimleri nasıl konuşturduğumu, hangi bilgileri topluma sunduğumu arşivden bulabilirler.
DEĞİRMEN
Gerçeklerin cemaati olmaz...


Hulki Cevizoğlu

Yeniçağ


‘Yat’ işlet devret

Posted: 30 Sep 2010 11:12 AM PDT

Küreselleşmedir aslında bu...
Çaça, Rus.

Orospular, Ukraynalı.
Müşteri, Kazak.
Alışveriş, ABD dolarıyla.
Kiracı, Irak’ta.
Bandıra, Türk.
*

E bandırır tabii adam.
*

Ve, hâlâ deniyor ki:
“Savarona’da fuhuş yapılmış!”
Ya ne yapılacaktı birader...
Balıkçılık mı?
*

Araplar da kiralıyor ha bire...
Mevlit mi okuyorlar dersiniz?
*

İşin külfet boyutunu defalarca yazdık, alt tarafı 900 bin dolar civarında yıllık masrafı var; devlet için çok cüzi bi rakamdır, ayıptır... Mesela, çıkarıp şak diye 12 Dev Adam’a ödenen ikramiyeyi ver, 25 senelik bakımını kurtarıyorsun... Valilerin garajında duran ikinci üçüncü makam arabalarından vazgeç, 100 senesi bedavaya gelir. Benzini kıssan bile, yeter.
*

İşin vizyon boyutu vardır.
Sadece “hatıra” değildir Savarona.
Üzerinde pek durulmayan detaydır.
*

Bakın, bi tane özel şirket kurdu Mustafa Kemal... Taaa 1924’te, Türkiye İş Bankası’nı... Forbes’un son dünya sıralamasına göre, bugün bile hâlâ, Türkiye’nin en değerli varlığıdır.

*
Yani?
Siyasi-askeri dehası üzerine binlerce kitap yazılmıştır ama, aynı zamanda, “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en vizyoner patronu”dur Mustafa Kemal.

*
Savarona’ya dönersek...
Yavuz jilet oldu. Nusrat maket... Bandırma vapuru hurdacıya satıldı. Kurtuluş Savaşı’nda silah taşıdığı için Gazi unvanı alan Alemdar’ı duba yaptılar.
Savarona’dan önceki makam yatı Ertuğrul, artık tencere, tava... Çanakkale’de Goliath’ı batıran Muavenet-i Milliye, dökümcüye gitti. Hamidiye zırhlısı kiloyla verildi. İlk ve son transatlantiğimiz Gülcemal’den trafik levhası yaptılar.
*

Elbette emanete hıyanet vardı ama, aynı zamanda, yanlış yatırımlardı...
Ömürleri kısaydı.
*

O güzel adam ise, hayatı boyunca, bi tek oyuncak aldı... 72 sene geçmesine rağmen, hâlâ, günlüğü 50 bin dolardan kiralanabilecek kadar değerli Savarona.
Almaya kalk, ilk fiyatının 50 katı.
*

Vizyoner yatırımıdır çünkü.
*

Ve, eminim ki, önceki gece Anıtkabir’in avlusunda volta atarlarken gülümsemiştir, “İster misin çok değerlendi diye, burayı da TOKİ’ye versinler İsmet!”


Yılmaz Özdil

Hürriyet


BU YAZIYI SİZ İSTEDİNİZ

Posted: 30 Sep 2010 10:51 AM PDT

Ergenekon Davası sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin savunmaları kamuoyunda yakından takip ediliyor. Çelebi geçtiğimiz hafta mahkemeye 195 sayfa olan savunmasını okudu. Odatv okurları da bizden o savunmayı günlerdir yolladıkları postalarla istiyor. O savunmada Çelebi’nin son sözleri olan ve “Özgürlük Konuşması” başlıklı yazısını yayınlıyoruz:

Savunmamın bu son kısmına başlarken bu ülkenin aydınlık geleceğini karartmak ve Türkiye Cumhuriyetini buhranlara sokmak adına şehit edilmiş komutanlarımızı, askerlerimizi, vatandaşlarımızı ve aydınlarımızı saygı ve hürmetle anmak istiyorum.

Bu ülke daha nice komutanlar, askerler, daha nice aydınlar,vatanına ve milletine bağlı daha nice nesiller yetiştirecektir. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ve hiç kimse gelecek adına umutsuzluğa kapılmasın.

“Özgürlük Konuşması” adını verdiğim bu son bölümü bitirdiğimde Türk adaletinin değerli, adil ve haktan yana olduğuna inandığım, buna bütün kalbimle inanmak istediğim hâkimleri karşısında görevimi bütünüyle ifa etmiş olacağım. Geç de olsa yapabildiğim savunma görevimin eksiksiz olarak yerine getirildiğinin çok iyi algılanmasını, adaletin geç de olsa tecelli etmesi için benim üzerime düşen her şeyi yaptığımın çok iyi anlaşılmasını istiyorum.

Savunmamda bütün noktaları açıklıkla dile getirerek, iddiaların ne kadar kof ve ne kadar gerçeklerden uzakta olduğunu tüm ayrıntılarıyla anlattım. Yine de bu bağlamda, bir kez daha iddia makamına ve yüce heyetinize çağrıda bulunuyorum: Bana aklınıza, yüreğinize ve sezginize gelebilecek bütün soruları sorun. Hakikat ve doğruluktan sapmaksızın sorularınızın benim öncelikli sorumluluğum olduğunu ilan etmek her şeyden önce benim insanlık görevim, namus borcumdur.

Sorularınız sorumluluğumdur!

İnsan olmanın büyük anlamına ve yüceliğine kara çalmak, insan olmanın sorumluluğuna, insan olmanın değerine gölge düşürmek benim için en büyük talihsizlik, en büyük yara ve en büyük gurursuzluk olacaktır. Adalet için, gelecek için, sorumluluk için insan olana, insan olan bana sorun:

İnsanlık ve adalet adına, bütün şüphelerden arınana dek sorgulayın beni!

Benim gördüğüm saf hakikati, suçsuz olduğum hakikatini siz de görene dek sorgulayın beni!

Ve mahkemenizden talebimdir: Mahkeme bu iddianamenin yarattığı toplumsal cinnet ve korku karşısında sessizliğini bozmalı ve hakikatin bütün ağırlığını yüklenerek adaleti daha fazla vakit kaybetmeksizin ortaya çıkarmalıdır.

Mahkeme için en talihsiz olan size hiç yaklaşamasın diye, tarihin bu toplumsal cinneti yazacağı zamanlar kötü yorumlar Türk Milleti adına karar veren heyetinizden fersah fersah uzak olsun diye bunları söylemeyi size karşı bir borç ve gönüldaşlık sayıyorum.

Hepimiz insan olarak adalete ve doğruluğa borçlu olarak doğduk ve bu dünyadan bu borçları ödeyerek ayrılmak bir insan için en büyük teselli olacaktır. Ben bu anlayışın naçizane bir yolcusu olmaktan onur duyuyorum.

“İDDİANAMEYE GÖRE VATANI SEVMEK SUÇ!”

Sayın Başkan, Değerli Heyet,

Bu iddianameye göre başarılı olmak, Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı olmak, insanlara Nutuk okumalarını salık vermek, vatanını karşılıksız sevmek, o uğurda ölümü göze alarak yaşamak suçtur.

Hiçbir belgeye, sahici bilgiye, gerçek tanıklığa ve somut durumlara sahip olmadan ortaya atılan suçlamalar büyük bir insafsızlığın, gerçeksizliğin, özensizliğin ve hukuksuzluğun eseridir.

İnsanların hayatının böylesine kolay, böylesine adaletten uzak, böylesine dedikodu ve spekülasyonlara dayalı bir biçimde harcanıyor olması, insanın özel hayatının tüm çıplaklığıyla böylesine açığa çıkarılıyor oluşu karşısında insan nasıl olur da titremez, nasıl olur da kendinden geçmez! Nasıl olur da insan, insanlığından utanmaz!

Bu iddianameye göre insanın coşkulanması, insanın öfkelenmesi, insanın hiç kimseye ama hiç kimseye zarar ve ziyan vermeksizin, hiçbir hukuksuzluğa neden olmadan gençlikten gelen coşkuyla haykırması, fikirlerini paylaşması, öğrenme kaygısı taşıması suçtur.

İnsan değil midir ki heyecan ve merak duydukça gelişen, öğrenen, kabalıklarından ve taşkınlıklarından sıyrılarak olgunlaşan ve dinginleşen? İnsan değil midir ki yaşadıkça, duyarlılık gösterdikçe daha fazla insan olan!

Kimi açılardan insani hatalar olarak görülebilecek durumları her halükarda suçlayıcı ve iyi niyetten uzak bir şekilde yorumlamak; insanın zamanla kendisinin düzelteceği yanlışlarının kendi kendine farkına varmasını her durumda engellemek ve onu bir azap çemberi içerisinde acılarla çevirmek, sanığın lehine olabilecek açık gerçekleri gizlemek bu iddianamenin en büyük hünerlerindendir. Ama bu hünerin getirdiği lanete karşı durmak boynumun borcudur.

Bu iddianameye göre insan gözleri kör, kulakları sağır, herkeslerden uzakta, göklere yakın bir kaya olmalıdır. Sopsoğuk ve duyarsız olmalıdır. Yalnız, değersiz, ideallerinden uzakta, heyecansız ve insan olmayı unutmuş bir taş parçası olarak düşünmekten ve sorgulamaktan kendisini alıkoymalıdır. Ama asla unutulmasın bir gün o soğuk taş adaletin taşı olarak adaletsizlik ve hukuksuzluk yapanların başına düşecektir.

Bizler, suçlarımız için, hukuku çiğnediğimiz ya da yasaları ihlal ettiğimiz için burada değiliz. Düşüncelerimiz ve değerlerimiz için buradayız, düşüncelerimizi ve değerlerimizi hukukun bütün zeminlerinde savunmak cumhuriyetin, demokrasinin ve fikir özgürlüğünün tabii sonucudur. 

UTANÇ VERİCİ İDDİALAR

Hukukun bize tanıdığı haklar çerçevesinde fikirlerimizi savunmak bizim en temel hakkımızdır.

Bu hak insanın kendisinden başka hiç kimseye devredilemez, bu hak gasp edilemez. Bu hak hukuk maskesi altındaki hukuksuzluğa alet edilemez. Bu hakkı çalmak, insanın hakikatini çalmaktır.

Benimle ilgili iddialara bakıyorum. Ben okumaktan, oradaki sözcüklerle birlikte anılmaktan utanç ve yas duyuyorum.

Dostluk ve arkadaşlık ve aile ilişkilerini hayali bir örgütün organizasyonuna çeviren bu mantıktan ürküyorum.

Bilinsin: İnsanlar dost oldukları, bir şeyler öğrenmeye çalıştıkları başka insanların elleri, ayakları, emir kulları olmazlar. Ben hiçbir zaman olmadım, olmayacağım da. Başkaları ne düşünürse düşünsün ben kendimim, özgür iradeye sahibim ve o iradeyi her şeyin üstünde gören bir bireyim.

Herkesin kendine özgü algılama, çeşitli süzgeçlerden geçirme, farklı etkileşimler içinde olma, farklı değerlendirme ve yorumlama biçimleri vardır. Herkes başka başkadır.

Bu iddianame, hukuksuzlukları hukuka bulaştırmak suçunu işlerken, her insanın bambaşka bir dünya olduğu hakikatini de gizlemiştir. Bu hakikatin gölgesinde belirtmek isterim ki, ben Türk Silahlı Kuvvetleri dışında hiç kimseyle herhangi bir emir komuta zinciri içerisine girmedim, girmeyeceğim de. Askerlik yeminimden asla ayrılmadım, asla ayrılmayacağım.

Bu iddianame için farklı insanlar yoktur. Yalnızca suçlu insan vardır. Hepsi bir diğerinin aynısıdır, yalnızca istenen cezalarda ayrılırlar. Bu iddianame farklılıkları, diğerlerinden ayrı düşünceleri, bambaşka duyguları, değerlendirme ve yorumlama biçimlerini saklamak, hakikatin sesini kısmak için yapmadığı şey kalmamıştır. Ama hakikatin sesi kısılamaz, insanlar hayali bir örgüt senaryosu adı altında tektipleştirilemez.

Bütün insanlara, çevreme hangi nezaket, saygı ve görgü çevresinde davrandıysam, hangi iyi niyet ve saf duygular içerisinde davrandıysam buraya gelmeden önce tanıdığım insanlara da o duygular ve ilkeler içerisinde davrandım. Bizim suçumuz olsa olsa düzgün, doğru ve saygılı insan olma suçudur.

Bu iddianame bütün bu karanlıkların yanında insanlığın ideallerinden, düşlerinden,heyecanlarından, insanın bilgi ve bilim yolculuğundan uzakta konumlanmıştır.

TERÖRLE MÜCADELE EDENLERE “TERÖRİST” YAFTASI

Genç olmak ne demektir, genç olmak, henüz heyecanlı, dipdiri, idealist ve geri-adım atmaz olmak demektir.

Devrimlere sahip çıkmak ne demektir bilmez görünmektedir bu iddianame.

Atatürk’ün cumhuriyeti neden gençlere emanet ettiği çok açık değil midir?

Sanırım gözleri görmez kulakları duymaz yürekleri atmazlar için hiçbir şey açık değildir. Bu iddianame açık olan bir göğü bile karanlıklaştırabilir, bu iddianame Atatürk’e layık olmaya çalışan gençliğe kötü gözle bakabilir. Ama hiçbir şey ama hiçbir şey terörle mücadele ederken bize terörist yaftası yapıştırılmaya çalışılmasından daha ağır gelemezdi. Bunu şiddetle ve esefle reddediyorum.

Sayın Başkan Değerli Üyeler,

Hukuk, suçu konu olan somut olayların nedenlerini ve sonuçlarını açıklıkla ortaya koyan ve gerçeğe uygunluk taşıyan durumların adaletle değerlendirilmesi işidir. Şüphesiz bu işi en iyi sizler bilirsiniz.

Bu değerlendirme gerçekle, olmuş olanla, olmuş olanın nerede, nasıl, ne zaman ve kimlerle olduğuyla yakinen ilgilenir. Bu en temel soruların yanıtları ortaya konmadan bir suçlama yöneltilemez, bir iddia düzenlenemez. Ama ne kadar ustaca ve kurnazca hazırlanırsa hazırlansın hiçbir insanoğlu, hiçbir hukuk adamı olmayan gerçeği yaratamaz, olmayan gerçeği konuşamaz, olmayan gerçekle suçlama yöneltemez.

Bu iddianamenin bu kadar muğlak ve boş söz içermesi boşuna değildir çünkü bu iddianame gerçeklerle değil üretilmiş sahte gündemlerle, siyasi meselelerle meşguldür.

Oysa adalet, oysa hukuk gerçeğe sadakatin en yüksek ve en şerefli biçimidir. Hukukun temel metinlerinden bu yana, Roma Hukuku’ndan bu yana hep böyle olmuştur.

Hukuk insanlığı yükseltmek, insanca ve adilane yaşamını temin etmek için vardır; insanlığı yalanın sivrisinekleriyle çevrelenmiş bataklıklara mahkûm etmek için değil.

Bu iddianame insanların üzerine yalanın üniformasını zorla giydirmiştir. Ama bu sahte üniforma yalnızca bedenleri örter, ruhları değil.

Büyük çoğunluğunu hayatım boyunca tanımadığım, burada tanıştığım insanların oluşturduğu bu sahte örgütün sahte görüntüsü elbet bir gün yok olacaktır.

Tarih boyu böylesi zulümler, hukuksuzluklar yaşanmıştır. Ama unutulmasın ki gerçekler sadece belirli bir zaman boyunca saklanabilir.

Adalet gün gelecek ve bu üzerine yapıştırılmış süslü ve görünüşte pek dolu maskeyi, bu hukuksuzluğu yırtıp atacaktır. Bundan adım gibi eminim.

“İTHAM EDİYORUM!”

Sayın Başkan, Yüce Heyet,

Sizden gerçeğe sadakati talep ediyorum ve olmamış şeyleri hayali fikirler ve kurgularla olmuş göstermek için çabalayanları da huzurunuzda itham ediyorum. Hem gerçekleri çarpıtıp yok ettikleri hem de böylesine doğrulardan uzak iddialarla benim için hayali bir yöneticilik yarattıkları için itham ediyorum.

Ben bu iddianamede anlatılan kişi değilim, ben bu iddianamede iddia edilen o hayali örgütün hiçbir yerinde değilim. Benim hiçbir yerin sorumlusu olmak gibi bir görevim asla olmadı.

Ben, “nasıl, nerede, ne zaman ve kimlerle” gibi en temel hukuki sorulara bile yanıt vermekten aciz bu iddianamenin neresinde olabilirdim ki!

Haykırıyorum ben bu iddianamenin hiçbir yerindeyim.

Tahliye kelimesini kullanmak bile istemiyorum çünkü bir annenin evladını beklemesi gibi beklerken özgürlüklerimizi, yaşadığımız her hayal kırıklığında daha da uzaklaştık o kelimeden. Soğuk duvarlar, ıssız geceler, iç-çığlıklar, hıçkırıklar girdi o kelimeyle aramıza.

Dışarıda olması gerekenler buradayken bizim için o kelime her gün biraz daha anlamını yitirdi. O kelime gözyaşı, o kelime hüzün, o kelime keder ve haksızlıkla özdeşleşti. O yüzden şahsım adına zaten benim olan tertemiz özgürlüğü talep ediyorum.

İnanıyorum ki özgürlüğümü duyurabileceğim doğru kişi ve doğru yargıçlar var.Sizlere soruyorum bedenimin efendileri sizler değil misiniz?Sürgünümün ve zincirlerimin sahibi sizler değil misiniz?Sizin buyruğunuzla ve dilediğiniz zaman,bütün bunlardan ve zavallı bedenimden vazgeçeceğim.

Sizden görevime layıkıyla geri dönebilmek için suçsuzluğumu talep ediyorum.

Çünkü bilincimin her zerresinde, bilinçdışımın her anında bile bu suçsuzluk, bu masumiyetin hakiki kalbi atıyor.

Kendime ve suçsuzluğuma duyduğum inanç, gerçeklere ve yaşanmışlıklara duyduğum inançtır.

“MERHAMET DEĞİL ADALET İSTİYORUM”

Generallerin üye olduğu, teğmenlerin yönetici olabildiği bu hayali musibette; bu insafsız, izansız ve mantıksız kötülükte; hayatın bütün akışına ters bu organizasyonda temiz, dürüst, aydınlık ve şerefli insanların yeri olamaz.

Benim bu vatana layık olmak, Atatürk’ün ilkelerine bağlı olmak ve kendimi en iyi şekilde yetiştirmekten başka bir derdim olmadı. Özgürlüğümüzün elimizden alındığı, adeta tutsak edildiğimiz tutukevinde bile yaptığım en temel iş kitap okumak, okumak, okumak oldu. Bu anlayışın, böylesine bir hayat anlayışının neresinden terör çıkartılabilir ki!

Gerçek ve hakikat adına, en önemlisi hukuk adına bana doğduğumdan beri en temiz duygularla, en temiz düşüncelerle taşıdığım suçsuzluğumu, masumiyetimi ve saflığımı geri verin.

Namusu olan subayının muzır addedilmesine seyirci kalmayacak mahkemenizden ne merhamet, ne müsamaha istiyorum.Türk milleti adına,vermekle mükellef olduğunuz adaleti talep ediyorum.

O zaman tıpkı sözde örgütün sözde yöneticisinin yani benim yöneticiliğimin altına sözde üye olarak yazılan ve tahliye edilerek şu an görevlerinin başında olan can yoldaşlarım gibi, diğer teğmenler gibi kutsal görevime döneceğim ve burada bize reva görülenleri kalbime taş basarak ve zihnimi en büyük güçle teselli ederek atlatacağım. Ve elimden gelen bütün güçle gerçek teröristlere karşı canımı siper edeceğim.

Sayın Başkan,Yüce Heyet;

Haksız yere ceza da alabilirim, bu sadece çok sevdiğim askerlik mesleğinden ayrılmam, üniformamı çıkarmam sonucunu doğuracaktır.Olsun,Vatan sağ oldukça bu şerefli rütbeleri takacak Türk evlatları yine bulunur. Rütbe ve refahımızı bu aziz millet ve ülkeye borçlu olduğumuz namus görevimizi yerine getirmek için bırakabilecek karakterde olanlardanız.Çünkü bu millet,bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin yıkıntısı altında herkesin şerefi paramparça olur.Ne olursa olsun değişmeyecek bir şey vardır.O da, üniformamı çıkarsam da ben M.Kemal'in askeri olmaya devam edeceğim.Çünkü bu bir üniforma,rozet meselesi değildir ruh meselesidir.

Sonuç ne olursa olsun bizim duracağımız yer değişmez.Biz M.Kemal'in askeriyiz. Biz bir servet sahibiyiz.M.Kemal'in yolunu temiz,izini taze tutacağız,bu uğurda ödeyeceğimiz her bedeli,her tazminatı şeref sayarız.

Beni mahkum edecekseniz özgürlüğe mahkum edin.Çünkü özgür olan bütün evrenin yükünü omuzlarında taşır.Ben milletin evlatlarına faydalı olacağımı biliyorum.Sizden bu sorumluluğu talep ediyorum.

Önemle bilinmesini isterim ki:

Üst düzey yöneticilerinin tutuksuz, üyelerinin aylardır tutuklu bulunduğu bu hayali musibetin izansız tahliye koşullarında;

Öncelikle hastanede olup yüksek hayati risk taşıyan Değerli Bilim Adamı Sn.Prof.Dr.Mehmet Haberal’ın, Komutanım E.Tuğgeneral Levent Ersöz’ün, sonrasında bayan tutukluların, sonrasında bu devlete liyakatle,kahramanca hizmet etmiş komutanlarımın tahliyelerini kendi özgürlüğüme tercih eyleyeceğimi mahkemenize arz ederim.

Eminim ki,Türk milleti bu acı imtihandan şerefli neticelerle çıkacaktır.Türk hukuku yurtseverliğin aşağılanmasına göz kulak olmayacaktır.Türk yargısı Türkiye’ye,Türklüğe,Atatürk’e,Türk Ordusuna karşı düşmanlık güden,aşağılayıcı bir psikolojik savaşın aleti olmayacaktır.Her tür adaletsizlik,partizanlık,yolsuzluk hukukla yok edilecektir.Ve yaşananlar ,Türk milletine uyanış vesilesi olacaktır.

Ancak şimdi aldatılmış olanlara,uyarı ile doğru yolu görebilecek olanlara hitap ediyorum.Türk milletinin evlatlarının arasına fitne,fesat ve münafıklık sokulmuştur.Bir an için olsun hakikati görmekte tereddüt edenlerden istifade ile şu an burada bulunuyoruz.Bu bugünün küçük bir baş dönüşüdür.Ancak hemen uyanılmazsa düşmanlara vereceği fırsatın neticeleri itibariyle yarını büyük bir hataya,cinayete dönüştürecektir.Tarih,talih bizleri gerçeği görmeye davet ediyor.Beni mahkum da etseniz hatalarından dönerek Türk Milletinin yanında olmaya karar verenlere hiçbir düşmanlık beslemeyeceğim.Bizi çürümeye yollayacağınız yerden çıktığımda gidip onların,Türk Milletinin yanlıştan kurtulan evlatlarının elini tutacağım ve düşmanın oyununu bozacağım.Çünkü o zaman geçmiş unutulmuş olacak ve gelecek başlayacaktır.Ben inanıyorum ki bizi bize mahvettirmekten ibaret olan plan,sizlerin ve milletimizin hakikati ayırmaktaki basiret ve uyanıklığı ile başarısız olacaktır.

KARANLIK SENARYOLAR VE GERÇEKLER

Şimdiyi geleceğe bir bedel olarak yaşıyoruz.Güzel günler için.Şairin dediği gibi;

“Ogünler gelecek,

Dünyada yaşayan her bir can

Gözlerindeki ışığı bir diğerine uzatacak

Ve bir daha umudu katledilmiş bir çocuk ağlamayacak

O günler gelecek

Yüreğini sevdasına kurban edenler

Bir daha zemheri ayazına dönmeyecekler

O günler gelecek

Biz göremesek de yedi nesil ötesi çocuklar

Mezar taşımızdan

Yani alnımızdan öpecek

Ve dosta düşmana göstere göstere

Toprağın yufka bağrına

Birkaç damla

Ahde vefa

Sevinç gözyaşı dökecek

O günler gelecek”

İşte “o günler” uğrunda benim başıma gelecekler önemsizdir.Bensiz millet büyüklüğünden bir şey kaybetmez.Fertler pek fazla bir şey ifade etmezler.Ama yarın Türk milletinin başına gelecekler küçümsenemez. Önümüzde duran asıl mesele budur ve sorumluluk sırası benden size geçmiştir. Yüksek huzurunuza arz ettiğim hususların adli makamınızca tetkiki neticesinde takdirinizin lehime olacağına şüphem yoktur

Gerçeklerin, adaletin ve hukukun; karanlıkları ve hayali senaryoları delip geçercesine tıpkı bir güneş gibi doğacağı, şu an belki bizim uzağımızda görünen o kesin, o sarsılmaz, o katı ve doğru, o haktan yana günden, o günün şafağından yüce mahkemeye en derin ve kalbi selamlarımı gönderiyorum.

Bilinsin ki ben o şafakta doğdum, o şafakta yaşıyorum ve o şafakta öleceğim.

Ebedi önder "Vazifem ben toprak olduktan sonra da devam edecektir."demişti.

Mustafa Kemal o şafaklarda,yükseklerdedir ama bacakları halen duyarlıdır.Yere değdirmese de bizim gibi şerefli Türk Subaylarının,şerefli Türk Gençliğinin başlarına basa basa,omuzlarına basa basa ileri atıyor adımlarını,yürüyecek.Yürüteceğiz O’nu.O bu topraklarda hiç kaybetmedi.Yine kazanacak!


Odatv


YSK SANDIK SONUÇLARINI NEDEN AÇIKLAMIYOR

Posted: 30 Sep 2010 10:29 AM PDT

CHP, referandum sonuçlarıyla ilgili Danıştay’a gitmeye hazırlanıyor.

İşte Anadolu Ajansı ve ANKA’nın konuyla ilgili haberleri:

CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, referandumdaki tek tek sandık sonuçlarının yayınlanması
için yaptığı başvuruyu reddeden Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararının iptali için
Danıştay’da dava açacağını bildirdi.

Kart, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, YSK’nın halk oylaması sonuçlarını ilçe ve il bazında internette yayınladığını, sandık bazında sonuçların ise duyurulmadığını ifade etti. Kart, "denetlenebilirlik açısından" sandık bazında sonuçları yayınlaması için iki kez başvurduğunu, ancak YSK’nın bunu reddettiğini belirtti.

Bunun olabilirliğinin uzmanlar tarafından belirtildiği görüşünü savunan Kart, engelleyici bir yasal düzenlemenin de olmadığını kaydetti. Kart, "YSK, anayasal sorumluluğunun gereğini yapmaktan kaçınmıştır. Görevden kaçmıştır,sorumluluk almak istememiştir, kamu hizmetinin ve görevinin gereğini yapmamıştır" dedi.

“YSK MÜDAHALELERE ZEMİN HAZIRLADI”

Atilla Kart, yaptığı açıklamalarda şunları söyledi:

“Yüksek Seçim Kurulu(YSK) internet sitesinde sandık sonuçlarını neden açıklamıyor? Neden açıklamamakta ısrar ediyor? Neden direniyor? Neden sessiz kalıyor? 2007’den bu yana AKP’nin sorumluluğunda yapılan seçimlerde hile ya da müdahaleler yapıldığına dair ciddi kuşkular söz konusudur. Bu süreçte YSK’nın etkin olmadığı, manipülasyonlara, açık müdahalelere zemin hazırladığı, edilgen davrandığı ortaya çıkmıştır. YSK’nın anayasal görevini güven verecek şekilde ve etkin bir şekilde yerine getirmesi gerektiği açıktır. YSK bir taraftan seçimlerin güven verecek şekilde yapılmasını sağlamak zorundadır, bir taraftan da seçimlerin denetlenebilirliğini sağlamak zorundadır. Bu iki temel görevi vardır. YSK yaptığı uygulama ile seçimlerin denetimi ve güveni konusunda üstüne düşen salt sorumluluğun gereğini yapmaktan kaçınmıştır, görevden kaçmıştır. Sorumluluk almak istememiştir. Kamu hizmetinin ve görevinin gereğini yapmamıştır. YSK, hükümet ile karşı karşıya gelmek istemiyor. Maalesef gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemekte. YSK asli görevi ve varlık sebebi olan seçimlerin denetimi görevini yerine getirmemektedir. YSK bu kuşkuyu gidermek ve seçim sonuçlarının denetlenebilirliğini sağlamak zorundadır. Bu süreçte YSK’nın bu olumsuz nitelikteki işlemine karşı bugün ya da yarın Danıştay‘a başvuracağız.”

“YSK’NIN İŞLEMİ HUKUKA AYKIRI”

“YSK, referandum sonuçlarının denetlenebilmesine imkan sağlayacak bir çalışmayı yapmak zorundadır. Bu YSK’nın temel sorumluluğudur” diyen Kart, “YSK yaptığı uygulama ile bu denetlenme imkanını ortadan kaldırmıştır. Bu yönüyle hukuka aykırı uygulama yapmıştır. YSK’nın bu tesis etmiş olduğu işlemin hukuka aykırılığını ve iptalini sağlamak amacıyla bu başvuruyu yapıyoruz” dedi.

“YSK NEDEN KAÇIYOR?”

YSK’nın temel görevini yerine getirmekten kaçındığını iddia eden Kart, “YSK’nın endişe ettiği bir durum mu vardır? YSK şeffaflıktan neden kaçınmaktadır? YSK neden sessiz kalmaktadır” diye sordu.


Odatv


Demirel’e Cindoruk sorusu ve yeni flaş haberler!

Posted: 30 Sep 2010 06:59 AM PDT

Süleyman Demirel geçtiğimiz hafta Genç İşadamları Derneği Başkanı Zafer Civelek’in davetlisi olarak İstanbul Modern’de çok sayıda yerli ve yabancı genç işadamına İngilizce olarak 65 dakika süren bir konferans verdi ve dünya ile bölgemizin son ahvalini analiz etti.
Demirel’in İstanbul ziyaretinde üç gölgesi onu bir saniye olsun hiç yalnız
bırakmadı.
Bu isimler Orhan Keçeli, Taylan Bilgen ve Hulusi Turgut’tu.
Demirel Cuma günü Ankara dönüşü için havalimanına giderken arabasına Orhan Keçeli’yi aldı.
Yol boyu yapılan sohbetin temel konusu Demokrat Parti’nin ne olacağıydı.
Keçeli: “Efendim Hüsamettin Bey’i ne yapacağız?”
Demirel: “Kırmayacağız ve üzmeyeceğiz!”
Keçeli: “19 Mayıs 2009’da teminatı var, ANAP’la DYP’yi birleştirip gençlere bırakacağım diye!”
Demirel: “Hüsamettin Bey’den o
birleşme için ben ricacı oldum.
Ondan başka da hiç kimse bunu
başaramazdı.”
Keçeli: “Efendim partinin durumu ortada. Ne olacak?”
Demirel: “Hiçbir şeyi göz ardı etmiyorum, her şeyi değerlendiriyorum.”
Keçeli: “Bir karara vardınız mı?”
Demirel: “Arayışım sürüyor. Öyle bir isim bulunmalı ki kamuoyu ve ahali tamam desin!”
Orhan Keçeli, Demirel için sıradan bir işadamı değil, tersine onlarca yıllık yoldaşı ve hatta sırdaşıdır. Dolayısı ile Demirel’in Orhan Keçeli’yi idare etmesi mümkün değil. Belli ki Güniz Sokak hâlâ arayışta ya da kafasındaki adayı ilan etmek için konjonktürün oluşmasını bekliyor!
Peki bu isim İlhan Kesici olabilir mi?
Orhan Keçeli’ye bunu sordum ve  “Ben öyle bir izlenim almadım”karşılığını verdi.
Peki ya Mehmet Haberal?
Orhan Keçeli, Haberal’ın DP’ye genel başkan adaylığı konusunu da Demirel’e açmış. Haberal’ı yakından izleyen Demirel, “İnşallah yakında tahliye olur” karşılığını vermiş.
Bazı okurlarım 80 küsur yaşındaki
Demirel’den mi medet umuluyor dememelidir!
Demirel bu ülkenin son 60 yılında; bürokrat, siyasetçi, devlet adamı ve kanaat önderi olarak üstelik merkezinde var olan bir isim. Dolayısı ile böyle bir tecrübeyi yaşlı diye göz ardı edemezsiniz. Dahası Demirel bugün, merkez sağın yegane ortak paydasıdır. Ayrıca kırılanı yapıştırmak zordur ve onu ancak bilge kişiler yapabilir. Tayyip Erdoğan’ın hasta Aydın Menderes’den siyaseten medet umduğu ve evine ziyaretlere koştuğu göz önüne getirilirse, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Ancak bu mutlak olguya rağmen Sayın Demirel’in de artık acele etme ve derhal harekete geçme zorunluluğu vardır, zira çok geç kalınmıştır.
Tam bu noktada bir parantez açıp merkez sağın dışındaki merkez eksende Hüsamettin Özkan, Deniz Baykal ve Mustafa Sarıgül isimleriyle özdeşleştirilen bir arayışın var olduğunu da hatırlatmak istiyorum. Öyle ki İlhan Kesici’yi böyle bir modelini başına oturtanlar bile var!
Hülasa, merkezde ve sağında arayışların hızlandığını söyleyebiliriz ama buna mukabil AKP’nin de Aydın Menderes, Süleyman Soylu, Ramiz Ongun ve hatta Mehmet Ağar’ı bünyelerine katma gibi bir projelerinin olduğunu da yine bilgilerimin ışığında aktaralım. Mehmet Ağar’a AKP’den bazı isimler itiraz ediyor lakin Tayyip Erdoğan istiyor!..
NOT: Türk Ocağı İstanbul Başkanı Cezmi Bayram’ın açıklamasını ve yorumumuzu yarın sunacağım.
MESAJ...
Ermeni’ye ayin serbest Türk’e namaz yasak!
Rumlar Sümela’da, Ermeniler Akdamar’daki kilisede ayinler yapıyor, bu serbest ve din özgürlüğü ama MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin arkadaşları ile Anı Harabelerinde Cuma namazını eda etmesi laikliğe aykırıymış! Bunu söyleyen AKP’nin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’dır. Görüyorsunuz AKP’nin yönettiği Türkiye’de Rum’a ve Ermeni’ye müzelerde bile ibadet yapmalarına izin verilirken MHP’lilere Cuma namazını eda için bir harabe bile çok görülüyor?.. Diyorlar ki niye Anı Harabeleri?... Efendim o harabelerde bulunan Fethiye Camii Şerifi 1064 yılında Anadolu’ya ayak basan Alpaslan’ın ilk Cuma’sını kıldığı yerdir ve burada kılınacak namazla hem birlik için Yaradana dua edilecek hem de bütün millete bütünlük mesajı verilecek. Soruyorum böyle bir mesajın kime ne zararı var?
İKİNCİ AŞAMA...
Bir buçuk parti projesi ve MHP!

Küresel irade, MHP ve onun Türkiye bölünmesin direncine çok kızgın, bunun için Türkiye’deki taşeronlarını harekete geçirdi. Birinci aşama imaj boyutluydu ve bunu referandum sürecinde yaptılar. Bundan sonra muhtemeldir ki fiili operasyonlar yapılabilir mesela MHP’li yöneticilerin özel yaşamları deşifre edilip çamurlar atılabilir ve itibarsızlaştırma kampanyalarına start verilebilir. Bu süreçte MHP’nin CHP’lileştiği tezi doğrultusunda yayınlar yapılıp, partinin üst kademesi ile ilgili bazı kasetler de servis edilebilir. Amaç belli, iki hatta bir buçuk partili sistemin inşası için MHP’yi tasfiyedir. Bir parti AKP, buçuk da CHP olacak.
DRAMATİK...
Çelenk’ten Tayyip’in ismini söktü, 3 yıl!

Türkiye’de korkunç şeyler oluyor da kimsenin umurunda değil!. Hele birer kilo bulgur, makarna ve fasülye kolisiyle iki çuval kömürü alan, kıyamet kopsa dönüp ardına bile bakmıyor! İnsani refleksleri ve vicdanı bu kadar ucuzlayıp körelen topluma millet denilir mi onun takdirini size bırakıyorum. Son yaşanan dramatik olay Adana’dan. Bir şehit cenazesinde Başbakan’ın gönderdiği çelenkteki Tayyip Erdoğan’ın ismini söken delikanlı için 3 yıl hapis istemi ile dava açıldı. Evet yanlış okumuyorsunuz, çelenkteki Tayyip Erdoğan’ın ismini sökme cezası 3 yıl!.. Hayır bu ilk ve tek olay da değil, hatırlayın aynı şeyler 12 yaşındaki bir çocuğun başına da getirilmişti, keza iki hafta önce basket maçında gençler slogan attı diye Emniyet günlerce bunu yapanları bulmak için alarmdaydı!.. Söyler misiniz Türkiye’deki rejimin adı nedir?


Sabahattin Önkibar

Yeniçağ


CIA'ya, dini gruplarla ilişki çağrısı

Posted: 30 Sep 2010 06:02 AM PDT

George Soros’un merkezi İngiltere’de bulunan forum sitesi Open Democracy’nin 27 Eylül 2010 tarihli internet sayfasında, AKP iktidarına aleni destek beyan edildi.
R.Scott Appleby imzalı yazıda, “Dinî Topluluklarla Diyalog, Dünyanın Her Yerinde Demokrasiyi, İnsan Haklarını ve Dinî Özgürlüğü Geliştirmenin Yollarından Biridir” başlığı kullanıldı.
Yazıda, Chicago Küresel İlişkiler Konseyinin “Yurt Dışındaki Dinî Topluluklarla Diyalog Kurmak: ABD’nin Yeni Dış Politika Zorunluluğu” adlı raporundan bazı ifadelere yer verildi ve Amerikan sivil toplum kuruluşlarına, yüksek öğrenim kurumları ve iş dünyasına, dünyanın seçkin dinî topluluklarıyla sıkı ilişki içinde olma çağrısı yapıldığı hatırlatıldı.
Yazıda şöyle denildi:
“Dinî gruplarla ortak çıkarlar çerçevesinde iş birliği yapmanın demokrasiyi geliştirmek ve küresel refahı artırmak için gerekli bir unsur olduğu yönündeki tezimiz ABD ve Avrupalıların çoğunu şaşırtacaktır.
Bugün dünyada laiklerle dinî güçler arasında bir rekabete tanıklık ediyoruz. Her iki tarafta da köktenciler var. Günümüz Orta Doğu’sunun eksen ülkesi olarak görülen Türkiye’de de durum bundan ibaret. İslamlaşan ve demokratikleşen diğer ülkeler için bir örnek teşkil ediyor. Dinî azınlıklara tam olarak hak verildiğinde emsalsiz bir dinî özgürlük rejimine dönüşme ihtimali var.
Müslüman Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetimindeki iktidardaki AKP, şeffaf, etkili ve dürüst bir yönetimle yandaşçılık, yetersizlik ve yolsuzluğun iktidar partilerinin ayrılmaz bir parçası olmadığını gösterdi. Türkiye’de köktenciler genellikle laiklik yanlıları arasından çıkarken, Erdoğan ile özdeşleştirilen ılımlı İslamcılar ise hoşgörü ve şeffaflığı savunuyor.”
Yazıda, Güneş Murat Tezcür’ün “Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan topraklarda bir yumuşak güç devrimi yolda” ifadelerine de yer verildi.
Yazının son bölümü ise, “ABD üniversiteleri ve gençlik hareketleri, vakıfları ve iş çevreleri kiminle diyalog kurmalı? Hangi amaçlarla?” sorusu ile bitiyor.
Bilindiği gibi ABD’nin uluslararası faaliyet gösteren bütün sözde sivil toplum kuruluşları CIA’nın yan kuruluşları konumundadır. Dolayısıyla yazıda, CIA’nın Türkiye’deki cemaat ve tarikatlar ile doğrudan ilişki kurması istenmiş oluyor.
* * *
Diğer taraftan, ANKA’nın haberine göre Van Akdamar Kilisesi’nde yapılan ayinin ardından, Türkiye’deki kültür varlığı statüsündeki kiliselerde ayin yapmak isteyenlerin başvuruları arttı. Kültür ve Turizm Bakanlığı da “bakanlıktan izin alma şartı” nı kaldırarak yurdun çeşitli bölgelerindeki 16 kilisenin kapılarını Hıristiyan cemaatlere açtı.
Yani Hıristiyanlar için gerçekten dini özgürlükler genişletiliyor.
Yine, Soros’un sitesinde AKP’nin hoşgörüsünden ve şeffaflığından bahsedilirken, bir Emniyet Müdürü, yazdığı kitaptan dolayı tutuklanabiliyor.
DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, “Acaba o kitabın yazarı mı tutuklanmıştır, kitap mı tutuklanmıştır” diye soruyor.
CHP Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli de  “Önümüzdeki süreçte parlamentoda hukuk dışı tutuklamalar, gözaltı bekleyebilirsiniz” diyor.
Gazeteci Nedim Şener ise “Bertaraf Yasası” adını verdiği  karapara aklama ve terörün finansmanıyla mücadeleye dönük yasa değişikliği ile “Terörü finanse ettiği iddia edilen kişi ve kurumların’malları bir maliye denetim elemanının isteğiyle dondurulabilecek. Mahkeme kararı olmaksızın..” tespitinde bulunuyor.
Kısacası, Türkiye, CIA kaynaklı ama Sovyet rejimini hatırlatan uygulamalarla karşıya kalabilir.


Arslan Bulut

Yeniçağ


TÜRBAN VE DOKUNULMAZLIK...

Posted: 30 Sep 2010 04:49 AM PDT

Özgürlük, demokrasi, adalet, hukuk, eşitlik... toplumsal kavramlardır.

İnsanın yaşadığı her yerde toplumlar bu kavramlarla kurumsallaşır.

Kurumlarını ve bu kavramların içini; olması gerekenlerle doldura bilen toplumlar, demokrasiyi bireyleri için bir hak olarak görürler. Bunun da ötesinde, bunu diğer kavramlara açılan ana giriş kapısı olarak da görürler.

Peşinden, özgürlüğü, hukuku ve eşitliği sürükleyemiyen bir demokrasi, gerçek bir demokrasi olamaz. Bu kavramlar yerli yerine oturmadığı halde, dillerden de düşürülmeyen demokrasi sahtedir. Sahte demokrasiyi dayatan da, dilinden düşürmeyen de sahtekardır, kalpazandır!. Çünkü sahte değer üretmektedir.

Kalpazan, sadece, sahte para üreten değildir!.. Bir değerin sahtesini üretendir ayni zamanda. Eğer, demokrasi, para ile ölçülemiyecek kadar yüce bir değerse, sahte demokrat, kalpazanlık suçundan da öte, daha ağır bir suçun failidir!..

Toplumsal tahrifatların başlama noktası, işte bu sahte demokrasinin devreye girdiği noktadır. Bir yanlışın peşinden bir doğru gelmez. Bu nedenle, bozulmuş veya, anlamı saptırılmış bir demokrasinin ürünü olarak ortaya konan özgürlük kavramı inanılır, güvenilir olmaktan çıkar!..

İş bu noktaya ulaştığında, hukukun, adaletin eşitliğin ne anlamı olur ki!? Hukuku bozguna uğramış bir toplum, adaleti kurup nasıl demokrat olur ki!? Faşizm ve diktatörlük önce kendi hukukunu oluşturur.

Ülkenin mevcut kanunlarına direnen bir özgürlük olamaz.. Bir ülkenin varoluş ilkelerini yok sayan, ulusal bütünlüğünü tehlikeye düşüren veya onun altını oyan ve rejimine göz koyan bir düşünce sistemi ve bu düşünce doğrultusunda yapılacak eylemler özgürlük kavramı içinde düşünülemez!..

Bir bünyenin, kendisini yok edecek unsura karşı her yönden şavaşımı o bünyenin asli görevidir. Bu asli görevini yapamıyan organ, kendi bünyesine karşı ihanet içindedir. Bütünlüğü korumak adına o organ feda edilir!.. Doğa kanununun gereği budur.

Özgürlük ve demokrasi kavramları çarpıtılmış haliyle topluma lanse edilince, başka çarpık kavramların ve oluşumların da peş peşe devreye girmesi gayet doğaldır. Hele devreye giren bu çarpıtılmış kavramlar, özellikle din ve inanç gibi toplumsal ve siyasi sömürüye açık kavramlarsa, halkın bu yanlışa inandırılması da oldukça kolaydır. Laiklik işte bu nedenle gerçek demokrasilerin olmazsa olmazıdır, vazgeçilmezidir.

Siyasi oyun ve kandırmacalarla, çarpıtmaların, bir hayat oyununa dönüştürülmesi, öncelikle toplumun geleceğini karartıp, yanlış taşlarla örülmüş gayri meşru yollara, ve çıkmazlara sürükleyeceği açıktır!..

Siyasetin ve siyasetçilerin ençok bu durumu görmeleri ve öncelikle bu tehlike ve kirlenmelere, kendi yaşam alanları açısından da dikkat etmeleri gerekmektedir. Bu da doğa kanununun bir gereğidir.

Oysa, günümüzde siyasetin, bırakın kirlenmelerin önüne geçmesini, oy uğruna yeni kirlenmeleri bile göze alabildiklerine tanıklık etmekteyiz!...

Siyasette, günü gün etmekten veya günü kurtarmaktan daha kötü bişey olamaz!.. Çünkü, günün siyasetçisi bu gün vardır, yarın olmayacaktır. Ama Ülke ilelebet payidar kalacaktır!.. Yarınları gözardı eden siyasetçi öncelikle kendisinin hainidir.

İşte bu noktada, bu ülkede yaşayan, ve ilelebet yaşayacak olan halka, durumdan doğan büyük görevler düşmektedir: Öncelikle, siyasetteki riyaya yalana, kandırmacaya, çarpıtmaya, kendisini kullandırmaya, son vermesini öğrenmelidir halk!.. Sahte kavram ve dayatmaların kölesi olmaktan kurtarmalıdır kendisini...

İşte, ülkemizde yıllardır tartışılan iki sorun; Türban ve dokunulmazlık! Eğri oturup doğru konuşalım, eğmeden, bükmeden, çarpıtmadan. Mantık akıl, izan ve vicdanı hakem kürsüsüne oturtarak, cevap arayalım:

Hangisi, demokrasi adına öncelikli çözüme muhtaç!.. Hangisi halkın önüne bir sorun olarak ikide bir getirilip sunulmakta!.. Hangisi halkın kutsal duygularını sömürme ve istismar aracı olarak kullanılmakta!? Yeniden soralım; hangisi gerçek demokrasilerde öncelikli!?

Çözülsün iki sorunda!.. İkisinin de çözümü siyasilerin elinde... Ellerini tutan mı var onların!.. Neden, birisini ikidebir halkın gerçek sorunuymuş gibi ortaya getirir dururlar da, diğerinden söz etmezler öcü gibi kaçarlar!?

İşte samimiyet testi burada yatıyor!.. İstismarın dik alası; Türban!..

Hiç kimsenin karnını doyurmayan, refahına katkıda bulunmayan, huzuruna yardımcı olmayan bir türban olayı, toplumun temcit pilavı olmaktan çıksın artık!.. Çıksın da gayri ciddi ve istismarcı siyasetçilerin, hiç olmazsa bir istismar kapısı kapanmış olsun!..

Bu arada, demokrasi ile hiçbir bağdaşıklığı olmayan, hatta, hilekara, düzenbaza, kalpazana, hırsıza... sığınma, kaçış, ve kurtuluş kapısı olan dokunulmazlık da, kaldırılsın, salt kürsü dokunulmazlığı kalsın!..

Bir zamanlar; “asmayalım da besleyelim mi!?” diyen birisinden de hesap sorma dönemi de açıldığına göre, “650 dosyalı meclisten, hesap sormayalım da besleyelim mi!?” deme hakkımız da doğsun gayri!..


Mehmet Halil Arık

Emekli eğitimci – DENİZLİ


You are subscribed to email updates from Ajans Medya Takip
To stop receiving these emails, you may unsubscribe now.
Email delivery powered by Google
Google Inc., 20 West Kinzie, Chicago IL USA 60610

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages