YENİDEN BAŞLAMALI KURTULUŞ SAVAŞINA...

8 views
Skip to first unread message

kontraergenekon.tr.cx

unread,
Oct 30, 2010, 9:17:14 AM10/30/10
to

...:::Ajans Medya Takip:::... Günün Manşetleri

Link to Ajans Medya Takip

DE HADİ!...“ŞİLİ’Lİ MADENCİLER DÖRT DÖRT’LÜK ŞOV YAPIYOR!..”

Posted: 27 Oct 2010 12:52 PM PDT

Yazıya başlarken, şili’de 2 ayı geçgin süredir, yerin 700 metre altında, olağanüstü koşullarda yaşam savaşı veren 33 madencinin kurtarılma operasyonu devam etmekte!..

Şu an; altısı gün ışığına ulaşmış durumda!.. Heyecanla devam ediyor operasyon!.. Her kurtarılan madencinin, eşine ve çocuklarına kavuşma sevincini tarif edecek kelime yok sözlüklerde!.. sadece kavuştuklarına sarılıyor, sarılıyorlar!.. Devlet başkanları da ortak oluyor bu tarifsiz sevince!..

Televizyon spikeri, “dünyanın gözü kulağı, Şili’deki en karmaşık mucize kurtarma operasyonunda!..” anonsuyla; dünyanın da bu olağanüstü çabaya verdiği önemi ve tarihi anı duyuruyor!..

Bütün dünya canlı seyrediyor bir insanlık dramının, nasıl bir gayretle sevince dönüştürüle bildiğini!..

5 Ağustos’ta yaşanmıştı bu acı olay, tam 33 madenciyle!.. 14 Ekim’de mutlu sonla noktalanmak üzere, tam kadro, şu an!..

17 Ağustos’ta yaşanmıştı, dramın bir benzeri!.. Dünya’nın bir başka köşesinde... Ülkemizde, Karadon’da... Yaklaşık aynı derinlikte. yaklaşık eşit sayıda, 30 kurban ile!..

Birisinde 33 kazazede, 33 sağ-salim kurtarılan emekçi; diğerinde, 30 kazazede, 30 ölü, ikisi hala kayıp!..

Birisinde, yetkili ağızlara göre, “güzel öldüler” madenciler!..

Diğerinde ise, güzel kurtarıldılar tüm dünyanın gözleri önünde!..

Birisinde,“kader” bildi yetkililer ölümü, diğerinde ise, kurtarmayı borç!..

Birisinde umuda yolculuk, mutlu sonla, dedi yeniden yaşama, “merhaba”!..

Diğerinde, 700 metre yerin altında, diyemedi bile dostlarına, sevdiklerine, merhaba!..

Birisinde insanüstü gayretlerle, salimen ulaşıldı emekçilerin tümüne!.. “kaderdir” ölüm maden işçisine denilmedi!.. kefen biçilmeden umutla yürütüldü çalışmalar!..

Diğerinde salimen ulaşılamadı emekçilerin hiçbirine!.. “güzel ölüm” diyerek halkı teselli etme safsatasıyla, beceriksizliği örtmek, kaderciliği hakim kılmak çalışmaları yürütüldü, umudun üstüne şal çekilerek!...

Her ikisinde de kalabalıktı, maden ocağının başı!.. Birisinde, neşe ve umut hakimdi toplananların yüreklerinde, diğerinde, hüzün, öfke ve umutsuzluk!..

Kalabalıktı, maden ocağının başı her ikisinde de!.. Birisinde, ocaktan çıkarılan cenazeleri teslim almak için; diğerinde, kurtarılanlara sevinci paylaşmak, sarılmak için!.. Her ikisinde de, sesler yükseliyordu maden ocağının başından!.. Biriside; kurtuluşa patlayan şampanya sesine karışan sevinç çığlıkları, diğerinde ölümün acısını haykıran ilahiler!. Her ikisinde gözyaşı vardı akan!. Şili’de sevince, Karadon’da acıya!..

---------------------------------------------------

Gelelim işin bir başka boyutuna....

Erdemsizlik odur ki; kendi yapamadığını başkası yapınca küçümsemek...

Başarıyı küçümsemek, başarıyı değil de küçümseyeni küçültmekten öte ne işe yarar!..

Beceriksizliğin verdiği aşağılıkduygusunun karşıdakini aldatma, gerçeği çarpıtma, yalanı yutturma amacına dayanak yapılması, erdemsizliğin bir başka boyutudur!..

Bütün dünyanın ibretle izlediği o gurur verici kurtarma operasyonunu, “Şili’de değil bizde olsaydı, 3 günde çıkarırdık” diyerek bütün dünyayı kendimize güldürmeyi madem göze aldık; “şov yapıyorlar, dört x dörtlük şov yapıyorlar” diyerek dile getirilseydi bari küçümseme!.. Onurlu davranışa tepki anlamında, bu alaycı tavrı nasıl olsa duymuştuk!..

Büyük alkış ve takdir alırdı bu sözle, hem yandaş basından, hemde başbakanından!..

Cehaleti, aptallık boyutuna indirgeyip, söylediklerine inanmamızı bekleyenler, sadece yaptıklarıyla değil, söylemleriyle de küçülürler!..

Haber aynen aşağıda!.. Yorum sizin!..

"Şili'de değil bizde olsa 3 günde çıkarırdık"

“Şili'deki maden kazasında mahsur kalan işçilerin yeryüzüne çıkarılması hakkında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer "Böyle bir kaza bizde olsaydı, madencilerimizi üç günde çıkarırdık dedi.”

Haberin devamını ben okumadım... Yüreğim elvermedi. Sizin yüreğiniz yeterse devamını bulun okuyun!..

Karından bacaklıların doğada biyolojik bir tür olduğu bizlere öğretilmişti ama, karından ağızlıların varlığından yeni yeni haberdar oluyoruz!.. Bu söylemle, 5 aydır cesetlerine bile ulaşılamıyan kurbanların kemikleri ve yakınlarının burun direkleri bir kez daha sızlamıştır herhalde!..


Mehmet Halil Arık

Emekli eğitimci- DENİZLİ


YENİDEN BAŞLAMALI KURTULUŞ SAVAŞINA…

Posted: 27 Oct 2010 11:21 AM PDT

Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıktığı gün Türkiye’nin genel durumunu şu sözlerle tarihe not düşmüştü:

“1335 (1919) senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harb-ı Umumi’de mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti (koşulları) ağır bir mütarekename imzalamış. Büyük Harbi’n uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-ı Umumi’ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi (soysuzlaşmış) şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni (alçakça) tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki (başkanlığındaki) kabine, aciz, haysiyetsiz, cebin (sessiz), yalnız padişahın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek (koruyacak) herhangi bir vaziyete razı.”

Yirminci yüzyılın başında Türkiye’de genel durum buydu. Peki, yirmi birinci yüzyılın başında genel durum nasıl? Bu günkü koşullar, o günkü koşullardan daha mı farklı? Daha demokratik, daha uygar, daha mutlu bir ortamda mı yaşıyor insanlarımız?

Bu soruların yanıtını alabilmek için şöyle bir yöntem izleyelim. Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı gün tanımladığı ortamı, sorular sorarak, günümüzle bir karşılaştıralım. Bakalım nasıl bir tablo çıkacak karşımıza?

Başlayalım:

Yıl 2010 senesi Ekiminin 29’uncu günü. Vaziyet ve manzara-i umumiye (genel görünüm) nasıl?

Tam bağımsız bir ülke miyiz? Onurlu, saygın, kişilikli bir dış politika izleyebiliyor muyuz? Milletin Meclisteki temsilcileri kendi hür iradeleri ile karar verebiliyorlar mı? Ülkenin çıkarlarını mı öne alıyorlar, kendi çıkarlarını mı?

Türkiye Cumhuriyetinin ordusu dimdik ayakta mı? Yoksa bertaraf mı edilmiş? Özgür iradesiyle, bağımsız kararlar alıp, yurdunu savunabiliyor mu? Örneğin bölücü, terör örgütü PKK, topraklarımıza girip askerlerimizi, vatandaşlarımızı, çoluğumuzu çocuğumuzu, bebelerimizi öldürdüğünde karşılık verebiliyor mu? Örneğin Kuzey Irak’a geçip onların yuvalandığı inleri, mağaraları yerle bir edebiliyor mu?

Bölücü terör örgütü dış düşmanlarla bir olup, yurdumuzu bölmeye çalıştığında, “Sevr Haritası”nı yeniden önümüze koyduğunda, Türkiye Cumhuriyetinin ordusu, “Türkiye bir bütündür, bölünemez, parçalanamaz” diyebiliyor mu?

Kuzey Irak’ta vatan savunması yapan, görevli subaylarımızın başına çuval geçirildiğinde, ordumuz nasıl bir davranış gösteriyor? Sessiz ve sakin seyrediyor mu, yoksa Kurtuluş Savaşında İngiliz askerlerinin Millet Meclisini kapatması üzerine, Mustafa Kemal’in yaptığı gibi, “Eğer milletvekilleri tutuklanırsa, Anadolu'daki İtilaf Devletleri subayları da misilleme olarak tutuklansın...” diyebiliyor mu? Diyebildi mi?

Emperyalist bir devlet, istihbarat örgütleriyle, politikacılarıyla iç işlerimize burnunu sokup, topraklarımızda, ülkemizin güvenliğini tehlikeye atacak, komşuları ile arasını bozacak bir “füze kalkan”ı konuşlandırmak istediğinde Türkiye Cumhuriyet’inin ordusu, nasıl bir tavır alıyor?

Büyük Atatürk’ün ölümünden sonra, uzun seneler emperyalizm ve işbirlikçilerinin sömürüsü altında kalan millet yorgun ve fakir düşmüş mü, düşmemiş mi?

Başımızdaki kabine üyeleri (bakanlar) “Önce vatan, gerisi teferruattır” mı diyor? Yoksa sadece Mustafa Kemal’in deyişiyle “şahıslarını vikaye edebilecek (koruyacak) bir vaziyete mi razı? Yani günümüzün Türkçesi ile sorarsak, kendi çıkarlarını mı ön plana alıyorlar?

Şimdi de Türkiye’nin genel görünümünde sözünü etmediğimiz, eksik kalan alanlarını sorgulayalım:

Peki, “Yargının, emniyetin durumu nasıl? Bağımsız, özgür görev yapabiliyorlar mı, yoksa siyasal kurumların yönlendirmesiyle mi çalışmalarını sürdürüyorlar? Yargı, siyasal iktidar tarafından teslim alınmış mı, alınmamış mı?

Eğitim, öğretim ne durumda? Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tevhid-i Tedrisat” (Öğretim Birliği) kanunu yürürlükte mi, işlevini yitirmiş mi? Kuran kursları, zaviyeler, tekkeler, cemaatler her geçen gün biraz daha mı artıyor? Daha mı güç kazanıyor?

Bu sorulara bulacağımız yanıtlar ile Türkiye’nin bugünkü ortamının, Osmanlının son döneminden pek farklı olmadığını azıcık kafası çalışan herkes anlayabilir. Genel görünüm bu ise, o zaman geriye yapılacak tek bir şey kalıyor, kurtuluş savaşına yeniden başlamak… Emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı yeniden direnmek…

Ordunun, yargının durumu içler acısıysa, bertaraf edilmişse, o zaman ne orduya, ne yargıya umut bağlayacaksın. “Uzaklardan beyaz atlılar gelip beni aydınlığa çıkaracak” diye geceli gündüzlü ufukları da gözlemeyeceksin. Seni kurtarması için yeni Atatürk’ler de beklemeyeceksin. Mustafa Kemal Atatürk sen olacaksın, sen… Samsun’a yeniden çıkacaksın.

Burada bilinmesi gereken temel gerçek şudur: (Altını çizerek söyleyelim.) Bu pervasız gidişe ve talan düzenine "dur" diyecek tek güç halktır, halkın örgütlü gücüdür. Kitleleri demokratik direnişlere, eylemlere yönlendirecek, onların direncini arttıracak güç ise toplumun devrimci, demokrat, ulusal öncüleridir. Öyleyse öncüler artık görev başına…

Ne diyordu Mustafa Kemal Bursa Nutku’nda: “Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Kolları sıvamanın, elleri taşın altına koymanın zamanı gelmiştir, geçmektedir. Biraz daha beklersek, sevgili yurdumuz Osmanlının işgal yıllarından daha kötü olacaktır.

Silkinelim. Uyanalım gaflet uykusundan. Ölü toprağını üstümüzden atalım. Türban tartışmaları ile boşa geçirilecek zamanımız kalmamıştır artık…

Uyan ey ehl-i vatan, görev başına...


ALİ ERALP


You are subscribed to email updates from Ajans Medya Takip
To stop receiving these emails, you may unsubscribe now.
Email delivery powered by Google
Google Inc., 20 West Kinzie, Chicago IL USA 60610

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages