BİRİLERİ HANEFİ AVCI'YI ÖLDÜRME PLANLARI MI YAPIYOR !

4 views
Skip to first unread message

kontraergenekon.tr.cx

unread,
Oct 3, 2010, 4:58:40 PM10/3/10
to

...:::Ajans Medya Takip:::... Günün Manşetleri

Link to Ajans Medya Takip

Koca Çınar devrilmeden...

Posted: 02 Oct 2010 01:50 PM PDT

12 Eylül referandumu  “hayırlısıyla”  yapıldı!.. Halkımızın yüzde 58’lik bölümü(!) daha çok özgürlük, daha çok demokrasi ve Başbakan Erdoğan’ın  “tek vatan”  sözlerine inandı,  “evet”  dedi.
Bizler anlattık ama yeterli olmadı. Halkımız inanmak istiyordu, inandı.
Şimdi ise gerçeklerle bir bir yüzleşiyoruz.
Anayasa değişikliği yapıldı ya, Anayasa Mahkemesi(AYM) Başkanı konuşuyor:
“Anayasanın değiştirilemez denen ilk üç maddesi de değişebilir!”
TBMM Başkanı destek veriyor:

“Bundan çekinmeyelim!”
“Evet”  çekinmeyin, yapın. Türkiye’nin laik demokratik devlet olmasını, başkentinin Ankara olmasını, dilinin Türkçe olmasını, çekinmeden tartışın ve değiştirin!..
Hakkınızdır. Arkanızda yüzde 58 halk var!..
800 yıllık bir canlı..
O yüzden, bugün bunlara ne desek boş.
Bu konudan uzaklaşarak ve protesto ederek,  “koca çınar”  milletimiz devrilmeden, başka bir gerçeğe yürüyelim...
Yaz bitiminde Bodrum’dan Ankara’ya dönerken, Muğla’nın Yatağan ilçesine bağlı Pınarbaşı beldesine mutlaka uğramamı söyledi dostlarımız.
Oradaki 800 yıllık bir çınar ağacından söz ettiler.
Tüylerim ürperdi. 800 yıllık bir  “canlıya”  dokunabilecektim.
Gittik, dokunduk, gölgesinde derin düşüncelere daldık.
Karşımızda tam 800 yaşında bir canlı duruyordu. Kaç insan neslini görmüş, gövdesi kurumuş gözüküyor ama dalları, yaprakları hâlâ canlı.
Uzmanlar,  “Koca çınar” ı konuşturmuşlar.
Şimdi Koca Çınar’a kulak verelim ve dersler çıkaralım:
“Anadolu’yu kıyamete kadar yurt tutmak isteyen Türk Beyleri, devletlerinin devamlılığının mesajını gelecek asırlara ulaştırmak için yaklaşık 800 yıl önce beni buraya diktiler. Çocukluk ve gençliğimde çok mutlu olaylara tanık oldum. Ulu Tanrı Osman Gazi’ye, soyundan gelenlerin üç kıtaya hakim imparatorluk kuracağını benim gibi bir ulu çınarı simge olarak göstererek muştuladı.
Gölgemde Yörük beyleri, Horasan erenleri, Türkmen kocaları sohbet eder; düğün dernek yapılır, toylar verilirdi. İnce belli, al topuklu, ahu gözlü, inci dişli, kara kaşlı, sırma saçlı, bal dudaklı Yörük kızları testilerini doldurma bahanesi ile benim gölgemde yavukluları ile buluşurdu. Ben onları etraftan görmesinler diye dallarımı eğerek örterdim. Bozüyük eski camiini yaptıran, yaptırdığı camiin sonsuza dek ayakta kalmasını temin için bin dönüm arazi vakfeden Koca Türkmen Siyami Bey, al donlu atı ile gelir, köklerimin dibinden kaynayan soğuk su ile abdest alır, huşu içinde namazını kılar, yüreğinden gelen yüksek sesle Bozüyük’ün kıyamete kadar Müslüman Türk’ün yurdu olarak kalması için Ulu Tanrı’ya niyaz ederdi.
O tarihlerde modern tıp olmadığı için kabuklarımdan yanık, peklik ilacı ve göz merhemleri yapılırdı. Yılan sokmalarında köklerim kullanılırdı.

Olgunluk çağımın en mutlu olayı, Ulu Hakan Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferi sırasında otağını benim gölgemde kurmasıdır.
1900 yılları başında, ki o zaman 700 yaşında idim, gölgemde oturan insanların sohbetleri karamsarlaştı. Anladım ki, Türk Milleti kötü günler geçiriyordu. Hastalandım, hele gölgemde İtalyan askerlerini görünce hepten kötüleştim. Gövdemdeki boşluk, o zamanki üzüntümden dolayı meydana gelen çürümeden kalmadır.
Dostum, bir gün Yürük Beyleri, Efeler gölgemde toplandılar. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a çıkmış, Amasya, Erzincan, Erzurum’da kongreler toplamış, çok sevindim. Ankara’da B.M.M. kuruldu. Kurtuluş Savaşı başladı. O günlerde Türk Milleti, Türk Ordusu için bütün yapraklarımı açar, gün boyu dua ederdim.
Yüce Türk;
Çalış; diline, dinine, törene, bayrağına, vatanına sahip ol. Haktan,adaletten, doğruluktan ayrılma. Büyüğünü say, küçüğünü sev. Açı doyur, çıplağı giydir.”

DEĞİRMEN
Anayasa referandumu bitti, Atatürk Cumhuriyeti’ni yok etmek için “Haşin Kılıç”lar çekildi!..


Hulki Cevizoğlu

Yeniçağ


PKK'nın bile söyleyemediğini Haşim Kılıç söyledi!

Posted: 02 Oct 2010 01:38 PM PDT

Yok buna dil sürçmesi ya da gaf diyemezsiniz!    Edilen söz taammüd eseri yani önceden tasarlanmış!
Birkaç gazeteci seçildi ve onlara önceden belirlenen ifadeler aktarıldı!
Beyan net:
Anayasamızda değişmez ve değiştirilmesinin teklif dahi edilmesi mümkün olmayan maddeler için açıktan “Dokunulabilir” diyor ve devam ediyor: “İlk üç madde donarsa, Anayasayı da dondurursunuz! İlk üç madde dondurulmamalı!”
Görüyorsunuz açıktan ilk 3 maddenin değiştirilmesine sadece yeşil ışık yakmıyor aynı zamanda böyle bir teşebbüse davetiye çıkarıyor ki bu ülkede böyle bir şeyi söylemesi gereken son kişi, konumu gereği
Haşim Kılıç’dır.
Öyle, çünkü yarın kazara bu tür bir değişikliğe gidilse son kararı verecek olan Anayasa Mahkemesi’dir ki onun başkanı Haşim Kılıç bugünden ihsas-ı reyde bulunuyor!
Hatırlayamayanlar için Anayasamızın ilk
3 maddesini hatırlatalım:
1) Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
2) TC, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.
3) Dili Türkçe, milli marşı İstiklal marşı, Başkenti de Ankara’dır.
Evet Haşim Kılıç’ın dondurulmamalı ya da dokunulabilir dediği şeyler bunlardır.
Sakın bana ertesi gün bu beyanı yalanladı falan demeyin, Kılıç’ın yaptığı şey aldığı tepkiler üzerine patinaj yapma hadisesidir ve beyanını düzeltirken bile, “Kastettiğim ilk 3 maddenin zenginleştirilmesidir” diyerek aslında itirafda bulunmuştur!
Öyle ya ne demektir ilk 3 maddenin zenginleştirilmesi?
Resmi dilin Türkçe olmasının yanına ikinci bir dilin yani Kürtçe’nin konması mıdır?
Her şey açık ve net, Haşim Kılıç adeta bir görev ya da misyonu eda ediyor gibidir!
Öyle olmasa, durduk yerde sadece PKK, CIA ve AB’nın talebi olan ilk 3 maddenin değiştirilmesi talebini niye gündeme getirsin?
Abdullah Öcalan ile müzakere masasında olunduğu bir günde Anayasa Mahkemesi Başkanının böyle bir şeyi dillendirmesi nasıl tesadüf olabilir?
Haşim Kılıç’ın referandumun hemen sonrasında ve PKK ile masada bulunulduğu bir süreçte bu sözü etmesinin sebebini ikna edecek bir şekilde açıklama zorunluluğu vardır!
Tekrar ediyorum, edilen o söz ayaküstü sorulan soru üzerine değil, kendisinin daveti yani organizasyonu ile bilinçle edilmiştir!
Lafı uzatmadan yaşananların özünü
aktarayım:
ABD’nin Irak’dan çekiliyor olması ve Kuzey Irak Kürtlerine muhafız ya da hami araması, Baykal’a yapılan kaset komplosu ve PKK’ya af dileyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına getirilmesi, Başbakan’ın dini guruplarla beraber referandumu hayat-memat gibi görüp asılması ve Öcalan’la başlatılan müzakere süreci ile MİT Müsteşarının Washington ile Erbil arasında mekik dokuması ve son olarak da Haşim Kılıç’ın bu dehşet beyanı, Türkiye’nin bahtı kara maderi sürecine girdiğinin en büyük
delilidir!
Evet sevgili okurlar, artık her şey berrak, üç vakte kadar Türkiye’nin kimyası bozulacak ve bölünmesine kapı aralanacak!
Peki, Anayasamızın ilk üç maddesinde revizyon isteyen Haşim Kılıç tarihe nasıl mi geçecek?
Onu siz tahmin edin efendim!
***
MHP iyi başladı
Anı harabelerinde Cuma namazının kılınması sembolik bir ataktı ama tahminlerin ötesinde akis uyandırdı.
Sumela ve Akdamar’daki densizliklere cevap niteliğinde olan bu atak, bir süredir renksiz ve kimliksiz görüntüde olan MHP’yi kendine getirmiştir.
Öyle olduğu için de MHP’yi tasfiye için görevlendirilenler, bu teşebbüsten fevkalade rahatsız oldular!
MHP eğer köklerine dönmezse sadece tepkilerin adresi olarak kalacak yani PKK’ya kızanların partisi olacaktır.
Oysa MHP bilinen Türk-İslâm kimliğine tekrar oturursa sadece geleneksel oy merkezlerindeki tabanlarını geri almayacak, aynı zamanda yeni tabanlar da yaratabilecektir.
Endişem, MHP’nin attığı bu güzel adımın devamının gelip gelmemesinedir!
MHP yönetimi pek çok hadisede iyi şeyler söyleyip iyi başlıyor lakin  devamını getiremiyor!
Hatırlayın, bir ara bölgesel merkezlerde birlik -bütünlük mitingleri yapılacak dendi ama iki mitingin ötesine geçilemedi.
Dileriz bu sefer öyle olmasın!


Sabahattin Önkibar

Yeniçağ


Hanefi Avcı, Haşim Kılıç ve Anı’da namaz

Posted: 02 Oct 2010 01:27 PM PDT

İki ayrı mektupta aynı konuya dikkat çekiliyor. Hasan Ozan diyor ki “Hanefi Avcı, kitabının ‘Devlet’ bölümünde kayıtsız şartsız Apo’ya teslimiyeti ayırıyor. Son bölümde sözde cemaate yükleniyor ama ABD’nin BOP planından ve bu planın içerdeki uygulayıcılarından hiç bahsetmiyor. Yüce Divan Başkanı’nın yazdığı reçetenin de bundan farkı yok. Devlet kadrolarını asıl ele geçiren cemaat değil, ABD’nin ta kendisidir.”
Engin Demirkollu da şöyle yazıyor:
“Hanefi Avcı, Haşim Kılıç’ın Anayasa’nın ilk üç maddesi konusunda söylediklerini, tutuklanmasına sebep olan kitabının birinci bölümünde açıkça yazmıştı. AKP’nin içini boş bıraktığı Kürt açılımı bu kitapta yazılanlarla doldurulmaya çalışılmış. Bence bütün bunlar planlı programlı işliyor.. PKK açılımına dönüşen Kürt açılımı milletin kafasına empati yoluyla sokulmaya çalışılıyor. Sıra Anayasının ilk üç maddesine geldi.. Şimdi bu konu tartışmaya açılacak, nabız yoklanacak ve iki ileri, bir geri bu konuda yol kat etmeye çalışacaklar.”
***
Ramazan Demirok ise “Siz ve sizin gibi ırkçı milliyetçiler bu ülkede Türk olmayan her şeye düşmansınız. Hatta İslâmı bir yaşam tarzı olarak benimseyen samimi Müslümanlara bile düşmansınız. Bu ülkeye en çok zarar veren sizin gibi kuru kuru vatan-millet edebiyatı yapanlardır. Ergenekon çeteleri de bir zamanlar vatan-ulus edebiyatı yaparak 90’lı yıllarda doğu Güneydoğu’da beş bin köy yakıp binlerce faili meçhül cinayet işlemiştir. İnsanları işkenceden geçirip asit kuyularına atmışlardır. Kürtlere karşı işlenen bu vahşi cinayetler, bu ülkeye ne kazandırdı? Kürt halkını istemeye istemeye PKK-BDP’nin kucağına itti. Sizler de eğer bu ülkeyi seviyorsanız lütfen nefret tohumlarını ekmeyiniz.. Bırakın şu çağdışı ırkçı zihniyeti.. Gelin Türküyle Kürdüyle bu ülkeyi yeniden Osmanlı ihtişamına götürelim. Osmanlı, başka milletlerin anadillerini yasaklamadı, gayrımüslimlerin ibadethanelerine dokunmadı; bu hoşgörüyle ayakta kaldı. Ne zaman ki sizin gibi ittihatçı kafasındaki zihniyet ortaya çıktı işte o zaman Osmanlı yok oldu” diyor.
***
Görüldüğü gibi bu vatandaşımız, kendi beyninde bir Türk ırkçısı canlandırmış. Bizim Türk olmayan her şeye, hatta samimi Müslümanlara bile düşman olduğumuzu zannediyor. Buna kendisini şartlandırmış. Güneydoğu’daki hukuk dışı icraatların sorumluluğunu da bize yıkıyor. Bu arada milli devlete karşı çıkıp bugünlerde ABD istihbarat kaynaklarının çok öne çıkardığı Osmanlıcılığa dönmemizi istiyor. İşte AKP’nin arkasındaki zihniyet aynen bu şekildedir.
Bu sebeple, Egemen Bağış gibileri, Devlet Bahçeli ve arkadaşlarının Alparslan’ın camiye çevirip namaz kıldığı yerde Cuma namazını kılmasına tahammül edemez ve bu namazı gösteriş sınıfına sokar. Alparslan’ın Malazgirt Savaşı öncesi ordusuyla kıldığı Cuma namazı, Çanakkale’de biraz sonra şehit olacaklarını bilen Mehmetçiklerin kıldığı namazlar da gösteriş namazı mıydı?
Ne yapsaydı MHP’liler; Sümela ve Akdamar’daki ayinlere mi katılsaydılar?
Milliyetçiler, Kürtleri hiçbir zaman ayırt etmemiştir. Amerikan güdümlü politikaların yanlışlığı da onlara fatura edilemez. Fakat şu bir gerçek ki bu “Yeni Osmanlıcılık”  denilen dayatma, Büyük Orta Doğu projesinin kamuflajıdır, örtüsüdür. Türkiye Cumhuriyeti Devletini korumak ve yükseltmek varken, imparatorluk kuracağım diye kendi milliyetini inkâr etmenin İslâm ile hiçbir ilgisi yoktur; aksine bu tutum, İslam’a hizmet ettiğini zannederek, bugün de İslam dünyasının en büyük dayanağı olan Anadolu’daki Türk birliğini yıkmak anlamını taşır. 
Hz. Muhammed, kendi milliyetini inkâr mı etmişti? Aksine, İslam’ın tebliği ile birlikte çeyrek asırda Arap birliği kurulmuştu.


Arslan Bulut

Yeniçağ


Hangi 'yargı reformu' Sayın Kılıç?

Posted: 02 Oct 2010 01:08 PM PDT

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç (artık o noktaya doğru hızla ilerlendiği için olmalı); “Anayasa’nın ilk üç maddesini dondurmanın evrensel hukuka uygun olmadığını” da söylemiş. Oysa laik devlet konusunda da, Güneydoğu’da özerk bölge ve vatandaşlık tanımının değiştirilmesi konularında da çok yakında iş ilk üç maddeye gelip dayanacak, çok önceden belliydi bu. (Dayanmadığı takdirde PKK’nın eylemsizlik kararının ne olacağı da görülecektir.)
Anayasa Mahkemesi’nin çok sayıdaki yeni üyeleri referandum sonucuna göre yakında seçilip göreve başladığında, oylarını bu yönde kullanırlarsa (ki büyük ihtimalle yürütmenin tüm kararlarını onaylayacaklardır), Sayın Kılıç’ın şimdi “evrensel hukuka uygun değil” vurgusunu yapmasının ne etkisi olacak?
Bu yine geç kalmış vurguyu hiç kimse umursamayabilir.
Haşim Kılıç “Yargı reformunda tüm taraflar hemfikirdi. Onun için Anayasa Mahkemesi yapılan değişikliği akladı, onayladı” diyor. AYM’nin bir aklama yaptığına şüphe yok ama “hemfikir olma”ya gelince... “Tüm tarafların hemfikir olduğu reform” yüksek mahkemelerin üyelerini Meclis çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı’nın birlikte seçmesi değildi.
12 Eylül Anayasası ile getirilmiş olan “HSYK’nın başındaki Adalet Bakanı ile müsteşar”ın kaldırılması, bu önemli kurumun demokratikleşmesinin sağlanmasıydı. Hakim ve savcıların soruşturma iznini Adalet Bakanı’nın vermemesiydi.
Bunları açıklamak gerekir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın ilk 3 maddesi içinde olan ‘hukuk devleti’ ilkesinin bu değişiklikle kaybolacağını, yüksek mahkemelerin siyasallaşacağını görmesine rağmen o aklamayı yaptı, onayı verdi. Gelecekte bu mahkemelerin etkisiz kalması durumunda en büyük sorumluluk bugünkü üyelere ait olacaktır.
Tarihin de yer vereceği bu gerçeği yadsıyamazlar.
Gül ve Kılıç kime kızıyorlar?
Tüm önemli konular kolay manevralarla öyle bir kavram kargaşası içine sokuldu ki, yapılan açıklamalardaki tepkilerin kime verildiğini anlamak bile ayrı bir hüner istiyor artık...
Cumhurbaşkanı Gül, Meclis açılışında yaptığı konuşmada; “Adaletin tecellisinin gecikmesinin, tutukluluğu fiili bir mahkûmiyet durumuna dönüştürmemesi gerektiğini, bu sorunların cesaretle çözülmesi yerine siyaseten kullanılmasının ilerde daha büyük bir soruna dönüşeceğini” belirtmiş.
Aynı sıralarda Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da yaptığı konuşmada;
“Tutukluluk süresinin cezalandırmaya dönüşmesinin insan onuruna vurulan en büyük darbe olduğunu” söylemiş.
Cumhurbaşkanı Gül’ün sözlerindeki “tutukluluğun mahkûmiyete dönüştürülmesinin siyaseten kullanılması” ifadesi yargının siyasallaştığını, siyasallaşan yargının da devlet gücünü elinde bulunduran iktidar tarafından kullanıldığını, kısacası sorunun buradan kaynaklandığını yeteri kadar açık şekilde anlatmaktadır. Ayrıca Gül’ün ve Kılıç’ın aynı anda yaptıkları benzer açıklama ya ikisinin bu ciddi sorunu gündeme getirerek “artık en kısa zamanda çözülmesinin sağlanmasına” karar verdiklerini veya toplum vicdanında oluşan rahatsızlığı giderme sorumluluğunu aynı şekilde paylaştıklarını gösteriyor.
Peki, ama her ikisi de bu sözleri kime duyurmak amacıyla söylemekteler?
Tutukluluk sürelerinin uzamasının ya da son olarak Hanefi Avcı’ya yapıldığı gibi “tutuklanması istenen kişilerin hepsine” uygun birer etiket, birer suç yapıştırılarak cezaevine tıkılıvermesinin toplumun, medyanın büyük kesimlerini, muhalefet partilerinin hepsini rahatsız ettiği ortada. Uyarılar çok uzun bir süredir arka arkaya yapılıyor.
Öte yanda, benzer bir rahatsızlığı bazı bakanlar da zaman zaman vurguluyor olsa da son sözleri hep “yargının işi, kararı yargıya bırakalım” oluyor.
Bu durumda, iktidar dışında herkesin rahatsız olduğu siyasallaşmış bir yargı bu işi nasıl ve ne zaman halledecek, gereken kararlar ne zaman verilecek? Yargıyı siyasi baskı altında tutan siyasetçiler ya da dışarıdan kolayca müdahale ettiği artık sıkça dile getirilen cemaat örgütleri “eh, bu kadar yeter” dediği zaman mı?
Başkan Kılıç’ın “insan onuruna vurulan en büyük darbe” dediği darbe tutuklanmış birçok insana yıllardır vuruluyor, 3 yıldır duruşma ve karar bekleyenler var. Onlara (bir türlü kanıtlanamayan iddialarla) ailelerinden, çocuklarından ayrı mahkûm hayatı yaşatılıyor. Bu mahkûmiyetlerin maddi-manevi ağır yükü masum ailelerine, çocuklarına yükleniyor. Gerçekten de bundan daha büyük bir ‘insan hakları ihlali’ olamaz... Ne zamana kadar?
Cumhurbaşkanı Gül keşke “siyaseten kullanma” konusunu referanduma giden süreçte açıklasaydı ‘Yüksek yargı’ da siyasallaştığında bu sorunların katmerleneceğini halkın anlamasına büyük katkı sağlardı. Belki kendisi bile “referandum sonucundan ‘Hayır’ diyenler de memnun” gibi bir açıklama yapmazdı... Maalesef geç kalmış bir uyarıdır bu.
Bakalım yüksek yargı da siyasallaştığında “siyaseten kullanma” konusunda neler duyacağız.


Ruhat Mengi

Vatan


Domates

Posted: 02 Oct 2010 11:01 AM PDT

2002 Ekim... Apo’nun idamı müebbete çevrildi. “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” denildi. AB’nin merkezi Brüksel’de Kürdistan Ulusal Parlamentosu açıldı. Milli maç yaptık.

2003 Ekim...
AB’ye uyum çerçevesinde Kürtçe kursları açıldı. İsviçre soykırımı tanıdı. Milli maç yaptık.

*

2004 Ekim...
Avrupa Parlamentosu, önce Leyla Zana’ya Sakharov Ödülü verdi, sonra Ermeni Soykırım Kongresi’ne ev sahipliği yaptı. Milli maç yaptık.

*

2005 Ekim...
“Ermenileri şakır şakır katlettik, Kürtleri öldürdük” diyen Orhan Pamuk, Almanya’dan Barış Ödülü aldı. Arjantin soykırımı tanıdı. İngiltere Prensi Charles, Türkiye’ye geldi. Milli maç yaptık.
*

2006 Ekim...
Orhan Pamuk, Nobel aldı. Fransa, soykırım yok diyeni içeri tıkan yasa çıkardı. İngiltere Kraliçesi’nin Türkiye’ye geleceği ve daha önce Suudi Kralı’nın madalya taktığı sayın cumhurbaşkanımıza şövalye nişanı takacağı açıklandı. (Taktı.) Milli maç yaptık.
*

2007 Ekim...
DTP Kongresi’nde “Türk denmesin, Türkiyeli densin” dendi. ABD Ohio soykırımı tanıyan 36’ncı eyalet oldu, Türkiye oha falan oldu. Orhan Pamuk, Nobel’den aldığı parayla ABD’de ev aldı. Maliye Bakanımızın İngiliz vatandaşı olduğu ortaya çıktı. Atatürk’e benzetilen Kevın Kostnır, Çankaya Köşkü’nde 29 Ekim Balosu’na katıldı, Corc Kuluni’ye benzeyen sayın cumhurbaşkanımızla tanıştı, Atatürk’le tanışmak için Anıtkabir’e gitti, vefat ettiğini öğrendi, “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganlarıyla omuzlara alındı. Milli maç yaptık.
*

2008 Ekim...
Ahmet Türk “Kürtler soykırıma uğradı” dedi. Türkiye’nin onur konuğu olduğu Frankfurt Kitap Fuarı’na Türkiye’nin yarısını Kürdistan olarak gösteren harita asıldı. Atatürk’ü sarhoş, dinsiz, aciz gösteren Mustafa filmi vizyona girdi. Milli maç yaptık.
*

2009 Ekim...
Kürt açılımı yaptık. Sonra, Habur’da teslim’iyet töreni yaptık. THY reklamından cukkayı kapan Kevın’ın açılımı desteklediği ilan edildi. Ancak, “Cukkayı kaptığım doğru ama, açılımdan haberim yok” dediği için, şerefsiz ilan edildi. Ermeni açılımı yaptık. Ermenistan’la milli maç yaptık, ev sahibi Bursa’yı faşist ve ırkçı ilan edip, Azerbaycan bayrağını yasakladık.
*

2010 Ekim...
Apo’yla müzakere halindeyiz; “Siz G3’leri bırakın, bana 3G verin” dedi, cep telefonu istedi. Murat Karayılan, Kandil’de basın toplantısı yaptı. AKP’yle BDP anayasanın değiştirilmesi hususunda uzlaştı. Cemaatin kitabını yazan polis şefi, teröristlikten içeri tıkıldı, Fethullah Hoca çiftliğine çağırdığı gazetecilere kol saati taktı. Atatürk’ün yatı Savarona basıldı, keraneye döndüğü ortaya çıktı. İngiltere Kraliyet Enstitüsü Chatham House, Kraliçe’nin şövalye nişanı taktığı sayın cumhurbaşkanımıza onur ödülü takacak. Milli maçımız var.
*

Ekim’ler böyle... Ya, hasat?
*

Onu da YÖK Başkanımız açıkladı, “Dışardan domates tohumu geliyor, içine öyle bi genetik mekanizma yerleştirirler, 20 sene içinde biteriz, milletimizin neslini yok edebilirler” dedi.
*

Aman diim ha...
Domates ekimine dikkat!
Maazallah, salça oluruz valla. 


Yılmaz Özdil

Hürriyet


Hanefi Avcı Olayı

Posted: 02 Oct 2010 10:36 AM PDT

Eskişehir Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, yayımlamış olduğu bir kitabı ile Türkiye gündemine bomba gibi düştü.(*)

Öyle ki; binlerce adet basılmış olmasına rağmen, millete kitap yetiştirilemiyor ve kitapçılar yok satıyorlardı.

Korsan baskılar da dahil, matbaalar istekleri karşılayamaz durumu düştüler bu sebeple…

Bu kadar istek ve talep niçin?..

Emniyetin nice kadrolarında uzun yıllar görev yapmış ve bu kitabın yayımlandığı tarihte de Eskişehir Emniyet Müdürü bulunan Hanefi Avcı; Türk kamuoyunun merak ve ilgisini çeken pek çok olayları çıplak gerçekliği ile dökmüştü ortaya... İşte sebep bu.

Aslında Susurluk olayından beri Türk kamuoyu Hanefi Avcı’ yı yakından tanımaktadır.

İşte onun profilinden bazı yansımalar:

Kendisi, bütün çevrelerce; dürüst, çalışkan, cesur, başarılı, zeki, vatanperver,

milliyetçi ve mukaddesatçı olarak tanınmaktadır.

İyi bir aile babası olmasına rağmen; Kezban Küçük adında, kendisine kul, kurban olan bir öğretmen sevgilisi vardır.

Susurluk olayı dâvasında ve bu konuda TBMM’nce kurulan Susurluk Araştırma Komisyonu soruşturmasında yine ön saflarda o yer almıştı.

Bu komisyona vermiş olduğu ifadesinde; “ terörle mücadele için, devlet içinde çetelerin kurulmuş olduğunu “ anlatmıştı.

Yine Devlet yapısında “ JİTEM “ varlığına işaret etmiş ve ayrıca 2009 da Diyarbakır “Jitem” dâvasındaki ifadesinde de bu kuruluşun Güneydoğuda yasa dışı öldürme ve kaçırma eylemleri yaptığını söylemişti.

Bir televizyon programında; Mit ve Genelkurmay hakkında açıklamalar yaparken, “ Devletin gizli kalması gereken sırlarını ifşa etmek “ suçlaması ile; Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından tutuklanarak on gün kadar hapis yatmıştı.

Bu kez Hanefi Avcı’ nın tutuklanma nedeninin yazdığı kitap ve bu kitapta polis ile yargıdaki Fethullah’çı örgütlenmelerini olay, olay. İsim, isim ve belgelerle ortaya çıkarmasından olacağı düşünülmekteydi.

Ancak sebebin bu olmadığı; meslek hayatı boyunca sol örgütlere yaptığı

pek çok operasyona rağmen, bir PKK itirafçısının beyanına dayanılarak, adı Ergenekon ‘la ilişkilendirilen ve sol bir örgüt olan “ Devrimci Karargâh “ örgütüne yardım ettiği gerekçesi ile tutuklanmıştır.

Ne hazin bir tecelli bu!..

Evinde yapılan aramada; ruhsatlı bir kaleşnikof tüfek ile, onun resmi kullanılarak düzenlenmiş sahte isimli kimlik ve pasaportlar elde edilmiştir.

Yakalanıp ve tutuklanmadan önce elli sayfalık bir savunma hazırlamış olduğu anlaşılmıştır.

Yakalandıktan sonra; savcıya ifade vermeyerek, susma hakkını kullanmış ve avukat tutmayacağını belirtmekle birlikte, Baro tarafından gönderilen avukatı da kabul etmemiştir.

Mahkemedeki sorgusunu müteakip verilen tevkif kararına da itiraz etmeyeceğini beyanla avukat istememiştir.

Yansıyan bu panoramik görüntüsü karşısında sağlıklı bir yorum yapmak zor.

Ancak anlaşılan şudur ki;

⃰⃰ Yıllar yılı sol örgütlere karşı operasyonlar yaparak mücadele eden ve milliyetçi, mukaddesatçı, bir erdem sahibi bulunduğu anlaşılan bu kişinin Devrimci

Karargâh adındaki bir örgüte yardım edebileceğini kabul etmek çok güçtür.

İddiadan başka delil yoksa eğer, sırf PKK lı bir itirafçının beyanına dayanılarak verilmiş tutuklama kararı çok düşündürücüdür.

Ruhsatlı kaleşnikof tüfeğin kendisine görevi icabı verilmiş olduğu ve sahte kimlik ile pasaportların da yine bu amaçla düzenlenmiş bulunduğu düşünülebilir.

Kendisi de hukukçu olduğu anlaşılan Avcı’nın tevkife bizzat, ya da avukat vasıtasıyla itiraz etmemesi, adeta her şeyi sineye çekmesi de çok düşündürücüdür.

Bunu suçu kabullenmek, ya da kadere ve devlete küsüp de sitem etmek… gibi yorumlamak ne derece gerçekçi olur bilemem.

⃰ İpliğini pazara çıkardığı cemaatin kendisine dışarıda bir fenalık yapabileceği varsayımı ile şimdilik cezaevinde kalmayı düşünerek tevkife itiraz etmediği de akla gelebilir.

Bu sebeplerle yargı mensuplarına güveniyor ve onların büyük bir ehliyet, dikkat ve itina ile delilleri inceleyip dosdoğru bir karar vereceğine inanmak istiyorum. Zira:

“ Çok tel kırılır sine-i kanun ü kemanda mızrabı tasarruf ne ehle verilirse…” (**)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Haliçte Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat

(**) Onu çalmak yetkisi ehil olmayan birisine verilirse kanun ve kemanın sinesinde çok tel kırılır.


Abbas Gökçe

Kurucu Meclis ve Danıştay E. Üyesi


You are subscribed to email updates from Ajans Medya Takip
To stop receiving these emails, you may unsubscribe now.
Email delivery powered by Google
Google Inc., 20 West Kinzie, Chicago IL USA 60610

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages