...:::Ajans Medya Takip:::... Günün Manşetleri |
Deniz Baykal: Hiçbir beklentim yok Posted: 21 Sep 2010 02:44 PM PDT ANALİZ Bunu özellikle belirtmek istedim. Önce ilk izlenimimi aktarmak istiyorum. Deniz Bey’in ses tonu “biraz kırgın” karakterdeydi. “Sizinle pek çok konuda uyuşuyoruz, bu nedenle bazı yazıları yazmadan önce görüşmekte fayda var” dedi örneğin. Belli ki dünkü yazıma alınmış, “keşke yazmadan önce konuşsaydık” anlamını çıkardım. Tablo ciddi Baykal “tüzük kurultayı” istemesinin hiçbir şekilde “kişisel bir beklentiden” kaynaklanmadığını söyledi öncelikle. “Kimse benim şu ya da bu şekilde geri dönmeyi planladığımı düşünmesin. Böyle bir şey aklımdan bile geçmez” dedi. Ancak “tablonun da ciddi olduğunu” belirterek “Tüzük değişikliği ile partinin önü açılacaktır, yeni isimler ortaya çıkacaktır” diye konuştu. Parti yönetimindeki herkesin sistemin parçası olduğunu kaydeden Baykal, “Genel Başkan Yardımcıları dahil kimsenin görüş ve düşüncelerini hayata geçirme olanağı yoktur. Bu da partinin önündeki en büyük engeldir. İşte ben bunun aşılmasını savunuyorum” dedi. Yüzde 3-5 oy artar Baykal sadece tüzük değişikliği ile partinin önünün açılmasının CHP’nin oylarında yüzde 3-5 artış sağlayacağını savundu. Ancak gördüğü kadarıyla statükonun bozulmasını istemeyenlerin buna engel olduğunun altını çizdi. Baykal “Ben partinin uzun yıllar genel başkanlığını yapmış biri olarak bu tüzük değişikliğinin hayata geçirilmesini ve statükonun yıkılması gerektiğini belirterek bir Tüzük Kurultay’ı önerdim, ama belli ki Genel Başkan böyle bir ihtiyaç içinde değil” dedi. “Asla bir hesaplaşma duygusu içinde olmadığını” söyleyen Baykal “Hesap sormak için değil, Genel Başkan’ın da rahat çalışmasını sağlamak için” bu öneriyi getirdiğini belirtti. Tüzük değişikliğinin hayata geçirilmemesinin sonucunun seçimlerde görüleceğini de anlatan Baykal bundan kimsenin kaygı ve endişe duymaması gerektiğini de sözlerine ekledi. Partiden dışlanma Baykal’ın dikkat çektiği konulardan biri de CHP’ye uzun yıllar hizmet etmiş kişilerin dışlanması. Baykal’a göre, yeni yönetim kimseyi dışlamamalı ve herkesten yararlanmanın yollarını bulmalı. Aksi halde partiye gönül verenlerin ve kamuoyunun bir bölümünün de bundan etkileneceğini belirten Baykal “Dar kadro anlayışı ile yönetim olmamalı. Herkes durumu doğru değerlendirmeli” dedi. Partiden koparılanların kazanılmasının gerektiğini de kaydeden Baykal “Herkesi kucaklayan bir Genel Merkez olmalı. Şu anda benim de partime önermek istediğim budur. Bundan kimsenin tedirgin olmasını da istemem. Ama bunu yapmayı da zorunlu hissettim” diye konuştu. ‘Kimseyi aramıyorum’ CHP eski Genel Başkanı Baykal, son zamanlarda medyada yer almasına açıklık getirirken de “Ben herkesi arayıp görüşlerimi açıklamıyorum. Ki bunu da yapabilirim, ama yapmıyorum. Beni arayanlar olduğunda görüşlerimi aktarıyorum, bunu da yapmalıyım zaten” diyerek şunu söyledi: “Her şeyi konuşmalı, müzakere etmeliyiz. Kimse bundan kaçmamalı. Yakında bir genel seçim var ve bu seçimde ülkenin yararı için CHP’nin iktidara gelmesi gerek. Bunun için aynı görüşteki herkes el ele vermeli, çözüm ve çareler üretmeli, bu kimseyi rahatsız etmesin.” Kendi yorumlarım Yazının başında da söylediğim gibi Baykal’ın “tırnak içindeki” sözleri birebir cümleleri değil. Not aldığım ya da hafızamda kalanları yazdım. Çünkü Baykal’a o sırada konuşmaya hazırlıklı değildim. Ancak sohbetimizin bütününü ele alınca bazı noktaların dikkatimi çektiğini söylemeliyim. Baykal’ın partisine karşı “kırgın” olduğunu hissettim. Kılıçdaroğlu her ne kadar kendisini Antalya’ya davet ettiyse de sanki bunu zoraki yapmış gibi algılıyor galiba Baykal. Tüzük Kurultayı önerisi konusunda “Genel Başkan herhalde böyle bir ihtiyaç içinde değil” derken yaptığı vurgudan da kırıklık sezinledim. Baykal’ın, eski Genel Sekreteri Önder Sav’a da hayli kızgın olduğunu varsayıyorum. Çünkü her ne kadar adını bir kere bile telaffuz etmese de, Baykal’ın “statükocular” veya “partide yabancılaşma oluyor” derken kastettiği kişinin Önder Sav olduğunu düşündüm. Açıkçası “anlamsız” bir polemiğin aktörü olmamak için kendisine bu konuda hiçbir soru sormadım. Dünkü konuşmamızı bir tür röportaj olarak değil, belki bana da kırılmış olan Baykal’ın duygularını anlamaya çalışarak değerlendirmeye çalıştım. Bundan sonrası Deniz Baykal, alçak bir komplo ile partisinin genel başkanlığını bırakmak zorunda kaldı. Kendisinin de söylediği gibi geri dönmek gibi düşüncesi yok. Bana göre de olmaması çok olumlu. Ne yazık ki bütün kalitesine, samimiyetine ve hasletlerine rağmen, Deniz Baykal toplumun bazı kesimlerinde bir türlü sempati kazanamadı. Bu yine ne yazık ki CHP tabanına da yayıldı bir dönem. Bu nedenle geri dönmesi bana göre zaten ters tepecek bir eylem olur. Bu CHP’ye büyük yara aldırır. Ancak buna karşın, Baykal’ı dışlamak, söylediklerini dinlememek ya da “sırf Baykal söylüyor” diye duymazdan gelmek de yapılacak en büyük yanlıştır. Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yönetiminin, kenarda duran bir Baykal’dan yararlanabileceği pek çok konu var. Baykal, tıpkı bir dönemlerin Willy Brandt’ı gibi CHP’nin “en akil” ve “etkili” adamı olarak partisine uzun yıllar hizmet edecektir ve etmelidir de. ***** KPSS’deki kopya iddiaları yüzünden ertelenen öğretmen atamaları gösteriyor ki; bu yıl matematiğe bedenci bile giremeyecek! (Gani Yıldız) ***** Bulaşıcı olup da güzel olan tek şey gülümsemedir. Hiç acımadan bulaştırın birbirinize. (Fur Kaner)
Can Ataklı Vatan |
Biat edenler değil, bedel ödeyenler asıl kahramanlardır! Posted: 21 Sep 2010 02:33 PM PDT Gözümüz aydın: Açılım politikalarını “herkesten önce” anlayıp, kayıtsız şartsız destekleyen ve desteklemeyenleri “iki cihanda lekeli” ilan eden... *** Sadece o mu? *** Ama... *** Böyledir bu işler: *** Doğru yapmış AKP‘li Milli Eğitim Bakanlığı; “AK Serçe”yi ve “AK Pamuk”u “tarih” kitabına koymakla... ***** GÜNÜN SORUSU ***** İlki öldü, ikincisi yolda! *** Tablo açık: Mustafa Mutlu Vatan |
EY MUHALEFET, ADAM GİBİ MUHALEFET YAPACAK MISIN, YOKSA ÜLKEYİ YİNE İMAMLARA MI TESLİM EDECEKSİN? Posted: 21 Sep 2010 02:26 PM PDT Seçim kapıda. ABD, AB, PKK, Fethullah pusuda. Kemalist Cumhuriyete son darbeyi vurmak, onu yıkabilmek için ellerini ovuşturuyorlar. Alıcı kuşlar gibi bekliyorlar. AKP yeni bir seçim atağına hazırlanıyor. Kendinden emin. İşinde deneyim kazanmış ve mesleğini hakkıyla yapan ustalar gibi… Nereye varacağını, nasıl hareket edeceğini çok iyi biliyor. Kılavuzu, eğitmeni uluslar arası sermaye, emperyalizm, CIA, MOSSAD… Öğreniyor durmadan. Hani türküde söylendiği gibi, “Dersini almış da ediyor ezber…” Bu eğitim ve öğretimin, işbirliğinin başlangıcı ta 1996’lara, 97’lere dayanıyor. Daha ortada fol yok, yumurta yokken Recep Tayyip ABD’ye çağrılmış, bir dizi görüşmeler yapmıştı. Ilımlı İslam hazırlıkları o tarihte başlamıştı. O tarihten sonra kollar sıvandı. Çalışmalar başladı. O günden bu yana her yolu deniyorlar. Her yol mubah onlar için… Sevr, Lozan ayrımı yapmıyorlar. Hatta Sevr daha da geçerli… Tam bağımsızlık, ulus devlet, ulusal onur, vatandaşlık, toprak bütünlüğü, bayrak, etnik grupların bir arada ve kardeşçe yaşaması konularını onların kitabında boşuna aramayın. Bulamazsınız. Yazmaz. Peki, ne var yasalarında? Şeriat var. Ilımlı İslam var. Ümmet var. Ümmetin insan türü kul var. Sorgusuz sualsiz biat var. İtaat var. Sormak, araştırmak kesinlikle yok. Şimdi onlar ataları, babaları, öncüleri Damat Ferit’lerden, Vahdettin’lerden daha bilinçli, daha ileride. Emperyalizmle işbirliği yaparken tıpkı bir emir eri, kurşun asker gibi hiç eksik, aksak bir şey bırakmadan görevlerini yerine getiriyorlar. Oyunu kuralına göre oynuyorlar. 1918’lerin, 20’lerin mandacıları yaşasalardı günümüzde “sizinle gurur duyuyoruz”, diye boynuna sarılır, bağrına basardı onları. Artık Necmettin Erbakan’lar, Recai Kutan’lar, Şevket Kazan’lar da su dökemez ellerine. Boynuz kulağı geçmiş durumda. Hocaları çağdışı olmuş. Dinozorlaşmış. Zamana, emperyalizme ayak uyduramıyor. Ayrıca Saadet Partililer ne yaptıklarını da bilmiyorlar. Bir bakıyorsunuz birbirlerini yiyorlar, bir bakıyorsunuz yüksek perdeden bağırıp çağırdıkları rakiplerine referandumda “evet” oyu verip, destek sağlıyorlar. Oysa öğrencisi kendilerini adam yerine bile koymuyor, “Milli görüş” gömleğini çıkarmış, emperyalizme hizmet ediyor. Bir ayağı Amerika’da, bir ayağı Avrupa’da… Bir eli yağda, bir eli balda… Ayrıca işlerin daha düzenli, daha planlı programlı yürüyebilmesi için BOP eşbaşkanlığına da soyunmuş… İktidar partisi, bu denli profesyonelce, gelişmiş eylemler sergilerken, ne yazık ki muhalefet kendini geliştirememiş. Çıkar, koltuk kavgası yapmaktan, birbirlerini yemekten, AKP’ye sıra gelmiyor. CHP’si, MHP’si, DP’si, DSP’si çağdışı kalmış, nostalji yaşıyor hâlâ? Babadan kalma yöntemlerle muhalefet yapıyor. Örneğin anketlerde “evet” oyları tehlikeye girip, tam zurnanın zırt dediği bir yere gelindiği sırada, tehlikenin farkına varan AKP(gerçekleşemeyeceğini bile bile), bir “12 Eylül’den hesap sorma” numarası çıkarıp, bazı MHP’lileri, aydınları yanına çekmeyi başarmıştı. Ayrıca kapalı kapılar arkasında bebek katili ile “demokratik özerklik” anlaşmaları yapıp, Kürt oylarını saf dışı etmesini de bilmişti. Ne yazık ki MHP’liler kendi partililerine bile sahip çıkamamıştı. Fire vermişti. Referandumdan paçayı kurtarabilmek için AKP yukarıda sıraladığımız girişimleri yaparken, CHP genel başkanı, yanındaki danışmanlarının da yanlış yönlendirmesiyle, hiç gereği yokken bir “genel af”, “türban” konusu ortaya atarak, zihinleri bulandırmış, “hayır” oylarının en az yüzde 4–5 oranında kaybına neden olmuştu. Bir de üstüne üstlük AKP’nin kaldırılmasını candan desteklediği İç Hizmet Kanunun35. Maddesini gündeme taşıyarak ulusalcıları küstürmüştü... AKP, şimdi de Menderes’leri gözüne kestirmiş durumda. Onların sömürüsünü yapıyor. Önümüzdeki seçimlerde Aydın Menderes’i AKP’den aday gösterirse hiç şaşırmayın. Bütün bu gelişmeler ve ayak oyunları karşısında şimdi soruyorum: Ey muhalefet, adam gibi muhalefet yapacak mısın, yoksa ülkeyi yine imamlara mı teslim edeceksin? Çünkü tümünüz de 2002’den bu yana “Alan memnun satan memnun” örneği, olup bitenleri seyretmekten başka bir şey yapmadınız… Ey CHP, Orhan Veli’nin deyişi ile ey “Sol elim, acemi elim. Zavallı elim!” Ne yazık ki hâlâ yanlışları sürdürüyorsun… “Evet” oyları karşısında zil takıp oynayan Avrupa’nın ayağına gidiyorsun. “Türkiye artık Kemalizm’i terk etmeli diyen, her dönemde, her zaman Sevr peşinde koşan bir AB’den medet umuyorsun. “Türkler Ermenilere soykırım yaptı diye yasalar çıkarıp, Türkiye’yi üçe beşe bölmek isteyenlerle uzlaşmaya girip, “Avrupalı” olduğunu kanıtlamaya çalışıyorsun. Yani hâlâ “Tanzimatçılık kafasına” devam ediyorsun… Kemalizm’i Avrupa standartlarına uydurmakla hiçbir yere varamayız. Kemalizm altı okla, Mustafa Kemal Atatürk’le, İstiklal-i Tam’la, yani tam bağımsızlıkla vardır. Bunlar olmayınca CHP de olmaz, 1923 Cumhuriyet devrimi hiç olmaz. “Ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir.” Demekle “Recep Bey”in partisinden CHP’nin bir farkı kalmaz. Üstelik halk, aslı dururken taklidiyle niye yetinsin! CHP’nin yapacağı ilk iş kendisini emperyalizmin neoliberal ideolojisinden ve söyleminden kurtarmasıdır. Neoliberal düşünceyle, dinci ödünlerle o asla bir yere varamaz. Bu türden girişimlerle Kemalizm de asla bağdaşmaz. Neoliberal düşünce ABD emperyalizminin ideolojisidir. Bu akımından uzak duran, Atatürkçü düşünceye yakın olur. Yığınları kazanmak, iktidara oynamak istiyorsa eğer CHP, silkinip ayağa kalkmak, politikalarını anti-emperyalist bir temel üzerinde yeniden şekillendirmek; çürükleri ayıklayarak, devrimci, demokrat, Kemalist bir kadro oluşturup, mücadelesine devam etmek zorundadır. Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP’ye yönelen yığınların umutlarını umutsuzluğa dönüştürmeye, heba etmeye, Türkiye’yi bir imamlar cumhuriyeti yapmaya, kimsenin ne hakkı, hukuku ne de yetkisi vardır. ALİ ERALP
|
Devletin ayrılmaz bütünlüğü filan... Posted: 21 Sep 2010 01:15 PM PDT Diyorsunuz ki: Yılmaz Özdil Hürriyet |
AMA BU İŞTE BİR GARİPLİK YOK MU Posted: 21 Sep 2010 01:08 PM PDT 1970'li yılların en önemli simgelerinden biri neydi: Peki, ama Odatv.com okuyucuları medyada ne zaman bir yazarın işine son verilse sözbirliği etmişçesine hep aynı yorumu yazıyorlar: "Sözcü'ye bekleriz; Artık Sözcü'de yazarsınız" vs. İlk kovulan Emin Çölaşan'da da böyle oldu. Son kovulan Bekir Coşkun'da da böyle oldu. Kim kovulduysa hep aynı adres verildi: Sözcü Gazetesi! Niye kimse bu yazarlara Cumhuriyet Gazetesi'ni adres olarak göstermiyor? Evet niye? Bunun yanıtı tirajlarda da kendini gösteriyor: Daha dün yayın hayatına atılan Sözcü bu kadar kısa sürede 250 bin satarken, bu kadar keskin siyasi kutuplaşma yaşayan Türkiye'de Cumhuriyet niye tiraj alamıyor? Niye hep 50 bin bareminde duruyor. Odatv’nin Cumhuriyet'le ilgili her haberine kızan/sitem eden usta yazar Hikmet Çetinkaya'dan yanıt bekliyoruz. 1) Niye kimse Bekir Coşkun’a Cumhuriyet'i adres olarak göstermiyor? 2) Niye Cumhuriyet, Sözcü kadar tiraj alamıyor? 3) Bugün gerekli tirajı alamazsa, ne zaman almayı düşünüyor? 4) Referandumda yaklaşık 16 milyonun HAYIR dediği bir ülkede, 50 bin tiraj Cumhuriyet'e yeterli geliyor mu? 5) Cumhuriyet tehlikenin farkında mı?
Odatv
|
You are subscribed to email updates from Ajans Medya Takip
To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. |
Email delivery powered by Google |
Google Inc., 20 West Kinzie, Chicago IL USA 60610 |