BU ÜLKE NE ÇEKİYORSA CAHİLLİKTEN, CAHİLLERDEN Mİ ÇEKİYOR?

20 views
Skip to first unread message

kontraergenekon.tr.cx

unread,
Oct 11, 2010, 6:44:15 AM10/11/10
to

...:::Ajans Medya Takip:::... Günün Manşetleri

Link to Ajans Medya Takip

Et’liye süt’lüye karışmayın... Türbanı kaşıyın

Posted: 09 Oct 2010 01:21 PM PDT

Kapıları cart diye açtılar.

Kesi hayvanı getirildi.
Besi hayvanı getirildi.
Yetmedi, et ithal edildi.
Şimdi?
Süt ithalatına izin verildi.
*

ABD ve İngiltere’de ilkokul çocuklarına okutulan, Rus kökenli halk masalı var...
*

Kırmızı ibikli küçük tavuk, buğday tanesi bulur, buğdayı ekmek için çiftlikteki öbür hayvanlardan yardım ister, hiçbiri yardım etmez, “İş başa düştü” der, kendi eker, büyütür, öğütür, ekmek yapar, “Beraber yiyelim mi?” diye sorunca, ekimine yardım etmeyen öbür hayvanlar sofraya oturmaya kalkar... Gülümser, “Yok öyle yağma” der, lokma bile vermez.
*

Bu masalı okuyan Amerikalı, İngiliz ve Rus çocuklar, ders alır, çalışmayana ekmek mekmek olmadığını kavrar.
*

E herkes çocuk değil tabii... Küreselleşme karşıtı oldukları için ha bire sopalanan aktivistler, bu masalı revize edip, UNICEF’in sitesinde yayınladılar.
Ki, öbür ülkelerin büyükleri okusun!
*

Kırmızı ibikli küçük tavuk, buğday tanesi bulur, yardım ister... Ördek “Boş ver buğdayı, kahve tohumu satayım, acayip para kazanır istediğin kadar buğday alırsın” der. Domuz “Kahve ek, ben pazarlarım” diye seslenir. Fare ise, “Kahve ekmen için istediğin kadar borç verebilirim” diye akıl verir.
*

Kırmızı ibikli küçük tavuğun aklına yatar, “Kahve ekmem için kim yardım edecek” diye sorar... Ördek “Gübre satayım, çabuk büyür” der. Domuz “Böceklerden korumak için ilaç satayım” diye seslenir. Fare ise, “Gübre ve ilaç alman için istediğin kadar borç verebilirim” diye akıl verir.
*

Neticede hasat vakti gelir, kırmızı ibikli küçük tavuk “N’apacağım ben şimdi bu kahveyi” diye sorar... Ördek “Paketlemek için fabrikama getirebilirsin” diye akıl verir. Domuz “Herkes kahve ekti, fiyatlar düştü, beş para etmez maalesef” diye seslenir. Fare ise, “Borcunu öde artık” der!
*

Kırmızı ibikli küçük tavuk ibiği kaptırdığını fark edince, “Aç kaldım, ekmek verecek yok mu” diye ağlar... Ördek “Ekmek var da, paran var mı” diye sorar. Domuz “Herkes kahve ekti, buğday kalmadı, kusura bakma” der. Fare ise, “Borcuna karşılık tarlanı haczetmek zorundayım, uslu tavuk olursan, artık benim olan tarlamda yevmiyeyle çalışıp buğday yetiştirmene izin verebilirim” diye akıl verir.
*

Şimdilerde, bizim kırmızı ibikli küçük tavuk, eskiden kendisinin olan tarlada ırgat olarak çalışıyormuş... Yevmiyeyi almaya gittiğinde, ördek’le domuz’un fare’yle ortak olduğunu öğrenmiş!
*

Böyle bu işler.
*

“Masal çok uzun, okuyamam” diyenler için, bi de kısacık fıkrası var...
*

Elmayla elmaşekeri yolda karşılaşmışlar. Elma jest olsun diye “Elbisen ne güzel” demiş. Elmaşekeri havaya girmiş, “Armani” demiş. Elma gülümsemiş: “Kıçındaki kazıktan belli!”


Yılmaz Özdil

Hürriyet


ANLAM SAPTIRMASI AHLAKSIZLIKTIR!... SAPKINLIKTIR!...

Posted: 09 Oct 2010 12:56 PM PDT

Dil iletişim aracıdır. Bireylerin birarda yaşamların sağlayan en etkin araçtır dil.

Sevgimizi de onunla ifade ederiz, öfkemizi de küfrümüzü de.. Amacımıza göre, dile anlam veren sözcükleri seçeriz.. Her ses bir anlam ifade etmez. Her anlamlı söz de, tek başına meram anlatmaz.. Merama göre doğru sözcük seçimi, iletişimi anlamlı kılan en etkin faktördür. Yoksa, anlamlı sözcükleri rasgele kullanmakla da, cümle anlam kazanmış olmaz!.. Bu meramın anlatımı değil, s a ç m a l a m a k t ı r!...

Doğru ve dürüst iletişim, doğru sözü doğru yerde kullanıp, doğru sıralamayla yapılır.

Ya, peki; sözcükleri, gerçek anlamları dışına çekerek, kasıtlı olarak çarpıtmak nedir!? Sadece bir e r d e m s i z l i k mi!?

Hele bu çarpıtma, bireylerin duyguları istismar edilerek, halkın, aldatılıp kandırılması, kurulan ve kurgulanan karanlık sömürü düzeninin sürdürülmesi için ardniyetle yapılıyorsa!..

Bilerek ve isteyerek yapılan, bu istismarcı, bu yalancı, bu soysuz eylemin karşılığını, sadece a h l a k yoksunluğuyla ve ‘s a p k ı n l ı k’la ifade etmek yeterlimidir acaba!?..

Üzücü olanı şudur ki; toplumsal erdemi, siyasal olgunluğu, vicdani kanaatleri rahatsız eden, her tekrarında insanın içini acıtan, anlam saptırmaları, songünlerde toplumumuzda iyice yaygınlaştı.. Tek elden yönetilen bir merkezin eseri gibi!..

Seçilen sözcükler ayni, savunma gerekçeleri aynı, suçlama gerekçeleri aynı!.. Ellerine tutuşturulmuş bir yazılı metinden okur gibi...

Kuyruktan kumandalılar sanki!.. Kuyruklarına basıldıkça ayni sözcüklerle benzer yaygarayı koparmaktalar!..

Ö z g ü r l ü k!..; v e s a y e t!..; s t a t ü k o!..

Kanal kanal koşturanlar, köşe köşe dizilip köşe kapmaca oynayanlar, buldukları postu vicdanlarına kalkan yapanlar, güneşi balçıkla sıvamayı asli görev bilenler, tarihin kara sayfalarında yerleri şimdiden ayrılmış olanlar, ülkenin geçmişi ile hesapları olanlar, mütareke basınından arta kalanlar, onlarında önünde yer alma yarışına girenler, mahkemeleri, kendilerine mülk edinmek için kadılığa soyunanlar, yağma hasanın böreğinden pay kapmak için akbabalar gibi tepede, süzüm süzüm süzülenler, Geçmişin faşizminden, hesap sormak dümeniyle duyguları istismardan çekinmeyenler, gittikleri heryerde, sahte gözyaşları ile tarihi bile istismar edip, keyiflerince çadır kuranlar, yandaşlar, paydaşlar, liboşlar... ve bilcümle çanakçılar, yıkama, yağlama ve yalamacılar.. has elemanlar olarak koroda almışlar yerlerini!..

Çığlık çığlığa yek avaz!... ö z g ü r l ü k!... v e s a y e t!... s t a t ü k o!...

Dillerden düşürülmeyen, o yoluna kurbanlar olunası terim, ö z g ü r l ü k ; Atatürkün, “karakterimdir” dediği ö z g ü r l ü k... Hür olma, başkasının kulu kölesi olmama anlamındaki özgürlük!.. küçüldü, küçüldü... de ne hallere düştü!..

Biada tabi olmama da vardı bu kavramının içinde... Zorlama ve dayatma nereden gelirse gelsin, bireysel hür iradenin ve aklın komutu dışındaki emirlerle hareket etmemekte!...

Hepsi unutuldu!.. Aslında unutulmadı, çarpıtıldı!.. Ey siyaset sen ne kirlisin!..

Ey özgürlük!.. Sen utanma!.. Zorla ırzına geçilen kirlenmiş olmaz!.. Senin safiyetin adında, gerçek anlamında gizli!.Ülke çapında büyüdüğünde senin adın tam bağımsızlık!.

Elbette; özgürlük haktır!.. insanlık hakkıdır, özgürlüklerin çiğnenmesi ise insanlık suçudur!.. Özgürlükleri kısıtlayan, yok sayan rejimlerin adı da faşizmdir.

Her ne kadar, özgürlük kavramı özünde bireyselliği ifade etse de, toplumsal yönünün de gözardı edilemiyeceği kesindir.. Haklar gibi özgürlükler de sınırlıdır. Hakların da, özgürlüklerin de sınırlarını toplumsal yasalar koyar. Her sistem, her rejim, kendisini ve diğer toplum bireylerini koruma adına yapar bu sınırlandırmayı..

Yasal sınırlamalara rağmen, yasaların arkasından dolanıp, ucuz kahramanlık puanları toplamaya çalışanlar, er-geç bu yasa tanımazlığın hesabını vermelidirler!..

Tarih, bunun acı örnekleriyle doludur. İbret bunun için vardır!. Kurallarını toplum koyar, kişiler uyar!.. ‘Uymak’la, ‘biad etmek’ arasındaki en önemli fark da budur işte.

Kavramı çarpıtarak, ülkenin laik sistemine, ulusal bütünlüğüne ve devleti devlet yapan temel kurumlarına saldırmayı, özgürlük saymak gafletin ötesinde ahlaksızlıktır, sapkınlıktır!.

Hele, “özgürlürleşme” yalanıyla özgürlükleri, saltanat heveslisi cemaat cellatlarına teslim etmek, sapkınlığın da ötesinde hainliktir!..

V e s a y e t kavramına gelince;aklını kullanamayan, veya kullanamadığı varsayılan birinin karar vermesini engelleyip, onun yerine karar vermektir vesayet. Vesayet öncelikle iradeyi ortadan kaldırır. İradenin olmadığı yerde, vesayetin kullanımı, insafa terkedilmiş demektir!.. İşte tam da bu noktada, başta siyaset olmak üzere istismara açıktır vesayetin kullanımı!.. Başta, emir komuta gereği inip kalkan pamaklar neyin ve kimin vesayeti altında olduklarının bilincine varmadan ve bundan kurtulmadan halkın ve hür iradenin temsilcisi olduklarına kimseyi inandıramazlar!.. Önce vesayetin gerçek anlamını öğrenmeleri şarttır!..

Zaten”özgürlük” korosu görevde..emre amade!..Yek avaz!.”Özgürlük, vesayet, statüko!”

V e s a y e t rejimine son!..” Yetmez!.. Bas yaygarayı, devam ettir sloganı...

Vurun mührü, v e s a y e t i n beline beline!...”

Beli kırılmak istenen ilk “vasi”; ülkenin temel kurucu gücü TSK!..

İktidar destekli irade beyanı ile, vesayeti yıkma adına, orduyu, iktidardaki siyasetin tahakkümü altına alıp, yeni “vasi” yaratma amaçlanıyorsa, amaç sahipleri ahlaklı mıdır?

Beli kırılmak istenen diğer vesayet ile,“üstünlerin hukuku yerine, hukukun üstünlüğünü hakim kılma”söylemiyle, hukuku siyasetin vesayetine sokma amaçlanıyorsa bu ahlaki midir?

Hele, o siyast kurumu, cumhuriyetin kuruluş felsefesini kabullenme konusunda toplumda azımsanmıyacak kuşkuların odağı olmuş ve bu durumu yüce mahkemece tescillenmişse!..

Gelelim Statüko ve statükoculuk saptırmasına!.. Statüko, süregelen bir durumu, olduğu gibi kabul etmek ve bunu korumak anlamına gelir. Statükonun özünde, çağdaşlıktan uzaklık, gelişmelere ve değişimlere kapalılık, tutuculuk yani muhafazakarlık vardır...

Siyasette dini ön planda tutan, ve bu durumu yüce mahkemece tescillenmiş muhafazakar kimlikli partilere tam yakışan sıfattır bu!..

Ne var ki; siyasette, itibarsızlaştırma amaçlı kullanılan bu terim de tıpkı diğerleri gibi anlamca saptırılmakta... Özellikle de, kendilerini dindar ve muhafazakar ilan edenler tarafından!.. Garip ve şaşırtıcı olanı da budur işin.

Devletin temel ilkelerini, ulusal bütünlüğünü, laik yapısını, cumhuriyetini, anayasanın değiştirilemez ilkelerini canı pahasına savundukları için statükocu ilan edilen parti, kurum ve kişilerin, toplum nazarındaki saygınlıklarını kırmak için yapılan bu çirkin saptırma, ahlaki midir!.. Akıl, izan ve vicdan sahibi birisinin “yek avaz” korosunda yer alması mümkün mü!?

Cumhuriyeti ve ülkenin bekasını tehlikeye sokacak düşünce ve eylemler, değişimcilik ve ilericilik ise, hainlik nedir!?

Ne yazık ki; bazı aydın(!)lar, ekranlarda sürekli boy gösterip, terimlerin gerçek anlamlarını saptırmayı ve halkı da buna göre şartlandırmayı görev olarak üstlenmişler!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş felsefesinin hedef alındığını görmeyecek kadar aymazlık içinde olmak... kabul edilebilir mi!? Böyle aydın olabilir mi!?

İnsana kıyan katil; ülkeye kıyan haindir!.. Herikisi de büyük suçtur.

İkisi de, demokratik bir hukuk devletinde en büyük cezayı görür.. Ancak, hangisi daha büyük suçtur, kararı vicdanlar versin!..


Mehmet Halil Arık

Emekli eğitimci – DENİZLİ


BU ÜLKE NE ÇEKİYORSA CAHİLLİKTEN, CAHİLLERDEN Mİ ÇEKİYOR?

Posted: 09 Oct 2010 12:31 PM PDT

Uzun sayılabilecek bir dönem yazılarıma ara verdim. Çünkü bir kentten bir başka kente taşınma işim vardı. Bu kısa zaman aralığında bile telefonla, iletilerle bana ulaşan, hatırımı soran tüm dostlarıma teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu arada köyleri dolaşma, köylülerle konuşma olanağını buldum. Çok zengin deneyimler, bilgiler edindim.

Gözlemler yaptım. Bir köy kahvesinde söyleşi sırasında, konu dönüp dolaşıp, son referandum oylamasına gelmişti. Oradakiler “Evet” oyu kullandıklarını açıkladılar. Niçin “evet” verdiğini sordum bir köylü kardeşimize. Şöyle yanıtladı:

“AKP’liler geldi, yanlarında köy imamı ve köyün ileri gelenleri de vardı. Güvenilir kimselerdi. Anayasaya “evet” oyu vermemizi, bu değişikliğin hayrımıza olacağını söylediler, biz de inandık, verdik…” “Peki, bu Anayasa değişikliğinin neler içerdiğini biliyor muydunuz? Bu konuda kimse sizi bilgilendirmedi mi? Başka partilerden gelenler olmadı mı? “Hayır, kimse gelmedi, kimse bizi bilgilendirmedi. Partiler birbirleriyle yaka paça oldular ama bu konuda bize bir şey söylemediler…” Haklı söze Hacı Ağa ne desin, tam da gerçek dedikleri gibiydi. CHP, AKP kendi aralarında yaptıkları gereksiz atışmalar, ağız dalaşı nedeniyle asıl konuya girememişti bile. Bir villa edebiyatı, bir villa hikâyesi sürüp gitmişti.

Şimdi sevgili dostlarım, popülizme, halk dalkavukluğuna başvurmadan, suçlanma korkusuna kapılmadan gerçekleri ortaya dökelim. Eğri oturup doğru konuşalım.

Elbette bu ülke bu güne değin ne çektiyse cahillerden, cahillikten, aymazlıktan çekti. Elbette “evet” oyu çıkan yerler Türkiye’nin en eğitimsiz, en yoksul, en geri bıraktırılmış kesimleridir.

1950’lerde Menderes, halkımızın bu bilinçsizliğine ve cahilliğine vurgu yaparak, “Ben istesem, odunu bile milletvekili seçtiririm…” demişti. Daha sonraları Evren’ler, Özal’lar, Çiller’ler halkın bu saflığından, bilgisizliğinden yararlanarak, iktidarlarını sürdürdüler.

Şu tartışılmayacak bir gerçek ki, ihalelere fesat karıştıran, hayali ihracat yapan bakanlar, ormanları yağmalayan orman bakanları, bir gecede zengin olan oğullar, kızlar, damatlar, çeşit çeşit, boy boy villalı havuzlar bu halkın oylarıyla seçilen AKP döneminde ortaya çıktı. Bu yağma ortamında birisi sesini yükseltip, “Ben niye işsizim ve açım, sen niye toksun ve parmaklarında milyarlık yüzüklerle dolaşıp, havuzlu villalarda yaşıyorsun” diye sormadı.

Paşalar, müdürler, gazeteciler, sendikacılar, politikacılar dört duvar arasına hiç nedensiz, ilk kez AKP döneminde atıldılar. Birisi başını kaldırıp da, “Yahu arkadaş, yıllarca bu vatana hizmet etmiş, çalmamış, çırpmamış, pis bir işe karışmamış bu koca koca paşaları, bu bilim adamlarını, gazetecileri, polis müdürlerini bir katil gibi boynundan tutup, neden arabalara dolduruyorsunuz? Orhan Kemal’in “Bekçi Murtaza”larını neden onların üzerine salıyorsunuz? Neden iki yıldan bu yana, hatta bazılarını üç yıldan bu yana içeride tutuyorsunuz? Suçları, günahları ne” diye sormadı.

Yığınları açlığa, sefalete, işsizliğe mahkûm eden bu hükümeti onlar seçip, önce işbaşına getirdiler sonra da ellerini açıp, kendilerini açlığa, sefilliğe mahkûm eden bu politikacılardan sadaka dilendiler. İktidarın perişan ettiği bu kitleler bir gün olsun, bir kez olsun, “Biz 5 kilo pirinç, 10 kilo makarna istemiyoruz. Biz 50 lira, 100 lira para da istemiyoruz. Biz her uygar vatandaş gibi iş, aş, ekmek istiyoruz, insanca yaşamak istiyoruz…“ Bizi sadaka ekonomisine muhtaç edemezsiniz, biz dilenci değiliz, bizi kandıramazsınız. Bizim alnımızda ‘enayi’ yazmıyor, …” demedi.

Ne yazık ki demedi, diyemedi. Açlığı, yoksulluğu, işsizliği sineye çekip, referandumda yine “evet” oyu kullandı. AKP’yi destekledi. Desteklemek zorunda bırakıldı.

Peki, bu cahil insanlar yalnızca bizim ülkemizde mi var? Bu gerçekler yalnızca bize özgü mü? Bazı aydınlarımızın ileri sürdüğü gibi “Adam olmaz, olamaz mı bu halk? Türkiye bu alanda yeryüzünde tek midir, eşi, menendi yok mudur?

Tek diyemeyiz elbette. Eşi, menendi yok da diyemeyiz. Çünkü dünyanın birçok ülkesinde de aynı sorunlar bizdeki gibi tüm canlılığı ile yaşanmaktadır günümüzde. Afrika, Asya, Balkanlar, Ortadoğu, sömürü bataklığında çırpınmaktadır.

Hatta demokrasinin doğum yeri, beşiği Avrupa’da bile bir ara halk yanılmış yazılmış, gidip Mussolini’ye, Hitler’e oy vermişti. Onların yüzünden Avrupa, yıllarca faşizme kol kanat germiş, yataklık yapmıştı.

Ama asıl cahillikler, cahiller, aklın yerini inancın, bilimin yerini hurafelerin aldığı, şeriat yasaları ile yönetilen geri bıraktırılmış toplumlarda görülmektedir. Türkiye cumhuriyetini bu ülkelerden ayıran en büyük özellik ise, 1923 Cumhuriyet Devrimini yaşamış olmasıdır.

Öyleyse şimdi yeniden soralım: Peki, bütün bu geri, az gelişmiş düzenin tek yaratıcısı “cahil” diye nitelendirdiğimiz bu insanlar mıdır? Nasrettin Hoca’nın deyişi ile yani “Bütün suç ev sahibinde midir? Hırsızın, çalanın çırpanın, vatanına ihanet içinde olanların hiç mi suçu yoktur? ” Tüm kötülüklerin temelinde onlar mı vardır? Onlar mıdır tüm kötülüklerin anası? Bu soruya yanıtımız çok kısa ve net olacaktır:

Hayır! Tek sorumlu onlar değildir. Geri kalmışlığın oluşumunda onlar elbette önemli bir etkendir ama tek neden değildir. Asıl neden 1950’lerden bu yana bu ülkenin başına bela olan emperyalizm ve onun yerli ortaklarıdır. Yani ihanet içinde olan işbirlikçilerdir. İhanet çeteleridir.

1938’lerden sonra 1923 Devriminden koparak, Köy Enstitülerini, Halkevlerini kapatanlardır. İktidar olur olmaz TDK ve Tarih Kurumlarının köküne kibrit suyu döküp, el bombası ve silahlarla kitapları aynı masada terör aletleri diye sergileyenlerdir. Meydanlarda Hitler örneği kitap yakan Evren’lerdir. Sait Nursi’ler, Fethullah Gülen’ler, Tayyip’lerdir…

Egemen güçlerin ve sömürgecilerin kulu kölesi olup, 24 saat kültür emperyalizminin ve çağ dışı şeriatçı ideolojinin borazancı başılığını yapan, 24 saat beyin yıkayan medyadır. Bir avuç siyasal İslamcının avukatlığına soyunup, her çeşit uyutma yöntemini kullanarak yığınları “kör inanca” mahkûm edenlerdir. Ulusal düşünceleri savunan, halkının çıkarlarına hizmet eden kaç TV, kaç gazete kalmıştır bugün? Sayabilir misiniz?

Yıllarca avazımız çıktığı kadar bağırdık, “Yaklaşan Siyasal İslamcı faşizmin Ayak Seslerin”den söz ettik. Yavaş yavaş, gizlice ısıtılan kurbağaların, farkına bile varmadan, nasıl ölüme gönderildiklerini anlattık. Faşist Hitler döneminde suçsuz günahsız aydınların, politikacıların, yazarların toplatılıp, dört duvar arasına atılmaları karşısında duyarsız, ilgisiz duran insanların sıra kendilerine geldiğinde, nasıl çaresiz kaldıklarını yazdık. İran’a mollaların nasıl egemen olduklarını somut kanıtlarla ortaya koymaya çalıştık. Ben ve yazar dostlarım, bıkmadan, usanmadan, birçok kez makalelerimizde bu öykülerden örnekler verdik.

Peki, kimin kılı kıpırdadı. Hangi aydın halkın arasına karışıp, aydınlatma, bilinçlendirme görevini yerine getirdi? Hangi parti, hangi sendika, hangi dernek haksız, dayanaksız tutuklamalar, özelleştirmeler, vurgunlar karşısında sesini çıkardı, eylemlere girişti? Kısaca hangi parti adam gibi muhalefet yaptı?

Genç teğmenler, yurtsever paşalar ordunun, Cumhuriyetin, Kemalizm’in onurunu korumaya çalışırken en yakın silah arkadaşları, devekuşu gibi başlarını kumlara gömdüler.

Sadece halkı suçlayarak, tüm geri kalmışlığımızı onların üzerine yıkarak, sorumluluktan kaçamayız. Kurtaramayız kendimizi… Bu iş bu kadar kolay değil, bu kadar basit değil…

Ne diyordu yurtsever, yüce şair FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA:

“Siz Ali Bey, Veli Beyefendi busunuz, / Gelecekler önünde suçlusunuz… / Ön karanlık, art karanlık, /Sağ karanlık, sol karanlık… Ne olmuşuz, ne yapmışlar bize, / Nasıl bağlanmış, elimiz kolumuz. / Böyle giderse biline hep, / Mustafa Kemal’e bile yokuz. / De yüreğin nice yanarsa yansın, /Efendilerin yüreği buz…”


ALİ ERALP


You are subscribed to email updates from Ajans Medya Takip
To stop receiving these emails, you may unsubscribe now.
Email delivery powered by Google
Google Inc., 20 West Kinzie, Chicago IL USA 60610

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages